20 Nisan 2016 Çarşamba
KISSALARDAN HİSSELER ve BEYİN JİMNASTİĞİ
ATEŞ
Yüzyıllar önce, Dünyanın ücra köşelerinden birinde bulunan bir adaya ateş, geç de olsa gitmişti. Bu adada dört ayrı kabile bulunuyor, adanın dört köşesinde birbirlerinden kopuk yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Adaya yakın bir kara parçasında öğrencileriyle birlikte yaşayan bir bilge bu adaya gezi düzenlemeye karar verdi. Bir gemiye bindiler, zor bir yolculuktan sonra adaya ayakbastılar. Birinci kabileye ulaştılar.
Bu kabilede ateşi sadece rahipler kullanabiliyordu. Bunun kendilerine verilmiş bir kutsal armağan olduğuna diğerlerini inandırmışlardı. Sadece rahipler ısınıyor ve sıcak yemek yiyordu, diğerleri donuyor ve çiğ et yiyordu.Bilgenin öğrencilerinden biri "ben burada kalacağım ve bütün insanların ateşten faydalanmalarını sağlayacağını" dedi.
Bilge ve diğer öğrencileri onu orada bırakıp yollarına devam ettiler. İkinci kabileye geldiler.
......
TIKLAYINIZ
*****
11 Mayıs 2016 Çarşamba
DERVİŞ KAŞIKLARI
Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
"Bakın göstereyim" demiş, ermiş.
Önce sevgiyi dilden gerçeğe indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Önce sevgiyi dilden gerçeğe indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz diye birde şart koymuş.
Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
Buyurun deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan...
İşte demiş ermiş,
“Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı, düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.
Şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.”
İNTERNETTEN ALINTIDIR.
M. Kemal Adal
11 Mayıs 2016 / İZMİR
*****
4 Mayıs 2016 Cumartesi
DEVLETİN MALI ve BİR ASKERİN SİVİL GEÇİNEN YÜZE ATTIĞI TOKAT!
DEVLETİN MALI
Hz. Ömer’in oğlu, bir deve satın almıştı. Bu devesini devletin develerini güden çobana verdi, devlet meralarına gönderdi. Hayvan meralarda iyice semirdi. Abdullah onu pazara yolladı. Satılığa çıkardı. Hz. Ömer, bu deveyi pazarda gördü:
— Bu deve kimindir? Diye sordu.
— Senin oğlun Abdullah’ın. Dediler.
Hz. Ömer’in canı sıkıldı. Hemen oğlunu çağırttı:
— Sen böyle bir deveye nereden sahip oldun?
Oğlu olanları anlattı. Hz. Ömer:
— Vay, dedi. Ne iyi. Sen bir halife oğlu olasın da böyle iş edesin. Deveni devlet çobanı otlatsın. Devlet otlakları otlağın olsun. Sonra da kazancı Abdullah’ın olsun. Olmaz böyle şey.
Git deveyi sat. Kaç kuruşa almıştın deveyi? İşte o kadar parayı içinden al. Gerisini götür, devlet hazinesine teslim et!
NOT: Bu öykü Sayın Cemal Erten’in Dini Hikâyeler kitabından alınmıştır.
Dip Not:
Kamu malını haksız edinenlere ithaf edilmiştir. Devleti Yönetenlerden Hz. Ömer'in bu icraatı beklenmektedir. (MKA)
*****
BİR ASKERİN SİVİL GEÇİNEN YÜZE ATTIĞI TOKAT!
NECATİ DOĞRU
Evet, anlayana; “tükürürüm senin gönderdiğin o makam arabasına” demektir.
Yüzde yüz sivil bir dikleniş göstererek Genel Kurmay Başkanlığı’ından istifa edip emekliliğe ayrılan Orgeneral Işık Koşaner, Başbakan’ın lojman kapısına gönderdiği “özel şoförlü lüks makam otomobilini” reddetti.
DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ.
*****
18 Haziran 2016 Cumartesi
HABİB BABA
Eski bir meseldir, belki hepiniz biliyorsunuz, ama son günlerde yaşadığımız olaylar sonrası insanın biraz kendini dinlemesi ve "ben ne yapıyorum" demesi gerektiğini hatırlatan bu güzel hikâyeyi sizlerle paylaşıyorum;
Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır, fakirdir, gariptir. Fakat Rabbinin katında da âlemlere denk bir değerin sahibidir.
Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır.
Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez.
'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'
Eski bir meseldir, belki hepiniz biliyorsunuz, ama son günlerde yaşadığımız olaylar sonrası insanın biraz kendini dinlemesi ve "ben ne yapıyorum" demesi gerektiğini hatırlatan bu güzel hikâyeyi sizlerle paylaşıyorum;
*****
30 Ağustos 2016 Salı
BİZE NE KADAR TOPRAK LAZIM?
“Tolstoy’un "İnsan Ne İle Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir.
Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler.
Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük
DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ.
*****
28 Eylül 2016 Çarşamba
DENİZ YILDIZI
DENİZ YILDIZI
Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama...
DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ.
*****
12 Şubat 2017 Pazar
PIRLANTA YÜZÜK VE DEĞİRMEN TAŞI
Hasırcızâde Mehmet Ağa, bir gün Fuat Paşa'nın yanında iken paşanın pırlanta yüzüğüne dikkatle bakmağa başlamış. Fuat Paşa sormuş.
— Yüzüğüme mi bakıyorsun?
— Evet Paşam... Taşını merak ettim.
— Elmastır.
— Güzel. Fakat faydası nedir?
— Hiç...
— Peki, ne gelir getirir?
— Hiç.
— Yazık. Benim de babadan kalma bir çift taşım var; bana senede elli altın getirir.
— Amma yaptın ha! Ne taşı ki bu?
— Değirmen taşı! Zira bu taş sayesinde hem nafakamı çıkarıyorum, hem hayır hasenat yapıyorum hem de insanlara bu taş sayesinde hizmet ediyorum…
YANİ : İstediğiniz kadar bilgi ile donatılmış olun, bir değil 3–4 üniversite bitirmiş olun, isterseniz tüm AB ülkelerinin dillerini konuşun, eğer bu bilgileriniz ve hünerleriniz bir fayda sağlamıyor, başta kendiniz olmak üzere diğer insanlara bir hizmete vesile olmuyorsa o zaman yükten başka nedir? Tıpkı parmağında pırlanta yüzük taşıyan birine o taşın hiçbir gelir elde etmemesi gibi...
İNTERNETTEN ALINTIDIR
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder