İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

30 Mart 2018 Cuma

‘ALLAH’A DİN Mİ ÖĞRETİYORSUNUZ?’


Bu blokta İlk yayınlama: 6 Mart 2016 Pazar


‘ALLAH’A DİN Mİ ÖĞRETİYORSUNUZ?’


Yaşar Nuri Öztürk
25 Şubat 2016, 10:14


İlahlaştırılmış kişiler hegemonyasının en kahırlı zararı, kutsallaştırılan din büyüklerinin dinde buyruk kaynağı olma noktasını da aşıp Allah’a bile din öğretme cüretine ulaşmaları ihtimalidir. 

Kur’an, bunun olabileceğini ve olduğunu bildirmektedir.

Kur’an, “Allah’a din mi öğretiyorsunuz?” şeklinde acı bir serzeniş ifade eden hayatî soruyu işte bunun için sormaktadır.

“Onlara şöyle de: Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? O Allah ki göklerde ne var, yerde ne varsa bilir. Allah her şeyi en iyi bilendir.” (Hucurât, 16) 


Sorunun vurgu yapmak istediği gerçek şudur: İnsanoğlu, Allah karşısındaki cüret ve pervasızlığını o kerteye taşır ki, bir yer gelir, Allah’a din öğretmeye kalkar. Dehşet verici bir yerdir burası. 

 İnsan; kendisine iyiyi ve güzeli öğreten peygamberlere din dersi, takva dersi vermeye kalkmakla kalmamış, dinin sahibi olan kudrete de din öğretmeye yeltenmiştir. İnsanın tüm erdirici kanallarını kirleten bu büyük küstahlık, Kur’an’ın birçok ayetinde gündeme getirilmiştir. 

Dinin faturası hep Allah’a çıkarılmış, ama kotarıcısı hep Allah adına hegemonya kuranlar olmuştur! Kur’an bu hegemonyacılara şürekâ (Allah’a ortak koşulanlar, Allah yerine iş görmeye kalkanlar) diyor. 

 Dinin sahibi, koyucusu ve koruyucusu olan kudret, dinde şürekâ üretimine gerekçe yapılacak bahaneleri de en iyi bilendir. Nitekim kitabında bu bahanelere sık sık değinerek şürekâ odaklarına verilecek cevapları insanlığın önüne koymuştur 

DİN ADINA HÜKÜM VERMEK, TANRILIK İDDİASIDIR

“Dillerinizin yalan nitelendirmelerine dayanarak ‘Şu helaldir, şu haramdır’ demeyin; sonra yalan sözlerle Allah’a iftira etmiş olursunuz. Yalanlar düzerek Allah’a iftira edenlerin kurtuluşu yoktur. Böyleleri için, birazcık nimetin ardından korkunç bir azap gelecektir.” (Nahl, 116-117)


Kur’an’ın yakındığı, kendisine getirilen yorum değildir; onun tiksindiği kötülük, yorumu Allah’ın buyruğu haline getirip dinin tartışmasız kaynağı yapmaktır.

 Neden bu ikisini birbirine katarak suyu bulandırıyoruz? Kaldı ki, “Kur’an muğlaktır, zordur” bahanesinin bir yalan olduğunu bizzat Kur’an bize gösteriyor. Kur’an’da onun muğlak, mücmel, anlaşılması zor olduğuna ilişkin ima bile yoktur. Bunun tam tersine, Kur’an kendisini ‘mufassal kitap’ yani ayrıntılı, açık seçik bilgi veren kitap diye tanıtmaktadır.

Ve Hz. Peygamber’den şöyle söylemesi istenmektedir: 


“Allah’ın dışında hüküm mercileri, hakem mi arayayım? O Allah ki, kitabını size mufassal olarak indirmiştir.” (En’am, 114)

Benzeri ayetler 20’den fazladır. 



Kur’an’ın zor anlaşıldığı yolundaki iddia açık bir iftiradır. Kim okumuş da anlamamış? Okudular da mı anlamadılar! Kur’an yüzyıllardır tozlu raflarda, mezarlıklarda hapsedilmiş haldedir. Ellerine aldılar mı? Okumak isteyenlerin okumasına izin verdiler mi? İnkârcılar onu ‘çöl kitabı’ diye karaladı, şürekâcılar ise, okunuşunu aşılmaz merasimlere bağladı. 

“Yemin olsun ki biz bu Kur’an’ı düşünülüp öğüt alınması için gerçekten kolaylaştırmışızdır. Yok mu okuyup öğüt alacak?” (Kamer, 17, 22, 32, 40)

Allah tek, din tek olduğu gibi dinin ana kaynağı da tektir. Alt kaynaklar elbette ki çoktur. Önemli olan, son sözü söyleyecek ana kaynaktır.

Tevhit, bu ana kaynağı, bu ‘tek’i hiç zedelemeden kabul etmektir. Ya bu şekilde kabul eder muvahhit olursunuz yahut da etmez müşrik olursunuz. Ortası yok. Muvazaa, idarei maslahat yok!


21 Mart 2018 Çarşamba

REFORM DEĞİL KURAN'A DÖNÜŞ

​"​Eğer biri bize dini bir konuda bir çıkarım, bir hü­küm söylerse; "Bu izahını neye göre yapıyorsun?" diye sormalıyız. İzah eğer Kuran'a dayandırılmıyorsa din adına bir şey ifade etmez. İster şeyh olsun, ister müftü olsun, dini izahlar, ağzından çıktıkları kişinin makamına göre değil, Allah'ın kitabı Kuran'da dayanakları olması sebebiyle geçerlilik kazanırlar."

İŞTE SİZE KONU (Tecdid= Dinde Yenileme) HAKKINDA YAPILMIŞ MÜKEMMEL BİR İNCELEME VE GÜNCEL ANALİZ. -MKA 




Kuran Araştırmaları Grubu
http://www.kurandakidin.net/


III: BÖLÜM: 

REFORM DEĞİL KURAN'A DÖNÜŞ

Etrafımızda İslam adına sergilenen tüm ilkelliklerden, çirkinliklerden ve çelişkilerden görülenler, kitlelere acilen gerçek dinin anlatılmasının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

 Bu man­zaradan rahatsız olan Muhammed İkbal 1920'lerde şöyle diyordu:

"Eğer biz İslam'ın bir üstün değerler sistemi olduğunu Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara her şeyden önce bizim İs­lam'ı temsil etmediğimizi söylemek borcundayız."

 İkbal'den daha önceki yıllarda yaşayan Muhammed Abduh aynı gerçeği kendi ke­limeleriyle şöyle anlatıyordu:

"İslam denince akla problemler, çık­mazlar ve çelişmeler geliyorsa, bunun sebebi İslam değil Müslümanlardır. Müslümanların bu asırda Kuran'dan başka imamları yoktur (KUR’AN, PEYGAMBER'İN RİSALETİNİ DEVAM ETTİREN ÖLÜMSÜZ BİR ELÇİDİR (RESULDÜR) - MKA.). Ezher'de okutulan ve benzeri kitaplar var olduğu müddetçe, bu ümmet ayağa kalkamaz. Ümmeti kaldıracak ruh, ilk dönemde hakim olan Kuran ruhudur. Kuran dışında her şey; Kuran'ı bilmek ve yaşamak arasına konmuş engellerdir."

 Mehmet Akif Ersoy ise Kuran'a rağmen dini yozlaştıranların oluşturduğu manzarayı bakın nasıl tarif ediyor:

"Eğer İslam'dan maksat Kuran'sa, ortada İslam diye bir şey olmadığını söylemek durumundayız. Çünkü Kuran bu­gün göklere çekilmiş ve yeryüzündeki İslam'ın onunla ilgisi kalma­mıştır."

 Arap asıllı Amerikalı Profesör İsmail Faruki de aynı manaya gelen kendi tespitlerini şöyle aktarmaktadır:

"İslam, ne bugünkü Müslümanların tavır ve yaşayışları, ne İslam tarihinin şu veya bu dönemi, ne de İslam adına kaleme alınan şu veya bu kitabın anlat­tıklarıdır. İslam Kuran'dır."

A.                BU HAREKET POPÜLİST BİR HAREKET DEĞİLDİR


 Geniş halk kitlelerinden çoğu İslam düşünürüne kadar pek çok kişi, bugün İslam adına sergilenenlerin düzeltilmesini ve İslam'ın bunlar olmadığının anlatılmasını istemektedir. Bu hareket popülist (halka yardakçı) bir hareket değildir. Yani bu hareket salt geniş kitleler Müslüman olsun, insanlar İslam'ı daha çok sevsin diye yapılan bir hareket değildir. Bu hareket, bugün sergilenen manzaranın Allah'ın diniyle, Allah'ın dininin tek kaynağı Kuran'la çelişmesi yüzünden oluşmuştur.

Amaç insanların beğeneceği dinin değil, Allah'ın istediği dinin oluşturulmasıdır.

 Sonuç olarak Kuran'ın anlattığı din, insanların daha rahat yaşayabileceği, daha rahat ettiği, daha çok sevgi ve tole­rans dolu bir yapıdadır. Bu yüzden de insanlar tarafından daha çok beğenilmektedir. 

Ana gaye insanların beğenisi değildir, bu, ana ga­ye gerçekleşirken ortaya çıkan sonuçlardan biridir.

 Amacı insanların beğenisi olan hareket, dini Allah'ın istediği gi­bi değil; şahsi, kültürel görüşler ve siyasal amaçlar çerçevesinde şe­killendirir. Fransız devrimi sonucunda oluşan Rönesans ve reform da böyledir.

Allah'a ait olmayıp sübjektif olan, yani insani olan hiç­bir şey din olamaz.

B.                HERKES MEZHEPSİZDİ


 Peygamberimiz ve 4 halife döneminde Kuran dışında dini bir kaynak yoktu
(11. Bölüme bakınız). İnsanlar mezheplere bağlı ol­madan doğrudan Kuran'a bağlıydılar. Kuran'ın belirttiği şekilde di­ni yaşar, Kuran'ın serbest bıraktığı konularda kendi beğeni, örf ve alışkanlıklarına göre hareket ederlerdi.

Kimse ben Sunniyim, Ha­nefi'yim, Safiyim veya ben Şiiyim, Aleviyim, Caferiyim şeklinde gö­rüş belirtmiyordu. Onlar Müslümanım diyor, rehberlerini Kuran görüp, bununla yetiniyorlardı.

Peygamberimiz'in dönemindeki en cahil bedeviler bile Kuran ayetlerinden anlayışlarına göre faydala­nıyor ve Müslüman oluyorlardı. 

 Bizim arzumuz da aynı o günlerde olduğu gibi Hanefi, Şii, Caferi, Sunni gibi etiketler kullanmadan, mezheplere bağlanmadan sadece Müslüman olmamız; değişmeyen, çelişkisiz, akla, mantığa uygun ve Allah'ın uymamızı istediği Kuran'a diğer kaynaklara itibar etmeden tâbi olmamızdır.

Böylece tek Allah, tek din ve tek kitabın ( ki bu tevdid demektir- MKA) oluşması ve Müslümanların dine fatu­ra edilen uydurmalardan ve bu paramparça tablodan kurtulmaları­dır.

O dönemdeki gibi olmamız gerekir derken o dönemdeki gibi Kuran'a uymalı, başka dini kaynak tanımamalı, takısız Müslüman olmalıyız diyoruz.

 Yoksa Kuran'ın verdiği serbestlikleri o döneme göre düzenlemek Kuran'ın dinine ilave yapmaktır. Kuran'ın hüküm getirmediği konuların Allah'ın bizi özgür bıraktığı konular olduğu­nu anlarsak, din diye bildiğimiz yanlışları düzeltebiliriz. Çünkü dinimizdeki bozulmalar en çok Kuran'ın bizi özgür bıraktığı konular­da kısıtlamalar getirilmesi ile oluşmuştur (39. Bölümü okuyun).

Tüm bunları gerçekleştirirken ilk önce Allah'ın bizden bunu is­tediğini anlamamız lazımdır. Bunun için kitabın ikinci bölümünde Kuran'ın tek kaynak olduğunu açıklayan görüşlerin yeterli bir delil teşkil edeceğini zannediyoruz. Kuran'ın yeterliliğine dair bu bö­lümde bahsetmediğimiz bir çok ayeti kitabın diğer bölümlerinde göstermemiz zaten yeterli olan bu ayetleri daha da pekiştirecektir.

Bu bölümden sonra kutsala fatura edilen, doğru ile yalanın birbiri­ne karıştığı hadislerin geri dönüşü mümkün olmayan, yani doğru ile yalanın bir daha ayırt edilemeyecekleri bir şekle girdiklerini an­layacağız. Eğer ki hadisler Kuran gibi dinin kaynağı olsalardı bu, İs­lam'ın geriye dönüşü mümkün olmayan tarzda bozulduğu manası­na gelecekti.

 Bu yüzden hadislerin dinin kaynağı olamayacağını göstermek hem dinimizi, hem de Peygamberimiz'i iftiralardan kur­tarmak olmaktadır.

İleride hadislerin hem Kuran'la, hem kendi ara­larında, hem mantıkla çeliştiklerini, hem de Kuran'a ilaveler yaptık­larını göreceğiz.

Üstelik Peygamber'in ve 4 Halifenin hadisleri yaz­dırmama ve yaktırma konusundaki tavrını görünce (4., 10. ve 11. Bölümleri okuyun) Kuran dışında dini kaynak olabilecek hiç bir şey bırakmamanın ve Kuran'a gidip dini oluşturmanın haklılığını daha da iyi anlayacaksınız.

 Uydurulan din ile indirilen dini ayırt etmede­ki yöntemimiz, indirilen dini (Kuran'ı) ve uydurulan dini (hadisle­ri, mezhepleri, şeyhleri) inceleyerek gerekli delilleri çıkartmaktır.

Allah'ın istediği gibi aklı işleterek ve beyyine yani açık delil üzere olarak mevcut yapı değiştirilmelidir. 

Bunun aksi körü körüne taklit olur ki o da bizi karşı olduğumuz yapıyla aynı noktaya götürür.

C.                PUTLAŞTIRILMIŞ KİŞİLERDEN DİNİ KURTARALIM


 Uydurmaları açıklayıp dini Kuran'ın denetimine teslim eder­ken, adeta putlaştırılmış, tartışılmaz sanılan kişilerin hegemonya­sından dini kurtarmak gerekir.

Bu sağlanmadan Sunni ile Alevi, Şii ile Hanefi, Şafi ile Caferi kucaklaşamaz. Daha doğrusu herkes putlaştırdığı, tartışılmaz gördüğü insanlardan dinini kurtarıp, tek tartı­şılmaz olarak Kuran'ı ilan edecektir ki herkes Sunniliğinden, Alevi­liğinden, Şiiliğinden, Hanefiliğinden kurtulup bir tek Müslüman olabilsin.

(Bu arada biz de kelime manası olan gerçek sünnete tabi olma konusunda Sunni, Hz. Ali'yi sevme manasında Şii ve Alevi'yiz. Fakat bizim karşı olduğumuz bu kavramların sözlük anlamı değil, sosyolojik olarak kazandıkları anlam ve İslam'ın içinde oluşturduk­ları Kuran'a ilavelerle dolu olan mezhepsel yapılardır.)

Ve derler ki "Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de böylece onlar bizi yoldan saptırdılar."
33- Ahzab Suresi-67

Yani Sunni olanlar Ebu Hanife'yi, Şafi'yi, Malik'i, Hanbel'i kutsallaştırıp, din kurucusu haline getirmekten kaçınmalılar,

"Ebu Hanife 99 defa Allah'ı rüyasında görecek kadar büyük insandı" şek­linde hezeyanlardan kurtulmalılar. (Bu inanılmaz iddiayı Çağrı Yayınları'nın Fıkhı Ekber kitabı 321. sayfada ve Ebu Hanife'yi öven birçok yazıda görebilirsiniz.) Bu arada bu mezhep imamlarıyla be­raber Buhari, Muslim, Tirmizi, Ebu Davud ve diğer hadisçiler de eserleriyle Kuran'ın önünde oluşturdukları kalabalığa son vermeli­ler.

Şiiler de bizim imamlarımız masumdur, onlar hiç hata yapmaz­lar deyip adeta imamlarına Peygamber'in ve Kuran'ın vasıflarını ve­ren hareketlerinden vazgeçmeliler; Kuran dışında kaynak, Peygam­ber dışında din önderi tanımamalılar.

Aleviler de kutsallaştırdıkları dedelerini değil, Kuran'ı dini kaynak olarak önlerine almalılar, Peygamber'in soyundan olmanın kimseye bir üstünlük getirmediğini bilmeliler.

Kuran'da Hz. İbrahim'in babasının, Hz. Lut'un karısı­nın nasıl sapıttıkları anlatılmaktadır. Peygamber'ler hayattayken bi­le yakınları kimi zaman kurtulamazken, Peygamber'in bilmem kaç göbek öteden torununun torunlarının torunlarında üstünlük ara­mak ve bunu yaparken Kuran'ı, Allah'ın bize rehber, rahmet ve her şeyin açıklayıcısı olarak gönderdiği kitabı (16 Nahl Suresi 89) unutmak olacak şey değildir.

 Her mezhebin güzel yaptığı bir şeyi de unutmayalım. Her mezhep diğerinin hatalarını, diğerinin eksik­lerini çok iyi anlamaktadır.

Sunniler, Şiilerin mezhep imamlarını masum ilan edip onlara körü körüne tabi olmalarını çok mantıklı eleştirirler. Fakat sonra kendi imamlarını; Hanefi'yi, Şafi'yi, Malik'i, Hanbel'i tartışılmaz kıldıklarını, din diye Kuran yerine onlara tabi olduklarını unuturlar.

Bir mezhebe göre bir farzı yerine getire­nin, diğer mezheplere göre haram işlediği birçok husus ortaya çıkar ve sen Hanefi isen bu doğru, Şafi isen şu, Hanbeliysen öbürü doğ­ru derler ve Allah'ın indirdiği din bir iken bir sürü din oluştururlar. (14. Bölümdeki Mezhepler kısmını okuyun.)

Şiiler'in mezhep imamlarını yüceltmelerini çok iyi algılayan göz ne yazık ki kendisi de aynen bir imam bulup ona tabi olmuştur, ama aynı göz onu farkeder, kendini farketmez.

Ona sapık der, kendisine ise yegane kur­tulacak olan fırka, mezhep diye bakar. Evet belli kişilere tabi olu­yorsanız, nedir sizin farkınız?

Çoğunuza göre kendi tabi olduğunuz kişi en üstün kişi, diğerleri ise sapıktır. Peki hangi kritere ve neye göre?

Kriteri Kuran alsaydınız, zaten Kuran dışında dini otorite, di­ni hüküm koyucu aramamanız gerekirdi.

 Sorun da zaten burada, Kuran'ı dinin tek kaynağı yapmıyorlar. Birbirlerini kınayıp, aynı hataları kendileri yapıyorlar.

D.               DİNCİ VE DİNSİZ YOBAZLIK


 Kuran okunan vahiy olarak, Yaratıcımız'ın din adına bizden istediklerinin, ulaştırdığı mesajların toplamıdır. Kuran zamanın değişimiyle oluşacak yeni durumlara da uygun olacak Allah'ın vahyidir.

Değişim kaçınılmazdır, ama yeni oluşan şartlara cevap vermek Allah'ın kitabının mucizesidir. Bu mucizevi durum İslam'ın reforma ihtiyaç hissetmemesini sağlar.

 Fakat iki zümre, dine karşı çıkan dinsizlik yobazı ve uydurulmuş dini bir türlü bırakmak istemeyen dinci yobazın güçleri bu uydurulmuş dine bağlıdır.

Dinci yobaz sıkı sıkıya uydurmalarına sarılırken, diğeri işte dininiz budur diyerek prim yapmaya, içinden çıkılmaz sistemi gösterip, insanları dinden kaçırmaya çalışır.

Dinci yobaz da kendi dışındakileri cehennemlik ilan ederek uydurmalarına daha çok sarılır.

 Görüldüğü gibi bu iki zümrenin de sermayesi aynı, ama kullanımları farklıdır. Bu yüzden Kuran'a giderek dinin düzenlenmesinden en çok bu iki grup rahatız olur.

Din düşmanı yobaz, dine saldıracak materyalleri elinden alındığı için bozulacaktır. Dinci yobaz ise geleneğe dönüştürülmüş yapısı elinden alındığı için kızacak ve aforozlama, cehennemlik ilan etme mekanizmalarına sarılacaktır.

Gelenekçi din adına bu aforozları yapanların üniversitede kürsüsü olan profesörler; tarikatların, hiziplerin başları olması; geleneksel yapının sözde aydın yazarları olması bizi şaşırtmamalıdır.

 Kuran bize sosyolojik bir vaka olarak bir fikir ileri sürüldüğü zaman o fikre ilk önce mevcut yapının sivrilmişlerinin, elitlerinin karşı çıkacağını ders vermektedir. Bu yüzden kürsüsünde yıllarca geleneksel dini savunanlar, tarikatını geleneksel yapı üzerine oluşturan şeyhler, kendi otoriteleri sarsılacak, yıllarca emek verdikleri karizmaları depreme uğrayacak korkusuyla Kuran'ın İslam'ına ilk saldıranlar olacaklardır.

Hz. İsa'yı öldürmeye kalkanların Yahudi din adamlarının önde gelenleri olduğu şeklindeki tarihsel dersi hatırlamamız, Kuran'ın İslamı'na karşı savaşanların din adamı vasfıyla ortaya çıkışlarına şaşırmamızı engelleyecektir.

 Dine, din istismarcısının verdiği zararı hiçbir şey vermemektedir. Bunu Müslümanların çoğu, Hıristiyan engizisyonlarının insanları din dışı ilan etmelerinde, papazların günah çıkarmalarında çok iyi görür.

Fakat aynı göz ne yazık ki kendi istismarcısının insanları cehennemlik ilan etmesinde, Kuran'a ilave yeni din oluşturma­sında aynı hassasiyeti göstermez.

Evet Hıristiyan papazlar nasıl di­ni kendilerinin tekeline almak için insanlara zulmettilerse, aynı zu­lüm bizim dinimizde de olmuştur.

Falanca papazın kerametleri, üs­tünlükleri, o yüzden dinlenmeleri gerektiğinin hikayeleri nasıl Hı­ristiyanlıkta anlatılmışsa; bizde de falanca şeyhlerin, imamların, ev­liyaların kerametleri, üstünlükleri, rüyalarında Allah'ı bile gördük­leri, bu yüzden onlara uyulması gerektiği anlatılmıştır.

 Bize düşen, Arap-Emevi saltanatının kendi şahsi görüşlerini di­ne fatura ederek başlattıkları yozlaştırmaya, Kuran'a giderek son vermektir. Böylelikle insanla çelişik hale getirilen din insanla barıştırılacaktır. Çözüm yolu reform değil; Kuran'a uygunluğu ve dönü­şü hayata geçirmek, uydurulan sahte kutsalları reddetmektir.

 Bu ha­reket mezhepleri birleştirme hareketi de değildir. Zaten uydurma­nın birleşmesi de olmaz. Din tektir ve uydurma olanlar atılacaktır. Mezhepler üstü, uydurmalara dayanmayan Kuran, temel ve tek dini kaynak olarak ortaya çıkmalıdır.

 Emeviler ve Abbasiler Allah'ın dini olan İslam'da reform yapmışlardır ve sırf İslam olan dini Hanefi İslamı, Safi İslamı gibi isimlere dönüştürerek Allah'tan olanı insansal olana çevirmişlerdir.

 Bugün yapılması gereken, Allah'ın dininde re­form değil, olsa olsa uydurulan dinde reformdur; yani yeniden yapılanmadır. Bu da aslında bir reformdan ziyade öze dönüştür.

E.                AH DİYANET, VAH DİYANET


 Türkiye açısından olaya bakarsak Sunni ağırlıkta olan Diyanet kurumunun düzenlenmesi en önemli şart olarak gözükmektedir.

Ne yazıktır ki sorulara Kuran'a dayanarak değil; Sunni fıkhına, mezheplerin İslamına dayanarak cevap veren Diyanet'e göre hurafe deyince akla türbelere bez bağlamak, türbelerde mum yakmak gibi şeyler geliyor.

Kendisi gırtlağa kadar hurafelere boğulmuş kaynaklara gönderme yapan Diyanet'in, hurafe deyince sırf bu tarz şeyleri anlaması ne acı!

 Ayrıca imam hatip liselerinde ve ilahiyat fakültelerinde Sünniliğin Hanefi kolunun hegemonyası ağırlıktadır. Bu mezhepçi anlayış ise kitlelerin Kuran'la arasına mezhep duvarı örmektedir. (Yazının ilerleyen bölümlerinde Kuran'ın İslamı ile mezheplerin İslamı arasındaki uçurumu daha iyi göreceğiz.)

İmam hatip liselerinde yetişen Sunni-Hanefi din görevlileriyle bu mez­hepsel anlayışın devamı sağlanmakta ve Hanefi imamlarla en ücra köylere kadar Kuran'ın dini yerine; ilmihal kitaplarından, mezhep­lerden öğrenilen din yayılmaktadır.

 Diyanet kurumundan, ilahiya­ta, imam hatiplere kadar her yer tek yanlı Hanefi mezhebinin öğretileriyle doludur. Bu yüzden başta bu kurum ve kuruluşların deği­şikliğe uğraması zorunludur. Yoksa daha uzun yıllar hurafe deyince bez bağlanan, mum yakılan türbelerden başkasını anlamayacağız.

 Ülkemizin ikinci büyük mezhebi ise Aleviliktir. Cami ile aynı ma­naya gelen ve aynı kökten türeyen "Cem evi" terimiyle bu mezhe­bin ibadet yeri bile değiştirilmiştir. Sunniler ile Aleviler arasında evlilikler yasaklanmakta, bu iki mezhebin taassubuyla bir çok kişi birbirinin cenazesine bile gitmemektedir. Mezhep taassuplarının dini getirdiği nokta apaçık ortadadır.

Irkçı ayrılıktan daha tehlikeli bir fitneyi bağrında taşıyan bu ayrılığın kanaatimize göre tek ilacı herkesin mezheplerini bırakıp, yalnız Kuran'ın etrafında toplanma­sı, Kuran'ın helalini helal, haramını haram bilip, diğer her türlü otoriteyi reddetmesidir.

Yoksa ne Hanefi Alevi olur, ne de Alevi Hanefi. Hele geleneksel İslam'ın yanlış izahlarından dolayı geçmiş­te yapılan katliamlar düşünülürse, bu tamamen imkansızdır.

 Tek çı­kar yol, Allah'ın değişmemiş kaynağı olan ve ortak saygınlığa sahip tek kaynağı olan Kuran'ın etrafında birleşmek; dedeler ,şeyhler, imamlar yerine Kuran'ı otorite yapmaktır.

F.                 SÜNNİ MEZHEPLERE GÖRE ÖLDÜRÜLMESİ GEREKENLER


 Diyanet'e gelince, Diyanet İşleri dini konulardaki açıklamala­rında yöntemini belirlemelidir. Eğer ki Diyanet İşleri'ne göre Ha­nefi mezhebi dinen geçerli bir mezhepse her konuda bu açıkça or­taya konmalıdır.

Örneğin kadınlarla ilgili konularda: Erkeğin tüm vücudu cerahat olsa kadının bu cerahatı yalayarak temizlese de er­keğin hakkını ödeyemeyeceğini, kadının tek başına 90 km'den fazla seyahatinin haram olduğunu, kadının boşanma hakkının olmadı­ğını, kadınla erkeğin el sıkışmasının haram olduğunu, kadının sesi­nin bile erkekler tarafından duyulamayacağını, kadının kalktığı ye­re sıcaklığı geçmeden oturulamayacağını da Diyanet İşleri açıkla­mak zorundadır. (21. ve 22. bölümde kadınlar hakkındaki uydurma­ları okuyacaksınız.)

Yine Sunni mezheplere göre İslam dinini değiş­tiren öldürülür. "Mürtedin katli vaciptir." ifadesi ile belirtilen bu hüküm her Müslüman ailede doğup, sonradan kafir olan için geçer­lidir. Yani Türkiye'deki herhangi bir kişi dinsiz olursa Sunni mez­heplere göre öldürülür.

Hanefi mezhebine göre namaz zorla kıldı­rılır, oruç zorla tutturulur. Namaz kılmayan dövülür ve kılmaya başlayana kadar hapsedilir. (Diğer 3 Sunni mezhepte öldürülür.)

Ayrıca Sunni mezheplere göre kişinin kafir olması çok kolaydır. Örneğin "Kadın ile erkek el sıkışamaz.", "Kadın tek başına 90 km den uzağa gidemez.", "Kadın erkeğin cerahat kaplı vücudunu yala­yarak temizlese de erkeğin hakkını ödeyemez." gibi hükümlerin ve­ya bunlarla ilgili hadislerin herhangi birinin saçma olduğunu söyle­yen de Sunni mezheplere göre kafir olur.

Eğer bir Müslüman, bir alimi beğenmeyip ona alimcik derse kendini Müslüman sansa da Ehli Sünnet din bilginlerine göre kafirdir (Bakınız Ahmed Ziyaed-din Gümüşhanevi, Ehli Sünnet İtikadı).Bu kişi "Ben Müslümanım" diyorsa da Hanefi mezhebine göre kafirdir ve öldürülmesi gerekir. (Çünkü Müslüman aileden doğup sonradan kafir olduğu için mürteddir.)

 Yani Hanefi mezhebinin dinen geçerli bir kurum oldu­ğunu düşünen bir kişi, Türkiye'nin çok büyük bir kısmının dinen öldürülebileceğini de savunmak zorundadır. Dini anlamada yöntem çok önemlidir.

Siz eğer Sunni-Hanefi mezhebini savunuyorsanız, Hizbullah gibi terör örgütlerine nasıl kızarsınız?

Bu örgütler kendi terörlerini meşrulaştıracak birçok izahı Hanefi mezhebinden, diğer Sunni veya Şii kaynaklardan, hadis kitaplarından bulacaklardır. 

Sunni-Hanefi mezhebinde kişinin ne kadar kolay kafir ilan edilebil­diğini ve sonra öldürülmesine karar verilebildiğini şu olaydan anla­yabiliriz:

G.                KABAK SEVMİYORUM DİYENİN KELLESİ GİDER


 Ebu Yusuf, Hanefi mezhebinin 3 kurucusundan biridir ve Ebu Hanife'den sonra ikinci en önemli adamıdır. Bir gün Ebu Yusuf "Peygamber'imiz kabak severdi." der. Bu lafı söylediği ortamda bu­lunan bir kişi bu lafın üstüne "Ben kabak sevmiyorum." der. Ebu Yusuf "Peygamber'in sünneti olan bir şeyi sevmeyen Peygamber'e karşı gelmiş olur, Peygamber'e karşı gelen Allah'a karşı gelmiş olur." der. Allah'a karşı gelen kafirliğe dönmüş olacağı için Ebu Yu­suf bu şahsın kellesinin kesilmesi için muşamba ve kılıç ister. Kabak sevmem izahına tövbe eden adam kellesini zor kurtarır. Bu olay Hanefi mezhebini savunan kitaplarda Ebu Yusuf'un dini konularda ne kadar titiz olduğuna delil olarak anlatılır (Bakınız Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi, Ehli Sünnet İtikadı, Sayfa 80).

Ey Diyanet İşleri'nde çalışanlar! Siz eğer bir kurucusunun "Ka­bak sevmem." diyen kişinin öldürülmesini dinen gerekli gördüğü bir mezhebi doğru buluyorsanız, Hizbullah gibi terör örgütlerini neden hatalı buluyorsunuz?

Eğer ki dini anlamada yönteminiz Ha­nefi mezhebinin çıkarımlarını savunmaksa o zaman tüm bu izahla­rı savunmak zorundasınız.

 Bizim yöntemimiz belli: Biz din Kuran'a eşittir, Kuran dinin tek kaynağıdır diyoruz. O yüzden bu yöntemi­mize dayanarak Kuran'da geçmeyen ve Kuran'a aykırı olan Hane­filiğin, Sunniliğin tüm bu izahlarına karşı çıkıyoruz.

Sizin yöntemi­niz ne?

Örneğin Kurban bayramında "Hanefi mezhebine göre kur­ban kesmek vaciptir." diyorsunuz. Bu izahınızla Hanefi mezhebine göre bir hususu açıklamayı dinle özdeşleştiriyorsunuz. O zaman Hanefi mezhebine göre insanları dövmenin, hapsetmenin, kesme­nin de ne zaman vacip olduğunu açıklayın. 

Sizin yönteminiz ne? Yöntemsiz din anlaşılır mı?

 Yöntemsiz dini açıklamaya kalkmak kendi görüşünü dinselleştirmekten başka nedir?

Biz uyarıyoruz. Eğer ülkemizde Sunniliğe ve Hanefiliğe göre dinin anlaşılmaya ça­lışılması durdurulmazsa, ülkemiz sürekli din adına ortaya çıkan te­rör ile uğraşmak zorunda kalır.

Hanefilik ve Sunniliğin ne olduğu açıkça ortaya konmalıdır ve başta Diyanet İşleri Kurumu bu mez­hebin hegemonyasından kurtarılmalıdır.


H.               OSMANLI'DAN MİRAS KALAN MEZHEPÇİ ZİHNİYET


Diyanet İşleri'ndeki çalışanlar tahminimizce teröre karşıdır. Fa­kat Hanefi mezhebinin izahlarının (tüm Sunni ve Şii İslam'ın da) teröre olanak tanıdığı da gerçektir. Tüm dünyadaki İslam adına ya­pılan terör de işte bu mezhep çıkarımlarına, uydurma hadislere da­yanmaktadır. Siz ne kadar iyi niyetli olursanız olun savunduğunuz sistemi objektif olarak değerlendirmek ve ortaya koymak zorunda­sınız.

Ne yazık ki ülkemiz Osmanlı döneminden beri mezhepçi İs­lamcı görüşle yönetildi. Osmanlı padişahları Sunniliğin halifesiydiler ve Sunniliğin dört mezhebinden biri olan Hanefi mezhebindendiler. Bu tarihsel süreçte dinimiz bu topraklarda Hanefi mezhebi ile eşitlendi. Bugün din adına ortaya konan kadına bakış açısından, iba­detlere kadar her husus bu mezhebin izahlarının etkisi altındadır. (Mezheplerin kökleri de Emevi, Abbasi dönemlerine kadar gider. 13. Bölümü okuyunuz.)

 İşte yapılması gereken reform bu uydurma sistemdedir (Mevcut tüm mezheplerdedir). Fakat yapılan bu reforma dinde reform denmez. Çünkü bu hareket dinin özüne, kaynağı­na (Kuran'a) döndürülüşüdür.

 Allah'ın sisteminde reform (değişti­rerek yeniden yapılandırma) düşünülemez. Çünkü Allah'ın sözleri­ni, Allah'ın hükmünü insanlar değiştiremez.

 Sunni mezheplerin, Hanefiliğin dinimizde yaptığı değişiklik (reform) ve bunun sonucu ortadadır.

 Yapmamız gereken; Hanefi mezhebinin izahlarını red­detmek ve Kuran'a gidip kadına bakış açısından namaza, din adına her konuyu Kuran'dan anlamak, böylece dinimizi Kuran'a göre yapılandırmaktır.

 Eğer biri bize dini bir konuda bir çıkarım, bir hü­küm söylerse; "Bu izahını neye göre yapıyorsun?" diye sormalıyız. İzah eğer Kuran'a dayandırılmıyorsa din adına bir şey ifade etmez. İster şeyh olsun, ister müftü olsun, dini izahlar, ağzından çıktıkları kişinin makamına göre değil, Allah'ın kitabı Kuran'da dayanakları olması sebebiyle geçerlilik kazanırlar.

İ.                  KURTULUŞ FORMÜLÜ


 Tüm bu felaketlerden kurtuluşun formülü çok basittir: Allah'ın kitabı Kuran'ı ele alıp, geri kalan her şeyi bir kenara bırakmak.

 Tüm ibadetleri, dini ahlakı, insanlar arası ilişkilerdeki dini gerekleri; yani hem teoriyi, hem hayatın pratiğini Kuran'a giderek öğrenmek.

 Kuran'da geçmeyen hususların dinle alakası olmadığını, Kuran'ın açıklamadığı konularda Allah'ın kendi tercihimizi belirleme hakkını bize verdiğini bilmek.

 Hiçbir mezhebe yüz vermemek, Müslüman ismi dışında hiçbir isme gerek duymamak.

 Böylece tek Allah, tek din, tek kitap etrafında birleşmek.
  


"UYDURULAN DİN, KUR'AN'DAKİ DİN. III. BÖLÜM - REFORM DEĞİL KURAN'A DÖNÜŞ" KİTABINDAN ALINTIDIR.

Selam...
​ T.C. / M. Kemal Adal