İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.
YNÖ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YNÖ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2023 Pazar

ATATÜRK'Ü OKUYABİLMEK

Her zaman güncel bir Prof. Yaşar Nuri Öztürk yazısı (Allah rahmet eylesin) 

M. Kemal Adal

Atatürk'ü okuyabilmek

Yaşar Nuri ÖZTÜRK


Kuran'ı okuyup anlamadan Müslüman olmaya kalkmak iddia ve alışkanlığımızın yarattığı zihniyet bozukluğu,   birçok konuda işi sloganla kotarma hastalığına tutulmamıza yol açmıştır. 

Bu bozukluğun belirginleştiği alanların başında, Mustafa Kemal Atatürk'ün ‘‘Nutuk''unu okumadan ‘‘Atatürkçü'' olmaya kalkmak gelmektedir.

Kuran'ı okumadan Müslümanlık, Nutuk'u okumadan Atatürkçülük, öyle mi?.. 

Peki sonuç? Sonuç şu: Başına Arap takkesi geçirirsen dindar, yakana Atatürk rozeti takarsan Atatürkçü olursun! Ne güzel, ne ucuz, ne keyifli, değil mi?

İlkin öyle görüldü, ama sonradan anlaşıldı ki bu iki ucuzculuk ülkemizin felaket tablolarına vücut veren bir gaflet ve aldanışın ta kendisidir.

Fikir ve iman mücadelemin tarih ve millet önünde tescil edilmiş çilesinin bana verdiği yetkiyle şunu söylemek hakkına sahip bulunuyorum: ‘‘Kuran'daki İslam'' kitabımla milyonlara Kuran'ı okuyup anlamanın gereğini öğrettiğim gibi, ‘‘Yeniden Yapılanmak'' kitabımla da Atatürk'ü okumanın gereğini gösterdim. Ülkedeki sıkıntıları aşmada bu ikisinin kaçınılmazlığını anlamak için, Atatürk'e sövenlerle ‘‘din adına Kuran'dan rahatsız olanlar''ın aynı odaklar olduğuna dikkat etmek yeterlidir.

Ne dedik, ‘‘Yeniden Yapılanmak''ta? Şunu: Cumhuriyeti kuran irade, imparatorluğu içinden kemirerek yıkan hurafenin (namı diğer Kuran dışı dincilik) tabelalarını devirdikten sonra en güzel dinin esasını kitleye tanıtmanın ilk ve en önemli adımını hayranlık verici bir basiret ve dirayetle atmıştır. O adım, çağın en büyük müfessiri Elmalılı'ya TBMM'nin karar ve isteğiyle hazırlatılan Kuran tercüme ve tefsiridir. Yani dokuz ciltlik o aşılamamış Elmalılı Tefsiri.

Atatürk; hep görmezlikten gelinen, ama temel çözümün hareket noktası olan bu icraatında, sadece aklının değil, gönlünün de işin içinde olduğunu vurgulamak için Tefsir'in finansmanına bizzat katkıda bulunmuştur.

Bu bilinmeli ve altı sürekli çizilmeliydi. Yapılmamıştır. Şu da bilinmelidir: 1990'ların, otuza yakın ilahiyat fakültesinin yer aldığı Türkiye'sinde, İslam konusunun her seviyede en güvenilir, en değerli başvuru kaynağı hâlâ Elmalılı Tefsiri'dir. Elli yılı aşkın bir süredir amansız bir din sömürüsüyle ülkenin anasını ağlatan politikalar ve engizisyona taş çıkartma noktasına gelen din ticareti, sövüp durdukları devir ve kişilerin vücuda getirdiği o dokuz ciltlik eserin değil yerine, yanına bile koyabileceğimiz bir şey henüz üretememişlerdir.

Atatürk, Cumhuriyet ve bunlara bağlı tartışmalar alanının en hayati mesajı, tarihsel bir belge halinde, işte budur. Gerisi boş laf.

İşte bunu söyledik, ‘‘Yeniden Yapılanmak''ta ve Kuran'daki İslam'ın milyonlardan oluşan iman çocukları bunu fark ettiler. Bu imanın evlatlarından Nejdet Mete'nin mektubundan birkaç satır okuyalım:

‘‘İnsanın, hayatını, düşünerek, Allah'a hesap vereceğini bilerek ve yalnız O'ndan yardım dileyerek düzenlemesi gerekiyor. Bu nokta, serbest inancı teminat altına alan laikliğin de, demokratik düzenin de esasıdır. Bu nokta, Kuran'ın Türkçe meal ve tefsirini büyük alim Elmalılı Hamdi'ye yaptıran ve eseri şahsen finanse eden Atatürk'ün, düşüncelerini Kuran'dan kaynaklandırdığını da düşündürmektedir. Anlaşılan, Atatürk durumu değerlendirmiş, ortamı müsait bulmadığı için konuyu Kuran kaynaklı olarak tartışmaya açmamıştır.''

‘‘Bizce, gerçek Atatürkçülük kavramında, Kuran-ı Kerim'in bilimsel olarak çok iyi anlaşılması ve böylece inanılması gerektiği saklıdır.''

‘‘Kuran, inanarak yararlı iş yapmaya yönelik her türlü ilim, eğitim ve faaliyeti esas ibadetler arasında göstermektedir. Bu demektir ki, inanarak yararlı iş yapmaya yönelik tüm faaliyetler ‘‘din eğitimi''nin ta kendisidir. ‘‘Dini eğitim'' diye soyutlanmış bir kavramı Müslümanlığa mal etmek yanlıştır. 

Çocuklarımıza, Kuran'ın anlamının (Türkçe mealinin) özellikle sık sık tekrarlanan çalışma ve yararlı iş yapmaya (salih  amel) yönelik emirlerin öğretilmesi kaçınılmazdır. 

Yönetici ve politikacıların ‘din’ adı altında bazı konular yerine doğrudan doğruya Kuran'ın okutulması konusunda gerekeni söylemekten kaçınmaları, hurafeci din istismarcılarını cesaretlendirmekte ve ülkenin zamanı boşa harcanmaktadır.''

28 Ekim 2018 Pazar

CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI ve 'MÜSLÜMANLARIN MİLİTAN LİDERİ'



“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”
 - ATATÜRK


“Ne Mutlu Türküm Diyene” diyen ve diyebilmekten onur duyan; "Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek" te azimli ve kararlı olan, Aziz Türk Milleti’min Cumhuriyet Bayramı’ nı kutluyorum.

Başta Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu Halaskar Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silâh arkadaşları olmak üzere, canları ve kanlarıyla bu toprakları vatan yapıp, bize emanet eden tüm şehit ve gazilerimizi, minnet, saygı, ibret duygularımla ve rahmet dileklerimle anıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünüp parçalanmadan, Türk bayrağı altıda, yekpare bir ulus devlet olarak, milletçe nice bayramlarımızın çok daha coşkulu ve mutlu kutlanma imkanlarını ebediyen sağlamasını, Allah’tan niyaz ediyorum.

Tüm Şehitlerimizin ruhları şad, mekânları da cennet olsun İnşallah.

M. Kemal Adal


'MÜSLÜMANLARIN MİLİTAN LİDERİ'Nİ TANIYALIM!

 
Yaşar Nuri Öztürk
01 Eylül 2008

O günlerde Mustafa Kemal’e bir unvan da Müslümanlar tarafından verilmiştir:

‘İslam’ın halaskârı Gazi’

Halaskâr, kurtarıcı demek.

Atatürk’ün ‘kurtarıcı’ unvanı, dinci iftiracıların söyledikleri gibi, sonraki zamanlarda ‘Atatürk’e tapan bazı dalkavuklar’ın verdiği bir unvan değildir. Elinde tüfek, koltuğunun altında seccade, kurtuluş mücadelesi veren Müdafaa-i Hukuk öncülerinin ‘Allah tarafından teyit edilmiş komutan’larına verdikleri unvandır.

O günlerde, Müslüman kadınlar, İzmir’e giren ‘Halaskâr Gazi’nin çizmelerini, şükranlarını göstermek için diz çöküp ayaklarına kadar eğilerek siliyorlardı. Ve tam o sırada gözlerinden akan yaşlar ‘Halaskâr Gazi’nin çizmelerinin üstüne dökülüyordu. (tabloyu, Halide Edip naklediyor) Çünkü o kadınlar, işgal paryalarının ne demek olduğunu ve Halaskâr Gazi’nin onları nelerden kurtardığını yaşayarak öğrenmişlerdi.

O günleri bu millete unutturdular. O günleri Müslüman kadına unutturdular.

Evet, o günleri ve o günlerin Halaskâr Gazisi’ni unutturuyorlar.

Çünkü işbirliği yaptıkları emperyalist kodamanlar böyle istiyor.

O günler unutuldu.

O günler, anamıza-avradımıza Haçlı paryaların musallat olduğu günlerdi. Süleymaniye Camii’nin minaresine haç takılmak üzere hazırlık yapıldığı günlerdi.

‘Müslümanların militan lideri’, işte o günlerin Türkiyesinden, topraklarında yüz bin minarenin yükseldiği bugünkü Türkiye’yi yarattı. Ne yazık ki, bu yüz bin camiyi, Müslümanların militan liderini İslam dışı göstermek ve onun mirasını yok etmek için kullanmaya kalkan ‘haçlı ile işbirliği yapmış fesat dincileri’ o günleri unutturuyorlar.

Milletin beyni oyulup o günlere ait kısımlar kazınıyor.

O günleri en iyi bilenlerden biri olan ve Şu Çılgın Türkler kitabını yazan Turgut Özakman, 30 ağustos akşamı, Mustafa Kemal Türkiyesi’nin ‘en büyük’ kanallarında değil, ‘kıyıda-köşede kalmış’ bir kanalında konuşma imkânı buluyor.

‘Müslümanların Militan lideri’, tarihin en namussuz nankörlüklerinden birine maruz bırakılıyor.

‘Müslümanların Militan Lideri’ni bu ülkenin çocuklarına tanıtmadılar, sadece dayattılar.

Dayatılan kişi ve kavramlar ne kadar değerli olurlarsa olsunlar, ürküntü ve soğukluk yaratırlar.

Bu gerçeği bilen ve ‘Müslümanların Militan Lideri’nden rahatsız olan iç ve dış odaklar Müslüman çocuklarına ‘Müslümanların Militan Lideri’ni ‘olmasa da olur’ türünden biri gibi tanıtmak istiyorlar.

Hayır! ‘Müslümanların Militan Lideri’ olmasa da olur türünden biri değildir. Bunu bütün dünya er geç anlayacaktır ama gecikmenin faturası insanlık için de Türkiye için de çok ağır olacaktır.

‘Müslümanların Militan Lideri’ni anlatmak yerine dayatanlar, bu dayatmayla bir yandan ‘kof Atatürkçüler’ ile ‘tören Atatürkçüleri’ni afsunlayıp kandırdılar, bir yandan da ‘Müslümanların Militan Lideri’nin o muhteşem mirasının altını oydular.

‘Müslümanların Militan Lideri’ne, Müslümanların düşmanı olanlar tuzak kurdular. Ve ‘kof Atatürkçüler’ ile Allah ile aldatmanın kahrına uğramış halkı bu tuzağa düşürmeyi başardılar.

Ey ehli iman!

Sözüm sanadır ve sözüm çok hayatîdir. ‘Müslümanların Militan Lideri’ni tanıyalım! Bu tanımaya hava ve su kadar muhtaç olduğumuz günlerdeyiz.

Ve asla unutmayalım:

Müslüman dünya, o arada Türkiye, Müslümanların militan liderine yakın zamanlarda yeniden muhtaç hale gelecek. Allah’a yemin olsun ki, bu aynen böyle olacak… Ama o günler geldiğinde, Müslümanların militan liderini Müslümanlara unutturanların pişmanlıkları hiçbir işe yaramayacak.


18 Mayıs 2018 Cuma

"KUR'AN'DAKİ İSLAM" ve "ÇIPLAK UYARI" - YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

Bu Blokta ilk yayım tarihi: 10 Mayıs 2017 Çarşamba


"KUR'AN'DAKİ İSLAM" ve "ÇIPLAK UYARI" - YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK
(Allah Rahmet eylesin, ruhu şad olsun İnşallah.)

UYDURULAN DİN, KUR'AN'DAKİ DİN. XIV. BÖLÜM: MEZHEPLER' DEN ALINTIDIR.



D.               MEZHEPLERDEN KURAN'IN İSLAMI İLE KURTULURUZ.



Mezhep taklitçiliğinin dine verdiği zararları Yaşar Nuri Öztürk "Kuran'daki İslam" kitabında şu şekilde açıklamaktadır:

"Allah adına yalan uydurmanın bir yolu da mezhepleri din haline getirmek olmuştur.

 Mezhepler birer din, mezhep imamları tenkit üstü birer Peygamber haline getirilince İslam adıyla ortaya konan karışımın kaçta kaçının Allah'a, kaçta kaçının şuna buna ait olduğunu belirle­mek, halk kitleleri için imkan dışına çıkar ve bu durum din adı al­tında bir kaosu insanlığın başına musallat eder.

 Aradan yüzlerce yıl geçmesine, insanlık boyut değiştirmiş olmasına rağmen hiç kimse bu eskimiş ve bir kısmı komedi haline gelmiş yorumlara dokunamaz. işte zulüm ve Allah'a iftira budur.

 Bu zulüm yüzündendir ki gerçek İslam bilginleri, samimi din görevlileri Allah'ın saf ve berrak Kuran dinini yüzyılımızın insanına olduğu gibi anlatmaya kalktık­larında sadece zorluklarla değil engeller, iftiralar ve suçlamalarla karşılaşabilmektedirler.

 Çare Kuran'a gidişimizi engelleyen bütün putları, patentlerine bakmadan devirmek ve hükmü yalnız ve yalnız Allah'a bırakmaktır.

 Buna karşı çıkanlar, görünüşte dini kabul ettik­lerini söyleseler de inkârcıdırlar. Çünkü ak ve berrak din yalnız Al­lah'ın tekelindedir (39-Zümer Suresi-3). Ve bu tekelden rahatsız olup Allah'ın hüküm yetkisine şu veya bu şekilde karışanlar, Allah'a karşı gelmiş olurlar."


E.                 ÇIPLAK UYARI



Kitaplarında mezheplerin oluşturduğu İslam’ın, Kuran'ın dini­nin önünde oluşturduğu engeli gören Yaşar Nuri Öztürk "Çıplak Uyarı" kitabında devşirme dinin kaosu başlığıyla somut örnekler vererek mezheplerin oluşturduğu felaketişöyle anlatır:

 "Sıkıntı, Al­lah'ın dini ile Allah'a fatura edilen devşirme dinin karıştırılmasın­dan kaynaklanıyor.

 Allah'ın dini bizzat Allah tarafından İslam diye adlandırılan ve apaçık, kuşkusuz, detaylı bir kitapla insanlığa öğre­tilen dindir. Kaynağı Kuran, tebliğcisi Hz. Muhammed'dir bu di­nin. Kuran'daki İslam’dır bu.

Devşirme dine gelince onun kaynağı tek olmadığı gibi kitabı ve tebliğcisi de tek değildir. O, Kuran'daki İslam’ın tevhidine karşı bir şirket dinidir. Kitabı birkaç tane, önde­ri birkaç tane, hatta ümmeti birkaç tanedir. Bir tür anonim şirket gibidir.

Bunun içindir ki devşirme dinde birlik ve ahenk yerine tef­rika ve kaos vardır.

Devşirme dinin tüm rahatsızlığı, ondaki hüküm kaynağının tek olmayışıdır.

Devşirme dinde tam bir otorite boşlu­ğu vardır. Ona göre, buna göre, falancanın kavlince, filancanın ri­vayeti mucibince, üstadın beyanına göre, hazretimizin fermanı ge­reğince v.s. devşirme dini bir yamalı bohça haline getirmiştir.

Al­lah'ın dinindeki: Hüküm Allah'ındır. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir. (5-Maide Suresi-44,45, 47,50) ilkesi saf dışı edildiği için bu şirket dinin ortaya koyduğu tab­loda hakim özellik didişme ve bozgundur.

Bu bozgunda hüküm yet­kisinin mezhepler, hizipler, gruplar, partiler, tarikatlar ve daha bil­mem neler tufanında kime veya kimlere ciro edildiği belli değildir. Bunun içindir ki bu tufanda aynı din kimliğini taşıyanların aynı ni­yetle icra ettikleri aynı fiil, şirketin bir elemanına göre sevap olur­ken, bir başka elemanına göre büyük günah olabilmektedir.

 İki va­tandaşımız, bir gazetede din adına verilmiş bazı fetvaların kupürle­rini de ekledikleri mektuplarında, bu fetvaları değerlendirdikten sonra soruyorlar.

Bu nasıl şey? Allah'ın dinine fatura edilen bu fet­vaların bazılarını Allah'ın dinini tenzih ederek dikkatlerinize sun­mak istiyorum:

Namazda Ettehiyyat okunurken Şafiler'in şehadet parmağını kaldırması sünnet, Hanefilerin kaldırması ise bazılarına göre mekruh, bazılarına göre harammış. Bu bakımdan, Hanefiler'in Ettehiyyat okunurken parmak kaldırmamaları gerekirmiş.

 İfadeye konulusu bile bir kaos sergileyen bu fetvanın vermek istediği aca­yiplik şudur:

Aynı dinin iki mensubu aynı kitabın buyruğu olan bir ibadeti icra ederken aynı duayı okuyorlar ve o duanın aynı yerinde şehadet parmaklarını kaldırıyorlar. Gel gör ki, bunu yapmakla biri sevap kazanıyor, biri haram işliyor, yani büyük günaha giriyor. Ve bunun adı İslamiyet oluyor, öyle mi?

 Şu fetvayı da bir okuyucunun sorusuna verdikleri cevaptan izleyelim:

Dişlerinde dolgu veya kap­lama olan kişiler eğer Hanefi mezhebinde iseler onların gusül (boy) abdestleri geçersizdir. Başka mezhepten iseler problem yok.

Bu fet­vanın önümüze koyduğu gerçek şu:

Allah'ın kitabı Kuran'a bağlı ol­duğunu istediği kadar söylese de, eğer bir insan yakasını Hanefi keyfine kaptırmışsa, dişlerini doldurtamaz, kaplatamaz. Aksi halde ömür boyu cenabet gezmiş olur. (Kıldığı namazlar da geçersiz olur)

Yok eğer her nasılsa Şafii kampına kapılanmışsa sorun yok dişlerini doldurtabilir, kaplatabilir.

 Şimdi sormak lazım:

Dinin temel ama­cından biri nefsi yani insanın varlığını, sağlığını korumaktır. İnsa­nın kendisini tehlikeye atmaması ise Kuran'ın emirlerinden biridir.

Şimdi Müslüman, bu temel emirlere uyarak sağlığını korumak için dişlerini doldurtma, kaplatma yoluna mı gitsin, yoksa mezhep hatı­rı için Kuran'a ters düşmek veya ömür boyu cenabet gezmek şıkla­rından birini mi seçsin?

Hayır efendim, Şafii olup kurtulsun diyor­sanız, o zaman Hanefilik sıkıntısıyla cebelleşmek niye?


Peki bütün bu hengameye dalmak yerine tek ve dosdoğru yolu çizen Kuran'a bağlı kalsak ne kaybederiz?

Bizzat Kuran'ın sorduğu gibi: Allah, ku­luna kafi gelmiyor mu?

Diyeceksiniz ki Kuran'da diş doldurtmakla ilgili hiçbir bahis yoktur. Peki öyle ise, size ne oluyor da Allah'ın di­nin kaynağı yaptığı kitaba koymadığı bir şeyi din bünyesi içine çe­kip ikinci bir ilah gibi insanın karşısına buyruklar, tartışmalar çıka­rıyorsunuz?

Allah bazı şeyleri eksik mi bıraktı da siz düzeltiyorsu­nuz?"

13 Nisan 2018 Cuma

KUR'AN'IN EN BÜYÜK ŞİKAYETİ

KONUK YAZAR



Yaşar Nuri Öztürk




Bu bize ilk bakışta garip gelebilir, ama Kur'an'daki şirk kavramını düşünüp  Kur'an'ın anlattığı biçimde anlarsak şaşkınlığımız ortadan kalkar.
Kur'an'ın temel düşmanlardan ve ‘en büyük zulümlerden biri’ olarak gördüğü (bk. Lukman suresi, 13) şirk, ne ateizmdir ne deizmdir ne de dinsizlik.
Şirk, varlığını ve kudretini kabul ettiği Allah'ın yanına yedek birtakım ilahlar koyan bir dindir. Ve belki de tarihin en zorlu dinidir.
Şirk, bir ‘dincilik dini’dir.
Şirk, Kur'an penceresinden bakarsanız, peygamberlerin tebliğ ettiği tevhit (hüküm ve tasarrufun tek kudrette olduğu din) dinine karşı, bir panteon dinidir.
Şirk panteonunda Allah korunmaktadır. (bk. Kur'an, Lukman suresi, 25) ancak, Allah'ın yetkilerinden ve söz hakkından panteonun alt ilahlarına da pay çıkarılmaktadır.
Şirk panteonundaki alt ilahlar eşya, nesneler olabileceği gibi, insanlar da olabilir. Daha çok kutsallaştırılmış insanlar olur. Kur’an, bu kutsallaştırılmış şirk tanrılarına şürekâ (Allah’a ortak tutulan kişiler) diyor. Şürekânın en etkin elemanları, yine Kur’an’a göre, ‘şeytan evliyası’, ‘şeytan orduları’, ‘şeytanın ekibi’olarak tanıtılmaktadır.
Bu şürekâ, din hayatında, tıpkı bir şirketin ortakları gibi devreye girmektedirler.
Şirk, gerçekten bir şirket dinidir. Zaten, şirkle şirket kelimeleri aynı kökten ve aynı anlamdadır. Bu şirketin ortakları (şürekâ), panteonda baş köşeye koydukları Allah ile bir uzlaşı, bir paylaşım içine girmek isterler.

Ateizm ve dinsizlikten asla söz etmeyen Kur'an, temel düşman ve insanlığın en büyük belası olarak işte bu şirki yani şirket dinini göstermektedir.
Şirkin, en sinsi ve yıkıcı olanı, peygamberlerle tevhit değerlerinin araç kılındığı şirk türüdür. İslam Peygamberi bu şirk türüne ‘gizli-sinsi-maskeli şirk’ (eş-şirk el-hafî) demektedir.
Şirk, günlük dilde putperestlik olarak tanıtılır.
Ama Kur’an’ın gösterdiği anlamıyla şirk bu kadar değildir.

ŞİRKİ TANIMADAN GERÇEK İSLAM’I  TANIYAMAYIZ!
Şirki Kur’an’dan öğrenmez isek, İslam’ı da Kur’an’dan öğrenmiş olamayız.
Kur’an dinini sadece tevhidi anlayarak öğrenemezsiniz, ondan önce şirki öğrenmeniz gerekir.
Peygamberimizin torunu ve İslam din ilimlerinin en büyük kaynaklarından biri ve İmamı Âzam’ın da hocası olan İmam Cafer Sadık (ölm.148/765), Arap-Emevî despotlarının İslam’ı yozlaştırıp tanınmaz hale getirmelerini anlatırken şu ölümsüz tespiti yapmıştır:
“Emevîler, İslam’a en büyük kötülüğü tevhidin öğrenilmesini engelleyerek yapmadılar; onlar şirkin öğrenilmesini yasakladılar. Böylece tevhidi öğrendiğini sananlar hakikatte tevhidi öğrenmemiş oldular.”
Kur’an’ın ve Peygamberimizin ifadelerine göre, gizli şirkin en zehirli türlerinden biri de din hayatına riyakârlığın girmesidir.

Hiçbir din ve dindar, günahla batmaz. Allah, günahları bir biçimde affeder. Ama riyaya bulaşanların ne affı söz konusudur ne de kurtuluşu. Çünkü onlar şirke bulaşmışlardır.
Ve şirkin asla affedilmeyeceğini Kur’an defalarca dile getirmektedir.
 Riyaya bulaşanlar, hiç tartışmasız müşriktir.
Şirke bulaşanların ürettikleri hiçbir şeyden hayır beklenemez. Kur’an’a göre, müşrikler (her türü) namaz kılıp hacca gidebilirler. Mescitleri, mâbetleri süsleyip püsleyebilir, özellikle Kâbe için büyük harcamalar yapabilirler.
Bütün bunlara karşı bizi uyaran Kur’an, şirke bulaşanların namazlarını ‘lanetli namazlar’ olarak anmakta ve onlardan bahsederken şöyle demektedir:
“Lanet olsun o namaz kılanlara ki, namazlarına riya bulaştırmışlardır.” (Mâûn suresi, 4-5)
İşte, asırlardır saklanan ve üstü örtülen ‘mucize Kur’an gerçekleri’nden biri de budur.
Din konusunda ‘hayat verici gerçek’ budur.

Ve Türk insanı bu gerçekten habersiz bırakılmıştır.
 Eğer bizim dindar, ateist, deist, hatta dinci aydınlarımız bu Kur’an gerçeğini zamanında öğrenmiş olsalardı Türkiye bugün bu hallerde olmazdı.


Selam...

T.C. / M. Kemal Adal