İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.
TÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2016 Perşembe

YENİ YIL MESAJI: ATATÜRKÇÜLÜK DEĞİL, ATATÜRKÇÜLER SUÇLU...



TÜRKİYE'NİN BÖLÜNMESİNE HAYIR

Tek Vatan, Tek Bayrak, Tek Millet.



Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir... 

​Mustafa Kemal Atatürk​



2016 dan 2017 yılına girerken, "Geçmişin muhasebesi, geleceğin planlanması" çerçevesinde aşağıdaki alıntı yazıyı dikkat ve değerlendirmenize sunar, Yeni yılınızı, Allah'tan ülkemize aydınlık, size, ailenize, sevdiklerinize, milletimize,  huzur ve mutluluk getirmesi niyazımla kutlarım. M. Kemal Adal

Satır içi resim 1

ATATÜRKÇÜLÜK DEĞİL, ATATÜRKÇÜLER SUÇLU

Tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, çağdaşlaşmayı amaçlayarak başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’ ndan sonra bilimin  ve teknolojinin  son gereklerine göre kurulan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’ ni  laik, demokrat ve sosyal bir hukuk  devleti olarak tüm öğeleriyle donatarak sonsuza değin yaşatmak için öngörülen ilkeler dizini (Kemalizm) Atatürkçülüktür.

Günün koşullarına uyarak kendini sürekli yenileyen, evrensel değerlere koşut  ilerici ilkeler, Türkiyemize özgü atılım  izlencesini oluşturmaktadır. 

Amaçlı, bilgi yoksunu kimiler Türkiye ve Atatürk karşıtları nedeniyle yaşam felsefemiz olan bu ilkeleri kötülemekte, Osmanlı’nın yıkıntıları ve külleri temizlenerek gelinen düzeyi eleştirmektedirler.

Özellikle 1950 sonrasının  halk dalkavukluğu,  inanç sömürüsü ve şamata ile yürütülen siyasetinin ilkelerden  ödün verdiğini, kendi iktidarları için ülke temelinin yıkılmasına göz yumduklarını unutmaktadırlar.

Kuralları uygulayanların, kurumlarını yönetenlerin kusurlarını ilkelere  yüklemek kolaylığı, tembelliği yeğleyenlerin yöntemidir. Oysa Atatürk, ulusal değerlerimizin simgesi, Türkiye’mizle özdeşleşerek  kurumlaşmış en büyük Türk, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, Türk Devrimi’nin temeli olan ilkelerin özüdür. Yurdumuzu ve ulusumuzu kurtarmış,  demokrasiyi amaçlayan cumhuriyeti kurarak yurtseverliğin gereklerini yerine getirmiştir. Bunları yaptığı için suçlu sayanlar, bu ülkenin yurttaşı ve insan olamazlar.
 
Koşullanmış, önyargılı, bağımlı, değerbilmez, yurt, ulus, devlet, hukuk, insanlık, din, laiklik, demokrasi, cumhuriyet, devrim, anayasa kurum ve kavramlarını  anlayamamış, kişisel bozukluklar taşıyan  Atatürk düşmanlarının ve Atatürkçü görünerek ya da Atatürkçü  olduğunu sanıp söyleyerek her tür aykırılık ve kötülüğü yapan- yaptıran sahte Atatürkçülerin ne olduklarını  göstermeyen, onları engellemeyen, ilgisiz ve tepkisiz kalan, özelliklerini  ve düşünce  özgürlüklerini koruyarak kendi aralarında anlaşamayan, birleşemeyen, bencil, birbirleriyle kavga eden, kendisiyle barışık olmayan, özlenen örnek davranışları sergileyemeyen özverisiz Atatürkçüler suçludur.

Kanımca bunlar sözde Atatürkçüdür ve sözde milliyetçilerden, sözde demokratlardan, sözde dindarlardan, sözde ilericilerden hiçbir ayrılıkları yoktur.
 
Bunlar  kendilerine yaraşır olanları, kendilerinden  beklenenleri  yapsalardı bugün yakındığımız durumlara düşmez, onurumuzla bağdaşmayan, utandıran olumsuzlukları  yaşamazdık.
 
Bir araya gelebilseler, etkin bir güç oluştursalar, ün, san, mevki- makam, çıkar peşinde koşmasalar, gösterişe kaçmasalar, Atatürk’ü tanıtsalar, Atatürkçülüğü anlatsalar, güven verseler, insanımızın  gülmeyi unutan yüzünde mutluluk çiçekleri açardı.

Ne yazık ki aralarından ikiyüzlüler, yalancılar, korkaklar, çıkarcılar, dönekler çıktığına rastlanmaktadır.

Kimi tören ve toplantı Atatürkçüleri de bunlardandır. Oysa, rozet takmakla, nutuk atmakla ve resim asmakla  asla Atatürkçü olunamaz. Atatürkçü derneklere  üye olmakla da yetmez. 

Atatürkçülük bir yürek ve beyin işidir , bu onuru her omuz kaldıramaz.

 
Laik Türkiye Cumhuriyeti karşıtlarının yönetimindeki siyaset gemisi, zikzaklarla sarsılıp savrularak, karaya oturmadan dalgalar arasında parçalanıp batmak tehlikesiyle  karşı karşıyadır.



...Görünen budur. Geleceğe ilişkin umut verici bir belirti yoktur. Karamsar olmamakla birlikte gerçekçiliğimizin verdiği kanı budur.

Atatürk olmasaydı ulus, devlet, cumhuriyet ve demokrasi olmazdı. Demokrasi olmasaydı günümüzün hakları ve özgürlükleri olmazdı. Atatürkçüler gerçek Atatürkçü olsaydı, (Nadir Nadi’nin “ Ben Atatürkçü Değilim” ve Ahmet Taner Kışlalı’nın “ Ben Demokrat Değilim” sözlerini anımsamamak olanaksız ) günümüzün aykırılıklarını, çelişkilerini yaşar mıydık ?

Sonuç : Hepimiz, herkes sorumludur. Gerçek Atatürkçü, gerçek aydındır. Ülkesini kimsenin çiftliği  ve çöplüğü yaptırmaz.  Küreselleşme dişlileri, AB ve ABD zincirlerinde kıyıma uğrayınca mı birleşilir ?

Tekelci emperyalizm, tekelci medya ne derse desin tarikat, aşiret, ağa düzenine, beylik yapısına, tüm kötülüklere karşı savaşım için  dayanışma ve kaynaşma gerekir. Değil mi ? Atatürkçülerin dağınıklığı ve yavaşlığı karşıtlarının umudu ve gücü olmaktadır. 

Düşünelim ve çalışalım.

Yekta Güngör ÖZDEN
Cumhuriyet 
13 Mart 2003

ALINTIDIR

Sayın Yekta Güngör Özden'in yazısının tamamı için gazetedeki köşe yazısı okunmalıdır.


DİP NOT:



GELEN GİDENİ ARATMASIN İNŞALLAH…

(YENİ YIL MESAJI)

Haksızlıkların, yolsuzlukların, hukuksuzlukların, rüşvetçiliğin, adam kayırmaların, hırsızlıkların, yoksullukların, yoksunlukların, her türlü maddi ve manevi baskıların, dayatmaların,  T.C. - Türk – Atatürk – Asker – Vatan ve Millet düşmanlıklarının, her türlü terörün ve bölücülüğün, Din ve İslam yozlaştırmaların ve istismarlarının, mağdurların ve mazlumların çekmekte oldukları ızdırapların, hayâsızca sürdürülen çifte standartların, vs. saymakla bitmez tüm sömürü, kötülük ve çirkinliklerin, tek kelime ile:

 SÜREGELEN ZULÜMLERİN, GİDEN 2016 YILI İLE BİRLİKTE SON BULMASI ARZU VE UMUDUYLA;

Vatan bütünlüğünde, hak ve adaleti yeniden tesis etmek, karanlıktan aydınlığa çıkmak, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk milletin selametini ve ulusal devletin bekasını sağlamak,  iyi ve güzel müşterek bir gelecek için:

YENİ YILIN, YENİ / HAYIRLI BİR BAŞLANGIÇ VESİLESİ OLMASI ÖZLEMİ VE BEKLENTİSİYLE;

2017 YILININ, AİLENİZ VE SEVDİKLERİNİZLE BİRLİKTE SİZE, MİLLETİMİZE VE TÜM HAKSEVER, ADİL, DÜRÜST İNSANLARA, ESENLİK, HUZUR VE MUTLULUK GETİRMESİNİ, YOLUNUZUN AYDINLIK, OLACAK HER ŞEYİN DE GÖNLÜNÜZE GÖRE, GÜZEL VE HAYIRLI OLMASINI,

ALLAH’TAN DİLERİM.

ALLAH, DİLEYENE DİLEDİĞİNİ DİLEDİĞİNCE VERSİN İNŞALLAH.

ELBET DE Kİ / ŞÜPHESİZDİR Kİ, TÜM DİLEKLERİMİZ İÇİN GAYRET BİZDEN, YARDIM ALLAH’TANDIR. ÇÜNKÜ BU KONUDA SÜNNETULLAH / İLAHİ TAKDİR - YASA / İLAHİ ÖLÇÜ / KADER ŞUDUR:

"Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur" (53 / NECM  / 39)

Korunup sakınanları Allah, kendi başarıları yüzünden kurtarır..“ (39 / ZÜMER / 61)

“…Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez…” (13 / RA'D /  11)

Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir…  “ (8 / ENFAL / 53)

 Şu bir gerçek kiAllah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (4 / NİSA / 58)

Gün gelecek, her benlik, hayırdan işlediğini önünde bulacaktır. Kötülükten işlediğini de... “ (3 / ALİ İMRAN / 30)

'' BU YILI İYİ GEÇİRDİNİZ Mİ?"

VE

ÇOCUKLARINIZ / TORUNLARINIZ İÇİN NASIL BİR "TÜRKİYE" İSTERSİNİZ?

ÖYLEYSE:

"DÜŞÜNELİM VE ÇALIŞALIM"


Selam...

 T.C. / M. Kemal Adal 

30 Ağustos 2016 Salı

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLAMA VE ANMASI


TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BANİSİ (KURUCU LİDERİ),
İSLAM’IN HALASKARI (KURTARICISI),

GAZİ MAREŞAL MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü,

SAYGI, MİNNET, ÖZLEM DUYGULARIMLA,
İBRET VE ALLAH’TAN RAHMET DİLEKLERİMLE
ANIYORUM.

BÜYÜK ÖNDERİM, IŞIĞIM ATATÜRK,

SENİN AYDINLIK YOLUNDA İLERLEMEYE ÇABALARKEN, BU GÜN SENİ HER ZAMAN OLDUĞUNDAN ÇOK DAHA FAZLA ÖZLÜYORUM.

YÜCE RABBİM SENİ KENDİ KATINDA RAHMETİYLE,  NUR İÇİNDE RIZIKLANDIRSIN. MEKÂNIN CENNET, RUHUN ŞAD OLSUN.

M. Kemal Adal
10 Kasım 2018 / ANKARA


Selam...

10 Temmuz 2016 Pazar

TÜRK DE MÜSLÜMAN DA İNSAN DA DİK DURUR!

Ahmet B. ERCİLASUN

10 Temmuz 2016 Pazar 00:00

                Türk, tarihte iz bırakmış sayılı milletlerden biridir. Hunlar, Köktürkler, Karahanlılar, Selçuklular, Temürlüler, Osmanlılar... Her biri büyük coğrafyalara hâkim olmuş, milyonları yönetmiş hanedanlar. Motun, Attila, Köl Tigin, Gazneli Mahmud, Alpaslan, Temür, Fatih, Babür... Hepsi de yiğit, hepsi de cihangir. Yüzyıllarca dünyayı idare etmişler.

                İstiklal Savaşı bir destan ve onun şanlı önderi bir destan kahramanı, bir kurucu ata.

                Türk, böyle bir tarihin, böyle kahramanların vârisi. Böyle bir mirasa sahip olan bir milletin çocuğuna kul karşısında eğilmek, el pençe divan durmak yakışmaz. Türk isen dik duracaksın! Sen koskoca bilim adamısın, halkın sevdiği bir sanatçısın, başarılı bir iş adamısın... Her şeyden önce şanlı bir tarihin gururunu taşıması gereken bir Türk'sün. Zamanenin gelip geçici diktatörlerinin, siyasetçilerinin önünde ne diye eğilip bükülüyorsun?

Türk isen dik duracaksın!


***

                Müslüman, son dinin, evrensel bir dinin temsilcisidir. Doğmamış, doğurmamış, benzersiz, tek bir yaratıcı fikri, dinler içinde sadece Müslümanlığın ulaştığı müstesna bir seviyedir. Zaman ve mekân gibi ölçülebilir, görülebilir unsurlara bağlı bulunmayan, soyut Tanrı kavramı da öyle. Öyle bir din ki en büyük emri düşünmek, araştırmak ve ilim yapmak. Böyle bir dinin mensubu olan Müslüman'a da kula kul olmak yakışmaz. Müslüman sadece Tanrı karşısında eğilir. Hangi diktatörlük makamında olursa olsun, bir kulun karşısında eğilmez. 

Müslüman isen dik duracaksın!

                 Sen Hz. Muhammed'in, Hz. Ömer ve Ali'lerin, Harun Reşid'in, Tarık bin Ziyad'ın, Selahaddin Eyyubî'nin, Kanuni'nin mirasçısısın. Ne diye iki elini göbeğine bağlayıp, başını yana doğru sarkıtıp eğiliyorsun. El bağlayıp baş eğmek sadece Tanrı karşısında olur. 

Müslüman isen dik duracaksın!

                 Ülül'emre itaat, devletin yasalarına itaat demektir. Yasalara itaat etmeyen siyasetçilere, makam sahiplerine sen ne diye itaat edeceksin? Ne diye haysiyetini ayaklar altına alıp yalakalık yapıyorsun? Müslümanlık sana kula kul olmayı mı emrediyor? 

Müslüman isen dik duracaksın!

***


                İnsan, yaratılışın mucizesidir. Evren bir mucize, evren içinde insan başlı başına bir mucizedir. Akıl sahibidir, duygu sahibidir, haysiyet ve şeref sahibidir. "Ahlak" denilen harika bir "normlar düzeni"nin yaratıcısıdır. 

                  Binlerce sanat eserinin yaratıcısı, binlerce teknolojik eserin mucidi, nice bilinmeyen dünyanın kâşifidir insan. İlyada, Dede Korkut Kitabı, Leyla-Mecnun mesnevisi, tekbir dediğimiz ilahi beste, 9. Senfoni... Hepsi insan denen mucizenin eseridir. Böyle bir varlık, yine kendisine benzeyen bir varlık karşısında eğilir mi? İnsan denilen mucizevi varlık kul karşısında ellerini bağlar mı

İnsan isen dik duracaksın!

                 Sen varlıkların en şereflisi değil misin? En sefil yaratıkların bulunduğu çukurlara nasıl yuvarlanılır sanıyorsun? Aklını, fikrini zamane diktatörlerine satarsan; duygularını zamane siyasetçilerinin emrine verirsen; haysiyet ve şerefini zamane zalimlerinin ayakları altında ezdirirsen, işte o zaman esfel-i sâfilîn bataklığında sen de yerini alırsın. İnsan, şerefiyle, haysiyetiyle, vakarıyla insandır. 

İnsan isen dik duracaksın! 


***

                  Koca koca insanlara bakıyorum. Şu veya bu şekilde isim yapmış insanları seyrediyorum. Çevrelerinden saygı gören şöhretlere bakıyorum. Ulaştıkları noktada hepsinin belli bir tatmin duygusuna erişmiş olduklarını düşünüyorum. Fakat hayır... Hâlâ bir şeyler istiyorlar. Hâlâ birilerine yanaşmak, birilerinin sofrasına oturmak, birilerinden iltifat görmek istiyorlar. Bilmiyorlar ki o sofralar, o iltifatlar onları sadece yanaşma yapar. Yanaşmalık insana belki bazı makamlar kazandırır; belki para da kazandırır. Fakat asla şeref kazandırmaz.

               Türk isen, Müslüman isen, insan isen dik duracaksın!
                 
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ sitesinden 10.07.2016 tarihinde yazdırılmıştır.

Selam...


19 Mayıs 2016 Perşembe

19 MAYIS'IN ANLAMI



PROF. DR. DURSUN ALİ AKBULUT (*)

Türk Tarihinde kutlanması gereken günler vardır. Bunlardan biri 19 Mayıs 1919'dur. 

19 Mayıs 1919 Anadolu'da yeni Türk Devleti'nin fiilen temellerinin atıldığı gündür ve Türkiye Cumhuriyeti tarihimizin başlangıcıdır. 

Yüce Önder Atatürk'ün Büyük Nutkunu bu olayla başlatması, doğum gününü soranlara 19 Mayıs'ı işaret etmesi bunun kanıtı sayılmalıdır. 19 Mayıs'ın millî bayram olarak ilân edilmesi bu yargıyı daha da pekiştirmektedir. Atatürk, gerek Millî Mücadele döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde yurdumuzun birçok şehrini ziyaret etti. Bu ziyaretler, o şehirlerin mahallî övünç günleri olarak kutlandığı halde sadece 19 Mayıs yasa ile millî bayram kabul edildi.

Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi. İstanbul'da yaklaşık altı ay kaldı. Bu süre içerisinde vatanın kurtuluşu için çeşitli girişimlerde bulundu. Padişahla birkaç kez görüştü ve ona bu konuda düşüncelerini aktardı. Güçlü bir hükümetin kurulması için çaba gösterdi. Basın yoluyla geniş kitleleri bilgilendirmeye, halkı aydınlatmaya çalıştı. Kurtuluşa giden yolun temel ilkelerini yine bu dönemde ortaya koydu. Bunları çok yakın arkadaşlarına anlattı. Böylece Millî Mücadeleden yana az sayıda, fakat etkin bir grup oluşturmayı başardı. 

Millî Mücadele Anadolu'dan başlatılacaktı. Bunun için öncelikle birer görevle Anadolu'ya geçilecek, mecbur kalınmadıkça görev terk edilmeyecek, görevi bırakmak gerektiğinde asla İstanbul'a dönülmeyecek, çalışmalar gayri resmî bir tarzda sürdürülecekti. 

Samsun'dan başlayan süreçte, onun tutum ve davranışları izlenecek olursa bütün bu prensiplere bağlı kaldığı görülecektir. Başlangıçta kendisiyle birlikte Millî Mücadeleye atılan arkadaşları arasında, zorunlu olmadıkları halde İstanbul'dan verilen emirlere hemen uyarak görevini bırakanları, bununla kalmayıp İstanbul'a dönenleri, söz konusu prensiplere aykırı davrandıkları için Nutuk'ta ağır bir biçimde eleştirmektedir. 

Yüce Önder'i diğerlerinden ayrı ve üstün kılan, azmi, iradesi, kararlılığı, milletine sevgisi ve güveni, zafere olan mutlak inancıydı. Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğine atandıktan sonra, heyecanla Harbiye Nezareti'nden çıkarken, "kafes açılmış, önünde geniş bir âlem, kanatlarını çırparak uçmağa"(1) hazırlanıyordu. Oldukça sıkıntılı, zahmetli bir yolculuktan sonra, Samsun’da milletiyle kucaklaştı. 

Samsun, mülkî taksimatta doğrudan Dâhiliye Nezareti'ne bağlı Canik Sancağı'nın merkez ilçesiydi. Karadeniz kıyısındaki bu şirin kasaba, Birinci Dünya Savaşı'nın yükünü taşıyan yerlerden biriydi. Genel savaş sırasında özellikle Rus istilâsına uğrayan Türk topraklarından göç eden çok sayıda insan buraya gelmiş, kasabanın rengi, havası birden bire değişmiş, yeni gelenlerin barındırılması sıkıntılar yaratmıştı.

Bunlar bir yana, Samsun aynı zamanda Pontus’çu faaliyetlerin yoğun olduğu bir yerdi. Karadeniz'de dolaşmakta olan İtilâf donanmasından, Yunan savaş gemilerinin varlığından cesaret alan ve Samsun Rum metropoliti Germanos tarafından örgütlenen Pontus çeteleri sokaklarda dolaşıyor, asayişi ihlâl ediyor, köylere baskınlar düzenliyor, evleri, binaları ateşe veriyor ve korumasız Türkleri öldürüyorlardı. 9 Mart 1919'da Samsun'a çıkarılan 200 kişilik İngiliz birliği, Pontus çetelerini büsbütün şımarttı. Mütakerenin bozulacağı endişesiyle güvenlik kuvvetleri ya kullanılamıyor, ya da asayişsizliği önlemede yetersiz kalıyordu. Bu durumda sırf nefs-i müdafaa için Türkler de harekete geçince, bu zamana kadar Pontus çetelerinin terör faaliyetlerini seyreden İngilizler, seslerini yükselttiler ve 21 Nisan 1919'da Osmanlı Hükümeti'ne bir nota vererek Orta Karadeniz’de Türklerin Hıristiyanları katlettiklerini bildirdiler, bunun önüne geçilmediği takdirde bölgenin işgal edileceği tehdidinde bulundular. Esasında olay bunun tam aksineydi. İngilizler gerçekleri tahrif ederek, Pontus’çuları korumayı ve karışıklıkların devamını amaçlıyorlar bölgeyi işgal etmek için bahane arıyorlardı. 

İstanbul Hükümeti hemen bölgeye yetkili birini göndermek için kolları sıvadı. Derinlemesine bir araştırmadan sonra Mustafa Kemal Paşa üzerinde mutabakat sağlandı. Çünkü O, ikinci meşrutiyetin çalkantılı döneminde siyasete bulaşmamış, girdiği bütün savaşlarda zafer kazanmış başarılı bir kumandandı.

İşte bu noktada Mustafa Kemal Paşa ile Samsun'un dolayısıyla bütün Anadolu'nun ve Türk Milletinin kader çizgisi kesişiyordu. O büyük insan, sebatla, inançla, doğru bildiği yoldan ayrılmadan Türk Milletinin geleceğini kurtaran kahraman oldu.

Mustafa Kemal Paşa'ya asayişsizliğe neden olan olayları tayin ve tespit ile bunların ortadan kaldırılmasının yanında daha başka görevler ve görevin gerektirdiği yetkiler de verilmişti. Atatürk, söz konusu yetkilerini değerlendirirken, bunları çok fazla bulduğunu ve İstanbul Hükümeti'nin bilerek, anlayarak bunları kendisine vermediğini belirtmektedir. 

Aynı günlerde ve daha sonra Anadolu'ya bir kısmı şehzadelerin başkanlığında olmak üzere heyetler gönderildi. Bunlar da önemli yetkilerle donatıldılar. 
Nasihat Heyetleri, Tahkik Heyetleri, Teftiş Heyetleri adı altında Anadolu'da dolaşan bu kurulların da vatanın kurtuluşu yolunda büyük sonuçlar elde edecekleri bekleniyordu. Basın, bu beklentilere tercüman oluyor, heyetler hakkında geniş bilgiler veriyor, gittikleri yerlerde karşılanmalarından her türlü faaliyetlerine kadar hemen her konuda kamuoyunu aydınlatıyor, hadiseyle birinci derecede alâkadar oluyordu. 

Hâlbuki Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya gönderilmesi İstanbul basınında çok az ve sadece haber niteliğinde yer almaktaydı. Bu da kimden ve ne ölçüde sonuç beklendiğinin bir göstergesi sayılmalıdır.

Bu halde esas olan görev ve görevin gerektirdiği yetkiler değil, yetkileri yerinde ve zamanında tam bir liyakatla kullanmak, mutlak zafere ulaşabilmektir. Mustafa Kemal Paşa'nın başarı sırlarından biri de budur.

19 Mayıs, sadece Türk millî kurtuluş hareketinin başlangıcı olmakla kalmadı, yeni Türk devletinin çağdaş değerlerle milletler ailesi içerisinde yerini almasını da sağladı

Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı andan itibaren zihnini meşgul eden problem millet iradesinin devlet hayatımıza yansıtılmasını sağlamaktı. Hatta denilebilir ki bunu kurtuluşun önüne koymuş millî mücadelenin vaz geçilemez ilk şartı saymıştı. 

19 Mayıs'ı izleyen günlerde yapmış olduğu yazışmalardaki terminolojiye bakılacak olursa, bu açıkça görülür. İzmir söz konusu olduğunda "ordu ve millet bu işgalî tanımayacaktır" derken bunu kastediyordu

Samsun'dan Kâzım Karabekir Paşa'ya çektiği telgrafta "millet ve memlekete medyûn olduğumuz en son vazife-i vicdaniye"den amacı da buydu. 

Kurtuluş mücadelesi ancak milletle birlikte kazanılabilirdi. Milletle kazanılan mücadeleyi, yine milletle taçlandırmak lâzımdı. 

Yayın hayatına başlamalarına öncülük ettiği ilk iki gazeteden biri İrade-i Millîye, diğeri Hâkimiyet-i Millîye adını taşıyordu. Bu değerler ve kavramlardır ki onu Türk Milletinin kalbinde "milletin kurtarıcısı", "devletin kurucusu" payesine yükseltmiştir. 


(*) On Dokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi.
(1)Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün Bana Anlattıkları, İstanbul 1955, s.115.



Dip Not:
  19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nın Ankara dışında statlarda kutlanmamasına yönelik genelge hazırlayan zihniyet, Atatürk'ün Yolundaki her yaştan "gençler" in  yurt sathında "milletiyle kucaklaşmasını" engelleyemeyecektir.


Mustafa Kemal Paşa'nın " Milli mücadelenin vazgeçilemez ilk şartı saydığı" "millet iradesinin devlet hayatına yansıtılması” nın, günümüzde Atatürkçülerin Türk milletiyle birlikte yapacağı uğraşlarla  sağlanacağı açıktır. 



19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızı   Kutlar; Bu vesile ile İstiklal savaşını yaparak Türkiye Cumhuriyetini kuran başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere bu oluşumda katkısı olan, kanlarıyla Al Bayrağıma renk katan, canlarıyla toprağımızı “Vatan” yapan tüm ecdadımı rahmet ve minnetle anarım. 

Ruhları şad, mekân ve makamları cennet olsun;  Yüce Rabb' im, ebedi âleminde  nurlar içinde yaşatsın İnşallah.





M. Kemal Adal
19 Mayıs 2016 / İZMİR.