Ayetler, Kitaplar ve Sünnetullah, bize birçok kavram, terim,
tanım, isim öğretir.
A. AYET:
Ayet,
Kelime olarak, belirti, işaret, delil… gibi anlamlara gelir. Kuran’ nın belirli
parçalarına da ayet denir.
Dini
terim olarak, “Yaradan”
la “yaratılan” arası ilişkide anlamı olan, insanı “Tek ve Mutlak Yaratıcı” (Allah) ya
çeviren ve götüren aydınlık, ışık ve işaret olan her şey ayettir.
Kuran, bütün kâinatı
varlıklar ve olaylar da dâhil, bir ayetler topluluğu olarak görmekte ve
göstermektedir:
“Yeryüzünde (kâinat kitabı) ayetler vardır görürcesine
bilenler için. Benliklerimizin (insan kitabı) içinde de. Hâlâ bakıp görmeyecek misiniz?” (51/Zariyat/20-21)
“De ki: "Göklerde ve yerde (Kâinat ve insan kitaplarında) neler
var/neler oluyor, bir bakın!" O ayetler ve uyarılar iman etmeyen bir
toplumun hiçbir işine yaramaz.” (10/yunus/101)
B. KİTAP:
Kendisi de ayetler topluluğu
ve inananlar için bir kılavuz olan Kuran, içinde kuşku ve çelişkinin
olmadığı “Kitap” tır.(2/Bakara/2)
Diğer peygamberlere gelen
Zebur, Tevrat, İncil ve İlâhi vahiylerin genel adı da “Kitap” tır.
İnananlar için bizatihi
kendisi kılavuz olan “Vahiy Kitabı” Kuran, aynı zamanda,
Allah’ın insanın önüne “oku” ması için koyduğu “Kâinat Kitabı”
ile “İnsan Kitabı” nın gereğince okunup değerlendirilmesini kolaylaştıran
bir ışıktır, nurdur:
“Göklerin ve yerin melekûtuna
(Kâinat ve insan kitaplarındaki ayetlere), Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye
bakmadılar mı; ecellerinin gerçekten yaklaşmış olabileceğini düşünmediler mi?
Peki, bu Kur'an'dan sonra hangi hadise/söze iman ediyorlar?” (7/Araf/185)
“Onlara ayetlerimizi ufuklarda
(Kâinat kitabı) ve öz benliklerinin içinde (insan kitabı) göstereceğiz. Ta ki,
onun hak olduğu kendilerine ayan beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde
bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi?” (41/Fıssulet/53)
C. SÜNNETULLAH:
Sünnetullah,
Allah’ın “yol” ve “yasa”sıdır. Varlığı yönetmede “Allah’ın Dilemesi”yle
dilemedikçe, değişmez, değiştirilemez, yöntemi, tarzıdır.
D. İŞİTMEK VE GÖREBİLMEK:
1. Ayetler, Kitaplar ve Sünnetullah’ta mevcut olan kavram, terim, tanım, isimleri doğru duymak / görmek, (okumak algılamak) ve doğru anlamak çok önemlidir.
Söylem aracı olan lisandaki, kavram, terim, tanım ve isimler,
insanların algılama, anlama ve anlaşmalarını sağlayan, kolaylaştıran
unsurlardır. Kavram, terim ve tanımlamalarda anlama ve algılama farklılıkları,
insanlar arasındaki yanlış anlaşılmaların ve anlaşamazlıkların ana
sebeplerinden biridir.
2. Bu sebepledir ki: Allah mesajlarını seçtiği peygamberlerine / elçilerine, toplumun anlaması için o toplumun diliyle göndermiştir.
Anladığına
hak verip inanmanın koşulu ise aklın anladığını, kalbin, gönülün, duyguların da
beğenip onaylamasıdır ki bu da İnsan Kitabındaki Sünnetullah’tır.
Gönüllerdeki inanç ve duygu beraberliği, insanların
birbirlerini doğru anlamanın ötesinde birbirleriyle anlaşmalarında ve
dillerindeki lisan beraberliğiyle birlikte, bir coğrafyadaki toprağı “vatan”,
orada yaşayan halkı da “millet” yapan unsurların başında gelir.
3. Şüphesiz, Sünnetullah'ın gerçekleri değişmez. Değişen o insanların onları anlayış ve kavrayış şeklidir. İnsanların hür iradeleri ile yaptıkları seçim ve tercihlerdir farklı ve değişken, değişir ve değiştirilebilir olan…
Örneğin:
“Allah Gani’dir, dileyene dilediğini dilediğince
verir.” Denildiğinde,
Bazıları:”Dileyen ne dilerse, Allah onu verir.” Diye
anlar;
Bazıları:”Dileyenin dileğini, Allah’ın kendisi
dilediği gibi verir” diye anlar;
Sünnetullah’tan bilgi sahipleri de, bildiğine göre: “Her ikisi de olur”
Diye anlar.
“Söyledim!
Duydu anlamına gelmez.
Duydu! Doğru anladı anlamına gelmez.
Anladı! Hak verdi anlamına gelmez.
Hak verdi! İnandı anlamına gelmez.
İnandı! Uyguladı anlamına gelmez.
Uyguladı! Sürdürecek anlamına gelmez”
Duydu! Doğru anladı anlamına gelmez.
Anladı! Hak verdi anlamına gelmez.
Hak verdi! İnandı anlamına gelmez.
İnandı! Uyguladı anlamına gelmez.
Uyguladı! Sürdürecek anlamına gelmez”
Bunların
ayrımına varanlar doğru bilgilenir, gerçeği bulur ve fikir sahibi olurlar.
Bilgilenme
sürecinde, kendini bilen, İlkelerinden ve kendi değer yargılarına göre
gerçeklerden emin olan kişiler, duydukları çevresindeki farklı düşünce ve
fikirlere hak vermeseler bile, sadece bunları doğru anlamakla da kendilerini
geliştirirler.
Bu kişiler, yararlanabilecekleri olumlu bir kazanım elde
ederler ve toplumsal uzlaşmaya katkı sağlayabilirler.
E. DİNİ (İNANCI / İMANI) DOĞRU ALGILAMAK VE DİNDE ZORLAMA:
1. GENEL:
a) Her insanın kendi değer yargılarına göre inandığı gerçekler o insanın inancıdır.
Bu bağlamda, kişisel olarak inanıp inanmamanın
ötesinde ve öncesinde, “Din kültürü” ile kişisel ve/veya toplumsal kazanım
için, öncelikle konuların o dinde ifade edilen söylemini duymak, (işitmek,
okumak, görmek vs. yollar ile haberdar olmak),
sonra da bunların “özünü, maksadını ve içeriğini” doğru anlamak
gerektirir.
Anlamak, hak vermek ve hak vermek de inanmak
anlamına gelmese de, hak verip inanmanın olmazsa olmazıdır doğru anlamak…
b) İman, insanın kalbinin / gönlünün tasdik ettiğidir.
İnsan kalbi /gönlü ile nasıl anlayıp onaylarsa,
algılayıp anladığı ne ise, onun gerçek doğrusu da, inancı da, imanı da odur;
ona söylenenler veya onun söylediğinden anladığımız değildir.
İnsanlar, başka insanların söylemleri ile görünür
tutum ve davranışları kendi değer yargıları, inanç ve duyguları paralelinde,
örfe (gelenek, görenek; töre; yasa) uygun zanlarınca anlayıp
değerlendirebilirlerse de, gönüllerdekini, kalbin tasdik ettiğini, imanı /
inancı, gerçek olarak sadece ve yalnız Allah bilebilir ve sadece O yargılayıp
hüküm verebilir.
2. İMAN BAŞKA, İMANINA UYGUN TUTUM VE DAVRANIŞLAR, İŞ, EYLEM (UYGULAMA) BAŞKADIR.
İman – eylem (amel) ilişkisinde doğru olan, imana / inanca
uygun uygulamalar yapmak ve bunu sürdürebilmektir.
a) Bu çerçevede, iman / inanç insanların kişisel seçim, tercih ve sorumluluğu; eylemleriyle beraber Dünya hayatındaki sınavıdır.
ALLAH, indirdiği
(Vahiy) ve gösterdiği (Kâinat ve İnsan) Kitaplarında, insanlara Hak ile
batılı / iyi ile kötüyü /doğru ile yanlışı / güzel ile çirkini anlatıp
göstermiş; Dileyene / dilediğine bunları ayırt etme gücünü, Sünnetullah kapsamında vermiştir.
b) İnsanların inançları ile özgür seçim ve tercihleri üzerinde, peygamberlerin ve vesvese veren iblis soyu / iblis izleyicileri olan cin ve insan şeytanları da dahil olmak üzere, hiçbir varlığın, zorlayıcı yaptırım güçleri yoktur.
c) Her şey Sünnetullah kapsamında olur ve kişiler, inanç ve eylemlerinde, sorumlulukları kendilerine ait olmak ve sonuçlarına katlanmak üzere, üstlendikleri “emanet”i kullanırlar.
3. DİNDE ZORLAMA YOKTUR:
a) Bu gerçeklerde ifade edilmeye çalışılan Sünnetullah, Kuran’da buyrulan Allah emirleri olarak, aşağıdaki ayet meallerinden açıkça anlaşılır:
“Dinde
baskı - zorlama - tiksindirme yoktur. Doğru ve güzel olan, çirkinlik ve
sapıklıktan açık bir biçimde ayrılmıştır. Her kim tâğuta sırt dönüp Allah'a
inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Kopup parçalanması
yoktur o kulpun. Allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir” (2/Bakara/256)
“Onların iyiyi ve güzeli
bulmaları, senin üzerine bir borç değildir. Tam aksine, dilediğini / dileyeni
iyiye ve güzele kılavuzlayan Allah'tır…” (2/Bakara/272)
“Eğer Rabbin dileseydi,
yeryüzündeki insanların hepsi toptan iman ederdi. Hal böyle iken, mümin
olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın! “ (10/Yunus/99)
“Şu bir gerçek ki, sen
istediğin kişiyi doğru yola iletemezsin. Ama Allah, dilediğine kılavuzluk eder.
Hidayete erecekleri O daha iyi bilir.” (28/Kasas/56)
“Kuşkusuz, bu Kitap'ı biz
sana insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi
lehinedir; kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Sen onlar üzerine vekil
değilsin.” (39/Zümer/41)
“Gerçek şu ki, size
Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük
ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim.” (6/Enam/104)
“Biz onu yola kılavuzladık.
Artık ya şükredici olur ya nankör.” (76/İnsan/3)
“Artık uyar/düşündür! Çünkü
sen bir uyarıcı/düşündürücüsün. Üzerlerine musallat bir despot değilsin.” (88/ Ğaşiye/21-22)
“Ve de ki: "Hak,
Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin."…” (18/Kehf/29)
b) Allah, bir beşer olarak peygamberinin yetki ve gücünü apaçık açıklıyor:
“De ki: "Ben size zarar
verme gücüne de ışık ve aydınlık verme gücüne de sahip değilim." De ki:
"Allah'tan beni hiç kimse kurtaramaz ve O'nun dışında bir sığınak da asla
bulamam." "Ancak Allah'tan bir tebliğ ve O'nun mesajlarından bir
şeyler sunabilirim…"
(72/Cin/ 21-23)
c) İnsanlara (sorumlu varlıklara) duyuruluyor:
“Yemin olsun… Nefse ve onu
düzgün bir biçimde şekillendirene. Ardından da ona bozukluğunu ve takvasını
ilham edene ki, Benliği temizleyip arındıran, gerçekten kurtulmuştur. Onu
kirletip örtense kayba uğramıştır” (91/Şems/1;7-10)
d) Sorumluluğun Şeytanın üzerine yüklenemeyeceği vurgulanıyor:
“Benim kullarım aleyhine
senin elinde hiçbir güç/kanıt olmayacak. Azgınların seni izleyenleri
müstesna."(15/Hicr/42)
“Şu bir gerçek ki şeytanın
elinde, iman edip yalnız Rablerine dayananlar aleyhine hiçbir sulta/hiçbir
kanıt yoktur. Onun sultası, sadece onu dost edinenlerle Allah'a ortak koşanlar
üstündedir.“ (16/Nahl/99
-100)
e) Ve Sünnetullah olarak insan uyarılıyor:
“Sizden, sözü saklayan da
açıklayan da geceye sığınıp gizlenen de gündüz yol alan da onun için birdir.
Her biri için onu önünden ve arkasından izleyen gözcüler vardır ki, kendisini
Allah'ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler. Gerçek şu ki Allah, bir toplumun
mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini/birey olarak
kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez…” (13/Rad / 10-11)
“Biz, elçileri sadece
müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise bâtıla
yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve
uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler.” (18/Kehf/56)
“Sen ha uyarmışsın onları ha
uyarmamışsın, fark etmez onlar için; inanmazlar.” (36/Yasin/10)
“Sen ancak Rablerinden için
için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın.” (35/Fatır/18)
“Eğer hatırlatmak yarar
sağlarsa hatırlat/öğüt ver! İçine ürperti düşen, öğüt alacaktır. İçi kararmış
bedbaht ise ondan kaçınacaktır” (87/A’lâ/9-11)
“De ki: "Bilgi Allah'ın
katındadır. Bana gelince, ben ancak açıkça uyaran biriyim." (67/Mülk/26)
“Yine de yüz çevirirlerse
artık sana düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir.” (16/Nahl/82)
“Ve de ki: "Hak,
Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin."
(18/Kehf/ 29)
4. İNSANLARIN TEBLİĞDE YETKİ VE SORUMLULUKLARI:
a) Genel
b) Sünnetullah gereği olarak, insan ancak içinden geliyorsa gönlü imana yatkınsa iman edebilir. Bu manada dinde zorlama zaten yoktur, olamaz.
c) Dinin isteklerinin hepsi, Allah’ın hoşnutluğunu / rızasını kazanmak maksadıyla, zorlamasız, iyi niyet ve rıza ile yapılmalıdır.
İlaveten Dinde insanlara yapılacak
zorlamalar, İslam’ın temel düşüncelerinden biri olan “sınama” anlayışına da
ters düşer. Çünkü, insanın zorlama ile hakka / gerçeğe / doğruya / iyiye /
güzele tabi olması halinde; zor sebebi olmadığında, kendi arzu ve isteği ile
Allah rızasını kazanmak için, bunlara uyup –uymayacağı sınanamaz.
d) Zorlama, zorlayana bir sevap kazandırmaz; üstelik eziyet etmektir ki, günahtır.
Zor korkusuyla katlanılan ve yapılan dini istekler de, zorlanma sebebiyle yapana, zorlama baskısından kurtulmaktan öteye, Allah indinde geçerli bir yarar, sevap sağlamaz.
Dinde zorlama büyük vebal getirir ve zorlama
yapanlar hesabı unutmamalıdır ki, Allah yeminle (kendi tanıklığında) uyarıyor:
“ Yemin olsun, kendilerine elçi
gönderilenleri muhakkak hesaba çekeceğiz; gönderilen elçileri de mutlaka hesaba
çekeceğiz. Onlara bir ilmin tanıklığında bütün serüveni
mutlaka anlatacağız. Biz olup bitenlerden habersiz değildik.”
(7/Araf/6-7)
F. SONUÇ:
Dinde zorlama ve Zorlamanın
dışında, her ne maksatla olursa olsun ayetlerin anlamlarını saptırmak ve Allah
adına din uydurmak da, dini amacı dışında istismar etmek de derece derece dinde
aşırılığa gitmektir ki, bunların sonu da şirke kadar gider.
Bu bağlamda:
Hz. İsa, Allah’ın oğlu
nitelemesiyle insanlarca ilahlaştırılmıştır. Allah dostları, veliler de dâhil
insanlar, putlaştırılmıştır. Kişisel amaç ve çıkarlar için, din ve dini
uygulamalar istismar edilmiştir (kötüye kullanılmıştır) ki bu ayrı bir yazı
konusudur.
Oysaki:
“Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer
iç içe ikili manalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir… (39/Zümer/23)
Ve yüce Allah hiçbir benliği, kendisine verdiği şey dışında yükümlü tutmamıştır. (65/Talak/7)
Lakin Aklını çalıştırmayanlar ve Kalp / Gönül denilen vasıtasız bilgi yolunu işletmeyenler onu (Kuran’ı ve verilen mesajı) layıkıyla anlayamazlar.
Gerçektir ki, “Gerçeği Algılama ve Anlama”
konusunda da, “Nasip” neyse odur, “Nasip”ten ötesi (fazlası / farklısı) yoktur.
M. Kemal Adal
adalkemal1@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder