A.
GENEL:
Yozlaşma, bir şeyin gerçek
özelliklerinden uzaklaştırılması ya da uzaklaşmasıdır. Diğer bir deyişle
"özünden ayrılma" dır. Bir şey, gerçeğine bağlı kalmadığında,
aslından uzaklaştığında, özündeki iyi şeyleri kaybettiğine yozlaşmış olur.
Yozlaşma hayatın
her alanında meydana gelebilir. Kültürel yozlaşma, Politik yozlaşma, Yönetsel
yozlaşma (adam kayırmacılığı, siyasal kayırımcılık, hizmet kayırımcılığı, hatır
yapma vs.), Bilimsel yozlaşma vb. birçok
türleri vardır.
Toplumlardaki bu yozlaşmalar sebebiyle Sünnetullah gereği oluş şudur:
Allah katındaki tek Din İslamdır (1).
Din koyucusu ve “Kitap”ın koruyucusu olan Allah’tır (2).
Allah’a teslim olan ve nebi/resullere uyanlarının hepsi
Müslümandır (3).
Tarihi süreçte, özü “Tevhid” esaslı önceki semavi dinlerdeki
toplumlarda, dinde yozlaşmalar olmuştur.
Bu yozlaşma sonraki zamanlarda, Allah, insanların “katındaki Dinin” özüne
dönebilmelerine imkan sağlamak için:
Kendi zamanları için Müslümanların ilki olmakla
emrolunmuş peygamberleri(4) , kendi içlerinden kendi dilleriyle konuşan(5)
resuller / elçiler olarak, bu toplumlara / ümmetlere (6) göndermiş ve onlara,
öncekilerde insan eliyle yapılmış saptırma ve değişiklikleri düzelterek
öncekilerini tasdikleyen “Kitap”lar indirmiş, her topluma da ayrı bir yol / şeriat
ve bir yöntem(7) belirlemiştir.
Böylece Hz. Muhammed’de gelinceye kadar
birbiri ardınca gönderilen peygamberler ve indirilen “Kitap”larla, katındaki
din olan İslam’da insan eliyle yapılan özünden uzaklaştırmalar, yozlaşmalar
giderilmiştir. Böylece bizzat dinin koyucusu ve koruyucusu olan Allah
tarafından, Din / İslam, özüne döndürülmüştür.
Hz. Muhammed “…Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur…”(33 / Ahzap / 40). Onun
ölümüyle, peygamberler vasıtasıyla Allah katındaki Dindeki / İslam’daki, insan ürünü yozlaşmaları,
Allah’tan aldığı yeni mesajlarla düzelten peygamberlerin arkası kesilmiştir.
B.
KURAN
RESÜLDÜR:
Bu sebeple, Hz. Muhammed sonrası
kıyamete kadar risalet (peygamberlik /
elçilik) görevini, Allah’ın korumasındaki son kitap olan “Kuran” ve onun ana
dildeki doğru mealleri / çevirileri yapacaktır.
C.
DİNDE
YOZLAŞMANIN ÖNLENMESİ VE ATATÜRK’ÜN KATKILARI:
“Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana
vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek
kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara
ayrılmayın!" Onları çağırdığın bu tutum, şirke bulaşanlara çok ağır gelmiştir.
Allah, dilediğini kendisi için seçer ve hakka yönelenleri kendisine iletir.”
(42 / Şura/ 13) Buyrulmuştur.
Bugün dünyada ve
ülkemizde az kişi hariç, farkına varamadığımız / varmak istemediğimiz veya
varıp da bir türlü açıklayamadığımız / açıklamaktan çekindiğimiz bir durum var.
Nedir bu durum?
D.
DİN
YOZLAŞMASI…
1.
GENEL
ÇERÇEVEDE; DİNDEKİ GERÇEKLE RİVAYETLERİ, TOPLUMDA DA SÖYLENENLERLE YAŞANANLAR
ARASINDAKİ TUTARSIZLIĞI VE ÇELİŞKİYİ ANLATMA GEREĞİ DUYUYORUM:
Örneğin, İnanç ve
dini uygulamalarda yapılan her tür zorlamalar; Şeyhten, şıhtan medet umarak
yardım dilemek; Yatırdan, ölülerden, Allah’tan gayrisinden istemek; Zina
suçunda recim ederek (taşlayarak) öldürmek; “Her kime saltanat müyesser ola,
Nizam – ı alem için karındaşın katlede” diyen kanunname ve bu kanunname hükmüne
verilen caizdir fetvası vb. yüzlercesi gibi…
Başkalarının söylediği bir şey ve / veya
senin dilinle söylediğin bir şey, Kalbin doğrulamayıp, tasdik etmediği şey ise,
bu “İman”dan değildir. İmansız (inanmadan) yapılandan da kişiye dini bir hayır
/ güzellik olmaz.
2.
ÖYLE
UZAKTAN BAKIP, KULAK DOLGUNLUĞU İLE DİN HAKKINDA BİR YOL TUTMANIN, GECENİN
ZİFİRİ KARANLIĞINDA ORMANDA EL YORDAMIYLA YOL BULMAKTAN FARKI YOKTUR.
a)
Çünkü Kuran’da Allah:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/ İsra/36) Buyurmuştur.
b)
Tam bu konuda Atatürk
diyor ki:
“Türk Kuran'ın
arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor
ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu
Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A.
Gürtaş, s. 41)
Niçin ?
Kuran’da, Her mescitte” Dini yalnız ve sadece
Allah’a özgüleyerek ibadet edilmesi emredilmiştir (7/29). Ayrıca Dinin özüne
zarar veren, nankörlük eden, inananları fırkalara bölen, dini ve uygulamalarını
istismar ederek kendi çıkarı için kullanan kişilerin yaptığı mescitlerde /
camilerde ibadet ise kesinlikle yasaklanmıştır (9/107-108).
Hz. Muhammed’ in zamanında, mezhepler ve de tarikatlar yokken
müslümanların hepsi “Kuran’daki İslam”ı, Allah’ın elçisinden öğrenen, mescide
giden müminlerdi, tabir caizse “Muhammedi” lerdi.
Mescitler toplu ibadet yeri olmanın yanında aynı zamanda Müslümanlar için “Kuran’daki İslam”ı öğrendikleri birer “okul”du.
Ne zaman ki “Kuran’daki İslam” yozlaştırılarak “Emevi İslam Anlayışı” hâkim
kılınmaya çalışıldı, Toplumsal ihtiyaçtan, “Kuran’daki İslam” ı kendi
anlayışlarınca yorumlayan din âlimleri (mezhep imamları) ortaya çıktı ve bunların
yorumlarına uyan kişilerce de “mezhepler” oluşturuldu.
Sonrasında da bu mezheplerin yolları olan “tarikatlar” ve tarikat lideri
şeyhler zuhur etti.
Mescitler toplu ibadet yeri olmanın yanında aynı zamanda Müslümanlar için “Kuran’daki İslam”ı öğrendikleri birer “okul”du.
c)
Hal böyle iken ve Kuran
da:
“Hiç kuşkusuz,
mescitler / secdeler Allah içindir. O halde, Allah ile birlikte bir başkasına
yakarmayın / Allah'ın yanında bir başkası için çağrıda bulunmayın.” (72/18) denmesine
rağmen, bu tarikatlar, adı tekke / dergah, zaviye vs.
ne olursa olsun bu yerleri, mescitlerinin yerine kendi amaç ve faaliyetleri için
“okul” yaptılar ve kendilerine uyan cemaati de buralarda topladılar.
Bu ise
zaman içersinde, iyi niyetle başlatılan yorum ve faaliyetlerin dönüştürülerek,
İslam dinini fırkalara bölen bir anlayış ve düzene; çeşitli hiziplerin
oluşmasına sebep oldu.
E.
İNSANLARIN
KURAN’A YAPIŞMASINI İSTEYEN ALLAH’IN EMRİ:
“Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın…” (3/103).
“Kendilerine
açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde
parçalananlar gibi olmayın…” (3/105).
“…Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere / kutsallaştırmış hizip kitaplarına ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. Artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak….” (23/52-56).
“Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!..." (42/13 -14).
F.
İNSANLARIN YAPTIKLARI
“Onlara, iş ve
yönetime ilişkin açık seçik belgeler verdik. Onlar, kendilerine ilim geldikten
sonra, aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden ihtilafa düştüler. Hiç
kuşkusuz, Rabbin, onlar arasında, tartışıp durdukları şeyle ilgili olarak
kıyamet günü hüküm verecektir.” (45/17) ayetinde belirtilen tutum ve davranış içindekilere
benzer hale gelenler, Dini yozlaştırdılar.
G.
ATATÜRK’ÜN
YAPTIKLARI:
1.
ATATÜRK, HZ. PEYGAMBER ZAMANI UYGULAMASINDA OLMAYIP,
SONRADAN BİR “BİDAT” OLARAK ÇIKAN, TARİKATLARA AİT “TEKKE VE ZAVİYELERİ”
KANUNLA KAPATTIRMIŞTIR.
Niçin?
Atatürk, Tekke ve Zaviyeleri kanun yoluyla
kapattırmakla, “dinlerini parçalayıp hizipler / fırkalar haline gelenleri” engellemekle, dinin yozlaşmasını da önlemiş
ve aslında İslam Dinine çok büyük bir hizmet vermiştir.
Hz. Muhammed
kendisine Kur’an ile vahyedilen ne ise sadece onu duyurmakla görevli ve
yetkilidir. Bu sebeple, Hz. Muhammed dâhil hiç kimse, hiçbir sebeple Kur’an’a
ilave ve eksiltme yapamaz. Kur’an’da olmayan din dışı olandır /alandır
(sahadır).
2.
DİNDE
YOZLAŞMANIN, DİNDE ZAYIFLAMANIN HIZLA YAŞANDIĞI BİR ORTAMDA MÜSLÜMANLARIN DİN
GÜVENLİĞİNİ KORUMA MASLAHATINI ÖNE ALMALARI GEREKİR.
BU MÜSLÜMAN OLANA
DÜŞEN BİR GÖREVDİR.
Kurandaki İslam’ın, Emevi İslam Anlayış ve
Uygulamaları ile yozlaştırılması ile ilgili olarak
3. ATATÜRK’ DE GÖRÜŞ VE AMACINI ŞÖYLE ORTAYA KOYMUŞTUR:
“Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani
bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe
nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel
hiçbir şey kapsamıyor. Halbuki, Türkiye’ye
bağımsızlığını veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni, boş
inançlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu
güçsüzler (zavallılar) sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa
yaklaşmazlarsa, kendilerini yok ve mahkum etmişler demektir. Onları Kurtaracağız.”
(Atatürkçülük,
Birinci Kitap, Genkur. Bşk.lığı yayını 1983,Sh.457) .
CAHİLLERİN AYDINLATILIP KURTARILMASI DA ATATÜRKÇÜYÜM
DİYENLERE DÜŞEN BİR GÖREVDİR.
4.
ATATÜRK
DİYOR Kİ:
“Her
şeyden önce şunu en basit bir dini gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde
özel bir sınıf yoktur. Ruhbanlığı (din adamları sınıfını) reddeden bu din,
dinde tekelciliği kabul etmez. Mesela din bilginleri, mutlaka aydınlatma
vazifesi din bilginlerine ait olmadıktan başka, dinimiz de bunu kesinlikle
yasaklar. O halde biz diyemeyiz ki, bizde özel
bir sınıf vardır; Diğerleri dini yönden aydınlatma hakkından yoksundur. böyle
düşünecek olursak kabahat bizde, bizim cahilliğimizdedir. hoca olmak
için yani dini gerçekleri halka telkin etmek için, mutlaka hoca elbisesi şart
değildir. Bizim yüce dinimiz her erkek ve kadın
müslümana genel olarak araştırmayı farz kılar ve her erkek ve kadın müslüman,
toplumu aydınlatmakla mükelleftir.” (Atatürkçülük,
Birinci Kitap, Genkur. Bşk.lığı yayını 1983,Sh.463) .
H.
SONUÇ:
1.
DİNDE YOZLAŞMAYI ENGELLEYİP ÖNLEMEK, KURAN’DAKİ İSLAMI ÖĞRENMEK VE BİLMEK,
HEM HER MÜSLÜMANIN GÖREVİDİR VE HEM DE MÜSLÜMAN OLSUN VEYA OLMASIN HER
ATATÜRKÇÜNÜN GÖREVİDİR.
2.
KURAN’DAKİ İSLAM’ A İNANIP UYGULAMAK İSE, ATATÜRKÇÜ OLSUN VEYA OLMASIN
SADECE HER MÜSLÜMANIN AYRICALIĞIDIR.
Allah, seçim ve
tercihi size bırakmıştır.
Rabbim dileyeni
Müslüman Atatürkçü / Atatürkçü Müslüman yapsın İnşallah.
Dip Notlar:
(1). “Allah
katında din İslam'dır/ barış ve esenlik için Allah'a teslim olmaktır…” (3/19)
(2). “Hiç kuşkusuz, o zikiri/Kur'an'ı biz indirdik, biz; her hal ve şartta
onu muhakkak koruyacak olan da biziz.” (15/9)
(3). “…Allah
sizi, önceden de şu Kitap'ta da "Müslümanlar/ Allah'a teslim olanlar"
diye adlandırdı ki…”
(22/78)
Peygamberlerin hepsinin çarpıtılmamış daveti
yalnız ve ancak Allah'a teslimiyettir, şirksiz tevhittir. Allah’ın seçtiği
peygamberlere (hangisi olursa), Allah’ın çarpıtılmamış mesajında buyurduğu gibi
uymuş olanlar ve uyanlar Müslüman'dır. (2/128, 131- 133; 3/52, 67;
5/111; 7/126; 10/72, 84; 12/101; 22/78; 27/31, 38, 42; 37/103; 38/24,
30;)
(4).
Peygamberlerin hepsi (yaşadığı dönemde), Müslümanların/ şirksiz olarak
Âlemlerin rabbine teslim olanların ilki olmakla emrolunmuşlardır. (2/131; 6/71, 163; 10/72; 27/91;
39/12)
(5). “Biz,
görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki,
onlara açık seçik beyanda bulunsun…” (14/4)
(6). “Her ümmet için bir resul öngörülmüştür. Resulleri gelince, aralarında
adaletle hüküm verilir. Hiçbir zulme uğratılmazlar.” (10/47)
(7) “Sana da Kitap'ı hak olarak indirdik. Kitap'tan onun yanında bulunanı
tasdikleyici ve onu denetleyip güvenilirliğini sağlayıcı olarak... O halde
onlar arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, Hak'tan sana gelenden uzaklaşıp
onların keyiflerine uyma. Sizden her biri için bir
yol / şerîat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir
tek ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle
yapmamıştır. O halde hayırlarda yarışın. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O size,
tartışmış olduğunuz şeylerin esasını bildirecektir.” (5/48)
M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder