Eli öpülesi Atatürk’çü General
Hikmet Yavaş’ın, eski bir “ESKİMEZ YAZI”sını, “yangını söndürmeye çabalayan karıncanın
sözüyle” birlikte, dostlarımın, dikkat ve değerlendirmesine tekrar sunuyorum
(M. Kemal Adal)
YALANLAMAK VE REDDETMEK İÇİN,
İNANMAK VE HERŞEYİ KABUL ETMEK İÇİN,
KONUŞMAK VE NUTUK ÇEKMEK İÇİN
OKUMAYIN !..
TARTMAK, KIYASLAMAK VE DÜŞÜNMEK İÇİN
OKUYUN !
(F. BACON)
Şubat 14, 2011
LÂİKLİK
VE BAĞNAZLIK
LAİKLİK VE BAĞNAZLIK
Değerli bir okur, Siyasal ve maddi çıkarları için
İslam dinini istismar eden din tüccarlarına verdiğim cevaplarda, Kuran
ayetlerine atıfta bulunmamı eleştiriyor ve “Aklın gereği olan en yalın gerçekler için
dayanak olarak neden illâ da ayet aramış ve sıralamış olduğunuzu anlayabilmiş değilim… Bunu akıl etmek
için ayet gerekmez. Bu husus, asgarî bir zekâya sahip olmak kaydıyla Müslüman
olmayanların dahi genel kültürleri icabı bilebilecekleri bir husustur” diyor.
Demokrasinin olmazsa olmaz şartı olan
“laikliğin” özümsendiği ülkelerde, koyu dindar da olsa, hiç
kimse içinde yaşadığı demokratik laik devleti, dini esaslara dayalı bir rejime
dönüştürmeye çalışmaz.
Aynı şekilde, demokratik laik düzeni içselleştirmiş
siyasi partiler de, dini istismar ederek ve sömürerek rejimi değiştirmeye çalışmaz.
Söz konusu siyasi partiler, bırakın rejim değişikliğini, dini siyasete alet
ederek oy kapmayı bile akıllarına getirmezler.
Diğer taraftan, demokrasiyi ve laikliği özümsemiş
bilinçli seçmen de, koyu dindar da olsa, dini değerleri istismar eden siyasi partilere
pirim vermezler ve bu tür siyasetçileri baş tacı yapmazlar.
Netice olarak, hepimizin özlemini çektiğimiz gerçek
demokrasiler:
·
Ağaya, beye, hocaya, efendiye, şeyhe, şaha ve padişaha hür iradesini teslim
etmeyen, biat etmeyi insan onuruna yakıştıramayan, aklı hür ve vicdanı hür
bireyler ister.
·
Tarikatlar, cemaatler ve aşiretler, bireysel özgürlükleri ve demokratik
hakları ipotek altına alamazlar.
·
Eğer demokrasimizle, siyasi partilerimizle ve seçmenimizle bu olgunluğa
ulaşmış olsaydık; ağızlarını din, iman, peygamber ve Allah adıyla eğip büken
din tüccarları ortalıkta cirit atamazdı. Seçmenlerimiz de bu gibi sahtekârlara
kanarak onları başlarının üstüne koymazlardı.
·
O zaman, benim gibi birisi de “Ey millet dindar geçiniyorsunuz ama din bu
değil, bu hayâsızlar sizi Allah adıyla aldatıyorlar, gözünüzü açın ve
aldanmayın, şimdiye kadar defalarca aldatılmaktan ve sömürülmekten bıkmadınız
mı?” diyerek dini referanslara atıfta bulunmak ihtiyacını duymazdı.
Bu gün maalesef;
1. Bu ülkenin vatansever gerçek aydınları, din
tüccarı yobazlara yenilmiştir.
2. Bu ülkenin öğretmenleri, cami imamlarına
yenilmiştir ( gerçek aydın imamları tenzih ederek söylüyorum).
3. Bu ülkenin sözde Atatürkçüleri, gerçek
Atatürkçülüğün esasını özümseyemedikleri için Türkiye Cumhuriyeti ile hesabı
olanların torunlarına meydanı kaptırmışlardır.
4. Bu Cumhuriyetin bazı anayasal kurumları
tarikatların ve cemaatlerin denetimine geçmiştir.
5. Bu ülkenin pek çok yerinde medeni hukuk
düzeni değil, tarikat ve cemaatlerin yarattığı mahalle baskısı geçerlidir.
Kendi kendinize hiç sordunuz mu, bu Cumhuriyet bu
kadar çok Cumhuriyet karşıtını nasıl üretti? Laiklik taraftarı Cumhuriyetçiler
bu halkı neden kaybettiler ve Cumhuriyetle hesabı olanlar bu halkı nasıl
yanlarına çektiler? Tarikatlar ve cemaatler birdenbire, adeta devlete meydan
okuyacak şekilde nasıl güç odakları haline geldiler?
Çünkü bu Cumhuriyetin Atatürkçü geçinen elitleri
halktan koptu. Yazılı ve görsel medyada, sıradan vatandaşın anlamayacağı
tumturaklı laflarla, birbirlerine ne kadar entelektüel olduklarını kanıtlama
yarışı içine girdiler. Hedef kitleleri sıradan vatandaş değildi ve halka
ulaşmak gibi bir dertleri yoktu.
Beğenmediğimiz din tüccarları (siyasal İslamcılar) ile
Cumhuriyetle hesabı olanlar ise, vatandaşın anlayacağı tarzda sade, basit ve
anlaşılır cümlelerle halka ulaşmayı ve onların dini hassasiyetlerine hitap
etmeyi bildiler.
Prof. Dr. Şerif MARDİN’e göre; “ Mahalle baskısı denen olgu, sınıf, gelenek
ve din gibi öğelerden meydana gelen bir kültür karışımıdır. Eylem ve
söylemleriyle bu kültür karışımının dışına düşenler ve bu karışımın kökenini
anlayamayanlar kaybediyor. Buna, halkı anlama birikimi de diyebiliriz. Örneğin;
Turan GÜNEŞ, Paris’te eğitimini almış ve batı kültürüyle yetişmiş tam anlamıyla
laik bir politikacıydı. Ama Batı kültürünü Türk kültürüyle bağdaştırarak halkı
batının değerleriyle buluşturmayı başarmış ve yönlendirebilmiş bir
politikacıydı” diyor.
Bu ülkenin vatansever aydınlarına öneriyorum;
·
Lütfen, kenar mahalle ve köy kahvelerine gidip, oradaki insanlarla sohbet
ediniz.
·
Köy öğretmeni ve cami imamlarıyla konuşunuz.
·
Mahalle
esnafının düşüncelerini öğrenmeye çalışınız.
·
Siyasal İslamcılar tarafından hiç aksatılmadan düzenlenen ev sohbetlerinde
neler konuşulduğunu ve ev hanımlarına nasıl ulaşıldığını gözlemlemeye
çalışınız.
·
Ayrıca, Ortadoğu Uzmanı Fransız Profesör Gilles KEPEL tarafından yazılmış
olan CİHAT isimli kitabı okuyunuz. Bu kitapta İran, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus,
Pakistan, Afganistan ve Endonezya gibi Müslüman ülkelerde radikal İslamcıların
halkı nasıl yanlarına çektiklerini, yönetimlere nasıl nüfuz ettiklerini ve din
adına yapılan katliamları okuyacaksınız ve Türkiye’de uygulanan yöntemlerle
birebir örtüştüğünü göreceksiniz.
Size bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum:
1.
Televizyonlarda ve mitinglerde “kahrolsun şeriat yaşasın laiklik” diye bağıran
sözüm ona Atatürkçü elit, Cumhuriyeti koruduğunu zannediyor.
Bildiğiniz gibi şeriatın lügat
anlamı hukuk demektir. Fakat kenar mahalle ve köy kahvelerindeki sıradan
vatandaşla konuştuğunuz zaman “Beyim şeriat demek İslam ve kuran-ı Kerim demektir. Bu dinsiz laikler benim
dinime küfrediyor ”
diyorlar. Vatandaşın kafasında bu algıyı yarattıktan sonra, bu halkın laik
Cumhuriyete sahip çıkmasını nasıl bekleriz?
2. İşte size, gazetelere yansıyan bir haber; “Eylül ayında bir belediye tarafından
düzenlenen “Demokrasi ve Anayasa” konulu panelde, konuşma yapan bir yazar;
“Şu an benim karşımda güzel bayanlar oturuyor, onlar da benim gibi insan. Türbanlı bir bayan görünce erkekliğimi hissediyorum” diyor.
“Şu an benim karşımda güzel bayanlar oturuyor, onlar da benim gibi insan. Türbanlı bir bayan görünce erkekliğimi hissediyorum” diyor.
Bu “hakaret”
üzerine, salonda bulunan “başörtülü hanımlar”
toplantıyı terk edince, içeride kalanlar “slogan” atmaya başlıyor: “Türkiye laiktir, laik kalacak!”
Eğer bu haber doğruysa, bu kadarına da pes diyorum.
Laikliği ve laik Cumhuriyeti savunmak bu mudur? Bu Mütedeyyin dindar sıradan
vatandaşı laikliğe ve laik Cumhuriyete düşman etmez mi? Din tüccarlarının
ekmeğine yağ sürmez mi? Böyle Atatürkçülük mü olur?
3. Bu gibi saçmalıklar nedeniyle, dini
siyasal çıkarları için kullanmayı alışkanlık haline getiren birilerinin “Referandumda evet oyu vermek vaciptir ve
umreye gitmekten daha sevaptır ” sözü, bu ülkenin mahallelerinde ve camilerinde süratle
dolaştırılmış, imamlar tarafından cemaate yeminler ettirilmiştir.
4.
Yine
bu ülkenin insanları, İslami holdingler kuracağız ve sizlere kar payı vereceğiz
diyen din tüccarları tarafından Allah adı kullanılarak defalarca aldatılmıştır.
Mütedeyyin dindarların dişlerinden ve tırnaklarından arttırdıkları birikimleri
böylece yok edilmiştir. Bütün bu acı deneyimlere rağmen; din, iman, Allah ve
peygamber sözlerini kullanarak insanlarımızı hala aldatmak mümkündür ve bunun
en son örneği Deniz Feneri (Av)’dir.
5.
Lafa
gelince, Müslümanlığı hiç kimseye bırakmayan birtakım insanlar, 13 yaşındaki
kız çocuklarına bile cinsel tacizde bulunabilmekte ve bu ahlaksızlıkları ortaya
çıkınca, belki imam nikâhı kıymıştır diyerek dini bir mazeret uydurma
hayâsızlığına sığınmaktadırlar.
6.
Helal
gıda, helal giyim, helal evlilik sitesi ve helal seks mağazası gibi akla hayale
gelmedik her alanda dini değerler ve semboller fütursuzca istismar
edilmektedir.
7. Bugün yazılı medyanın %60’ı ve Görsel
medyanın % 70’i siyasal İslamcıların eline geçmiştir. Bu medya kuruluşları dini
değerleri kullanarak bıkmadan usanmadan 365 gün 24 saat Atatürk Cumhuriyeti’nin
kuruluş felsefesine ve temel kurumlarına saldırmaktadırlar. Türk Ordusu
mensuplarını İslam karşıtı olmakla itham eden yayınlardan etkilenen bir
okuyucunun gönderdiği yorum söyle:
“ Bu Orduyu 3’e bölüp; bir kısmını Ermenilere, bir kısmını Yunanlılara, bir
kısmını Yahudilere verelim. Biz de kurtulalım… Bizim askerimiz dimimize karşı,
geleneklerimize karşı, Osmanlıya karşı, tarihimize karşı, milletimize karşı, ne
diye besliyoruz bunları”
Size bu tür binlerce okuyucu yorumu gösterebilirim.
Arz ettiğim bu örnekler; bölücüler, siyasal İslamcılar
ve din tüccarları tarafından, mütedeyyin Müslümanların dini duygularının nasıl
istismar edildiklerini, beyinlerinin nasıl yıkandığını ve nasıl
yönlendirildiklerini göstermektedir. Dini alanın tamamen din tüccarlarına,
tarikatlara ve cemaatlere terk edilmesinin bedelinin ağır olacağı endişesini
taşımaktayım.
Halk dalkavukluğu yapmadan açıkça konuşmak
gerekirse;
·
Bugün halkımızın ortalama eğitim seviyesi ilköğretim düzeyindedir.
·
Aşiret, tarikat ve cemaatler, sosyal hayatın kılcal damarlarına kadar nüfuz
etmiş olup, sorgusuz sualsiz itaat (biat) kültürü yaygınlaşmıştır.
·
Bu nedenle, insanlarımızda okuduklarını ve dinlediklerini sorgulama
alışkanlığı gelişmemiştir.
·
Halkımız maalesef okumayı sevmiyor. Bu nedenle, dini hassasiyetleri
olmasına rağmen Kuran-ı Kerimi açıp okumuyor.
·
Hacının, hocanın ve mahalle vaizlerinin yalan yanlış söylediklerine itibar
ediyor.
Evet, halkımız genelde sağduyu sahibidir.
Ama dini meselelere gelince akan sular durmaktadır. Siz hiç, şeyh ve hocaların
söylediklerine, beyinleri sorgusuz sualsiz itaate şartlanmış insanların yanlış
inanışlarını, akıl ve mantık yoluyla değiştirmeyi denediniz mi?
Bu şekilde şartlanmış insanlarla dini konularda akıl
ve mantık yoluyla iletişim kuramıyorsunuz. Hepsi adeta buzdan duvar kesiliyor.
Sizi dinlemiyorlar bile. Onlar için doğru olan, cami hocalarının ve ev
sohbetlerine giderek halkı şartlandıran gezici vaizlerin söyledikleridir.
Eğer “Bak kardeşim, filan ayet şöyle söylüyor. Bu nedenle hocanın ve gezici
vaizin söylediği doğru değil. Günaha girmemek için, her söylenene inanma biraz
da aklını kullan”
deyince, sizi can kulağıyla dinlemeye başlıyorlar ve iletişime
geçiyorlar.
Evet, okuduğunu, dinlediğini ve yaşadığını sorgulamaya
alışmış beyinlerin bazı şeyleri algılaması ve akıl etmesi için illa da ayet
gerekmediğini ben de biliyorum. Ama teorik doğrular ile hayatın gerçekleri her
zaman örtüşmüyor.
Kabul etseniz de, etmeseniz de, hayatın akışı içinde
din çok önemli sosyal bir olgudur. Dini alandaki meseleler, sorgusuz sualsiz
inanmayı ve iman etmeyi gerektirir. Kötü niyetli kişilerin, kendi siyasal ve
ekonomik çıkarları için, dini alanı istismar ettikleri ve cahil kitleleri
istedikleri gibi yönlendirdikleri bilinen bir gerçektir.
Eğer “CİHAT” isimli kitabı okursanız; “din adına
beraber yola çıkanların, bir müddet sonra birbirleriyle dindarlık yarışına
girdiklerini ve zaman içinde birbirlerini dinden çıkmakla suçlayıp, katli
vaciptir fetvalarıyla yoldaşlarını ve insanları öldürdüklerini” görürsünüz.
Sözde laik fakat özde laik olmayan bir ülkede “ tarikatların, cemaatlerin, şeyhlerin,
hocaların ve gezici vaizlerin ayetlerle yalan yanlış şartlandırdığı kitleleri,
biz ayetlere atıfta bulunmadan akıl ve mantık yoluyla doğruyu gösterip ikna
edeceğiz”
dersek yanılırız. Böylece dini alanı, bugüne kadar olduğu gibi, din tüccarları
ile tarikat ve cemaatlerin hâkimiyetine bırakmaya devam ederiz. Bu suretle,
onların değirmenine su taşırız diye düşünüyorum.
Allah adını ağzına almamayı, mütedeyyin Müslümanları galeyana getirecek
şekilde kahrolsun şeriat diye bağırmayı, Antalya’da çarşaflı kadınların
çarşaflarını yırtmayı, türbanı rahibe kıyafetiyle özdeşleştirmeyi ve dindar
kesimi tahrik edercesine onların dini hassasiyetlerine saldırmayı laiklik
zanneden zihniyet siyasal İslam’ın, tarikatların ve cemadatların değirmenine su
taşımaktadır.
Teorik olarak, laikliğin sözde ve özde özümsendiği ülkelerde,
hiç kimse dini istismar etmediği için, hiç kimse de ayetlere atıfta bulunmak
ihtiyacını duymaz. Ama teorik doğrular her zaman gerçek yaşamla uyuşmuyor. Yeri
zamanı gelince dini kullanan yobazların yanlışlarını ayetlere atıfta bulunarak
çürütmeye çalışmanın, nasıl dincilerin değirmenine su taşımak veya dini
propaganda yapmak olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. O zaman bırakalım, dini
alanda tarikatlar, cemaatler, şeyhler, şıhlar, hacılar, hocalar bildikleri gibi
at koştursunlar. Halkı istedikleri gibi yönlendirsinler, din adına Cumhuriyetin
temellerini dinamitlesinler, bölücülerle işbirliği yapsınlar ve çıkarları için
halkı soyup soğana çevirsinler, bunu mu istiyoruz? İşte bu zihniyet nedeniyle:
·
Öğretmen cami imamına yenilmiştir.
·
Laik kesim, tarikat ve cemaatlere yenilmiştir.
·
Aklı hür ve vicdanı hür bireyler yerine şeyhine ve hoca efendisine aklını
ve vicdanını ipotek etmiş müritler orduları çoğalmıştır.
·
Araştıran ve sorgulayan yurttaşlık bilinci yerine biat kültürü gelişmiştir.
Atatürk’ün 1927 yılında, ilk Diyanet İşleri Başkanı
Rıfat Börekçi hocaya hutbelerin dili ve önemi konusunda söyledikleri şu sözleri
dikkatle okumanızı öneririm;
“Hocam, camilerimizde okunan hutbelerden milletimiz tam aydınlanıyor mu?
Senden isteğim, ayetlere dayanan bir hutbe kitabı hazırlanması. Çünkü bizim
dilimiz Türkçedir. Okunan hutbeler de siz daha iyi bilirsiniz ki Arapça
aktarılmaktadır. Milletimiz bu yüce İslam Dinini çok iyi anlamamaktadır. İyi
anlaşılması için açık bir Türkçe ile hutbelerin vatandaşımıza seslenmesini
istiyorum. Bu büyük milletin diniyle, kültürüyle daha iyi büyüyeceğine
inanıyorum. Yalnız dinimiz, bilginin ışığında müspet ilimler yolunda ele
alınmazsa, vatanımız ve milletimiz için bir felakettir…”
Görüldüğü gibi Atatürk, dini alanı din tüccarlarına
terk etmenin yaratacağı felaketi sezmiştir.
Evet, büyük Atatürk’ün dediği gibi; “ Yüce dinimiz, bilginin ışığında ve müspet
ilimler yolunda halkımıza çok iyi anlatılmalıdır.”
Bazı kimseler, Atatürk’ün söz ve yazılarından cımbızla
çekilmiş bazı cümlelere atıfta bulunarak, sanki Atatürk dine karşı mesafeliymiş
ve hatta ateistmiş izlenimini yaratıyor. Buna dayanarak; “ Kardeşim mademki laiksin ve Atatürkçüsün, o
halde dini, imanı ve ayetleri ağzına alma” demeye çalışıyor. Bu düşüncede olanların; ön
fikirlerinden arınıp Atatürk’ü iyi incelemelerini ve araştırmalarını
öneriyorum. Çünkü Atatürk tarafından çıkar tezgâhlarına çomak sokulan din
tüccarları da müritlerine “ Atatürk’ün din karşıtı ve hatta ateist olduğu”
çamurunu yapıştırmaya çalışıyorlar. Katıksız Atatürkçü olduğunu iddia edenlerin
din tüccarlarıyla aynı noktada buluşmaları size garip gelmiyor mu?
Anayasa referandumu sürecindeki söylem ve eylemleri
şöyle bir hatırlayalım:
·
Bu referandumda;
1. Habur görüntüleri seçmeni etkilememiştir.
2 Terörist başıyla pazarlık iddiaları seçmeni
etkilememiştir.
3. Şehit tabutları seçmeni etkilememiştir.
4. Yolsuzluk ve yoksulluklar seçmeni
etkilememiştir.
5. İnsanların yatak odalarına varıncaya kadar
dinlenmeleri seçmeni etkilememiştir.
·
Bu referandumda;
1. Evet, oyu vermek vaciptir ve umreye gitmek
kadar sevaptır sözü seçmeni etkilemiştir.
2. Umredeki bir hocanın “ umreden erken
dönmeyelim de, ortalığı hayır diyecek kâfirlere mi bırakalım” söylemi etkili
olmuştur.
3. Cami önünde “evet” propagandası yapmak
etkili olmuştur.
5. Devlet parasıyla verilen bedava iftar yemekleri etkili olmuştur.
6. Tarikat şeyhleri ve cemaat hocalarının
işareti etkili olmuştur.
Netice olarak; din tüccarlığına dayalı siyaset
pirim yapmaktadır. İyice yoksullaşan halk, dünya nimetlerinden ümidini
kesmiştir. Hiç olmazsa dinimize sahip çıkarak sevaba girelim ve ahretimizi
kurtaralım telaşı içindedir. Tam da istenen budur.
Diğer taraftan devlet yöneticileri ile bazı gazete ve
köşe yazarlarına yönelttiğim eleştiri, dilek ve şikâyetlerde Kuran ayetlerine
atıfta bulunmamı yadırgayan sayın okuyucu; “Onlar, anayasamıza ve yasalarımıza
göre, lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticisi olmak durumundalar. Onlara
iletilecek bir görüş ve şikâyetiniz varsa, yine aynı lâik anayasa ve yasalar çerçevesinde
cevap vermeliydiniz” diyor.
Onların bugüne kadarki geçmişleri, eylemleri ve
söylemleri kayıtlara geçmiş durumdadır ve bunları cümle âlem biliyor.
Ayrıca, eylemleri ve söylemleriyle laiklik karşıtı
olan, laikleri dinsiz olmakla damgalayan ve mütedeyyin dindarları kışkırtan
odaklara, sanki “laik MİŞ” gibi davranmamız neyi değiştirir. Kusura bakmayın
bugüne kadar “…MİŞ” gibi davranarak bu ülkeyi bu hale getirdiler. Bunun adı “sindire sindire alıştırmaktır.” Acaba bunu mu istiyoruz?
Ordu mensuplarının, eşlerinin ve çocuklarının imanını
yargılamaya kalkan densizlerin şirke girdiklerini ayetleri referans göstererek
kanıtlamanın ve onların istismarcılıklarını teşhir etmenin ve bu suretle
mütedeyyin Müslüman halkımızı uyarmanın ne mahsuru var.
“Sen laiksin dinden bahsetme, sen laiksin Allah adını ağzına alma, sen
laiksin AYETLERE ATIFTA BULUNMA” zihniyeti din istismarcılarının değirmenine su
taşıdı ve su taşımaya devam ediyor.
Laiklik taraftarları ile dini hassasiyetlerini ön
plana çıkaran konuşmacıların televizyon tartışmalarına hiç dikkat ettiniz mi?
Din tüccarları, tartışmayı süratle dini alana çekiyorlar ve ağızlarını din,
iman, Allah ve Peygamber adıyla eğip bükerek halkımızı etkileyebiliyorlar ve
laikliği savunanları sanki din karşıtıymış durumuna düşürüyorlar. Bu tür din
tüccarlarına “Bak
kardeşim senin söylediklerin şu nedenlerden dolayı İslam dinine aykırı, bana
Müslümanlık satmaya kalkma da sadede gel” diyerek onları susturabilseydik ve “kahrolsun şeriat” söylemleriyle halkın tüylerini diken
diken etmeseydik daha iyi olmaz mıydı?
Sonuç olarak; ülkesiyle ve milletiyle bölünmez
bütünlük temeline dayalı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Atatürk
Cumhuriyeti sevdalıları:
·
Siyasal ve maddi çıkarları için dini istismar etmemeli,
·
Ama din tüccarlarının maskelerini düşürerek onları teşhir de edebilmeli,
·
Eylem ve söylemleriyle din karşıtı olmadıklarını aksine dine saygılı
olduklarını gösterebilmeli,
·
Kendi kültürüne yabancılaşmadan Batı kültürünü Türk kültürüyle
bağdaştırarak, batının değerleriyle buluşmayı başarabilmeli diye düşünüyorum.
Saygılarımla.
Hikmet YAVAŞ (İZMİR)
Dip Not:
DİNDE YOZLAŞMAYI ENGELLEYİP ÖNLEMEK, KURAN’DAKİ İSLAMI
ANA KAYNAĞINDAN ÖĞRENMEK VE BİLMEK, HEM HER MÜSLÜMANIN GÖREVİDİR VE
HEM DE MÜSLÜMAN OLSUN VEYA OLMASIN HER ATATÜRKÇÜNÜN GÖREVİDİR.
(Konularına
Göre Kuran Mesajı derleme çalışmasının yapılma gerekçesi de bu görevin
yapılmasıdır.)
KURAN’DAKİ İSLAM’ A İNANIP UYGULAMAK İSE, ATATÜRKÇÜ OLSUN VEYA
OLMASIN SADECE HER MÜSLÜMANIN AYRICALIĞIDIR.
“İnsanlardan bazısı şöyle der: "Ey Rabb'imiz, bize
dünyada ver." Böylesi için ahirette bir nasip yoktur. Onlardan kimi de
şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, ahirette de
güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru. İşte böyle diyenlere kazandıklarından
bir nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür."(2 / Bakara / 200 – 202)
Allah, seçim ve tercihi size bırakmıştır.
Referansınız
(başvuru kaynağınız) "İslam" ise; Doğruyu
bulacağınız, Doğru Kitap Kuran'dır.
Konularına Göre Kuran Mesajı derlemesi,
Ana dilimizde “Doğru Bilgi Ana Kaynağı” nın kullanılmasına imkân ve
katkı sağlayabilmek amaç ve niyetiyle, Kuran’ın ışığında bir kısım “Kitap”
bilgisini, yorumsuz olarak doğrudan Kuran ayetleriyle, zandan azade, aklını ve
gönlünü işleten “Nasip Sahipleriyle” paylaşabilmek için yapılmıştır.
Allah Kelamın algılanıp anlaşılmasında,
gerçeğe ulaştıran yollardan bir yol, hakikate açılan kapılardan bir kapı olması
umulmaktadır.
{Konuyla İlgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler, “KONULARINA GÖRE KURAN MESAJI” ve “RESUL KUR’AN’IN KUR’AN TEFSİRİ“ nin de dâhil olduğu “ATATÜRK VE RESUL KUR’AN - (MKA) 41 E
KİTAP” ı, güncellenmiş
indirme linkinden [ (
bakınız: http://kemaladal.blogspot.com.tr/), (HIZLI BAĞLANTILARIM VEYA ÖNE
ÇIKAN YAYIN) ]Bilgisayarlarına
indirip, arşivleyerek inceleyebilir ve paylaşabilirler.}
Allah’ın Selam, Rahmet ve Bereketi ile Mağfiret ve Hidayeti, Dileyenin üzerine olsun.
Allah’ın Selam, Rahmet ve Bereketi ile Mağfiret ve Hidayeti, Dileyenin üzerine olsun.
"Kim güzel bir
işe aracı olursa ondan ona bir pay vardır. Kim kötü bir şeye aracı olursa ondan
da ona bir pay vardır. Allah her şeye,
herkese gıda ulaştırır, Mukît'tir." 4.
sure (NİSA) 85. ayet
M. Kemal Adal
adalkemal1@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder