Din açısından Kuran’ın ışığında bakıldığında, İnsanın yaradılış amacının deneme / imtihan (sınav) olduğu açıkça görülür. Doğumdan ölüme kadar geçen yeryüzü (dünya) yaşamı, baştan sona bir sınavdır.
“Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi
imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Azîz'dir O, Gafûr'dur.” (67/2)
“Yemin olsun, içinizden gayret gösterip didinenlerle
sabredenleri bilinceye kadar, sizi belalarla imtihan edeceğiz. Haberlerinizi de
eleyip tarayacağız.” (47/31)
“Her canlı, ölümü tadacaktır. Biz bir imtihan olarak sizi
şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” (21/35)
Dünya âleminde / yeryüzünde insanın bu imtihanı,
Mutlak Adil olan Allah’ın, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak
her şeyin, her şeyini ve halini, zamanını ve mekânını, sıfatlarını ve her türlü
özelliklerini bir anda ve bir arada, ezeli ve mutlak ilmiyle bilip, ezelde ona
göre, o mahiyet ve şekilde takdir ve tahdit (sınırlama) ederek yazdığı “Kader”e, insanı mahkum
ve mecbur etmediğinin, en önemli delili ve en açık göstergesidir.
“İnsanlar, inandık demeleriyle kendi hallerine
bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar! Yemin
olsun ki biz, onlardan öncekileri de fitne yoluyla denemişizdir. Allah, özüyle
sözü bir olanları elbette bilecektir. Ve O, yalancıları da elbette bilecektir.
Yoksa o kötülükleri sergileyenler bizi geçeceklerini mi sandılar! Ne kötü hüküm
veriyorlar! Allah'a kavuşmayı umanlara gelince, şu bir gerçek ki, Allah'ın
belirlediği vakit mutlaka gelecektir. O, Semî'dir, Alîm'dir. Ve kim didinir,
gayret sarf ederse hiç kuşkusuz kendi benliği lehine gayret sarf etmiş olur.
Gerçek olan şu ki, Allah, âlemlere muhtaç olmaktan uzak, mutlak bir Ganî'dir.” (29/2-6)
Allah, insana peygamberleri ve indirip – gösterdiği”
Vahiy”, “İnsan”, “Kâinat” kitapları ile bilmediklerini öğretmiş, yolları
göstermiştir. İyilerden veya kötülerden olması artık insanın kendi
kazanımındadır.
“…Doğrusu şu: Allah dilediğini/dileyeni saptırır,
dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar…” (35/8)
“Doğrusu, biz insanı karışım olan bir spermden yarattık.
Halden hale geçiririz onu. Sonunda onu işitici, görücü yaptık. Biz onu yola
kılavuzladık. Artık ya şükredici olur ya nankör.” (76/2-3)
Emaneti yüklenen (33/72) İnsan, Allah’ın içlerinden
seçtiği peygamberlerinin söylediği ve Allah’ın indirip – gösterdiği” Vahiy”,
“İnsan”, ““Kâinat” kitaplarında bulunan hak veya bâtılı, Allah’ın istediklerini
veya yasakladıklarını, inanç ve davranışında
özgürce seçerek; sevabı ve günahı, kendi
inanç, seçim ve tercihine göre amelleriyle (yapıp ettikleriyle) kazanmak üzere,
yeryüzünde yaşam boyu süren, yapıp ettikleriyle iyilerin ve kötülerin ayırt edildiği
bir sınavdadır.
“Yoksa siz, Allah içinizden uğraşıp didinenleri seçmeden,
sabredenleri seçmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (3/142)
İnsanların Dünya sınavından başarılı çıkmaları, alacakları karşılıklar, insanın kendi öz
çabasına bağlanmıştır.
“Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası
yoktur.” (53/39)
“…Her benliğin kazandığı kendi üstünde kalır. Hiçbir
günahkâr, bir başka günahkârın yükünü taşımaz…” (6/164)
“Kim güzel bir işe aracı olursa ondan ona bir pay vardır.
Kim kötü bir şeye aracı olursa ondan da ona bir pay vardır. Allah her şeye,
herkese gıda ulaştırır, Mukît'tir.” (4/85)
“Her birinin, yapıp ettiklerinden kaynaklanan dereceleri
vardır. Rabbin onların işlediklerinden gafil değildir.” (6/132) ”… Amellerinin
karşılığı eksiksiz verilecektir, hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (46/19) “ O, onların neler yaptıklarını daha iyi
bilmektedir.” (39/70)
“İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince,
onlar için, yaptıklarına karşılık olarak barınacakları cennet konakları
vardır.” (32/19)
“Zalimlere, "kazanmış olduğunuzu tadın!"
denildiğinde, kıyamet günü o kötü azaptan yüzünü kim koruyabilir?” (3924)
Hayat,
senaryosunu Allah’ın yazdığı ve dileyip yönettiği, şuurlu ve sorumlu
varlıkların rollerini kendilerinin seçtikleri yaşamlarının, melekler tarafından
çekilen ve kaydedilen bir filmidir.
Bu filmi,
Ahirette amel defterlerimiz elimize verildiğinde baştan sona tekrar izleriz ve
kazanımlarımızın yaşarken aldığımızın dışında kalan karşılığını da hiç eksiksiz
alırız.
Performansımızla
(inanç ve eylemlerimizle) Allah’ı hoşnut edebilmişsek, lütfuyla hakkımızın
fazlasıyla ödüllendiriliriz.
Yaşamımız sınavımızdır. Sınayan Allah, sınanan
benliğimizdir. Benliğimizi temizleyip arındıran da veya onu kirletip örten de
inanç ve amellerimizdir, eylemlerimizdir.
“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene. Ardından
da ona bozukluğunu ve takvasını ilham edene andolsun ki, Benliği temizleyip
arındıran, gerçekten kurtulmuştur.Onu kirletip örtense kayba uğramıştır.” (91/7-10)
Bu
çerçevede ve Allah’ın buyurduğu: “Ben, cinleri ve
insanları bana ibadet etmeleri / benim için iş yapıp değer üretmeleri dışında
bir şey için yaratmadım.” (51/56) ayetinin ışığında konuyu
değerlendirdiğimizde açıkça görebiliriz ki:
İbadet deyince çoğunlukla namaz,
oruç, hac, zekât gibi düzenli ibadetler anlaşılsa da, ibadet yalnız bunlardan
ibaret değildir.
İbadet, sadece veya ağırlıklı olarak,
İnsanın Allah’a karşı olan sorumluluklarında, Allah’ın rızasını kazanacak işler
yapmak da değildir.
İbadet
aynı zamanda belki de daha ağırlıklı olarak, insanın kendine ve topluma karşı
olan sorumluluklarında da işlerini, Allah’ın rızasını kazanacak şekilde yapmak;
Allah’ın istediği gibi yaşamak; mümkün oldukça çok sayıda insana, hatta diğer
canlılara ve doğaya yararlı olmaktır.
Kuran’ın özü ve özetle istediği, bir cümle ile: Tevhid ve
Ahirete imanla, Salih Ameldir. (2/62)
TEVHİD, Allahın varlığına ve birliğine / tekliğine imandır.
AHİRETE İMAN, ölümden sonra yeniden diriltilmeye inanmaktır. Bu inanç, meleklere,
kitaplara ve resullere inanmayı da içerir.
SALİH AMEL: “Doğru ve yararlı iştir. Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp, O’nun
istediği gibi yaşamak; mümkün oldukça çok sayıda insana, hatta diğer canlılara
ve doğaya yararlı olabilecek şeyler yapmak; meşru ölçüler çerçevesinde herkesle
barış ve uzlaşma çabası göstermek gibi yapıcı davranışları içine alan geniş
kapsamlı bir kavramdır.” (Diyanet işleri Başkanlığı, Kuran Yolu Tefsiri, Cilt:IV, Sayfa:618)
Yapılan iş (amel / eylem),
her ne olursa olsun; o işi / eylemi, ibadet (Salih amel / iyi, güzel iş /
beğenilen eylem) haline getiren temel unsur ise “Takva”dır.
TAKVA: Allaha karşı saygılı olmak ve O’nun emirlerine karşı gelmekten
sakınmaktır; Yaratıcıyı gerektiği şekilde kavrayarak dürüst yaşamaktır; Her
zaman ve her işte, her şeyde Allah’ın rızasını gözetmek ve O’nun hoşnutluğunu
kazanmaya çalışmaktır.
Takva dini literatürde, iman edip emir ve
yasaklarına uyarak, Allah'a karşı gelmekten sakınmak, dünya veya ahirette
insana zarar verecek, ilâhî azaba sebep olabilecek inanç söz, fiil ve
davranışlardan ve her türlü günahtan sakınmak anlamına gelir.
Yapılan bir iş, Allah’ın
rızasının olduğu bir iş ise ve bu iş Allah’ın hoşnutluğunu kazanacak şekilde
yapılmışsa, İşte bu Allah’a kulluk ve ibadettir ve ibadet sadece kulların
yararınadır:
“ Gerçek olan şu ki, Allah,
âlemlere muhtaç olmaktan uzak, mutlak bir Ganî'dir.” (29/6) ayetinden de açıkça anlaşılacağı gibi,
Allah’ın bizim ibadetlerimize ihtiyacı yoktur.
İbadetin
ve Allah’a kulluğun yararı ve hikmeti:
İbadetin ve Allah’a kulluğun yararı,
insanın bizzat kendisine ve içinde bulunduğu toplumdaki diğer insanlaradır,
hatta diğer canlılara ve doğayadır.
Bu
bağlamda, insanın Allah’a karşı sorumluluğunu yerine getiren işlerinde,
Allah’ın rızasını kazandıran iman ve imana dayalı olarak yapılan ibadetler,
aslında, insanın olgunlaşarak bizzat kendisine ve içinde bulunduğu toplumdaki
diğer insanlara karşı olan sorumluluklarındaki işlerinde de Allah’ın rızasını
kazanacak şekilde, seçme ve tercih ile tutum ve davranış değişikliğini
kazanmasına da vesile olurlar.
Bu tür,
doğrudan Allah ile kul arasında olan ibadetler, Allah’ın bunlara ihtiyacı
nedeniyle değil; İnsanları iyiye,
güzele, doğruya götürdüğü, hidayete erdirdiği için (din müşterek şebekesinin /
ağının başlangıç nirengi değerleri olduğu için) öncelikli ve önemlidir.
Şayet bu ibadetler, insanın kendine ve
topluma karşı olan sorumluluklarında da kişinin, takva ile iş görmesine,
kötülüklerden korunmasına, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda didinmesine
sebep olmuyorsa; sonuçta kişi salih amel üretmiyorsa; kişinin özü, sözüne
uymuyor ve iman onun kalbine girmemiş demektir:
“Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki:
"Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize
girmemiştir…” (49/14; Bakınız: 49/13-15)
Bu sebep
ve hikmetledir ki, İslam’ın da şartlarından olan, namaz, oruç, hac ve zekât
gibi düzenli ibadetler, Allah’ a kulluğun ve ona tapınmanın / ibadetin de
temeli olarak kabul görmüştür. Onlardan
yoksun bir benliğin, kendine ve toplumuna karşı sorumluluklarını Allah’ın
rızasını gözeterek ve O’nun hoşnutluğunu kazanacak şekilde yapması, Kuran’ın
öğrettiği gerçeğe göre, muhaldir (İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Batıl, boş söz. Hurafe olan
nazariye.)
Allah’ın
rızasını kazanmak için yapılan her iş, İbadet ve Allah’a kulluktur.
İnsanın
Allaha karşı olan sorumluluklarında, şüphesiz ki İslami esaslarına uygun olarak
yapılanların her biri, bir ibadettir. Benim vurgulamaya çalıştığım, Kuran’da
bildirilenler doğrultusunda, Allah’ın rızası gözetilerek, Allah’ın
hoşnutluğunu kazanmak niyet ve maksadıyla (takva ile) yapılan her işin ama her
işin de ibadet ve Allah’ a kulluğun ameli bir ifadesi olduğudur.
“Sevap”
olan işi yapmak kadar, “günah” olan işi yapmamak da ibadettir.
Üstelik günahtan (dinen yasaklanandan) - ki onun yapılması
kesinlikle kötü, yanlış, zararlıdır - kaçınmak, sakınmak, “sevap” olanı yapmada
daha önceliklidir.
İnsanın yaşamı, hayatı, insanın
yapması gerekli olan çalışmalar ve işler ile doludur. Bu çalışma ve işlerin /
eylemlerin hangisinde “Takva” varsa orada, Müslümanlık / Allah’a teslimiyet,
iman ile Allah’a kulluk ve ibadet de vardır.
Kuran’daki
kavramların anlamı bağlamında, Allah’a kulluk ve ibadet, bir yaşam tarzı
olarak, Allah’ın istediği bir yaşayışı seçmek ve öyle yaşamaktır.
Allah’a, Hakk’a hizmet,
halka hizmettir. İnsanın kendisine, ailesine,
akrabasına, milletine, insanlığa, doğaya ve tüm canlılara hizmettir. Allah’a
ibadet ve Allah’a kulluktan bunların her birinin yararı ve ayrı payı vardır.
Allah’a ibadet ederek O’na kulluk eden, Allah’tan başkasına kulluk etmeyen
insan, aslında bu kulluğu ile tüm varlıklara hizmet etmekte, tüm varlıkların
yararına çalışmaktadır.
İmanlı
insanlar, inançları gereğince, hem dünya ve hem de ahiret güzellikleri için
çalışıp çabaladıklarından, çabaları için alacakları karşılık; Allah’ın mutlak ve şaşmaz adaleti
istikametinde, Allah “Rahman” sıfatının gereği ve
tezahürü olarak hem
dünyada ve Allah’ın “Rahim” sıfatının gereği ve tezahürü olarak hem de
ahirette, kazandıklarından bir nasip olacaktır:
“Onlardan kimi de şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize
dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından
koru.” İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı
çok çabuk görür.” (2/201-202)
M. Kemal
Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder