Cazim Gürbüz
hcazimgurbuz@hotmail.com
01.05.2012
Hacdan
gelmiş muhterem, soruyorum
“Hacım, hacda, bağırdın mı
‘lebbeyk allahümme lebbeyk’ diye”,
“Bağırmadan olur mu? Tabii ki
bağırdık” yanıtı
geliyor
.
.
“E peki anlamı ne o bağırdığının?” diye yine soruyorum, bilmiyor Hacı.
Hacda onu yönlendiren Diyanet Görevlisi de öğretmemiş, öğretmeye gerek
duymamış, Arapçası yeter nasılsa. Yeter mi? Yetmez, biz yazalım anlamını: “Buyur Allah’ım buyur, işte kapına
geldim, buradayım” demek.
Camii cemaatinden bir başka muhtereme soruyorum:
“Namazda secde edince ‘Sübhane
Rabbiye'l-ala’ diyorsun, hiç düşündün mü, bunun anlamı ne?”
Düşünmemiş, bilmiyor; hocalar,
vaizler, müftüler de düşündürtmemişler.
“Ulu Tanrım! Kusur ve eksiklik yoktur sende” diyorsun, diyorum
“Ulu Tanrım! Kusur ve eksiklik yoktur sende” diyorsun, diyorum
“Yaa… Ne güzel diyormuşum” diyor.
Son yıllarda bir ezan duası icat ettiler, yarım yüzyıldır camiye gideriz, görmemiştik, duymamıştık böyle müezzinin ezan sonrası Arapça dua okumasını, cemaatin de anlamını bilmeden elini kaldırmasını (Bu cemaat aslında ezanın da anlamını bilmiyor, bana inanmayan çevirsin camiden çıkan birini sorsun).
Bu cemaatin ataları da böyleydi. Kur’an’ın mirasın paylaşımı ile ilgili ayetleri okunurken duygulanır, hüzünlenir ağlardı, çünkü anlamından haberi yoktu.
Çünkü onun din bilgini, mütedeyyin
kişi olarak bildikleri, Kur’an’ın bir başka dile asla çevrilemeyeceğini
söylüyorlardı.
Çok geriye, öyle Osmanlı’ya falan gitmeye gerek yok, Kâzım Karabekir; Büyük
Atatürk’ün Kur’an’ın mealini yaptırtmak istemesine karşı çıkmıştır. “Kartal Gözüyle Laiklik” adlı kitabımda
var ayrıntısı, muhafazakâr çevrelerin abartıp durdukları Prof. Ali
Fuat Başgil, “Din ve Laiklik” adlı kitabının 112.sayfasında “Kur’an’ı başka
dile çevirmek hem imkânsızdır, hem de manasız ve faydasızdır.” demektedir. Her iktidara yakın durup çıkar sağlamayı
adet edinen Türkiye Gazetesi 1990 yılında “Kur’an hiçbir dile
çevrilemez, hatta Arapça’ya bile” diye fetva vermişti.
Bu gibilere en iyi yanıtı, Türkiye’nin yakından tanıdığı, muhafazakâr bir yazar olan Samiha Ayverdi vermiştir. Okuyalım:
“Harun Reşit’in papağanı Yasin-i
Şerif’i ezbere okurdu. Ne ki, bu ezbercilik onu kuş olmaktan öteye geçiremediği
gibi, Kur’an ahlâkı ile amel etmeyip sadece ezbercilikte kalan kimseler için de
aynı kanunun geçerli olmasından tabii ne olabilir?” (Boğaziçi Dergisi Nisan 1986)
Evet öyle… Ülkemizde ne yazık ki Harun Reşit’in papağından artık mebzul miktarda var. Hafızlayıp duruyorlar, cemaat de sihirli sözcük ve güzel bir musiki parçası dinler gibi dinliyor.
Sünnet, abdest, namaz sözcüklerinin Farsça olduğundan bihaber olan din adamları var bu ülkede, bilenler de demiyor, dese “Türkçe de olabilir” akıl yürütmesi gelecek, der mi?
Bu konular Cumhuriyet’in ilk yıllarında tartışılmış bir genel kabule bağlanmıştı oysa. Şimdi öyle bir hale geldik ki, Osmanlı’nın son dönemlerinin bile gerisine düştük.
İlk mecliste, Erzurum Mebusu Ziyaettin Efendi “Müslüman’ın Arapça bilmesi lazımdır, çünkü Kur’an Arapça nazil olmuştur” deyince, Türkçü Tunalı Hilmi Bey’den “Kur’an cahiliye devrinin rezaletleri içinde çırpınan Arapları ıslah için onlara Arapça gönderildi. Bunu Kur’an’ı Kerim kendisi söylüyor. Ben kalubeladan beri Müslüman’ım ama Arapça’nın esiri değilim. Bir gün bizim milletimiz, dinini kendi güzel anlaşılır dili ile yerine getirecek!” yanıtını almıştı.
Atatürk’ün çevresini alan, öteki Türkçüler de aynı görüşte idiler. “Dinî Türkçülük”ü savunuyordu Ziya Gökalp. Hamdullah Suphi Tanrıöver “Ana dil mabede girmeli” diyordu. Bugünün dinci Türkocağı’nda bunları diyecek bir Allah’ın kulunu bulamazsınız.
“Her şey Türk için, Türk’e göre, Türkçeyle… Din de öyle” demezsek Yusuf Akçura gibi, sonumuz karanlıktır a dostlar!
DİP NOT:
Konularına
Göre Kuran Mesajı derlemesi, Ana dilimizde “Doğru
Bilgi Ana Kaynağı” nın kullanılmasına imkân ve katkı sağlayabilmek amaç ve
niyetiyle, Kuran’ın ışığında bir kısım “Kitap” bilgisini, yorumsuz
olarak doğrudan Kuran ayetleriyle, zandan azade, aklını ve gönlünü işleten “Nasip
Sahipleriyle” paylaşabilmek için
yapılmıştır.
Allah Kelamın algılanıp anlaşılmasında, gerçeğe ulaştıran
yollardan bir yol, hakikate açılan kapılardan bir kapı olması umulmaktadır.
{Konuyla İlgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler, “KONULARINA GÖRE KURAN MESAJI” ve “RESUL KUR’AN’IN KUR’AN TEFSİRİ“ nin de dâhil olduğu “ATATÜRK VE RESUL KUR’AN - (MKA) 41 E
KİTAP” ı, güncellenmiş
indirme linkinden [ (
bakınız: http://kemaladal.blogspot.com.tr/), (HIZLI BAĞLANTILARIM VEYA ÖNE
ÇIKAN YAYIN) ]Bilgisayarlarına
indirip, arşivleyerek inceleyebilir ve paylaşabilirler.}
M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder