İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

26 Ocak 2016 Salı

KUR’AN ve VAHİY



A.                VAHİY NEDİR?


Gönül Dostum, Sayın Ahmet Akyol’ un incelemesi ile konuya giriş yapmak istiyorum:



 “Vahiy,  dinde, kutsal ya da tanrısal gerçekliğin insanlara açıklanmasıdır. Farklı geleneklerde değişik biçimlerde olabilmesine karşın tüm dinlerin temel öğelerinden birini oluşturur.


Kutsal olanla olmayan arasındaki ayrımı vurgulayan dinlerde vahiy, tanrısal iradenin bir insan aracılığıyla iletildiği, tarih içinde gerçekleşmiş bir olay olarak görülür. Bu vahiy için genellikle “Peygamberi vahiy” adı kullanılabilir.


Zerdüşt’ün kehanete dayalı sözleri ve öğretileri peygamberi vahyin örneği sayılabilir. 


Hıristiyanlıkta vahiy, Tanrı’nın sözü ve edimleriyle tarih içinde kendini açıklaması biçiminde, çok geniş kapsamlı tanımlanır. Buna göre peygamberler ve kilise önderleri gene Tanrı’ dan gelen bir esinle vahye tanıklık ederek onu kutsal metinlere aktarmışlardır.


 Kuran’da insanlara inen vahyin üç biçiminden söz edilir.


Vahyin birinci biçimi, bir insanın kalbine bir anlamın ansızın  telkin edilmesidir. Buna gizli vahiy (Vahy-i Hafi) ya da içsel vahiy ( Vahy-i deruni) denir. Vahyin bu biçimi tüm insanlar için söz konusu olabilir.


İkinci biçimi, bir perde arkasından iletilen vahiydir.  Rüya, keşif ve ilham vahyin  bu türüne girer. Bu vahiy de tüm insanlar için geçerlidir.


Üçüncü biçimi ise vahyin bir melek aracılığıyla (Cebrail) sözcükler halinde indirilmesidir. Bu vahyin en yüksek ve güvenilir biçimidir ki yalnız peygamberler için söz konusudur.


 Genelde, “Vahiy” sözcüğü, sadece peygamberlere gelen tebligatı anlatmak için kullanılmaktadır.


Oysa bu sözcük, Arabistan’da, Hz. Muhammed’in henüz vahiy almadığı zamanlarda, yani İslâmiyet öncesinde, putperestlik döneminde hatta çok daha eski çağlarda da kullanılıyordu.


 Genellikle sanatçılar “ilham”, din adamları “vahiy” ve filozoflar “sezgi” terimini kullanırlar.


“İLHAM”, dışarıdan gelen bir tesirin kişinin zihninde belirmesidir.


VAHİY” ise kişiye gelen ilhamın dışarılaştırılmasıdır, yani vahiy tarzında görünen şey, ilk olarak içte ilham tarzında oluşur. Daha açık ifadeyle, “ilham” söz, yazı vs. ile dışarılaştığında “vahiy” adını alır. Metapsişikçiler ise buna “ruhsal tebligat” adını verirler.


 Kuran-ı Kerim’in Hz. Peygamber’e vahiy yoluyla inişi, İslâmî kaynaklara göre şöyledir:


Hz. Muhammed, 40 yaşına yaklaştığı sıralarda giderek dünya uğraşılarına daha az önem vermeye, yalnızlığı ve  tefekkürü daha çok sevmeye başlamıştı.


O dönemde bazı Mekkeliler, şehre birkaç kilometre uzaklıktaki sarp ve yalçın bir dağ olan Hira Dağı’ na çıkıp inzivaya çekilirlerdi.


Arap adetlerine göre kan dökmenin ve savaşın yasak olduğu  “Haram aylarında” Hz. Muhammed de, Hira Dağı’ndaki  bir mağaraya çekilmeye başladı. Orada mutlak sessizlik içinde derin düşüncelere dalıyordu. İşte vahiy ve Peygamberlik ona, bu inziva sırasında geldi.


 İnanışa göre: “ 610 yılında bir gün, Hz. Muhammed Hira Dağı’nda, her zamanki gibi sessizlik ve karanlık içinde bulunmaktayken parlak bir ışık gördü, kendini kaybetti. Bir melek ona, ‘Ey Muhammed! Ben Cebrail’im, sen de Allah’ın elçisi. Oku! ‘ dedi. Hz. Muhammed, ‘Ben okuma bilmem’ cevabını verdi. Bunun üzerine melek, onu üç kez kucaklayıp şiddetle sıktı ve ilk sözünü üç kez tekrarladıktan sonra Hz. Muhammed de  melekle birlikte Alak suresinin ilk beş ayetini tekrarladı.”


 “Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak/ 1-5)


 Bu surede okumanın, öğrenmenin üstünlüğü, insanın yaradılışı, kalemin özelliği, bunların insana Allah’ın ihsanı olduğu, insanın bunları düşünmesi, gereği  anlatılır.


Bu ilk yüce temas transı sırasında Hz. Muhammed’in fiziksel bedeni yere yıkılmıştı; trans sırasında kendinde değildi. Kendine geldikten sonra mağaradan çıkıp eve dönerken yolda Cebrail’in “Ey Muhammed, sen Allah’ın elçisisin, ben de Cebrail” sözlerini tekrar duydu fakat etrafında bu sesin sahibi olabilecek kimse yoktu.


Hira Dağı’ndaki inziva sırasında gelen ilk vahiyden sonra, bitkin bir halde ve ürpertiler içinde evine dönen Hz. Muhammed yatağına yatmış ve eşi Hatice’ye, “Beni örtün” demişti. Korku ve dehşet içindeydi ama olup biteni eşiyle paylaşmak istiyordu. Biraz dinlendikten sonra başından geçenleri eşine anlattı.


Hz. Muhammed’in anlattıklarını dikkatle dinleyen Hatice, onun iyi bir insan olduğunu, kendisine hiçbir kötülük gelmeyeceğini söyleyip kocasına güven ve cesaret verdi. Hatice daha sonra durumu kendi amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e bildirdi. Varaka bin Nevfel, İncil ve Tevrat’ ı okumuş ve eski kutsal metinleri Arapça’ya çevirmiş bilgili bir kimseydi. Hz. Muhammed’in başından geçenleri dinleyince Hatice’ye şöyle dedi: “Git ona söyle, yüreğini geniş tutsun. Ona gelen melek gerçekten Cebrail’dir.”


Amcasının oğlu  Varaka’nın sözlerini de aktararak peygambere güven veren Hatice, böylelikle onun bir peygamber olarak yolunda ilerlemesine cesaret vererek, onun yaşamının dönüm noktalarında önemli bir rol oynamıştı.


 Vahiy kelimesi Kuranı Kerim’ de pek çok yerde geçmektedir. Örneğin:


 Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kuran vahyettik.”  (Şûra/ 7)


 “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder.” (Şûra/ 51)


 “İşte böylece sana da emrimizle Kuran’ı vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin.”  (Şûra/ 52)


 “Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. (Fussilet/12)


 “İşte o gün Rabbinin vahyetmesiyle bütün haberlerini anlatır.” ( Zilzâl/ 5)


 “Hani havarilere ‘Bana ve peygamberlerime iman edin’ diye vahyetmiştim.” ( Maide/ 111)


 “Hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye vahyettik. (Kasas/ 7)


(Ahmet AKYOL, 5 Ocak 2013)



B.                KUR’AN’DA, VAHİY ALAN HER KİŞİ PEYGAMBER DEĞİLDİR.



 Havarilere şunu vahyetmiştim: "Bana ve resulüme iman edin." Şöyle demişlerdi: "İman ettik, sen de tanık ol ki biz, müslümanlarız / Allah'a teslim olanlarız!" (5 / Maide /111)

1.                Örneğin: 5 / Maide / 111 ayetindeki “Vahiy” lafzı, Havarilerin Peygamberliğine delil değildir:



 Çünkü Ancak Elçi Melek (Cebrail) Vasıtası ile Vahiy Alan İnsanlar Peygamberdirler.  Allah’ın doğrudan insanlara Sünnetullah’ ı gereği olarak vahyettiği ise ilhamdır / Esindir. Çünkü:


 Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur yahut da bir resul gönderir de kendi izniyle dilediğini vahyeder. Yüceler yücesi O'dur; hüküm ve hikmet sahibi O'dur. “ (42 / Şura / 51)


 42. sure (ŞÛRÂ) 51. ayet lafzıdan benim anladığım şudur:

2.                Allah (peygamber olsun veya olmasın) her hangi bir insanla şu yollarla konuşur. (Emir ve yasaklarını duyurur):


a)              Vahiy (kalbe indirme) yoluyla (ilham aracılığıyla):

(1)            Daha önceden elçi melek aracılığı ile korumalı olarak kendisine bir vahiy indirdiği peygamberin elçi melek aracılığı olmadan, doğrudan kalbine verdiği ilhama "hadisi kutsi" denir.

(2)            Sıradan insanın kalbine indirdiği ve korumasız olarak sonuçlarını Sünnetullah (Allah’ın yol ve yasası) gereği olarak insanın seçim ve tercihine bıraktığına da "İlham" denir.

b)              Bir perde arkasından seslenerek. İnsanın gördüğü bir varlıkta "tecelli ederek" o varlıktaki tecellisinin duyurmasıyla:


 "İşte resuller!  Biz onların bazısını bazısına üstün kılmışızdır.  Allah, onlardan bazısıyla konuşmuştur.." (2 / Bakara / 253)


 "...Allah, Mûsa'ya kelime kelime söz söylemişti." (4  /  Nisa / 164)


 Musa, bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisiyle konuşunca şöyle konuştu: "Rabbim, göster bana kendini, göreyim seni." Dedi: "Asla göremezsin beni. Ama şu dağa bak. Eğer o yerinde durabilirse, sen de beni görebileceksin." Rabbi dağa tecelli edince onu parça parça etti. Ve Musa baygın vaziyette yere yığıldı. Kendine gelince şöyle yakardı: "Tespih ederim o yüce varlığını, tövbe edip sana yöneldim. İman edenlerin ilkiyim ben." Allah buyurdu: "Ey Musa! Ben, gönderdiğim vahiylerle, konuşmamla seni seçip yücelttim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol."  (7 / Araf / 143 -144)


 Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik. Onu, fısıldaşan kimse kadar yaklaştırdık.“ (19 / Meryem / 52)


 Hani, bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: "Bekleyin! Gözüme bir ateş ilişti. Olabilir ki, ondan size bir kor parçası getiririm, yahut onun üzerinde bir kılavuz bulurum." Onun yanına geldiğinde kendisine "Mûsa!" diye seslenildi. "Benim ben, senin Rabbin! Hadi, pabuçlarını çıkar; sen kutsal vadide, Tuva'dasın." "Ve ben seni seçtim; o halde vahyedilecek olanı dinle!" "Hiç kuşkulanma ki ben Allah'ım. İlah yoktur benden başka. O halde bana kulluk/ibadet et ve namazını, beni hatırlayıp anmak için yerine getir." "Kuşku duyma ki o saat gelecektir. Onu neredeyse gizleyeceğim ki, her benlik gayretinin karşılığını elde etsin." "O halde ona inanmayıp keyfi peşinde giden, seni ondan yüz geri etmesin. Yoksa perişan olursun." (20 / Taha / 10 - 16)


 Oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vadinin sağ tarafından, bir ağaçtan şöyle seslenildi: "Ey Mûsa! Âlemlerin Rabbi Allah benim, ben!" (28 /Kasas / 30) vb…   

                               
c)                Bir Resul / Elçi melek  (Cebrail) gönderir de kendi izniyle dilediğini korumalı olarak, o  toplumun diliyle konuşan  ve o toplum içinde seçilmiş resulünün  / elçisinin –Peygamberlerinin- kalbine indirir / vahyeder (Risalet /  elçilik - peygamberlik ile):

 “De ki: "Kim Cebrail'e - ki o, Allah'ın izniyle Kur'an'ı kendinden öncekini doğrulayıcı, insanlara yol gösterici ve müjde olarak senin kalbine indirmiştir - düşman kesilirse, “ (2 /Bakara / 97).

 Peygamber olarak seçtiği insanlara Kendi izniyle vahyeden (kalbine  indiren) bir resul / elçi melek (Cebrail’i) göndermek suretiyle ve peygamberlerini / resullerini tebliğ ile görevlendirerek, dilediğini vahyeder. Bu vahiy sadece peygamberlere gelir ama, tüm alemler / insanlık içindir.


 Sünnetullah’ın bu uygulamasında Allah'ın mesajı, Allah'ın korumasındadır.


 Kur’an’ın tamamı Hz. Muhammed’e, Allah’ın izni ile, elçi melek Cebrail vasıtasıyla korumalı olarak vahyedilmiştir / indirilmiştir

3.                Son Peygamber Hz. Muhammed’in vefatından sonra Risalet (elçilik – peygamberlik) görevi, kıyamete kadar nasıl yapılacaktır?


 "Hiç kuşkusuz, o zikiri / Kur'an'ı biz indirdik, biz; her hal ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz." (15 / Hicr / 9 )


 Bu sebeple de peygamberlerin arkasının Son peygamber Hz. Muhammed’den sonra kesilmesiyle “Risalet” görevi Allah’ın korumasındaki, en son” Korumalı Vahiy Kitabı” olan KURAN tarafından yapılır ki,  Orijinal Arapça Kuran bu anlamda Allah’ın Resulü / Elçisidir.


 Günümüzdeki Ana dilde Kuran Mealleri / Çevirileri de, kişilerin kendi akıl ve gönülleriyle algılayıp, anlamaları ve iman etmeleri halinde, “Günümüz toplumunun diliyle konuşan” Allah’ın Resulünün resulleri / Allah’ın Elçisinin elçileridir.


4.                Özetle:


 Allah'ın inanan ve inanmayan her insana söyledikleri ve gösterdikleri vardır. Bu Sünnetullah’ın gereği ve sonucudur. Buna ilham (esin / esinlenme) denir ki bu kesinlikle peygamberlerin kalbine resul melek (Cebrail) vasıtasıyla indirilen Allah mesajı, yani melek aracılığı ile gönderilmiş, korunmuş "Vahiy" demek değildir. Öyle olsa bütün insanlar "peygamber" olurdu.


 Peygamberler, Allah'ın elçi meleği Cebrail’in resullüğü ile (elçiliği ile), Allah mesajını alan ve Allah’ın insanlara tebliğ ile görevlendirdiği insan resulleridir (elçileridir).  Seçilmiş Kullardır.  Melek aracılığı ile Vahiy sadece ve yalnız peygamberlere iner ve bu inen emir korunmuştur. Bu Vahiyler Peygamberin seçim tercih ve anlayışlarına göre oluşmuş ve değiştirilmiş değillerdir. Allah’ın maksadını o toplumun diliyle ifadesindeki lafzıdır.


 Bu peygamberlerden ve ona indirilen “Kitap” tan öğrenilen Allah Mesajını başka insanlara ileten diğer sıradan mümin (inanmış) insanlar ise, "resulün resulünün resulleri..." dir. Şüphesiz  bunlar peygamber değildir. Her insana olduğu gibi Allah bunlara da "İlham" verir. 


 Bunlar da Allah dostu, veli, âlim, şeyh, şıh vs.  olarak nitelendirilseler de, bunların da İlettikleri Korunmuş Allah mesajının (ayetlerin) lafzı dışında kalan yorum ve söylemleri korunmuş değildir. Ayetlerin lafzı dışında kalan yorum ve söylemler, insanların seçim tercih ve anlayışlarının ifadesidir. Bu ifadeler, Allah’ın mutlak maksadını iletemeyebilir. Sadece yapan kişileri bağlayan yorumlarıdır


 Bu bağlamda Allah, canlı ve cansız tüm varlıklara vahyetmiştir ki bu, Kur’an’daki Elçi melek Cebrail aracılığı olmadan Vahiy konusudur.



C.                ELÇİ MELEK CEBRAİL ARACILIĞI OLMADAN VAHİY


 Allah İnsanlar dahil, canlı cansız tüm yarattıklarına vahyetmiştir ama  sadece peygamberlere İlahi kelamını / vahiy kitaplarını,  elçi melek Cebrail aracılığı ile (korumalı olarak) vahyetmiştir.


 Elçi melek Cebrail aracılığı olmadan vahiy / ilham tüm varlıklarda var olan fıtratı ve doğallığı ifade eder.  Zira tüm böcek, hayvan ve her kımıldayan canlı Kuran’ın vahiy / ilham dediği içgüdüsel bir güç taşır.  Cansız varlıklar için vahiy / ilham, ilahi amaca uygun var ediliştir.

1.                Tüm insanlara:


 “Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi.” (7 / Araf /175)


 “Ardından da ona bozukluğunu ve takvasını ilham edene ki, “ (91 / Şems / 8) vb….



Sayın İhsan Eliaçık’tan bir alıntı ile devam ediyorum:


 Dindarın dili, Kur’an’a paralel olarak her şeyi Allah üzerinden anlatan bir dildir: “Allah yardım etti, Allah korudu; verilmiş sadakamız varmış, Allah ile mazlumun arasında perde yoktur, Allah ‘Yürü ya kulum’ dedi, Allah söyletti” vs. diye konuşur.

Gündelik hayatta çokça kullanırız; kimse bunu sorun etmez.


Fakat simsar, bu dilden misyon çıkarır. Örneğin profesyonelce “Bunu Allah ‘bana’ söyledi / yazdırdı” diyerek kendine özel hale getirip tekelleştirir.



 Dindarınki anonim bir dildir. Sadece kendisine yönelik anlamaz. Havayı herkesin soluması gibi Allah’ı da herkesle konuşur görür. Nefes alıp verdiğimiz hava nasıl tek bir kişinin tekeline alınamazsa, ilahî nefes (konuşma  /  sesleniş) de tek bir kişinin tekeline alınamaz. Her meselenin Allah üzerinden anlatılması bu kavrayış nedeniyledir ki tamamen doğrudur.

Simsarınki ise kişiye özeldir, tekelcidir. Allah başkasıyla değil; sadece onunla konuşmuştur ve ona bunları özel olarak yazdırmıştır.



 Dindar simsara adeta şöyle der: Allah her kuluna ilham eder, söyletir… Neden sadece sen?”

a)                İlham ederek


 İLHAM EDEREK: Vahiy “fısıldamak” demek olduğuna göre yani fısıldayarak, insanoğlunda içsel bir ses oluşturarak, vicdanının sesini dinleterek konuşur. Ya da ilham “yudumlamak” demek olduğuna göre yani suyu yudumlayarak içmemiz gibi yudum yudum insanoğlunun içine ilham düşürerek, akıl ve fikir doğurarak, takvayı ilham ederek konuşur.  Konuşmanın bu derecesi istisnasız her beşerde vardır.
“Demek ki insanoğlunun içinde var olan iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, gerçeğe, adalete ve merhamete dair bütün doğal vahiyler  / ilhamlar (içsel sesler) Allah’tandır. “İster Allah deyin, ister Rahman bütün güzel isimler O’nundur.” ayetinde geçtiği gibi, ister doğulu ister batılı, ister güneyli ister kuzeyli, ister Müslüman ister Hıristiyan, ister Arap ister acem “vicdandan gelen” her ses O’ndandır. Allah bu noktada istisnasız her insanla “vicdanının sesi” yoluyla konuştu / konuşuyor. Fakat çoğu insan bunun farkında değil. İçindeki bu sesi uyutmakta ve batıl bağımlılıklara kendini kaptırarak köreltmekte, karartmaktadır.


Bize düşen birbirimize bu içsel sesi (potansiyeli) hatırlatmaktan (zikr) ibarettir. Yoksa kendi içsel sesimiz üzerine tekel kurup, “Başka kimsede yok, bu sadece bana özel” demek değil…


Kur’an’da “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” (Elestü birabbikum) diye sorulup “Dediler ki evet” (Galu bela) diye cevap verilen diyalog, Allah’ın insanoğlunun iç dünyası (ruhu, fıtratı, vicdanı) ile temsilî konuşmasıdır. Her insanda var olan bu fıtrî potansiyeli (doğal vahyi / ilhamı) hatırlatır.”

b)              Perde gerisinden


 PERDE GERİSİNDEN: Verâi’l-hicap gizli, gömülü, saklı olanın içine girmek, derinine dalmak demektir. Dikkat edilirse evrende her şey sanki bir perde ile örtülmüştür. İnsan bedende, tohum toprakta, meyve ağaçta, civciv yumurtada, mineraller suda gizlidir. Ortalama insanlar bunları yüzeysel görür. Fakat bu perdeyi aşıp, gerisine inebilenler orada işleyen düzeni görürler, onun bilgisine ulaşırlar. Yeni mekanik düzenin bir mucidi, evrenin şimdiye kadar gizli kalmış yönlerini ortaya çıkaran bir kâşif, güzel bir senfoni yazan müzisyen vb. bunların tümü kendi alanlarında perde gerisine inmiş kişilerdir. Allah onlarla da keşfettikleri şeyler yoluyla konuştu / konuşuyor. Zaten “keşf” perdeyi kaldırmak demektir.

Din Simsarın dili ilk burada ortaya çıkar. Bazı insanlar birinci şıktaki doğal vahiy / ilhamdan öte, perde gerisine indiklerini, aradan perdeyi kaldırarak bazı şeyleri keşfettiklerini, kendilerine özel vahiy / ilham geldiğini söylerler ve bundan dolayı kendilerine özel bir misyon biçerek simsarlaşabilirler.

Bunu anlamak için perde gerisine inmenin yani keşfin test edilebilir olması gerekir. Yani perde gerisine indiğini iddia eden kişinin, aynı tecrübenin başkaları tarafından da tekrarlanabilir olduğunu ispat etmesi gerekir. Örneğin suyun 99 derecede kaynadığını, yer çekimi kuvveti olduğunu perde gerisine inerek (görünenin ötesine geçerek) keşfettiğini iddia eden birisi, aynı keşfi herkesin görebileceği şekilde ispat etmesi gerekir. İspat edemezse iddiası sadece kendini bağlar.
Aynı şekilde Allah ile perde gerisine inerek (keşf yoluyla) konuştuğunu ve kendisine bilgi verildiğini iddia eden birisi de, bunu, herkesin tecrübe edebileceği şekilde ispat etmesi gerekir. Aksi halde söylediği sadece kendini bağlar. Bunu peygamberlikten ayırmak için kelam kitaplarında “İlham, keşf ve rüya ‘dinde’ delil olmaz” denmiştir.”

c)                Kişiyi elçi seçerek:


 KİŞİYİ ELÇİ SEÇEREK: Vahiy birinci şıkta kelime anlamıyla ve ilham manasında kullanılırken burada ıstılahi (terim) anlamında kullanılmaktadır. Vahyin / ilhamın en üst derecesidir. En üst derecede fıtrî / doğal melekelerin tümü birden kendisinde uyananlar, insanların liderleri ve rehberleri olurlar. Bu liderler insan hayatının dini ve dünyevi her alanında görülürler. İstisnasız tümü aydınlanmaya ulaşırlar. Her biri kendi alanının yıldızı (elçisi) haline gelirler. Peygamberin bunlardan farkı çalıştıkları alanın farklı olmasıdır. Manevi tabipler olan peygamberlerin ilk ve asıl fonksiyonu insanların manevi ve ahlaki hayatlarını yeniden kurmak ve düzenlemektir.

Demek ki bu derecede vahiy insanın vicdan, akıl, gönül, yürek, kalp ve zihin kapasitesinin tümünün birden “taşması” sonucu ortaya çıkıyor. Bu durumda Allah, benliği genişleyen, iç dünyası taşan kişi ile ilişki kuruyor ve onun temiz vicdanı ve saf yürek temizliği üzerinden insanlığa sesleniyor. Peygamber bu sesleniş ile tarihin meydanına çıkıyor ve kendini peygamber olarak dünyaya tanıtıyor. İddiasının arkasında durarak gerekirse savaşıyor. Böylece peygamber tıpkı arı gibi “Rabbinin yollarında yürüyor” (Bkz: Allah beşerle nasıl konuşur-  İ. Eliaçık,)





 Peygamberlere, kendilerine kitap indirilen elçilere / resullere / nebilere,  ayrıca elçi melek Cebrail aracılığı ile (korumalı olarak) da vahiy indiğini unutmayalım. (MKA)

Kur’an Ayetlerinin ışığında görelim.

2.                Musa Peygamber’in annesine:


 Hani, annene vahyedileni şöyle vahyetmiştik: "Onu tabuta koyup ırmağa bırak! Irmak onu sahile götürsün ki, benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. Üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki, gözümün önünde yetiştirilesin." (20 / Taha / 38 -39)

 Mûsa'nın annesine şunu vahyettik: "Emzir onu! Onun aleyhinde bir korku hissedince de nehire bırakıver onu. Korkma, üzülme! Kuşkun olmasın ki, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu resullerden biri yapacağız." (28 / Kasas /7)

3.                Hz. Meryem’e:


 Meryem dedi ki: "Rabbim, çocuğum nasıl olur benim? Bana hiçbir insan dokunmadı ki!" Allah cevap verdi: "Allah dilediğini işte böyle yaratır. Bir iş ve oluşa karar verdiğinde sadece ona "Ol!" der; ve o hemen oluverir." (3 / Ali İmran /47)

 "Artık ye, iç. Gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen şöyle söyle: 'Ben Rahman için oruç adadım. Onun için bugün, insan cinsinden hiç kimseyle konuşmayacağım." (19 / Meryem /26). vb…

4.                Hz. İsa’nın Havarilerine:


 Havarilere şunu vahyetmiştim: "Bana ve resulüme iman edin." Şöyle demişlerdi: "İman ettik, sen de tanık ol ki biz, müslümanlarız/Allah'a teslim olanlarız!" (5 / Maide /111)

5.                Meleklere:


 Rabbin, meleklere şöyle vahyediyordu: "Ben sizinle beraberim. İmanı olanları sağlamlaştırın. İnkâr edenlerin kalpleri içine korku salacağım; vurun boyunların üstüne, vurun onların her parmağına." (8 / 12)

6.                Balarısına:


 Rabbin, balarısına şöyle vahyetti: "Dağlardan evler edin, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan da..." (16 / 68)

7.                Yerküreye:


 İşte o gün yerküre, tüm haberlerini söyler / anlatır. Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir.(99 / 4-5)

8.               Göklere, Yere, Dağlara:


 Biz emâneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok cahil olduğu halde onu yüklendi. (33 / Ahzab / 72)

 De ki: "Siz, yerküreyi iki günde yaratana gerçekten nankörlük edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? Âlemlerin Rabbi'dir O." O, yeryüzüne, denge ve dayanıklık sağlayan dağları üstünden yerleştirdi. Onda bereketlere vücut verdi. Ve onda, azıklarını dört günde takdir edip düzenledi. İsteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere... Sonra buhar / duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" Onlar şöyle dediler: "İsteyerek geldik!" Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşler bunlar Azîz ve Alîm olanın takdiridir. (41 / 9 -12)

D.               SAHTE / YALANCI PEYGAMBERLER


1.                Kendine bir şey vahyedilmediği halde "Bana vahyedildi" diyenler


Kur’an’daki şu uyarıyı hiç unutmayalım:

 Yalan düzüp Allah'a iftira eden veya kendine bir şey vahyedilmediği halde "Bana vahyedildi" diyen kişi ile, "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır? Bir görsen o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, "Çıkarın canlarınızı!" diye! "Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylüyorsunuz ve çünkü O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz." (6 / 93)

2.               Sahte / Yalancı Peygamberleri nasıl Tanıyabiliriz?


 Sahte Peygamberleri nasıl tanıyabileceğimizi İncil’de Hz. İsa şöyle anlatır:


Ağaç ve Meyvesi

(Mat.12:33-35; Luk.6:43-44)

Mat.7: 15 "Sahte peygamberlerden sakının! Onlar size kuzu postuna bürünerek yaklaşırlar, ama özde yırtıcı kurtlardır.

Mat.7: 16 Onları meyvelerinden tanıyacaksınız. Dikenli bitkilerden üzüm,devedikenlerinden incir toplanabilir mi?


 Kur’an doğruluyor:


 Kur’an: Güzel ve temiz beldenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar. Pis ve çorak beldeden ise zararlı bitkiden başkası çıkmaz. Şükreden bir topluluk için ayetleri işte böyle çeşitli şekillerde sergiliyoruz.” (7 / Araf / 58)

 Kur’an:Görmedin mi Allah nasıl bir örnekleme yaptı: Güzel söz; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer. O ağaç, Rabbinin izniyle yemişlerini her zaman verir. Allah, insanlara böyle örnekler verir ki, düşünüp ibret alabilsinler. Pis bir söz de gövdesi toprağın üstünde destek bulmuş bir ağaca benzer, dayanağı yoktur onun” (14 / İbrahim / 24 -26)

Mat.7: 17 Bunun gibi, her iyi ağaç iyi meyve verir, kötü ağaç ise kötü meyve verir.

Mat.7: 18 İyi ağaç kötü meyve, kötü ağaç da iyi meyve veremez.

Mat.7: 19 İyi meyve vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır.

Mat.7: 20 Böylece sahte peygamberleri meyvelerinden tanıyacaksınız.

Mat.7: 21 "Bana, 'Ya Rab, ya Rab!' diye seslenen herkes Göklerin Egemenliği'ne girmeyecek. Ancak göklerdeki Babam'ın  (ALLAH’IN) isteğini yerine getiren girecektir.


 Kur’an doğruluyor:


 Kur’an: Yemin olsun ki, "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'in ta kendisidir!" diyenler küfre batmışlardır. Mesih şöyle demişti: "Ey İsrailoğulları, hem sizin Rabbiniz hem de benim Rabbim olan Allah'a kulluk / ibadet edin! Gerçek olan şu ki, Allah'a ortak koşana Allah, cenneti haram kılmıştır. Varacağı yer ateştir onun. Zalimlerin yardımcıları olmayacaktır." (5 / Maide /72)

Mat.7: 22 O gün birçokları bana diyecek ki, 'Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?'

Mat.7: 23 O zaman ben de onlara açıkça, 'Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!' diyeceğim."


Sağlam Temel, Çürük Temel
(Luk.6:47-49)

Mat.7: 24 "İşte bu sözlerimi duyup uygulayan herkes, evini kaya üzerine kuran akıllı adama benzer.

Mat.7: 25 Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, eve saldırır; ama ev yıkılmaz.Çünkü kaya üzerine kurulmuştur.


 Kur’an doğruluyor:


 Kur’an: Peki, binasını Allah'tan gelen bir sakınma duygusu ve hoşnutluk üzerine kuran mı hayırlıdır yoksa binasını sel artıklarının ucundaki yarın kenarına kurup da onunla birlikte cehenneme yuvarlanan mı? Allah, zalimler topluluğuna kılavuzluk etmez. (9 / Tevbe / 109)

Mat.7: 26 Bu sözlerimi duyup da uygulamayan herkes, evini kum üzerine kuran budala adama benzer.

Mat.7: 27 Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, evi sarsar. Ev yıkılır; yıkılışı da korkunç olur."

Mat.7: 28 İsa konuşmasını bitirince, halk O'nun öğretişine şaşıp kaldı.

Mat.7: 29 Çünkü onlara kendi din bilginleri gibi değil, yetkili biri gibi öğretiyordu.

E.                SONUÇ


 İşte sana o Kitap! Kuşku, çelişme, tutarsızlık yok onda. Bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar için. (2 / BAKARA / 2)


 Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. ( 4 / Nisa / 175)


 Allah, rızasına uyanları o Kitap'la esenlik ve barış yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp şaşmayan ve sapmayan dosdoğru yola kılavuzlar. (5 / Maide / 16)


 ŞİMDİ YORUM SIRASI SİZDE…


Merhaba ve Selam olsun herkese.

M. Kemal ADAL
İZMİR
28 Ocak 2013


 Konularına Göre Kuran Mesajı derlemesi, Ana dilimizde “Doğru Bilgi Ana Kaynağı” nın kullanılmasına imkân ve katkı sağlayabilmek amaç ve niyetiyle, Kuran’ın ışığında bir kısım “Kitap” bilgisini, yorumsuz olarak doğrudan Kuran ayetleriyle, zandan azade, aklını ve gönlünü işleten  “Nasip Sahipleriyle” paylaşabilmek için yapılmıştır.

 Allah Kelamın algılanıp anlaşılmasında, gerçeğe ulaştıran yollardan bir yol, hakikate açılan kapılardan bir kapı olması umulmaktadır.


KONULARINA GÖRE KURAN MESAJI


{Konuyla İlgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler, “KONULARINA GÖRE KURAN MESAJI” ve “RESUL KUR’AN’IN KUR’AN TEFSİRİ“ nin de dâhil olduğu “ATATÜRK VE RESUL KUR’AN  - (MKA) 41 E KİTAP” ı, güncellenmiş indirme linkinden [ ( bakınız: http://kemaladal.blogspot.com.tr/), (HIZLI BAĞLANTILARIM VEYA ÖNE ÇIKAN YAYIN) ]Bilgisayarlarına indirip, arşivleyerek inceleyebilir ve paylaşabilirler.}

Allah’ın Selam, Rahmet ve Bereketi ile Mağfiret ve Hidayeti, Dileyenin üzerine olsun.


"Kim güzel bir işe aracı olursa ondan ona bir pay vardır. Kim kötü bir şeye aracı olursa ondan da ona bir pay vardır. Allah her şeye, herkese gıda ulaştırır, Mukît'tir." 4. sure (NİSA) 85. ayet





T.C. / M. Kemal Adal 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder