(* ) Uygulama: 1. Uygulamak işi, tatbikat, tatbik, pratik: 2. Kuramsal bir bilgiyi, ilkeyi, düşünceyi herhangi bir alanda hayata tatbik etme, tatbik: 3. huk. Yürütüm. Güncel Türkçe Sözlük
A. İSLAM’ DA DİN ADAMLIĞI VE DİNE HİZMET
Türk Dil
Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğüne göre:
DİN ADAMI, Mesleği dinle ilgili işler olan görevli;
MESLEK: Belli bir eğitim ile
kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı, insanlara yararlı mal üretmek,
hizmet vermek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, kuralları belirlenmiş
iş demektir.
Diyanet işleri Başkanlığının Başkan ve
memurları, müftüler ve müftülük görevlileri, cami imamları, İlahiyat fakültesi
ve İmam hatip lisesin ilgili öğretim görevlileri, serbest olarak dini ürün /
kitap üreten ve hizmet veren ve karşılığında para kazanan kişiler ve dini
cemaat mensupları vs. bu tanım içinde değerlendirilebilir.
Ancak Kur’an’da bu anlamda Din adamlığı yaparak Dine hizmet
ve böyle bir meslek yoktur. Dinde, dinci meslek kuruluşları yoktur.
Karşılığında para kazanmak ve geçimini bu yolla sağlamak
üzere yapılan, Dini tebliğ, Din öğretme, Dini İrşad (aydınlatma), Dine
hizmet’ gibi işler için insanlardan bir karşılık beklemenin ve ücret almanın
uygun olmadığı, karşılığın ve ücretin Allah’tan beklenmesinin gerektiği,
Peygamberlerde örneklenerek, Kur’an tarafından aşağıdaki ayetlerde şöyle
vurgulanmaktadır:
* “Sen, bu
tebliğin için onlardan bir ücret istemiyorsun” (12 / 104);
* “De
ki: "Onun karşılığında sizden bir ücret istemiyorum” (25 /57);
* “yoksa
onlardan bir vergi mi / dünyevi karşılık mı istiyorsun? Rabbinin vereceği daha hayırlıdır.” (23 / 72);
* “Yoksa
sen onlardan bir ücret istiyorsun da bir borç yüzünden onlar, yük altına mı giriyorlar?” (52 / 40);
* “Bir
ücret mi istiyorsun kendilerinden de onlar, bir borç altında eziliyorlar!” (68 / 46);
* “İşte böyleleri, Allah'ın yol
gösterdiği kimselerdir. Sen de onların yolunu izle ve şöyle söyle: "Ben şu
yaptığıma karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O sadece âlemlere bir öğüttür." (6 / 90);
* Yüz
çevirdiyseniz çevirin. Ben sizden bir ücret istemedim. Benim ücretim, Allah'tan
gelecektir. Bana, müslümanlardan / Allah'a teslim olanlardan olmam emredildi."
(10 / 72);
* "Hem
ben sizden buna karşı bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah'tandır.”
(11 / 29);
* "Ey
toplumum! Bu tebliğime karşılık sizden bir
ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına düşmez. Hâlâ
aklınızı çalıştırmayacak mısınız?" (11 / 51);
* “De ki: "Onun karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; ancak Rabbine varmak için bir yol tutmayı dileyenler istiyorum." (25 / 57);
* "Ben
bunun için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ödülüm sadece âlemlerin
Rabbi'ndendir.” (26 / 109, 127, 180);
* "Ben
bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin
Rabbi'ndendir.” ( 26 / 145,
164);
* “De
ki: "Ben sizden herhangi bir ücret istemedim; o sizin olsun. Benim ödülüm
yalnız Allah'tandır. Ve O, her şey üzerinde bir Şehîd, gerçek bir
tanık..." (34 / 47)
1. Din hizmetleri ücret karşılığı olmaz. Din hizmetleri pazarlık konusu yapılarak ticari bir iş haline getirilemez.
2. Din hizmeti, Müslümanın Müslümana borcudur. Ücret ve dünyevi menfaat karşılığı yapılmaz.
Kur’an’ da Allah “ayetlerinin az bir bedel (dünyevi menfaat) karşılığında
satılmamasını yalnız kendisinden sakınılması” (2 / 41) istemiş ve “Allah'ın Kitap'tan indirdiği şeyi gizleyip onu basit bir
ücret karşılığı satanlar, karınlarında ateşten başka bir şey yemiş olmazlar,
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacaktır, onları arındırmayacaktır da... Onlar
için korkunç bir azap vardır.” (2 /174) demiştir.
3. Din hizmeti karşılığı alınan ücret şu şartlarda caiz olabilir:
“Sadakalar
/ zekât malları Allah'tan bir farz olarak sadece şunlar içindir: Fakirler,
düşkünler, sadakalarla ilgilenmeye memur edilenler, kalpleri
yakınlaştırılıp ısındırılacak olanlar, özgürlüğünü yitirmiş olanlar, borçlular,
Allah yolundakiler, yolda kalmış kişi. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.”
(9/60) ayetinde “sadakalarla
ilgilenmeye memur edilenlere” topladıkları zekât’tan (vergiden) pay verilmesi
emredilmektedir.
Bu ayetten hareketle,
dini bir iş veya hizmete “memur” edilen kişilere, ibadetleri karşılığı için
değil / din hizmetlerinin karşılığı olarak değil, sadece bu işle görevlendirilmeleri sebebiyle,
vakit ve mesai (çalışma, emek) lerini bu uğurda harcayacakları için
başka işe zaman ve mesai
ayıramama sebebiylede ihtiyaçlarını karşılayamayacaklarından bu ihtiyaçlarını
karşılamak üzere, vakit
ve mesai / çalışma, emek) karşılığı
olarak ücret (maaş) verilir.
a) O işi ücretsiz yapacak ve veya devletçe maaşlı görevlendirilmiş yapacak kimseler olmaz da o iş aksayacaksa, işe talip olan veya devletin görevlendirmediği bir kişi, zaman ayırdığı ve kendi işini aksattığı için bunların karşılığı olarak ücret alabilir.
b) Yaptığı masraf karşılığı, devletin görevlendirmediği bir kişi ücret alabilir. (Devletin görevlendirdiği kişi yaptığı masrafı devletten alır)
c) Pazarlıksız, beklentisiz bir ikram olursa, devletin görevlendirmediği bir kişi alabilir. (rüşvet şüphesi ihtimali sebebiyle zekât memuru ve devlet memuru alamaz)
Kur’an’a göre Din’de, İslam’da, Dinle ilgili “İŞ” ve “HİZMET” vardır ve
önceliklidir ama “MESLEK” olarak Dünyevi maddi kazanç ve karşılık beklenen ve
alınan, Dinle ilgili “İŞ” ve “HİZMET” lerin
karşılığı Dünyada alındığında, hesabı Ahiret’te verileceği unutulmamalıdır.
B. MEZHEP VE MEZHEPÇİLİK
Konunun bu kısmında
Recep Aykan’ dan yaptığım bazı alıntıları değerlendirmenize sunmak istiyorum.
1. Mezhep ve Tarikat
MEZHEP: Bir dinin görüş, yorum ve anlayış
ayrılıkları sebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri, dine yorum getiren
ekol; dini anlayış, görüş, öğreti demektir.
TARİKAT: Aynı dinin içinde birtakım yorum ve
uygulama farklılıklarına dayanan, bazı ilkelerde birbirinden ayrılan Tanrı'ya
ulaşma ve onu tanıma yollarından her biridir.
İslam’ın ana kaynağı Kur’an
olmasına rağmen, Hz. Peygamber zamanında
günümüz uygulamalarındaki hiçbir mezhep ve tarikat yokken, bugün uygulamada, “mezhebi olmayanın dini
olmaz “ noktasına gelinmiştir.
Sanki mezhebim şu diyenlerin
büyük bir çoğunluğu,”atalarını taklit” ten öteye, mezhebinin ayrıntılarını ve diğer
mezheplerden farkını bilirmiş gibi…
Diğer taraftan, Ku’ran’da, cami imamı, şeyhülislam, müftü, tarikat şeyhi, din
adamı gibi, Müslümanlara önderlik eden ve veya onları temsil eden sınıfların
varlığı yokken, Kuran bu sınıfların
hiçbirinden bahsetmez iken, uygulamada, halkın geniş bir bölümü, cami
imamlarıyla, müftülerle, şeyhlerle, dini
yanlış bir şekilde özdeşleştirmektedir.
Oysaki: Din
yalnız ve ancak Allah’a özgülenir.
Günümüzde tarikatlar, geleneksel mezhepçi düşüncenin kalesidirler. Buradaki
şeyhler, Kur’an’ın değil, ancak mezheplerinin savunucusu olabilirler. Bu
kişilere göre uygulamada “din eşittir mezhepler” olduğu için, bunlar din diye
Kur’an’ı değil, mezheplerini açıklayacaklardır.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve İmam
Hatip Liseleri de; Hanefi İşleri Başkanlığı ve Hanefi İmam Liseleri
halindedirler. Bu yüzden bu sıralardan geçen imamların ve müftülerin çoğunluğu;
Kur’an’dan anladıklarından ziyade, mezheplerinin sözcüsü durumundadır...
Bir konunun İslamiliğini vurgulayabilmek için, falan
mezhebe, filan âlime göre demek yetmez, o konuda Kur’an kapsamında ayet,
(delil) bulmak gerekir. Hadis de
(uydurma olmamak şartıyla) Kur’an’ın Hz. Peygamber diliyle yorumu olarak
değerlendirilir.
Samimi ve bilinçli bir Kur’an inananı, Mezhepçi düşüncenin temsilcileri
olan Diyanet İşlerini, Müftüleri, Cami imamlarını, Cemaat önderlerini,
Şeyhleri, şıhları, vs. Kur’an’la / Dinle özleştirmeden dinler, yapılan
yorumları Kur’an’dan kendi anladığı ile karşılaştırır, mukayese eder ve kendi
akıl ve gönlüyle tefekkürü sonucunda idrak eder.
Unutmayalım ki başkalarının dediğini yapıp yapmamak bizi
sorumluluktan kurtarmaz. Kur’an’dan hesaba çekileceğiz.
2. Aşırılık, Haddi Aşmak
İslam dini kimsenin tekelinde değildir. Belki eskiden, bazı Sunni yönetimlerin
altında mezhepçi düşünceye dil uzatsaydınız kelleniz tehlikeye girerdi.
Kuran’ın yeterliliğini, mezheplerin sapkınlığını savunmanın karşılığı o
yönetimlerde idam olurdu.
Günümüzün demokrasileri, mezheplerin savunduğu siyasal
yapılara nazaran, birçok hususta, Kuran’a daha uygun unsurlar içermektedir.
Bu oluşum, Kur’an’a dayalı bir İslam anlayışını savunanlar için çok büyük
avantajları beraberinde getirmiştir. Artık Kur’an’a dayalı bir İslam’ı savunanlara düşen,
seslerini çok daha kuvvetli bir şekilde yükseltip, dini karanlıklarda boğan
mezhepçi zihniyettekilerin dinle özdeşleştirilmesini önlemektir.
Böylelikle, insanla dini birbiriyle
çeliştiren mezhepçi zihniyetin dinden uzaklaştırdığı, hatta dinsizliğe ittiği
kitlelerin önemli bir bölümü, umarız; insanla, bilimle, mantıkla kol kola
ilerleyen Kur’an’ın anlattığı İslam’ı tanıyınca, dine yeniden ısınacak ve kendi
hatalarını tamir edeceklerdir.
Eğer Kuran’ın anlattığı
İslam’ı savunanlar, fırsatları değerlendirip üzerlerine düşeni canla başla
yapmazlarsa; Kuran’ı, para karşılığı, pazarlıklar yapıp okuyan hocalar,
mevlithanlar, muska yapan, büyü yapan sahtekâr hocalar, maddi ve manevi
sömürünün üstadı şeyhler, bu toplumun kanını, parasını, imanını daha uzun
yıllar emmeye devam edeceklerdir.
Sahtekâr
dinci ile dinin özdeşleştirilmesindeki yanlış, Kuran ayetlerindeki açıklamalar
ile örneklendirilmiştir.
Fakat Kuran’ı musikisi için okuyup köşe dönmeye çalışanlar, bu ayetlerin
manasını anlayamamışlardır.
“Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden
birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıka basa yerler ve Allah'ın yolundan
geri çevirirler. Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda
harcamayanlara korkunç bir azap muştula.” (9 / Tevbe / 34)
Ayette de görüleceği gibi din adamları, din tüccarına
dönüşebilmekte ve insanları en başta saptıranlar, “halkın malını uydurma
yollarla yiyen” bu “din adamları” olmaktadır.
Peygamberimiz de bu tarz sahtekâr din
adamlarından az çekmemiştir.
Fakat sahtekâr din adamları kadar onlara uyanlar da suçludur. Kur’an’ın
dini konularda kendisine güvenebileceğimizi garanti ettiği etten kemikten insan
olarak ardına düşmemize onay verdiği, tek kişi Allah’ın resulü Hz. Muhammed’
dir. Onun dışında, gerek
onun döneminde yaşamış, gerek ondan sonra gelecekler içinde kimseye böyle bir
onay verilmemiştir.
Oysa
günümüz uygulamalarında, Hz. Muhammed dışında “cennetlik” ilan edilmiş o kadar
çok kutsal kişi (!) ler var ki! Bu kutsalların ve şeyhlerin dedikleri adeta
vahiy gibi kabul görmekte. Oysa gerçek takva sahibini ancak Allah bilir. İman
ve takva konusunda insani hükümler ancak zandır.
Allah’a
inanan ve samimi bir şekilde hayır üreten her kişi, Allah’a yakın olmayı,
Allah’ın sevgili kulu olmayı umabilir. Bunun için şeyhin, şıhın, aracılığına
ihtiyacı yoktur. Maneviyat âleminde kimin ne kadar üstün olduğunu Allah’tan
başka kim bilebilir?
“Allah kuluna
yeter / kâfidir” (39
/ Zümer / 36)
Dini
her şeyden evvel cennetin vizesini veren münasebetsizlerden, Allah ile aldatan
haddini bilmezlerden kurtarmak gerekir. Bunlar dine, dinsizlerden çok daha
büyük zarar vermektedirler.
Bilgisi kıt, geleneklerin
esiri olmuş, anadiline çevrilmiş Kur’an’ı okuyup düşünmeyen, sorgulamayan halk
çoğunluğunu, hikâyeleriyle kandırarak,
din diye kapkaranlık, içinden çıkılmaz, çelişkilerle dolu bir hayat tarzının
içine sokmaktadırlar. Üstelik dinin tekelinin kendilerinde olduğu zanlarıyla da
kendileri dışındakileri, “Sen kim oluyorsun ki din adına konuşuyorsun” diye
susturmaya ve bir tek kendilerini dinlenir kılmaya çalışmaktadırlar.
Bunlardan
birçoğu, dinsizlerden daha çok kendilerini eleştiren Müslümanlar’a düşman
olmaktadırlar. Çünkü bu Müslümanlar’ın, kiminin manen
sömürdüğü, kiminin oyuncak yaptığı, kiminin ticari meta olarak kullandığı dini,
ellerinden almalarından korkarlar. Kuran’ın birçok yerinde dini temsil ediyormuş gibi gözükenlerin
hataları anlatılır. İbret alan nerede?
“Sırtlarına
Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kutsal kitap parçaları
taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun
vücut verdiği örnek ne kötüdür! Allah, zulme sapmış bir topluluğu doğruya ve
güzele ulaştırmaz.”
(62 / Cumua / 5)
C. FIRKALARA BÖLÜNMEK
Görüldüğü gibi geçmişte
Allah’ın kitabını bilip de onun gereklerini yerine getirmemiş olanlar, “kitap yüklü eşeklere” benzetilmektedirler.
”
Günümüzde, İslam’ın Kitabı Kuran’ın gereklerinin yerine getirilmemesinin
en önemli sebebi,
Allah’ın kitabının yanına
yüzlerce kitabın; hadis kitabı, mezhep kitabı diye konup, Allah’ın kitabının
yüzlerce kitaptan biri haline getirilmesidir.
Bunun sonucu olarak lafta Allah’ın
kitabını savunanlar, uygulamada mezheplerin ilmihallerini rehber edinip,
sorumlu oldukları Kur’an’ın yerine yüzlerce cilt fıkıh, hadis ve mezheplerinin
kitaplarına, çeşitli zübürlere başvurmaktadırlar. Bu da haliyle dinde fırkalara bölünmeye sebep olmaktadır.
Eski bir yazımdan alıntıyla devam ediyorum:
Kuran’da, Her mescitte” Dini yalnız ve
sadece Allah’a özgüleyerek ibadet edilmesi” emredilmiş (7 / A'RAF / 29) ve Dinin
özüne zarar veren, nankörlük eden, inananları fırkalara bölen, dini ve
uygulamalarını istismar ederek kendi çıkarı için kullanan kişilerin yaptığı
mescitlerde / camilerde ibadet ise kesinlikle yasaklanmıştır (9 /
TEVBE / 107-108).
Hz. Muhammed’ in zamanında, mezhepler ve de tarikatlar yokken müslümanların
hepsi “Kuran’daki İslam”ı, Allah’ın
elçisinden öğrenen, mescide giden müminlerdi, tabir caizse “Muhammedi” lerdi.
Mescitler toplu ibadet yeri olmanın yanında aynı zamanda Müslümanlar için “Kuran’daki İslam”ı öğrendikleri birer “okul”du.
Ne zaman ki “Kuran’daki İslam” yozlaştırılarak “Emevi İslam Anlayışı” hâkim kılınmaya çalışıldı; Toplumsal ihtiyaçtan, “Kuran’daki İslam” ı kendi anlayışlarınca yorumlayan din âlimleri (mezhep imamları) ortaya çıktı ve bunların yorumlarına uyan kişilerce de “mezhepler” oluşturuldu.
Sonrasında da bu mezheplerin yolları olan “tarikatlar” ve tarikat lideri “şeyh” ler zuhur etti.
Mescitler toplu ibadet yeri olmanın yanında aynı zamanda Müslümanlar için “Kuran’daki İslam”ı öğrendikleri birer “okul”du.
Ne zaman ki “Kuran’daki İslam” yozlaştırılarak “Emevi İslam Anlayışı” hâkim kılınmaya çalışıldı; Toplumsal ihtiyaçtan, “Kuran’daki İslam” ı kendi anlayışlarınca yorumlayan din âlimleri (mezhep imamları) ortaya çıktı ve bunların yorumlarına uyan kişilerce de “mezhepler” oluşturuldu.
Sonrasında da bu mezheplerin yolları olan “tarikatlar” ve tarikat lideri “şeyh” ler zuhur etti.
1. Hal böyle iken ve Kuran da:
“Hiç kuşkusuz, mescitler / secdeler Allah içindir. O
halde, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın / Allah'ın yanında bir
başkası için çağrıda bulunmayın.” (72 / CİN / 18) denmesine rağmen, bu tarikatlar,
mescitlerinin yerine kendi amaç ve faaliyetleri için, adı tekke / dergâh,
zaviye vs. ne olursa olsun bu yerleri, “okul” yaptılar ve kendilerine uyan cemaati de
buralarda topladılar.
Bu ise
zaman içersinde, iyi niyetle başlatılan yorum ve faaliyetlerin, dönüştürülerek, İslam dinini fırkalara bölen
bir anlayış ve düzene; çeşitli hiziplerin oluşmasına sebep oldu.
2. İnsanların Kuran’a Yapışmasını İsteyen Allah’ın Emri:
“Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın…” (3 / ÂLİ IMRÂN / 103)
“Kendilerine
açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde
parçalananlar gibi olmayın…” (3 / ÂLİ IMRÂN / 105)
“…Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere / kutsallaştırmış hizip kitaplarına ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. Artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak….” (23 / MÜ'MİNÛN / 52-56)
“Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!..." (42 / ŞÛRÂ / 13 -14)
3. İnsanların Yaptıkları
Kuran’ın bunları demesine rağmen, tekke / dergah ve zaviye vs. yerleri, mescitlerinin
yerine kendi amaç ve faaliyetleri için “okul” yapan ve kendilerine uyan
cemaati de buralarda toplayan bu tarikatlar, zaman içinde kendi mezhep ve
tarikatlarına göre Kuran’ın
yanında çeşitli “zübürlere / kutsallaştırılmış hizip kitaplarına” da
yapışarak, yaptıklarıyla sevinip
övünerek, sonu şirke kadar varabilen işlere giriştiler.
“Onlara,
iş ve yönetime ilişkin açık seçik belgeler verdik. Onlar, kendilerine ilim
geldikten sonra, aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden ihtilafa
düştüler. Hiç kuşkusuz, Rabbin, onlar arasında, tartışıp durdukları şeyle
ilgili olarak kıyamet günü hüküm verecektir.” (45 / CÂSİYE / 17)
ayetinde belirtilen tutum ve davranış içindekilere benzer hale gelenler, İslam
Dinini yozlaştırdılar, parçaladılar.
“…Şimdi siz Kitap'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz?..”(2 /
bakara / 85)
D. ATATÜRK’ÜN YAPTIKLARI:
1. Atatürk, Hz. Peygamber Zamanı Uygulamasında Olmayıp, Sonradan Bir “Bidat” Olarak Çıkan, Tarikatlara Ait “Tekke Ve Zaviyeleri” Kanunla Kapattırmıştır.
Niçin?
Elbette ki “Kuran’daki İslam”
da yeri olmayan ve sonu şirke (Allah’a ortaklık koşma) kadar varabilen
uygulamaları engelleyerek, dinin yozlaştırılmasını önlemek için.
Atatürk, Tekke ve Zaviyeleri kanun yoluyla kapattırmakla, “dinlerini
parçalayıp hizipler / fırkalar haline gelenleri” engellemekle, dinin yozlaşmasını da önlemiş
ve aslında İslam Dinine çok büyük bir hizmet vermiştir.
Bunların tekrar
açılması “Kuran’daki İslam”dan da gaflettir. Bidatların bir çoğu gibi
bunları da “Bid’at - ı Hasene” (güzel bidat) olarak nitelendirmeye çalışanlar,
Hz. Muhammed’ in: “Dinimizde olmayan herhangi bir şeyi uyduranın ortaya koyduğu
merduttur (dince reddedilmiş, dışarı atılmıştır). Her bidat dalalettir (sapkınlık,
doğru yoldan ayrılmak).” (Sahih – i Müslim, Cuma / 43) hadisini dikkate almıyor
demektir. Sünnete uymuyor demektir. Çünkü “Bidat” sünnetin zıddıdır.
2. Dinde Yozlaşmanın, Dinde Zayıflamanın Hızla Yaşandığı Bir Ortamda Müslümanların, Din Güvenliğini Koruma Maslahatını, Öne Almaları Gerekir.
BU MÜSLÜMAN OLANA DÜŞEN BİR GÖREVDİR.
Kurandaki
İslam’ın, Emevi İslam Anlayış ve Uygulamaları ile yozlaştırılması ile ilgili
olarak
3. Atatürk de Görüş ve Amacını Şöyle Ortaya Koymuştur :
“Türk Milleti daha
dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum.
Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum. Bilince ters,
ilerlemeye engel hiçbir şey kapsamıyor. Halbuki Türkiye’ye bağımsızlığını
veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni, boş inançlardan ibaret bir
din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu güçsüzler (zavallılar) sırası
gelince aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa yaklaşmazlarsa, kendilerini yok ve mahkûm
etmişler demektir. Onları Kurtaracağız.” (Atatürkçülük, Birinci Kitap,
Genkur. Bşk.lığı yayını 1983,Sh.457) .
CAHİLLERİN AYDINLATILIP KURTARILMASI DA ATATÜRKÇÜYÜM DİYENLERE DÜŞEN BİR
GÖREVDİR.
4. Atatürk Diyor Ki:
“Her şeyden önce şunu en basit bir dini gerçek olarak
bilelim ki, bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur. Ruhbanlığı (din adamları
sınıfını) reddeden bu din, dinde tekelciliği kabul etmez. Mesela din
bilginleri, mutlaka aydınlatma vazifesi din bilginlerine ait olmadıktan
başka, dinimiz de bunu kesinlikle yasaklar. O halde biz diyemeyiz ki,
bizde özel bir sınıf vardır; Diğerleri dini yönden aydınlatma hakkından
yoksundur. Böyle düşünecek olursak kabahat bizde, bizim cahilliğimizdedir. Hoca
olmak için yani dini gerçekleri halka telkin etmek için, mutlaka hoca elbisesi
şart değildir. Bizim yüce dinimiz her erkek ve kadın müslümana genel olarak
araştırmayı farz kılar ve her erkek ve kadın müslüman, toplumu aydınlatmakla
mükelleftir.” (Atatürkçülük, Birinci Kitap, Genkur. Bşk.lığı
yayını 1983,Sh.463) .
E. SONUÇ:
İnananlardansanız şeyhe – şıha, tekkeye – zaviyeye ihtiyacınız yok:
İnananlara
“Kuran” yeter. (39 /
Zümer / 36)
Şüphesiz ki:
Allah size şah damarınızdan yakındır. ( 50 / Kaf /16)
Allah size şah damarınızdan yakındır. ( 50 / Kaf /16)
Şüphesiz ki:
“Allah, hakka yönelenleri kendisine iletir.” (42 / Şura/ 13)
“Allah, hakka yönelenleri kendisine iletir.” (42 / Şura/ 13)
Bu
Sünnetullah’ tır ki:
“…Allah'ın yol ve yönteminde değişme asla bulamazsın! Allah'ın yol ve yönteminde döneklik de bulamazsın!” (35/ Fatır / 43)
“…Allah'ın yol ve yönteminde değişme asla bulamazsın! Allah'ın yol ve yönteminde döneklik de bulamazsın!” (35/ Fatır / 43)
Günümüzde, Allah katındaki tek Din olan İslam’ın özünden saptırılmasını,
aslından uzaklaştırılmasını ve yozlaştırılmasını önlemenin yolu, “Kuran’daki
İslam”a bakıp, oradakileri oradan öğrenip, bilmektir.
1. Dinde Yozlaşmayı Engelleyip Önlemek, Kuran’daki İslamı Öğrenmek ve Bilmek, Hem Her Müslümanın Görevidir ve Hem de Müslüman Olsun veya Olmasın Her Atatürkçünün Görevidir.
2. Kuran’daki İslam’ a İnanıp Uygulamak İse, Atatürkçü Olsun veya Olmasın Sadece Her Müslümanın Ayrıcalığıdır.
“İnsanlardan
bazısı şöyle der: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada ver." Böylesi için
ahirette bir nasip yoktur. Onlardan kimi de şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz,
bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından
koru. İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok
çabuk görür." (2 / Bakara / 200 – 202)
Allah,
seçim ve tercihi size bırakmıştır.
Rabbim dileyeni, Müslüman Atatürkçü / Atatürkçü Müslüman yapsın
İnşallah.
DİP NOT:
Konularına Göre Kuran Mesajı derlemesi, Müslüman ve Atatürkçü olarak
durumdan vazife çıkarılarak, Ana
dilimizde “Doğru Bilgi Ana Kaynağı” nın kullanılmasına imkân ve katkı
sağlayabilmek amaç ve niyetiyle, Kuran’ın ışığında bir kısım “Kitap” bilgisini,
yorumsuz olarak doğrudan Kuran ayetleriyle, zandan azade, aklını ve gönlünü
işleten “Nasip Sahipleriyle” paylaşabilmek için on yıllık bir süreçte
yapılmıştır.
Allah Kelamın
algılanıp anlaşılmasında, gerçeğe ulaştıran yollardan bir yol, hakikate açılan
kapılardan bir kapı olması umulmaktadır.
“KONULARINA GÖRE KURAN MESAJI”
{Konuyla İlgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler, “KONULARINA GÖRE KURAN MESAJI” ve “RESUL KUR’AN’IN KUR’AN TEFSİRİ“ nin de dâhil olduğu “ATATÜRK VE RESUL KUR’AN - (MKA) 41 E
KİTAP” ı, güncellenmiş
indirme linkinden [ (
bakınız: http://kemaladal.blogspot.com.tr/), (HIZLI BAĞLANTILARIM VEYA ÖNE
ÇIKAN YAYIN) ]Bilgisayarlarına
indirip, arşivleyerek inceleyebilir ve paylaşabilirler.}
M. Kemal ADAL
İZMİR
13 Ocak 2013
İZMİR
13 Ocak 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder