Hepimizin geçmiş yaşamımıza bağlı olarak edindiğimiz
tecrübeler ve bu tecrübelerden çıkardığımız sonuçlar,
aldığımız dersler farklıdır.
Başkalarının tecrübelerinden ve sonuçta benimsediği
değer yargılarından haberdar olmak ve (aynı değer yargısını kabul etsin veya
etmesin) kendisine gelen bu bilgileri, kendi aklı ve iradesiyle özgürce
değerlendirebilen her kişi için yeni bir kazanımdır.
Farklı yaşamların deney ve gözlemlerinden süzülerek,
paylaşıma sunulan bu farklı "çıkarımlar" (özümlenmiş sonuçlar),
herkes tarafından kabul edilmesi ve uyulması mecburi olmayan
fakat yararlanılması ve kişisel tercihe bağlı olarak kıymetlendirilmesi
gereken değerlerdir.
Mümin ve Müslim olmak da, Atatürkçü düşünce
sahibi olmak da kişisel seçim ve tercihlerdir.
Bu bağlamda, kişileri Mümin ve Müslim yapan Kuran’daki değerler ve Kuran’ın gösterdiği yol ile Atatürk’ ün din hakkında savunduğu değerler ve gösterdiği yolun örtüştüğü, ön yargısız yaptığım incelemeler sonucundaki tespitimdir. Aksi savı ileri sürenlerden düşüncesinde samimi olanların, ya Kuran'ı, ya Atatürkçü düşünceyi, ya da her ikisini de özümseyip anlamada, inceleme ve değerlendirme eksiklikleri olduğu kanısındayım.
Bu bağlamda, kişileri Mümin ve Müslim yapan Kuran’daki değerler ve Kuran’ın gösterdiği yol ile Atatürk’ ün din hakkında savunduğu değerler ve gösterdiği yolun örtüştüğü, ön yargısız yaptığım incelemeler sonucundaki tespitimdir. Aksi savı ileri sürenlerden düşüncesinde samimi olanların, ya Kuran'ı, ya Atatürkçü düşünceyi, ya da her ikisini de özümseyip anlamada, inceleme ve değerlendirme eksiklikleri olduğu kanısındayım.
İlham aldığımız Ata'mız, Elmalılı
Hamdi Yazır'ın, Hak Dini Kur'an Dili (Kuran'ı Kerim'in Türkçe Tefsiri) ni
yazması için, Diyanet İşleri Başkanlığı’na talimat vermiştir. Bunu
yapmakla kendi koyduğu laiklik ilkesini çiğnememiştir. Tekke ve zaviyeleri
kapatırken, Şeyhin-şıhın sözü yerine, Allah'ın sözünü orijinal kaynağından,
anadilinde milletine ulaştırmayı amaçlamıştır.
Atatürk’ün bunları yaparken niyet ve
maksadının, kendi kurduğu Cumhuriyeti şeriat kurallarıyla yönetmek olmadığı
açıktır.
Din, tarih boyunca ve halen, her toplumda ve yurdumuzda, en
fazla istismar edilen bir konu olup, çok değişik çıkar ve amaçlara göre
saptırılıp, çarpıtılmıştır.
Maalesef bugün de, hem Kuran öğretisini ve hem de
Atatürkçü düşünceyi akademik / bilimsel anlamda anlayıp özümsemiş kişiler bile, bireysel
seçim ve tercihlerini, bu ikisinde gösterilen doğru yolların dışında kalan
farklı bir yolda yürümek üzere yaptıkları zaman, şu veya bu çıkarları için, asıl anlamını bildikleri Kuran
gerçeklerini de, Atatürk ilkelerini de saptırıp çarpıtmaktadır.
Dini ve / veya herhangi bir düşünce sistemini yok saymanın veya
resmen yasaklamanın hiçbir rejimde geçerli bir çözüm olmadığı, inanç ve düşünce
özgürlüğünün gönüllerden sökülüp çıkarılmasının imkânsızlığı, ifade özgürlüğüne
getirilen engellerin her hal ve şartta aşılabileceği, yıkılan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri Birliği’ndeki uygulamaların sonuçlarıyla kanıtlanmıştır.
Millî Mücadele'ye katılan Mustafa Kemal ve
diğer Kuva-yı Milliye'ciler hakkında ölüm fetvasını yazan Mustafa Sabri ile onu
onaylayan Şeyhülislam Dürrizade Abdullah gibilerin zihniyetine sahip kişilerle
mücadele etmenin ve benzer zihniyetin hedef kitlesi olan sade vatandaşı
aydınlatmanın yolu, dini konularda sessiz ve pasif durmak ve Atatürkçü
Düşünce Sistemi içinde dini konular hakkında gerçeklerden uzak, bilgisiz ve
donanımsız kalmak olamaz.
Bu zihniyetle mücadele ve sade vatandaşın etkin olarak
aydınlatılması, Milli Mücadele'de Şeyhülislam Dürrizade'nin fetvasına
karşı Ankara Fetvası'nı ilan eden ve 153 müftü tarafından imzalanarak dağıtılan
fetva sebebiyle, padişah imzasıyla Ankara Müftülüğü’nden alınıp, Divan- ı
Harb-ı Örfi tarafından Kuva-yı Milliye'cilere katılmaktan ölüme mahkûm edilen,
Mehmet Rıfat Börekçi gibi düşünen zihniyetin ortaya koyduğu çalışma ve
eylemlerle, benzer çabalarla olur.
Siyaset ve yaşam, boşluk kabul etmez. Boş bıraktığın konuyu bir
başka görüş ve çıkar grubu kendi işine geldiği gibi doldurur.
Aydınların, halkı yönlendirme ve
tecrübeleriyle örnek olma söylemiyle yola çıkan kişilerin, kişisel inançları ne
olursa olsun, halkın inançlarını doğru olarak incelemedikleri, bilmedikleri ve
bu inançların istismarına mani olmak amacıyla, doğru kaynaktan doğru olarak
anlaşılmasına gayret sarf etmedikleri sürece, söylemlerinin inandırıcılığı
olamaz.
Bilginin getirdiği sorumluluklar vardır. Doğruyu bilenlerin
susma hakkı yoktur.
Din, hiç kimsenin tekeline bırakılamayacak kadar toplumsal ve hiç kimsenin hiçbir maksatla üzerinde sulta (otorite) kurmasına izin verilemeyecek kadar kişisel, hem sosyal hem de psikolojik, önemli bir olgudur ve inananlar için vazgeçilmez / vazgeçirtilemez manevi (moral) bir ihtiyaçtır.
Din, hiç kimsenin tekeline bırakılamayacak kadar toplumsal ve hiç kimsenin hiçbir maksatla üzerinde sulta (otorite) kurmasına izin verilemeyecek kadar kişisel, hem sosyal hem de psikolojik, önemli bir olgudur ve inananlar için vazgeçilmez / vazgeçirtilemez manevi (moral) bir ihtiyaçtır.
Din ile devlet işlerini ayırmak adına,
kişileri inançlarıyla baş başa bırakmakla yetinilmemelidir. İnanç sistemlerinin
değerlerinin saptırılarak dinin siyaseten istismarı da, bu değerlerin
kaynağındaki doğrular gösterilerek önlenmelidir.
Laiklik, İnancı ve dini ne olursa olsun, milletin her ferdine
eşit yakınlıkta olarak, adaletle davranmaya da, onların her birinin manevi ihtiyaçlarını
karşılamaya da, her hangi bir inanç ve dinin mensubu olmaya da engel
değildir.
Meydanı Atatürk düşmanlarına bırakmak istemeyen Atatürkçü
söylem sahipleri, Atatürkçü Düşünce sistemi içinde din ve dini konulara nasıl
yaklaşmaları gerektiğini de, gecikmeksizin tekrar düşünmek, “mizan”ı
değerlendirerek, gidiş yönlerinin Atatürk’ün din hakkında gösterdiği
istikamette olup olmadığını ve ilerleme hızlarını otokontrol (öz denetim) zorundadırlar.
“Laiklik ilkesi” nin Atatürk’ün niyet ve
maksadı dışında algılanıp anlaşılması ve uygulanması, sade vatandaşları “Din
simsarları” nın tezgâhına itmiştir. Bunu düzeltmek de Atatürkçülerin işidir.
Beşeri tedbirdeki kusur ilahi takdire yüklenemez. Eyleme
dönüşmeyen pişmanlığın da faydası yeterli olmaz.
Atatürk diyor ki:
“Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması
demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.”
1930 (1)
“Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte
dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın
gelişmesi imkânını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler,
ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu
kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.” (2)
“Softa sınıfının din simsarlığına izin
verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte bu
duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz” 1930 (3)
DİP NOTLAR:
(1) Özdeyişleriyle Atatürk, Genkur. Atase. Bşk.lığı Yayınları, Ankara, 1981, Sayfa 24
(2) Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962, Sayfa 4
(3) Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, Sayfa 116
(1) Özdeyişleriyle Atatürk, Genkur. Atase. Bşk.lığı Yayınları, Ankara, 1981, Sayfa 24
(2) Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962, Sayfa 4
(3) Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, Sayfa 116
"Kim güzel bir işe aracı olursa ondan ona bir pay vardır. Kim
kötü bir şeye aracı olursa ondan da ona bir pay vardır. Allah her şeye, herkese
gıda ulaştırır, Mukît'tir." (4/85)
M. Kemal Adal
adalkemal1@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder