Önemin sebebiyle tekraren, "Yapacağımız her
seçim ve tercihlerimizden önce hatırlayıp
değerlendirilmesi umut ve dileği ile" dikkatlerinize sunarım.
M. Kemal Adal
A. FIKRA
Soğuk, karlı bir gündür. Ağıldaki koyunlar birbirlerine
sokulmuş, ısınmaya çalışmaktadırlar.
Birden ağılın kapısı açılır, eşikte kurt görünür.
Koyunlar korkudan donakalırken, kurt konuşur:
- Selamünaleyküm!
- Selamünaleyküm!
Koyunlar rahat bir soluk alıp, sevinçle melerler:
- Şükürler olsun, Müslüman’mış!
B. ALLAH İLE ALDATMAK (YAŞAR NURİ ÖZTÜRK)
Kur’an, “Allah ile aldatılmayın!” ihtarında bulunuyor. Neden? Çünkü Allah ile aldatılanların en büyük sorunu, aldatıldıklarının farkında olma imkânından büyük ölçüde yoksun bulunmalarıdır. Çünkü derinden inandıkları ve içtenlikle teslim oldukları bir değer kendilerinin aleyhinde kullanılıyor. Bunu fark etmeleri kolay değildir.
1. Aklın işletilmesi,
2. Takvanın yâni dindarlığın insanlar arasında üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarılması.
Allah ile aldatma
zulmünün aşılması için sâdece temel çare değil, tek çare aklı işletmektir.
Çünkü aklın devrede olması ve işletilmesi için laiklik temel şarttır. Aksi halde,
duygu egemen kılınmak, suretiyle din, aklın önünü kesme aracı olarak
kullanılır, yâni kitle Allah ile aldatılır.
Türk halkı, Allah ile aldatma tezgâhlarının ustalıkla işlettikleri bu ‘sevap’ oyunuyla avunurken yaşadığı dinin Kur’an’la ilgisi büyük ölçüde yok edilmiş, dinde Kur’an’ın yerini, Arap-Emevî saltanat ideolojisinin kutsallaştırılmış sloganlarıyla İslam dışı örflerin uydurmaları almıştır. Bu durumda Kur’an’ın söyledikleri Türk halkının hayatına din olarak nasıl girsin?!
Türk halkının en büyük zaafı, dinini, uyanma ve sorgulama aracı olarak değil de uyuma ve susma aracı olarak kullanmasıdır.
Bu kitap, Müslüman Türk halkına Allah ile nasıl aldatıldığını, Kur’an verilerine dayanarak anlatmak isteyen Kur’an mümini bir Türk aydınının mütevazı bir hizmeti olarak kabul edilmelidir.
1. NASIL BİR ZULÜM KARŞISINDAYIZ?
Kur’an, dindarlık belge ve ifadelerinin insanlar arasında bir değer ölçüsü olmasını yasaklamakta, dindarlığın (takvanın) sâdece Tanrı ile insan arasında bir değer ölçüsü olması gerektiğini bildirmektedir.
Takvanın kimde olduğunu da sâdece ve sâdece Allah
bilir. O halde, en masum
niyetlerle de olsa, dindarlığın bir ‘insanlar arası değer belirleyici’ olarak
öne çıkarılması, Kur’an’a göre bir insanlık suçudur; dine-imana hakarettir.
“In God we trust!” yâni “Allah’a güvenip dayanırız
biz!”
ABD, parasının üstündeki bu ifadeyle demek istemektedir ki, ben insanları, dünyayı, sömürdüklerimi iki şeyle aldatırım: Para, Tanrı.
Türkiye’de Allah
ile aldatma zulmü o kerteye gelmiştir ki, Emin Çölaşan gibilere yıllarca
hakaret yağdırmış bir ‘İslamcı’ yazar (Mehmet Şevket Eygi) bile artık isyan
etmiş ve Emin Çölaşan’ın söylediklerinden daha ağırlarını söylemek zorunda
kalmıştır.
Diyor ki M. Şevket Eygi:
“Sevgili din ve iman kardeşlerim! Biz, 1950’lerden bu yana 40 bin cami binası, bu iş için trilyonlarca dolar harcama yaptık. Bunların mihraplarına geçecek kaliteli imamlar, minberlerine çıkıp hutbe okuyacak kaliteli hatipler, Müslümanları uyaracak kaliteli vaizler yetiştirmeyi düşünmedik. 70 bin camiye helâ, imam ve müezzin lojmanı yaptırdık.
On binlerce camiye kalorifer yaptırdık, pahalı klima
cihazları taktık. Camileri hoparlörlerle, ışıldaklarla, vantilatörlerle
doldurduk. Evet, son elli yıl içinde bunlara trilyonlar harcadık.”
“Ramazanlarda birtakım din cemaatleri beş
yıldızlı lüks otellerde bin kişilik ihtişamlı, israflı, gösterişli, günahlı
iftarlar veriyordu. O fücur yuvalarında verilen iftarlar dinimize uygun muydu?”
“Zengin olan Müslümanların çoğu ipin ucunu
kaçırdı, şaşırdı, dağıttı. Milyon dolarlık lüks meskenler, yüz binlerce
dolarlık yazlıklar, lüks limuzinler, israf, sefahat, rezalet gırtlağa kadar
çıktı.”
“Biz; bir sürü hizip, fırka,
grup, cemaat ve tarikata ayrıldık ve birbirimizle çekişip tepişmeye başladık.
Yığın ve sürü haline gelen on milyonlarca Müslüman şu anda vahim bir kırsal
kesim ve varoş zihniyeti, marjinallik, parçalanmışlık içindedir.”
“Bizi mahvedenler, militan
din düşmanları değil, içimizdeki din sömürücüsü, din rantı yiyen işbirlikçi,
hain alçaklardır...”
Şuraya aktardığım
satırlarının altına imza atmakta asla tereddüt göstermeyeceğim Mehmet Şevket
Eygi, biz bu gerçekleri yıllar boyu dile getirirken, sırf nefsanî dürtülerle
bize karşı çıkanlardan biridir. Keşke bunları on yıl, yirmi yıl önce yazmış
olsaydı.
Tarihin en büyük savaşları ‘Tanrı için’ tabelası
altında yapılan savaşlardır. Bunun anlamlarının ilki şudur: Kanı en rahat ve en
bol akıtmanın yolu onun Tanrı için aktığını iddia etmek ve bu kanı akıtacakları
bu iddiaya inandırmaktır.
Allah ile aldatılan toplumlarda, mutlu bir
dünya için yeryüzünde Allah’ın iyileri kullanması engellenir, mutsuz bir dünya
için kötülerin Allah’ı kullanması yürürlük kazanır.
Bu gerçeği iyi bilenlerden biri ve Engizisyon kahrı
çekmiş bir coğrafyanın çocuğu olan İtalyan düşünür Giordano Bruno (ölm.1600) ne güzel söylemiş: “Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları
kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için
Allah’ı kullanırlar.”
Bu, şu demek: Din eksenli bir toplumda kitle, ana başlık olarak üç tip insandan oluşuyor:
1. Allah ve din adına hegemonya peşinde koşmadıkları halde sürekli iyilik ve güzellik üretenler,
2. Tüm iddiaları Allah adına olduğu halde sürekli kötülük ve haksızlık üretenler,
3. Hiçbir şey üretmeden yiyip içerek gün geçiren ot takımı.
Bruno bunları elbette biliyordu. Kiliseyi ve din
adamlarını eleştirdiği gerekçesiyle Roma’da diri diri yakıldı. Onu yakan
zihniyetin çocukları ileriki zamanlarda küllerini törenle gömerek adına anıt
mezar yaptılar. Neye yarar!
Allah ile
aldatılmayı önlemenin tek çaresi Allah ile aldatmaya giden yolları tıkamaktır. Bu ana çareyi biraz ayrıntılarsak karşımıza
şu üç alt başlık çıkar:
1. Dinin gerçeğini öğrenmek, sahte dinî dinsizliklerin en kötüsü bilmek, bildirmek.
2. Dinin saltanat ve siyaset aracı yapılmasını durdurmak, yâni laikliği esas almak,
3. Allah-insan arası bir değer ölçüsü olması gereken dindarlığı insanlar arası bir değer ölçüsü olmaktan çıkarmak.
2. KUR’AN’A GÖRE ALDATMA VE ALDANMA
Kur’an’da, aldatışlar ve aldanışlar arasında dikkat çekilenler küçükten büyüğe doğru şöyle sıralanabilir:
1. Yaldızlı-süslü laflarla aldatma-aldanma. (En’am, 112)
2. Beldelerde egemenlik kurmak, gezip
dolaşmakla aldatma-aldanma. (Âli İmran, 196; Ğâfir, 4)
3. Dine sokulan uydurma ve iftiralarla
aldatma-aldanma. (Âli İmran, 24. Enfal, 49)
4. Hurafeler, uydurmalar, anlamını bilmeden
okuyuşlarla aldatma-aldanma. (Hadîd,14)
5. Sefil-rezil yaşayışla aldatma-aldanma. (Âli İmran, 185; En’am,
70, 130; A’raf, 51; Lukman, 33; Fâtır, 5; Hadîd, 20)
6. Allah ile aldatma-aldanma. (Lukman, 33; Fâtır, 5;
Hadîd, 14)
En tehlikeli
aldatış şu ikisidir:
1. Dünya nimetlerinin araç yapıldığı aldatış,
2. Allah’ın araç yapıldığı aldatış.
Araç kullanılarak sergilenen aldatış ve
aldanışın en yıkıcı ‘Allah ile aldatma’dır. Kur’an şöyle uyarıyor:
“Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!” (Lukman, 33; Fâtır, 5; Hadîd, 14)
“Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!” (Lukman, 33; Fâtır, 5; Hadîd, 14)
3. ALLAH İLE ALDATMANIN TEMEL ARACI:
a) ŞEYTAN EVLİYASI
Şeytanın kullandığı
insanlar Kur’an’da ‘şeytanın evliyası’ veya ‘şeytanın orduları’ diye
anılmaktadır.
1.Şeytan evliyası
Şeytan evliyası daha çok korku salarak tökezletir. Bu korkuya karşılık Allah’a sığınma ve Allah sevgisi öne çıkarılmıştır.
2.Şeytanın orduları
Ordular deyimi mutlak bırakıldığına göre, şeytancılığın her türden ordusu olduğunu düşünmek zorundayız. Bunlar; kan, zulüm ve fesat orduları olabileceği gibi bilim, teknoloji, strateji casusluğu yapan gizli ordular da olabilir. Sömürgeci-emperyalist ülkelerin istihbarat örgütlerinin bir kısmı, işte bu türden ordulardır. Ve bu ordular, düzenli askeri ordulardan daha güçlü ve işlevseldir.
3.Hizbuşşeytan yâni şeytanın özel ekibi
Hizbuşşeytan, şeytanın, din içinde iş gören ekibi olup Kur’an’dan uzaklaştırma, Kur’an’ı unutturma görevini yüklediği özel timdir.
b) MÜRŞİT LAKAPLI MÜŞRİKLER (İdris Suretinde İblisler)
Din dilinde şirk, Allah’a, yâni tek olan
Yaratıcı Kudret’e zatında (sayı olarak) veya tasarrufunda (yapıp-etmelerinde)
ortak tanımaktır. Başka bir deyimle, şirk, Tanrı’nın ve Tanrılığın
özelliklerinden birini bir başkasına tanımaktır. Bu, açık ve şuurlu olursa açık
şirk, örtülü ve şuursuzca olursa gizli şirk adını almaktadır.
Ragıb el-Isfahanî (ölm. 502/1108) bu noktada Büyük
Şirk-Küçük Şirk ayrımı yapar.
“Büyük şirk Allah’ın ortağı
olduğunu iddia etmektir ki, inkârın ve küfrün en büyüğüdür. Küçük şirk ise bâzı
iş ve fiilleri icra ederken Allah dışında kişilerin rızasını da hesaba
katmaktır. Riyakârlık, ikiyüzlülük bu cümledendir.”
Peygamber, ümmeti adına şirkin en çok bu sinsi türünden
korktuğunu söylemiş ve bu şirk türünü tanıtırken şöyle buyurmuştur:
“Ümmetim adına en çok korktuğum şey Allah’a şirk
koşmaktır. Ancak benim söylediğim, onların Güneş’e, Ay’a, puta tapmaları
değildir. Benim korktuğum bu şirk, Allah dışındaki şeylerin hoşnutluğunu
gözeterek ameller yapmak ve bir de gizli şehvettir.” (İbn Mâce, zühd, 21)
c) ŞUNU ASLA UNUTMAMALIYIZ:
Din adı altında dinsizliğin en zehirlisini
sahneleyenler, dine karşı olanlar değil, dinin savunucusu olduğunu iddia eden
Allah ile aldatma sahtekârlarıdır. Birçok insanı dine-Allah’a düşman hale
getirenler de bunlardır.
Birlik ve kucaklaşmaya giden yol, bilgi ve bilinçten geçer.
Bu yüzden, mürşit kılıklı müşriklerin belirgin
özelliklerinden biri de bilgi, bilinç ve düşünce düşmanlığıdır.
Mürşit patentli müşrikler yüzünden tam bir mahşer
paniği yaşıyoruz. Mürşit kisveli müşriklerin şaşmaz,
değişmez bir tek birlikteliği vardır: Siyaset ve saltanat çıkarları uğruna,
adına Siyasal İslam denen dinciliğin öncülüğünde ve şemsiyesi altında toplanıp
nimet ve imkanları paylaşmak. Onlar paylaşırken ülke ve kitle çürüyüş ve
tükeniş sürecine girer.
4. ALLAH İLE ALDATMANIN TEMEL DAYANAĞI: DİNE YALAN SÖYLETMEK
İslam dünyası,
o arada Türkiye, İslam’a yalan söyletmenin ağır ve kahırlı faturasını ödemektedir. Bulunduğumuz noktadaki
zihin ve ruh halimize bakılırsa bu fatura ödeme süreci daha uzun süre devam
edeceğe benziyor.
İslam dünyasının durumu gerçekten çok kötüdür. Ve bu
‘çok kötü’nün en kötü yanı da durumun kötü olduğunun henüz bilincinde
olmamamızdır.
Dinde olmayan birçok haram, sevap,
dokunulmaz alan, kural, ibadet icat edilmiştir.
‘Dindarlık’ yapay kutsallara saygıyla eşitlenmiştir. Bu durumda, Allah ile aldatanların anladığı anlamda ‘dindar’ olduğunuzda gerçek dinin dışına çıkarsınız. Onların anladığı gibi ‘dindar’ olmadığınızda ise ‘dinsiz’ diye damgalanırsınız. Tezgâh işte böyle kurulmuştur.
Bugünkü İslam dünyasında ibadetler imanın
belirişi olmaktan çıkmış, inadın tatminine dönüşmüştür. Bunun içindir ki cami
sayısı arttıkça dinden beklenen rahmet ve bereketin paydası düşmektedir. Allah,
İslam dünyasına, özellikle Türkiye’ye, âdeta cami sayısıyla orantılı olarak
tokat atmaktadır.
Allah’tan başkasına teslim olmama anlamına
gelen İslam, Allah dışında her şeye ve herkese teslimiyete dönüştü. Müslüman
kitleler, özgürlük pankartları taşıyan kölelere dönüştürülmüştür.
Sahte dinin sömürüsü pahasına ‘dindar’ olmaktansa, dinsiz kalmayı tercih edin! Çünkü bu takdirde hiç değilse gerçek dinî bulma ümidiniz canlı kalır. Kimseye zor veya garip gelmesin, Kur’an’ın yolu ve buyruğu budur.
Dinî sömürenlerin Kur’an’dan duydukları rahatsızlık,
dinsizliği sömürenlerin duydukları rahatsızlıktan birkaç kat daha fazladır.
5. ALLAH İLE ALDATMANIN SİVİL DESTEK KURULUŞLARI
“Beni bir kez aldatırsan sana yazıklar olsun; beni iki kez aldatırsan bana yazıklar olsun.”(Çinli bilge Sun Tzu)
Türk insanına
yönelik Allah ile aldatma faaliyetine alt yapı oluşturan ve bunun için de
sürekli dinci söylemler kullanan bazı dinci gruplar ve etki imkânları şöyledir:
Millî Görüş örgütü:
37 yayın, 330 dernek, 33 vakıf, 8 dershane, 48 şirket...
37 yayın, 330 dernek, 33 vakıf, 8 dershane, 48 şirket...
Fethullahçılar:
16 yayın, 23 dernek, 220 vakıf, 24 pansiyon, 570 dershane ve okul, 96 şirket...
Süleymancılar:
6 yayın, 2100 dernek, 14 vakıf, 1750 pansiyon ve kurs, 28 şirket...
Şiddetçi-radikal örgütler:
89 yayın, 95 dernek, 19 vakıf...
Muhtelif dinci gruplar:
100 küsur yayın, 100 küsur dernek, 50 küsur vakıf, muhtelif pansiyonlar ve kurslar...
Toplam rakamlar:
170 yayın, 2570 dernek, 316 vakıf, 1780 pansiyon ve kurs, 580 dershane ve okul ile yaklaşık yüz seksen şirket...
Ekleyelim ki,
bu tablo, 2003 yılı itibariyledir. Allah ile aldatmayı en
ileri boyutta kullanan AKP’nin iktidar dönemi olan son birkaç yılı da dikkate
alarak yeni bir değerlendirme yaptığımızda burada verilen rakamların iki üç
katına çıktığını söylemek gerekir.
Bu sayılanlara siyasal, dinsel, ekonomik hesaplarla
destek veren liberal patentli şirket, holding, basın kurumu gibi odakları da
eklemeliyiz.
Türkiye Diyanet Teşkilatı’nın, 700 yüz
civarındaki imam hatip okulunun ve otuz civarındaki ilahiyat fakültesinin de
büyük ölçüde bu dinci anlayışın güdümünde olduğunu unutmamak zorundayız.
Dahası, yüz bin civarındaki cami de Allah
ile aldatma harekâtında şöyle veya böyle, az veya çok kullanılmaktadır.
Özetleyelim: Türkiye’de
bugün, Allah ile aldatma dinciliğinin ulaştığı ekonomik güç, devletin gücünün
çok üstünde kabul edilmek gerekir. Bu gücün aşamayacağı tek ‘karşı güç’ Türk
ordusudur. Sebep, ordunun silahlı bir kuvvet oluşudur. Eğer silahı kenara
koyarak veya dikkate almayarak düşünürseniz, Allah ile aldatan güç yani dinci
siyaset ve saltanat, Türkiye Cumhuriyeti’nin tartışmasız en büyük gücü olarak
kabul edilebilir.
Türkiye’de rejim,
kendisine açıkça kafa tutan bir karşı rejim oluşumuyla yüz yüzedir. Resmî
rejimin tek şansı ve avantajı TSK’dır.
ABD, AB ve içteki dinci gücün sürekli ve sistemli bir biçimde
TSK’ya vuruşunun hikmeti ve sebebi üzerinde şimdi bir kez daha düşününüz.
Allah ile aldatmanın ulaştığı bu korkunç güç, liberal,
özgürlükçü, AB’ci, ABD’ci adlarıyla anılan, esasında ise çıkarlarını vicdan ve
insanlık değerlerinin her zaman üstünde tutmuş olan ‘sözde Türk basını’
tarafından da desteklenmektedir.
6. ALLAH İLE ALDATMANIN HÜKÜM ODAKLARI
Dinde teşriî (yasama) yetki kullanma suçu, İslam dünyasında
tarikatlar ve mezhepler tarafından bilerek veya bilmeyerek asırlardır
işleniyor. Son zamanlarda buna, din
üzerinden siyaset yapanların ‘dinî siyasal parti ile eşitleme’ zulümleri
eklendi. Bu zulüm, dinî kendisi ve partisiyle eşitleme ve kendisini Allah’ın
vekili, sözcüsü gibi ortaya sürme zulmüdür. Dinci terörün başlangıç noktası da
budur.
Önce, dindarlık, birilerinin alâmeti fârikası ilan
edildi. Ardından din baronlukları, din dükalıkları, dokunulmaz-eleştirilmez
‘efendiler, üstadlar, mücahitler’ (!) ve daha neler neler yaratıldı.
Bunun ardından,
bunların, halkı ‘iyi dindar, zayıf dindar, günahkar,
dinsiz, din düşmanı, mürted’ gibi sınıflara ayırma hakkı kullanmalarına seyirci
kalındı.
Bu zihniyetin
Allah ile aldatan tezgâhı şöyle işletiliyordu:
“İslam demek dinden bizim
anladığımız demektir. O halde bizim ak dediğimize kara, iyi dediğimize kötü
diyenler otomatik olarak İslam dışıdır. Müslümanlık belgesi, bizim defterimize
kayıtlı olmanın ta kendisidir. Öteki yollar, İslam’a ve cennete değil, patatese
çıkar.”
Bu talihsiz
mantık, bir şer formülü olarak şöyle der:
“Müslüman vardır ve o biziz;
kâfir vardır ve o da bize karşı olanlardır. Ve biz, bize karşı olanlara her
şeyi yapma hakkına sahibiz.”
Türkiye’de,
siyasal İslamcılığın devreye girdiği günden beri namaz artık bir meydan
malzemesine döndürülmüş, bütün ruhaniyeti, erdiriciliği, saffet ve güzelliği
yok edilmiştir.
Namaz, bugün hâlâ insanları aldatmanın temel
araçlarından biri olarak insafsız ve acımasız bir biçimde işletilmektedir.
Bu Kur’an dışı
tahrip oyunu, 2000’li yılların Türkiyesinde hem de TBMM çatısı altında şu Kur’an
ve akıl dışı talebin gündem yapılmasına yol açmıştır:
“Millet, dindar cumhurbaşkanı istiyor.”
Millet böyle bir
şey istemişse bu vahimdir, eğer istememiş de birileri onun adına avukatlıkla
söz söylüyorsa bu daha vahimdir. Din adına dinsizlik yapılıyor.
Kur’an’ın insanlık
tarihinde yaptığı en büyük devrimlerden biri, belki de birincisi, takvanın,
insanlar arasında bir değer ve üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarılmasıdır.
Tüm dinci zümreler, az veya çok tekfir
(başkalarını kafir ilan etme) tezgahını mutlaka işletirler. Bu tezgâh, dine
karşı olanların kâfir ilan edilmesi değildir; bu tezgâh, dinci (dindar değil)
kesimin hesaplarına uymayanların din dışı ilan edilip etkilerinin kırılması
tezgâhıdır.
7. ALLAH İLE ALDATMANIN ÖNCÜLERİ: DİN SINIFI
Din temsilcilerinin tarihsel kötülüklerinin eleştirilmesinin bir insanlık görevi olduğu bugün artık herkesçe, hâttâ din temsilcilerinin en önde gelenlerince kabul edilmektedir. Bunun en tipik örneği Katolik âleminin başı Papa’nın dünya önünde insanlıktan özür dileyen bildirgesidir. Benzerlerini diğer din temsilcilerinden de beklediğimizi ifâde ederek, bir basın organında ‘Papalığın Tarihsel Özrü’ başlığıyla yayınlanan deklarasyonu (bildirgesini) buraya alıyoruz:
“Papa 2. Paul ve
Vatikan’ın 7 kardinali kilisenin bir günahını dile getirip insanlıktan özür
diliyor.”
Bu günahları şöyle sıralıyorlar:
1. Dinler arası savaşlarla başka kök ve soydan gelen
kitlelerin hakları yaralanmış, onların kültür ve inançlarına saygısızlık
edilmiştir. Bu savaşların en büyüğü, kuşkusuz, Müslümanlara karşı sürdürülen
Haçlı Seferleri’dir. Kudüs’e doğru yürürken her yanı yağmalamış, yakıp
yıkmışlardır.
2. Engizisyon mahkemelerinde işkence ve katliamlar yapılmıştır.
3. Engizisyonun, kilisenin bölünmesinde ve Protestanlığın ortaya çıkmasında tarihsel bir günahı vardır.
4. Yahudilere karşı sürekli düşmanca tavır sergilenerek de günah işlenmiştir.
5. Amerika’nın keşfinden sonra yerli halk arasında zorla misyonerlik yürütülmüştür.
6. Kadınlara ve öteki ırklara karşı eşit davranılmamıştır.
7. İnsan hakları çiğnenmiştir.
“Papa,
ayrıca, Katolik kilisesinin ateistlere karşı tavrından dolayı da özür
dilemiştir. Papa, ateizmin de insanlar için bir dinsel inanç gibi hak olduğunu
kabul etmiştir.”
Bu günahlar ve itiraf listesine, sanıyoruz, son papa
16. Benediktus’un, Hz. Muhammed’le ilgili yaptığı ve o Yüce Peygamberi ‘Kan,
Şiddet ve şerrin yayıcısı’ olarak gösteren talihsiz sözleri için de ayrı bir
özür ve günah çıkarma deklarasyonunun eklenmesi gerekir.
8. DİNCİYİ DİNDAR YERİNE KOYMA ALDATMACASI
Toplumumuzun temel sıkıntılarından biri de dindar-dinci ayrımında kilitlenmiş bulunuyor.
Dincilik (veya siyaset dinciliği); dinî, çıkar, koltuk,
baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından ne dinî
vardır ne de imanı. Onun dinî-imanı, Tanrısı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır.
Dincilik, tarihin en verimli ama en zalim iş
kollarından biridir. Dinci ise bu sanayi kolunu meslek edinmiş olanların
adı-unvanıdır.
Nedir dindar ve
nedir dinci? Ana hatlarıyla görelim:
Dindar, her şeyden önce, dinî
Allah’a varmanın, O’nun hoşnutluğunu kazanmanın, daha iyi ve daha yetkin insan
olmanın yolu ve kurumu bilen ve bu anlayışla yaşamaya çalışan insandır. Bunun
içindir ki, dindarın temel meselesi daha iyiye ve daha güzele ulaşmaktır.
Dinci için en büyük sıkıntı,
dindarın varlığıdır. Çünkü dindar, başkalarının mutlu olmasını, cennete
gitmesini sevinçle karşılamanın da dinin gereği olduğunu söylemektedir. Bu
söylem, dinciyi çok öfkelendirir.
Dindar için din, daha
çok sorumlu olmanın, daha çok paylaşmanın, daha çok fedakârlığın yoludur.
Dinci için ise din,
başkalarından daha çok almanın, başkalarını daha rahat itham etmenin dokunulmaz
ve eleştirilmez kurumudur.
Bu yüzdendir ki, dincinin elinde din bir
ıstırap ve kahır kurumuna dönüşür ve insan haklarını çiğnemenin kutsal aracı
yapılır.
Gıybet etmek, Allah’ın kurallarına suç ve
ayıp bulmak, en küçük bir kızgınlık anında onları cehenneme göndermek dincinin
âdeta alâmetifarikasıdır.
Dindar, ‘yaratılanları
Yaratan’dan ötürü’ sever; dinci
ise yaratılanları Yaratan’dan nefret ettirmek üzere rahatsız eder.
İslam’ın vicdan adamlarından biri olan
Muhammed İkbal (ölm. 1938), dinciden söz ederken onun sâdece dünyayı değil,
cehennemi bile berbat edebilecek bir yaratık olduğuna dikkat çeker.
Dinci, çıkarına ters düşen
hiçbir şeye ve hiçbir kişiye vefa göstermez.
Dincinin yoksun olduğu şeylerin başında ahde
vefa gelmektedir. Bu tespitin bir uzantısı olarak, dindar, kıymet bilir, şükran
bilir insandır. Dinci ise nankördür.
Emin olmayanın imanı olamaz. Bu bizzat, Hz.
Muhammed’in bir beyanıdır.
Yüzlerce günahınız olabilir, yine de
Müslüman olursunuz ama emin insan değilseniz, tüm zamanınız namazla-niyazla
geçse de Müslüman olamazsınız. Çünkü emin olmamak, riyakâr olmanın diğer
adıdır. Riya ise, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in açık beyanlarıyla şirktir.
Günahtan korkma, şirkten kork. Çünkü Allah, günahını
itiraf edip boyun bükenleri affedecektir. Ama şirke bulaşanları asla
affetmeyeceğini açıkça bildirmiştir.
Evet, günahtan değil, şirkten kork, yâni
olduğun gibi görenmemek veya göründüğün gibi olmamaktan kork!
9. ALLAH İLE ALDATILMAMIZ NE ZAMAN VE NASIL BAŞLADI?
Müslüman kitlelerin Allah ile aldatılması,
Emevi kralı Muaviye b.Ebî Süfyan’ın, Hz. Ali’nin ordusunu aldatmak için Kur’an
sayfalarını mızrak uçlarına takıp “Aramızda bu kitap hakem olsun!” diyerek
sergilediği şeytanetle başladı.
Allah ile aldatma, Anadolu insanı özelinde İslam’ın
Araplaştırılmasıyla başladı, İslam’ın Türkmen yorumunda Allah ile aldatma asla
yoktur.
Anadolu hümanizmine vücut veren İbn Arabî’de, Hacı
Bektaş’ta, Mevlana’da, Yunus’ta ve onların izinde giden alp erenlerde Allah ile
aldatma yoktur.
10. ALLAH İLE ALDATANLARIN ‘TAHAKKÜM TEOLOJİSİ’
Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez
bir ‘tahakküm teolojisi’ oluşturmuşlardır. 21. yüzyıla egemen olacak din eksenli
kutuplaşmayı başlatmadan önce İslam’ı, dünya önünde hiçbir itibara sahip
olmayan bir kabile dinine döndürmeyi planladılar ve bunda büyük ölçüde başarılı
oldular. Onun ardından, ‘Medeniyetler Çatışması’ adı
altında bir Haçlı-İslam savaşı başlattılar. Bu savaşta yenik düşecek olan
baştan belliydi: İslam dünyası.
Bu işin başını birinci derecede İngilizler çekti.
‘Medeniyetler Çatışması’ tezinin babası sanılan Huntington, esasında bu fikrin
öğrencisidir. Fikrin babasının, İngiliz düşünür ve istihbaratçısı Toynbee
(ölm.1975) olduğunu unutmayalım. Huntington, Toynbee’nin resmen ve fiilen
öğrencisidir.
İngilizler, İslam’ı İslam’la vurma
siyasetinde en çok hilafeti kullandılar. Çünkü çöküşün oradan geleceğini ve tek
elden kontrol için en emin aracın hilafet aldatmacası olduğunu biliyorlardı.
Amerikalı yazar Dr. Gibbons diyor ki: “İngilizler,
dünyada toplu halde ne kadar Müslüman varsa kendi hükümleri altında görmek
isterler.”
Kendi başına kaldıklarında demokrasi sözünü
bile dinsizlikle eşanlamlı sayan dinci taife, Haçlı emperyalistlerin fesadıyla
o hale geliyorlar ki, yıkmak istedikleri rejim ve yönetimlere saldırırken,
Haçlı öncülerinin öğrettikleri sloganı Kur’an ayeti gibi tekrarlıyorlar: “Daha
fazla demokrasi isterük.”
“Demokrasi istiyordunuz da yıllardır elinizin altında
bulunan Suutlara, Katar’a, Umman’a, Bahreyn’e neden demokrasi getirmediniz de
Irak’ı yerle bir etme pahasına demokrasi istiyorsunuz?”
Haçlılar, önce Müslüman’ı çağdışı hale getiriyor,
ardından da “Böyle olmaz; ben bunu düzelteceğim” diye muhtarlık yapmaya başlıyorlar.
Kural ve kader hep aynı: Muhtarlık Haçlı’dan,
finans ve hizmet Müslüman’dan.
ABD’nin Marshall Yardımı, Müslüman’ı kendi yurdunda
vurdu. Marshall Yardımı’nın Köy Enstitüleri’ni kapatma şartına bağlanması bile bizi yönetenleri uyandırmaya
yetmedi.
Müslümanların kendi dinleriyle vurulmalarının ve kendi dinlerini yanlış anlamalarının yarattığı ıstıraplar, İslam düşmanlarının vücut verdiği kahırlardan çok daha büyük olmaktadır. Ve bu, asırlardır böyle olmaktadır.
Kur’an’ın son vahyedilen ayeti (Mâide, 3),
dinin adının Allah tarafından İslam konduğunu, mükemmel hale getirildiğini,
tamamlandığını ve bunun ismi üzerinde de oynanmaması gerektiğini söylüyor.
Şeriati bir devlet şekli gibi
sunuyorlar. Oysaki Kur’an, ima yoluyla bile bir devlet şekline temas etmiyor.
Onu insan aklına bırakmış.
İslâm devleti tabiri, siyasal İslamcı
istismarın bir uydurmasıdır. Kur’an’da böyle bir tabir yok. İslâm evrensel ve
ölümsüz ilkeler bütününün adıdır. O halde İslam’ın devleti olmaz, Müslümanların
devletleri olur. Gerçek bu olunca da onlarca, yüzlerce devlet şekli
bulunacaktır.
Ağzını açan herkesi, Allah ile susturmaya kalkanlar,
din elbisesini bütün topluma tersine giydire giydire Müslümanları felaketlerin
kucağına ittiler. Elbise mükemmel elbise ama giyen tersine giydiği için
sahibini vezir etme yerine rezil ediyor. Ve bu rezilliği gören gayrimüslim
kitleler İslam’dan da Müslüman’dan da nefret ediyor.
İnsanımızın Allah ile aldatılıp
saptırılmasında bir numaralı araç sahte dindir. Bu aracın kullanımına son
vermez isek dirilişimiz mahşere kalır.
11. ALLAH İLE ALDATMA ARACI OLARAK KORKU
Allah ile aldatma odaklarının olmazsa
olmaz dayanaklarından biri de dine egemen kıldıkları korkudur.
Korkuyu egemen kılmanın en kalıcı ve güvenli yolu ise
Allah’ı korku objesi haline getirmek ve bunu dinde ülkeleştirmektir. Ve bu
yapılmıştır. Hem de çok erken devirlerde.
Dil açısından “Takva, bir şeyi kendisine sıkıntı ve
zarar verecek şeyden korumaktır.”
Birinci anlamdan yola çıktığınızda dine, Allah’a ve
insana bakışınız başka olur, ikinci anlamdan hareket ettiğinizde başka olur. Birinci anlama göre Allah bir korku ve dehşet objesidir,
ikinci anlama göre ise bir sakındıran, koruyan, acıyan ve uyaran kudrettir.
Dinî ve Allah’ı korku aracı haline getiren
geleneksel korkucu din anlayışı, takva konusunda bilimsel açıdan da yanlışlar
içindedir.
M. Kemal Adal
23 Şubat 2014 / İZMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder