R. İhsan Eliaçık

Gel gör ki Allah ile aldatanların şahı olan “Bel’am” konusunu ne
cami vaazlarından, ne de ilahiyat kürsülerinden pek duyamazsınız. Kur’an’da
esaslı bir şekilde ele alınan bu karakter neredeyse unutulmuş, unutturulmuştur.
Ama bunun böyle olması
konuyu bizim de unutacağımız veya unutturmaya çalışacağımız anlamına gelmez,
değil mi?

“Ahund” Farsça’da medresede ders veren ve mollaların başı olan büyük alim demek… İran’da devrim yıllarında Şah yanlısı mollaları ifade için “saray ahundları” diye Humeyni çok kullanırdı.
Saray, egemenlik ve iktidar böyle bir şey…

Eski çağlardan beri, özellikle de Emevilerde, Abbasilerde, Osmanlılarda ve de Cumhuriyet döneminde bunlardan hiç eksik olmamıştır. Maşallah sultan sofralarında ikbal-ü izzet gördümü mantar gibi biterler…
***

Günümüzde bunun ifadesi olmaya en yatkın olanlar yazarlar, şairler, sanatçılar ve din alimleridir. “Egemene” yönelik eleştiriler bir ülkede bunlardan gelmiyorsa, bunlar da egemenin borazanı haline gelmişse o ülkede “ma’şeri vicdan” ölmüş demektir.


***

“Onlara anlat… Hani bir adam vardı: Ayetlerimizi çok iyi bildiği halde onları bir kenara atmıştı. Şeytana uymuş ve sonunda iyice azmıştı. Lâyık görseydik onu bildiği ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat gözünü güç ve iktidar hırsı bürümüş, heva ve hevesine fena kapılmıştı. Bu gibilerin durumu tıpkı köpeğe benzer; üstüne varsan da dilini sarkıtıp hırlar, kendi haline bıraksan da. İşte ayetlerimize yalan diyenlerin durumu böyledir. Anlat bu olayı; belki tefekkür ederler.” (A(raf; 7/175-176)

Demek ki bu karakter; Ayetleri çok iyi
bildiği halde ilmiyle amel etmeyen
Şeytana uyarak azan Güç ve iktidar (dünya) hırsı gözünü kör etmiş Heva
ve hevesine kapılmış Köpek tıynetli her
“din alimi”dir…

Ayette geçen “ahlede ile’l-ard” tabirinin bir manası da “bir beldede / ülkede (arz) sonsuz bir güç ve iktidara (huld) erişme arzusu” demektir. Çünkü Kur’an Araf suresinde geçen “Rabbiniz size bu ağacı neden yasakladı sanıyorsunuz? Çünkü ondan yerseniz iki melek (melekeyn) olursunuz veya ölümsüzleşirsiniz (hâlidîn)” (7/20) şeklindeki şeytan fısıltısının ne olduğunu Taha suresinde şöyle tefsir eder: “Ey Âdem, sana sonsuzluk ağacını (şecereti’l-huld) ve yıkılmayacak bir hükümranlığın (mulki la yeblâ) yolunu göstereyim mi?” (20/120)…

Bu, devlet katmanlarında, döner koltuklarda, makam odalarında, halkın selamlandığı kürsülerde boyuna yeşeren ve tatdıkça artan iktidar şehvetidir. İktidar ile şehvet arasında bu nedenle doğrudan bağlantı vardır. İktidarda emir verirken, şehvette orgazm olurken kendinizden geçersiniz yani huld ve mülk (yıkılmayacak bir hükümranlık) duygusundan bir nebze, bir an yaşarsınız.
Bu nedenle huld ve mülke ulaşmak için “Bel’am”ın hırsı aklını geçmiştir. Dini bilgisi artık “Allah ile aldatmak” dışında hiçbir işe yaramamaktadır. “Allah” demekte fakat sonsuz bir iktidar, servet ve egemenlik (huld ve mülk) istemektedir.

***

Başka bir görüşe göre de ayette anlatılan adam, din bilgini Mekkeli Rahip Ebu Amir’dir. Mücâhid, Abdullah bin Amr, Kelbî ise Ümeyye bin Ebi’s-Salt’tır der. Said bin Müseyyeb ise Ebû Âmir olduğu görüşündedir.

Örneğin, Bel’am bin Baura Moav kralının sarayında ağırlandığı gibi, Mekkeli Rahip Abu Amir de Bizans saraylarında ağırlanmıştır. Çünkü o da “sonsuzluk ağacını” ve “yıkılmayacak hükümranlığı” orada görüyordu. Şeytan onun da ayağını böyle kaydırmış ve hırsı aklını geçerek “egemene yanaşma” yolunu seçtirmişti.
Mekkeli Rahip Ebu Amir, Suriye’ye gidip “arslanlı yollardan” geçerek Bizans “derin devleti” ile anlaştı. Bizans ordularını Medine’yi işgale davet etti. Böylece “Muhammed belasından” ebediyen kurtulmuş olacak ve Medine’yi Bizans adına yönetecekti. Adamlarına haber salarak Medine’de peygamber mescidinin karşısına kendi “tapınağını” diktirdi. Bizans ordusu ile geldiğinde orada karşılanacaktı. Peygamberimiz bunun üzerine ünlü Tebük seferini başlattı. 30 bin kişi ile Suriye’de Ebu Amir’in ağırlandığı Bizans saraylarına doğru yürüyüşe geçti. Tebük’e gelindiğinde Bizans’ın işgal planından vazgeçtiği duyuldu. Peygamberimiz Medine’ye döner dönmez ilk iş olarak Ebu Amir’in tapınağını yıktırdı. İnsanlara zarar vermek için açılan bu yere “Mescid-i Dırar” (Tevbe; 9/107) denerek Müslüman bilincin dimağına kazındı. O gün bugündür bu tür yerler bu isimle ve genellikle de “Bel’am” ile birlikte anılır.
Böylece Hz. İsa nasıl “tapınağı basan peygamber” (Matta; 21/12-13) adıyla tarihe geçti ise, Hz. Peygamber de “tapınak yıkan peygamber” (Buhari Tecrîd-i Sarih, 10, 422) olarak tarihe geçti. Çünkü Hz. İsa zamanındaki Roma adına, Hz. Peygamber zamanındaki de Bizans adına çalışıyordu.

Bu tipler, ayetleri iman ettikleri için değil; meslek icabı okurlar.
Allah’ın kitabını hayat değil; tapınak kitabı olarak algılarlar.
Bir çoğu saray ulemasıdır. Kralların, sultanların sofrasından kalkmazlar.
Onlara dalkavukluk ederek din hizmeti sunarlar.
Esas işleri egemen otoriteye dinî gerekçe bulmaktır. Bunun karşılığını da
fazlasıyla alırlar.
Allah’ın ayetlerini iyi bilirler ancak bilincinden yoksundurlar. Bilgiyi
insanı yetiştirip geliştiren bir fazilet (erdem) değil; güç vesilesi olarak
görürler. İlâhî bilgiyi de bu güce ulaşmak için isterler.
Asıl dertleri “Tanrı ile olmak” değil “Tanrı gibi olmak”tır. Allah’a
değil; güce taparlar. Allah’a da gücü için taparlar. Güç kimdeyse onun köpeği
olurlar.
Üzerine varsan da varmasan da dilini sarkıtıp havlamaktan başka bir şey
yapmazlar. Çünkü köpek tabiatlıdırlar. Egemene hizmeti ve güçlüye sadakati
köpekliklerinin şerefi olarak görüler.
İlginçtir,
Kur’an söyleminin en sertleştiği yerlerin bu karakterin anlatıldığı yerler
olduğunu görüyoruz. Biliyorsunuz Kur’an’da “havlayan köpek” ve “hayvandan daha
aşağı” diye benzetme yapılan yerler var. Bu yerler işte bu gözünü dünya hırsı
bürümüş “yalaka din adamı” karakterinin anlatıldığı yerdir (A’raf; 7/176,179).
Dolayısıyla bu yazıda “köpek”, “hayvan” filan diyerek sert ifadeler kullanmamız
normal karşılamalı çünkü “Kitap”ta geçiyor!
***

***







En başta “din” olmak üzere bütün “kamu” davası güdenlere böyle bakacağız.

***


Demek rahmetli babam o dualarında “Allah ile aldatanın önde gidenini” tanıtıyor ve yarınlarıma mesaj veriyormuş: Tanı bunları, tanı da büyü…
16 MART 2009 PAZARTESI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder