YÜCE ALLAH’IM, VATANIMIZI BÖLMEYİ, YIKMAYI, ORTADAN KALDIRMAYI
VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’MİZİ SONLANDIRMAYI AMAÇLAYAN ŞER ODAKLARININ TÜMÜNÜN,
TÜRK MİLLETİNE KARŞI YAPTIĞI VE YAPACAĞI HER TÜRLÜ GİRİŞİMLERİNİ SONUÇSUZ VE
BAŞARISIZ KILSIN. İNŞALLAH.
TC. / M. Kemal Adal
Merhum Attila İlhan, yaşayan
dizelerinde:
“Bir yerde vahim bir hata
yapılmıştır.
Ne söylemeye dilim varır,
Ne düzeltmeye gücün yeter.
Meyus bir papağan gibi
Söylenir dururum kendi
kendime”
Demektedir.
Çoğumuzun da çoğu zaman yaptığı budur
ama “söylemek yerine söylenmek” meseleye çözüm ve derde çare değildir.
Söylediklerini yazmak
da söylemektir. Başkalarının söyleyip yazdıklarını, bir başkasına söyleyip
yazmak da söylemektir. Söylemek her zaman kendini ifade edebilmenin normal bir yolu
olagelmiştir.
Söylemek,
iletişim ve anlaşma aracıdır. Her söylemede, söyleyen ile söylenen yani karşılıklı
muhataplar ve her söylemden beklenen farkı sonuçlar vardır.
SÖYLENMEK İSE: Kendi kendine konuşmak ve kendine söylemektir; muhatapsız olarak
çıkışmak, azarlamak, eleştirmek, sızlanmaktır.
Söylenmek, üzgün ve
karamsar insanların çaresizlik, acizlik tezahürüdür. Olumlu bir sonucu (belki biraz kendini rahatlatmanın
dışında) da yoktur. Söylenerek iletişim ve anlaşma da yapılamaz. Söylenmek,
karanlıkta karanlığa ıslık çalmaktır.
Zulmün,
haksızlığın, adaletsizliğin, eziyetin, fitne, fesat ve toplumsal
memnuniyetsizliğin olduğu zaman ve durumlarda, bir bildiği olan ve
söyleyecek sözü bulunan insanların “söz
gümüşse sukut altındır” atasözüne sığınarak anlamsızca susmaları da, çaresizce
söylenmeleri de yanlıştır.
Konu
ile ilgili bir bilgisi ve fikri olmayan insanların, konuşmak için konuşmak
yerine dinleyip öğrenmelerinin daha değerli olduğunu vurgulamak ve
söylenmelerini de önlemek için söylenmiştir o
“söz gümüşse sukut altındır” atasözü…
Hz. Muhammed (s.a.v.): “Haksızlığın karşısında susan, dilsiz şeytandır” ve “Kim
kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa
diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en
zayıf derecesidir.” buyurmuştur.
“Emri bil maruf ve nehyi anil münker “
(İyiliği emredip kötülüğü önlemeye çalışmak) farz-ı kifayedir. Bunu
yaparken “Allah
size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor…”(4/Nisa/58.ayet)
Bu
sebeple icap eden durumlarda, bir bildiği ve diyecek sözü olan kişinin susmak
ve / veya söylenmek yerine bunu söylemesi, kişinin kendine ve toplumuna karşı
yapması gerekli olan ahlaki görev ve sorumluluklarından birisidir.
Esas olan, insanın söyleyeceklerini
kendi sözleri ile ifade etmesidir. Ancak toplumsal
mutabakatın arandığı durumlarda, söylenmesi gerekenleri, bir başka kişi kendi
sözleri ile ve bizim ifade etmek istediğimizden daha güzel ve anlaşılır olarak
söylemişse onu söylemek de doğrudur ve üstelik bu daha uygun olabilir.
Sonuçta her ne sebep ve
şekilde ne söylemişsek artık o bizim de sorumluluğumuzdur. Söylediğimiz her şeyin her sorumluluğunu yüklenmek,
söylemlerimizde açık ve dürüst olmak erdemdir.
Söylemlerde
açık ve dürüst olmak, ilk bakışta zor ve yalnızlığa götüren bir şey olarak görünse
de, aslında tam tersine bu, iletişim ve anlaşmada güvenilir ve gerçek
ilişkilere sahip olabilmenin yoludur.
“Gerçek düşüncelerimizi” paylaşmak yerine, “düşünmemiz
gerekenleri” konuşuyorsak, karşımızdakini de doğal olarak aynı kefeye koyar ve
asla birbirimize güvenemeyiz. Bunun sebebi “önyargılar”ımızdır.
İnsanların bazı konularda
“olmazsa olmaz “ denilebilen “önyargılar” ı olabilir. Yaşam amacını oluşturan
temel inanç, ahlak ve evrensel ilkelerde olmalıdır da… Bunlar, gizlenip saklanmak yerine açık ve dürüstçe
baştan karşı tarafa söylenirse, karşı taraf bunları kabul edilebilir bulmasa
bile, iletişimde güven zedelenmeyecektir.
İnsan, kendini güvenilebilir ve dürüst
sıfatlarından mahrum bırakan “yalan” tuzağından korumak istiyorsa; her
zaman, her yerde ve her kişiye söyleyemeyeceği bir sözünü, hiçbir zaman, hiçbir
yerde ve hiçbir kişiye söylememelidir ve de söylenmemelidir. Herhangi bir
yer ve zamanda, herhangi bir kişiye (mahrem olmamak kaydıyla) söylediği her bir
şeyi de, her yer ve zamanda, her kişiye söyleyebilmelidir.
Bu
kurala uymak, incelemeden, düşünmeden, ulu - orta, yalan – yanlış, delilsiz,
mesnetsiz konuşmayı da, olur olmaz söylenmeyi de önler.
Karşılıklı söylemede taraflar,
akıllarına takılan problemleri bütün açıklığı ile araştırmak yerine,
söylentiler çıkarıp onlara inanmak kolaylığına kaçmazsa, tüm olup bitene karşı
savunmacı bir tavır almalarına da gerek kalmaz.
Toplumsal
olarak en büyük yaralarımızdan birisi, susma ve konuşma zaman ve zeminini
belirleyememekten ve söyleme ile söylenme ayrımı yapamamaktan
kaynaklanıyor. Ya susulmayacak durumlarda sessiz kalıp boyun eğiyoruz, ya da
dinleyip anlamadan bilgi ve fikir sahibi olmadan boş konuşuyoruz.
Karşımızdakine ne istediğimizi açıklık ve dürüstlükle söyleyemiyor ama arkasından
sürekli söyleniyoruz.
Söylenmenin yararı yok. Şimdi
söyleme zamanıdır. Ey benim benden iyi bilen ve bildiğini benden güzel ifade
edebilen gönül dostlarım, ülküdaşlarım, susmayın, söylenmeyin, söyleyin.
Söyleyeceklerinizi sadece sizin bilmeniz milletime yetmez. Söyleteceklerinizi
milletimin bir kısmı zaten biliyor olsa da her yerde, herkese söyleyin.
Ağaçları değil ormanı
gösterin. Türkiye’m üzerinde oynanan
büyük oyunu anlatırken, “yap –boz”un tek tek “puzzle” parçalarını tanıtmakta onlara odaklanıp
kalmayın, resmin bütününü görmelerini sağlayın.
Bıkmadan üşenmeden tekrar, tekrar, tekrar söyleyin ki dağda bayırda,
sokakta mecliste, yurtiçinde yurtdışında,
duymayan, anlamayan, bilmeyen ve kararlılığınızı görmeyen dost, düşman
kalmasın.
İletişim
ve anlama / anlaşma mı istiyorsunuz; “Açılım” mı, Anayasa Değişikliği mi,
Ergenekon, Balyoz vs. mi, Kasete bak” mı diyorsunuz yoksa “Hadi canım sende,
gözünü aç,resmin tamamını gör ve Büyük Ortadoğu Projesi ile Eşbaşkanın
icraatına bak ” mı diyorsunuz, önce söylenmekten
vazgeçelim ve söylemek istediklerimizi açık ve net olarak söyleyelim.
Sonrasında da birbirimize dinlemek niyetiyle soralım:
“Ağaçlara bakarken ormanı sen de görüyorsan, söylemek istediğin yeni bir şey
var mı?” diye...
Anlayalım!
M. Kemal Adal
12. Mayıs 2010 /İZMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder