Yaşar Nuri Öztürk
Basımda olan ‘Din
Maskeli Allah Düşmanlığı: ŞİRK’ adlı
eserimizde ele alınan tüm konular bağlamında en büyük Kur’an devrimlerinden
biri de Hz. Muhammed’in, İslam’ın çekirdek nesli olan iman arkadaşlarıyla
ilişkilerinin, bir benzeri görülmemiş düzenlenme şeklidir. Bu düzenlemenin özellikle şirk bağlamında çok dikkatle
değerlendirilmesi gerekir.
Kur’an, hiçbir yerinde, ima ile bile olsa, Hz. Muhammed’i
geleneksel İslam’ın kullandığı ilahlaştırıcı, toplumdan tecrit edici, farklılaştırıcı
ifadelerin hiçbiriyle anmamakta, tanıtmamaktadır. Bu tür ilahlaştırıcı veya
ilahlaştırmayı çağrıştırıcı ifade ve tavırları, bizzat Cenabı Peygamber’in çok
sert biçimde yasaklayıp kırdığını, anılan eserin muhtelif yerlerinde gösterdik.
Örneğin, ‘Efendimiz’ tabiri. Hz. Peygamber,
arkadaşlarının kendisine “Efendimiz” (seyyi-düna) diye hitap etmelerini
şiddetle yasaklamış, bu ifadeyi kullananların imanlarının gereğine göre değil
de şeytanın keyfine göre konuştuklarını söylemiştir. Onun bu tavrı (sünneti diyelim), Kur’an’ın 10’a yakın ayetinin
fiilî tefsiridir.
Evet, Kur’an, Hz. Muhammed’i hitap ettiği ve ahlaklarını ilk elden
inşa ederek insanlığa örnek modeller olarak eğittiği muhataplarının efendisi,
üstadı, hazreti, yücesi, şefaatçisi vs. olarak anmamaktadır.
İniş sırasıyla 7. sure olan Tekvîr’den başlayarak, iniş sırasıyla
113. yani sondan bir önceki sure olan Tevbe’ye kadar.
Kur’an, kendisinin mahbatı (indiği benlik) olan Muhammed
Aleyhisselam’ı, hitap ettiği çekirdek neslin sadece ‘arkadaşı’ olarak
anmaktadır.
Muhammed onların arkadaşıdır,
onlar da Muhammed’in arkadaşlarıdır. İki taraf da ‘arkadaş’ sıfatıyla
anılmıştır.
Muhammed ‘efendi’, onlar
ise ‘köle, basit seviyeliler, geri kalmışlar, dilenenler’ vs. diye anılmamıştır.
Kur’an’a göre, Muhammed onların
efendisi falan değildir, arkadaşıdır.
Onlar da Muhammed’in kölesi
falan değildir, arkadaşlarıdır.
AYDINLATAN DA ARKADAŞ, AYDINLANAN DA…
Eğiten de arkadaş olarak anılmıştır, eğitilen de, veren de arkadaş
olarak anılmıştır alan da, aydınlatan da arkadaş olarak anılmıştır aydınlanan
da, yücelten de arkadaş olarak anılmıştır, yücelen de… Bir inkılabın büyüklüğüne, gerçekliğine, insancıllığına, hakka uygunluğuna
en büyük kanıtlardan biri de bu değil midir? Okuyalım şu ayetleri ve ürperelim:
“Arkadaşınız
bir cin çarpmış değildir. Yemin olsun ki, onu apaçık ufukta gördü.”(Tekvîr,
22-23)
“Yemin olsun inip
çıktığı zaman yıldıza/fışkırıp çıktığı zaman çimene/süzülüp aktığı zaman Ülker
Yıldızı'na / aşağı indiği zaman o parçalar halinde ağır ağır gelene ki, arkadaşınız
ne saptı ne de azdı. O; kuruntudan, keyfinden konuşmuyor. İndirilmiş bir vahiyden
başkası değildir o. Kuvvetleri çok müthiş olan belletip öğretti onu ona.”(Necm,
5)
“Düşünmediler mi ki, o
arkadaşlarında cinnetten eser yok. Apaçık bir uyarıcıdan başkası
değildir o.” (A’raf, 184)
“Arkadaşınızda cinnetten
eser yok! O, şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kişiden başkası
değil.” (Sebe’, 46)
“Eğer siz ona yardım
etmezseniz bilin ki, Allah ona zaten yardım etmişti. Hani, küfredenler onu iki
kişinin ikincisi olarak yurdundan çıkardıklarında, mağarada bulundukları bir
sırada arkadaşına şöyle diyordu: ‘Tasalanma, Allah bizimle!" (Tevbe, 40)
Şimdi biz, İslam dünyasını asırlardır, ‘Efendiler, hazretler, ekâbir, izâm, fiham, üstatlar’ve daha
bilmem neler olarak boyunduruğu altında inleten maskeli putlara, Kur’an’a,
imanlarının olup olmadığını sormak zorundayız.
Kur’an’a imanları varsa, o
imanla, kendilerine verdirdikleri o unvanları yan yana nasıl tutuyorlar?
Ya Kur’an’a imanı ya o unvanları seçeceklerdir. İkisini birden
seçerek ‘Kur’an mümini’ olamazlar.
Ne
yazık ki tarih bize, onların o unvanları seçtiklerini ve seçmeye devam
ettiklerini gösteriyor.
02 Aralık 2012, 12:42
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder