Ahmet B. ERCİLASUN
14 Şubat
2016 Pazar 00:00
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel
ilkelerinden biri de laikliktir. Kelimenin ilk hecesi, tıpkı "lafız, latif"sözlerinde olduğu gibi ince l ile
söylenir; a ise asla uzatılmaz; araya da y sesi asla girmez.
Laikliğin tanımı genellikle "din
ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" şeklinde yapılır. Bu doğru değildir.
Çok iyi bir hukukçu olan rahmetli Mukbil Özyörük'ün dediği gibi laiklik, bir
devletin yasalarının, dinî olduğu kabul edilen kurallara "betahsis" dayandırılmaması anlamına gelir. Buradaki betahsis
kelimesini,"tesadüfen değil dinî
kurallar böyle olduğu için" şeklinde anlamalıyız.
Laiklik bir yandan ilmî ve dünyevî dünya görüşünü temsil eden bir ilke, bir
yandan da ülkemizdeki farklı dinî anlayışlar, Müslümanlığı farklı yorumlayan ve
uygulayan gruplar arasındaki çatışmayı önleyici, millî birliği sağlayıcı bir
ilke olarak düşünülmüştür.
Laikliği dinsizlik olarak anlayan ve topluma bu şekilde sunan gruplar son on
yıllarda maalesef gittikçe artmış; İslam tarihinin gelişme çağlarını dikkate
almayan selefî yaklaşımlar gittikçe çoğalmıştır. Siyasi kadrolara, devlet
kademelerine, eğitim kurumlarına kadar yayılan selefî anlayış, IŞİD gibi terör
örgütlerine eleman yetiştiren mümbit (verimli) bir zemin hazırlamıştır.
Başka
bir ifadeyle, IŞİD vb. terör örgütü sempatizan ve elemanlarının ülkemizde
yetişmesinin asıl sebebi laiklikten uzaklaşmış olmaktır.
***
Bütün yasaların dinî kurallara dayandırılması demek olan teokrasi (laikliğin
zıddı), millî birliğe zararlı olduğu gibi doğrudan doğruya dinin kendisine de
zararlıdır. Çünkü toplumların idari, hukuki, içtimai ve iktisadi meseleleri on
binlercedir ve teokratik sistemde, bu on binlerce meselenin son derece sınırlı
olan dinî metinlerdeki hükümlerden çıkarılması mümkün değildir; ister istemez
yoruma başvurulacaktır. Böylece din içinde yeni parçalanmalar ortaya
çıkacaktır.
İslam tarihinde böyle olmuştur ve bugün teokrasiyle idare edilen
Suudi Arabistan ile İran arasında ne kadar büyük farklar olduğu da meydandadır.
İhvancıların yorumu ikisinden de farklıdır. IŞİD'in teokrasi anlayışı ise
bambaşkadır.
Bütün dünya işlerini din ile çözmeye çalışmak dinin manevi tarafını,
kutsallığını da yıpratır; dini, dünyevi bir çatışma alanı hâline getirir;
siyasi ihtirasların aleti yapar ve hatta meşru olmayan birtakım işlerin
mazereti durumuna sokar. Nitekim bunun örneklerini çevremizde bol bol
görmekteyiz.
Her şeyi din açısından görenler, din ile açıklamaya çalışanlar, evrenin bin bir
sırrı karşısında da pasif durumda kalırlar. Buna karşılık dinlerden bağımsız
olarak tabiatın ve evrenin sırlarını çözmeye çalışan Batı, bilimde sağladığı
olağanüstü ilerlemeler sayesinde Müslüman dünyayı sömürmeye ve köleleştirmeye
devam eder.
***
Geçen gün bir televizyon programında tarihi de sadece din ile açıklamaya
çalışan bazı konuşmacılar gördük. Bunlardan biri "İslam'dan önce Türkler de Farslar da ve başka
milletler de adam değildi, İslam hepsini adam etti" deyip durdu.
576 yılında Köktürkler, Kırım'dan Büyük Okyanus'a kadar uzanan bir coğrafyayı
idare ediyordu. Bu alan, o zamanın büyük devletleri olan Çin, Sasani ve Doğu
Roma topraklarının her birinden çok daha büyük bir alandı. Köktürkler'den kalan
anıtlardaki sosyal devlet ve milliyetçilik anlayışı bugün dahi bilim dünyasını
şaşırtmaktadır. İranlı Sasaniler de büyük bir medeniyet kurmuşlardı; 6. asırda
çok gelişmiş tıp fakülteleri vardı ve o fakültedeki doktorların Nesturi
torunları birkaç nesil Abbasi halifelerine doktorluk etmişlerdi.
Tuhaf olan, "İslam'dan
önce Türkler adam değildi" sözlerine zemin hazırlayan bir siyasi partinin bazı
mensuplarının da bizden bu sözlere cevap vermemizi istemeleridir. Onlara
tavsiyem Türk düşmanlığı zeminini yaratan siyasi partiden bunun hesabını sormalarıdır.
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ sitesinden 20.02.2016 tarihinde yazdırılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder