Yaşar Nuri ÖZTÜRK
“Allah’a yemin
olsun ki sizi, güneş gibi aydınlık bir din üzerinde bıraktım. Bir din ki,
aydınlıkta gecesi de gündüz gibidir.” (İbn Mâce, 1/4)
Böyle bir din bıraktı Hz. Muhammed. Kaynağı Kur’an olan bir
din.
Kur’an’ın adlarından
biri de ‘Nur’, yani ışıktır. Işık kitabın dini başka nasıl olabilirdi!
Aradan 1500 yıl
geçmiş bulunuyor.
Daha
Peygamberimizin son nefesini verdiği anda başlayan yozlaşmalar, bir süre sonra
Emevî Arabiz-mi’nin putçu karşı devrimiyle köşe taşlarını örseledi ve buna
bağlı olarak büyüyen yozlaşma ve sömürü ‘güneş ve ışık’ dini, bir katranla
örttü.
Müslüman dünyanın bugün kendisine Allah rızası kazandıracak
bir tek ibadeti olabilir: Hz. Muhammed’in bıraktığı ışık-aydınlık dine bulaşan
(veya bulaştırdıkları) kir ve karanlığı bu dinin bünyesinden temizlemek.
Bunun için yapılacak ilk şey, son
beş yüzyılın en büyük Müslüman düşünürü olarak gördüğümüz Muhammed İkbal’in
1920’lerde söylediğidir:
“Bizim İslam’a yapacağımız en büyük
iyilik, dünyaya, İslam’ı bizim temsil etmediğimizi ilan etmektir.”
Ne yazık ki, bunun tam tersi
yapılıyor. Örnek olarak, İslam dünyasının en önde ve din açısından da en iyi
durumda olan ülkesi Türkiye’yi seçiyorum.
Din çapulculuğu aşılmadıkça...
Türkiye örneği bize itiraz edilemeyecek biçimde gösteriyor
ki, din çapulculuğu aşılmadıkça Müslümanların iflah etmesi mümkün olamaz.
Kur’an, zulümden arındırılmamış bir dinsel hayatın mutluluk getirmeyeceğini,
böyle bir dinin dinsizlikten daha beter olduğunu ısrarla bildirmektedir.
Işık-aydınlık dine inkârcılardan
hiçbir zarar gelmez. Onların zararları, ışığa karşı olmaları yüzüden,
kendilerinedir. Ama
dini, nefislerinin menfaat, koltuk ve kinlerine paravan yapanların
sergiledikleri karanlıklar, bütün dünyayı İslam’a karşı tavır almaya itiyor.
Işık ve aydınlık din,
yüzyıllardan beri, mezhep ve tarikat tahribiyle katranlaşmıştı. Monarşik
teokratik despotizmler döneminde, Kur’an’ın dinini, mezhep ve tarikat
yobazlığının sömürüsü perişan ediyordu.
Cumhuriyet ve
demokrasi devresinde bunlara parti, cemaat ve şirket sömürüsü eklendi.
“Din, benim tarikatim, benim mezhebimdir” söylemindeki Kur’an
dışı dayatma, günümüzde, “Dini ve İslam’ı benim partim, benim şirketim, benim
cemaatim temsil eder’ söylemiyle birleşmiş bulunuyor. Yani bela çift çatallı
hale gelmiştir.
Ne diyelim, Allah
âdildir; herkes, o arada Türkiye halkı da müstahak olduğunu buluyor.
İkbal’in
penceresinden Türkiye
İkbal söyleminin
araladığı pencereden Türkiye’ye bir göz atalım.
Son yıllarda din adına ortalığa fırlayarak Allah’ın avukatı
gibi onu bunu hesaba çeken, ağzını açana, “Bizden onay aldın mı da dinden söz
ediyorsun?” diyecek kadar pervasızlaşan sözde ‘din savunucusu’ din
bezirgânlarına bakalım. Dinin insan hayatından kovmak istediği ne kadar
tutarsızlık, ilkesizlik, cehalet, merhametsizlik, iftiracılık, düzenbazlık,
şehvetperestlik, doymazlık, kabalık, hatta ahlaksızlık varsa bunlarda.
Kanıt
aramaya gerek var mı?
Var diyorsanız, yorulmanıza gerek yok, din, din diye ortaya fırlayıp sonra da
‘Avrupa tarihinin en büyük dinci soygunu’na imza atan Deniz Feneri hırsızlarına
bakın.
Son yıllarda bunların
yalnız ekranlara yansıyan rezillikleri bile dini ağızlarına almamaları için
yeterli gerekçedir. Ama nerede o insaf, o insanlık!
Hâlâ onu bunu kâfir ilan etmeye, hâlâ kendilerinden başkasını
Müslüman görmemeye, hâlâ Allah’ın avukatı pozuyla bağırıp çağırmaya, hâlâ
haçlı kodamanlarla işbirliği yapmayan Müslümanları suçlamaya devam
etmekteler. Yani din çapulculuğunu bütün hızıyla sürdürmekteler.
Belli ki hiçbir uyarıcıları yok.
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gunes-ve-katran-makale,54.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder