KURAN’I SADECE SAMİMİ OLARAK ONA İMAN EDENLER ANLAR
VE
KUR’AN KORUP SAKINANLAR
(MÜTTAKIN) İÇİN KILAVUZDUR.
“Bedeviler: "İman ettik." dediler.
De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin
kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp
ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." (49 / HUCURÂT / 14)
Bakınız: MÜSLÜMAN OLMAK TERCİH, İMANA ERMEK NASİPTİR.
Bakınız: MÜSLÜMAN OLMAK TERCİH, İMANA ERMEK NASİPTİR.
"İNANANLAR, İNANIN / İMAN EDENLER İMAN EDİN" (4 /
NİSA / 136)
KUR’AN’IN BU AYETLERİNİ, NASIL ANLAYIP, NASIL UYMALIYIZ?
ELBETTE NEYE İNANIRSAK İNANALIM; SORGULAYIP, (SORUŞTURUP, TAHKİK
EDEREK) ÖYLE İNANMAMIZ GEREKİR DE BUNU NASIL YAPACAĞIZ?
Bunu yapabilmek, ancak:
İşitip, gördüklerimizi;
Okuyup, bildiklerimizi;
Aklımızı ve kalbimizi (gönlümüzü) çalıştırıp, gerçeği “idrak etmek” ve kişisel idrakimiz
istikametinde, “özü, sözü ve amelleri (yapıp ede geldiği işleri / eylemleri / tutum ve davranışları) bir olan bir kişi” olmakla mümkündür.
Her neye olursa olsun, İnanmış
/ iman etmiş her kişi için, İnanmanın
(inancın kalbe yerleşmesinin / imana ermenin) yolu, hissettiği “şüphe” ve bu şüpheyi sorgulamakla (tahkik etmekle / soruşturmakla) başlar.
Kişinin kendi aklını ve gönlünü çalıştırarak, kendi vicdanında
yaptığı sorgulamasının (tahkik etmesi /
soruşturması) sonucunda, “şüphe” si yok
edilmiş ise, o kişi gerçeği (hakikati) “İdrak” etmiş ve kişinin kendi
doğrularıyla algılayıp anladığı bu “gerçek / hakikat”, kişinin kalbi / gönlü
tarafından “şüphesiz olarak” onaylamış (kabul etmiş) demektir.
Kişinin akledip, kalbinin “şüphesiz olarak”
onayladığını ( ki ne olduğunu Allah ile kendi bilir), kişi kendi diliyle
(sözleriyle) “ikrar” ettiğinde, bu kişisel
ikrarı ile kişinin amelleri (yapıp ede geldiği işleri / eylemleri / tutum ve davranışları) bir olduğunda, İNANÇ / İMAN
KİŞİNİN KALBİNE GİRMİŞTİR (49 / HUCURÂT / 14).
Ve kişinin bu kazanımıyla da
"İNANANLAR, İNANIN / İMAN EDENLER İMAN EDİN" (4 / NİSA / 136) emrinin gereği de yapılmış demektir.
Ve kişinin bu kazanımıyla da
"İNANANLAR, İNANIN / İMAN EDENLER İMAN EDİN" (4 / NİSA / 136) emrinin gereği de yapılmış demektir.
BU BÖYLEDİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’DA İNSANLARA BİLDİRİLEN
VE İSTENEN, AKLI VE GÖNLÜ ÇALIŞTIRMAKTIR; DÜŞÜNMEKTİR, TEFEKKÜRDÜR.
Aşağıdaki alt konu başlıkları
ile İlgili ayetleri topluca okumak için, Bakınız:
KUR'AN’IN
IŞIĞINDA ZAN VE AKIL
AKIL, AKLI VE GÖNLÜ ÇALIŞTIRMAK:
1. ZANDAN KURTULMANIN YOLU; “BİLGİ KAYNAKLARINI ETKİN KULLANMAK” TIR:
2. AKLINI VE GÖNLÜNÜ İŞLETİP ÇALIŞTIRANLARA, İŞARETLER / İBRETLER VARDIR:
3. ANCAK AKIL VE KALP / GÖNÜL İŞLETİLEREK “KİTAP” BİLGİSİNE SAHİP OLUNUR:
4. ÖNKOŞUL OLARAK AKLINI VE GÖNLÜNÜ İNANMAMAYA ŞARTLANDIRANLAR, “KİTAP”TAKİ HAKKI / GERÇEĞİ GÖRMEZ, İŞİTMEZ VE İNKÂR EDERLER. BU ONLARIN SEÇİM VE TERCİHLERİ SEBEBİYLEDİR:
5. “KİTAP” BİLGİSİNİ BİR KENARA ATIP, DÜŞÜNMEKSİZİN, KENDİ DUYGU VE ARZUSUNUN (HEVA) PEŞİNDE KOŞAN, HÜR İRADESİYLE YAPTIĞI BU TEMEL SEÇİM VE TERCİHİ İLE ZARARDADIR:
BU BÖYLEDİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’DA İNSANLARA
BİLDİRİLEN VE İSTENEN, “ÖZÜ,
SÖZÜ VE AMELLERİ (YAPIP EDE GELDİĞİ İŞLERİ / EYLEMLERİ /
TUTUM VE DAVRANIŞLARI) BİR OLAN” MÜMİN OLMAKTIR.
“Müminler
ancak şu kimselerdir ki, Allah'a ve resulüne iman
ederler; sonra hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda
didinirler. İşte bunlardır, özü sözü birbirine uyanlar.” (49 / HUCURÂT / 15).
BU BÖYLEDİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’IN ÖZÜ VE ÖZETLE İSTEDİĞİ, BİR CÜMLE İLE: TEVHİD VE
AHİRETE İMANLA, SALİH AMELDİR.
Bakınız: KUR'AN'IN IŞIĞINDA, İBADET VE
ALLAH’A KULLUK, YARARI ve HİKMETİ
http://kemaladal.blogspot.com.tr/2016/03/ibadet-ve-allaha-kulluk-yarari-ve.html
TEVHİD, Allahın varlığına ve birliğine / tekliğine “şeksiz ve şeriksiz”
imandır..
AHİRETE İMAN, ölümden sonra yeniden
diriltilmeye inanmaktır. Bu inanç, meleklere, kitaplara ve resullere
inanmayı da içerir.
SALİH AMEL: “Doğru ve yararlı iştir. Allah’ın varlığına ve
birliğine inanıp, O’nun istediği gibi yaşamak; mümkün oldukça çok sayıda
insana, hatta diğer canlılara ve doğaya yararlı olabilecek şeyler yapmak; meşru
ölçüler çerçevesinde herkesle barış ve uzlaşma çabası göstermek gibi yapıcı
davranışları içine alan geniş kapsamlı bir kavramdır.” (Diyanet
işleri Başkanlığı, Kuran Yolu Tefsiri, Cilt: IV, Sayfa:618)
AHİRET ÂLEMİNDE / EBEDİ HAYATTA, KORKU VE TASADAN
UZAK OLARAK, ALLAH KATINDA ÖDÜL SAHİBİ
OLMAK İÇİN, “kuşku duymaksızın ve ortak koşmaksızın” İMAN (İnanmak)
+ SALİH AMEL (barışa ve hayra yönelik / doğru ve yararlı işler) YAPMAK,
GEREKLİ VE YETERLİDİR.
“Şu bir gerçek ki, iman edenlerden, Yahudilerden,
Hıristiyanlardan, Sabîlerden Allah'a ve âhıret gününe inanıp barışa ve hayra
yönelik iş (salih amel) yapanların, Rableri katında kendilerine has
ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar.” (2/
BAKARA /62)
KUR’AN’A GÖRE, “İNANANLARIN İNANMASI / İMAN EDENLERİN İMAN ETMESİ”
SÜRECİNDE – Ki bu
süreç, “dünya / geçici, iğreti” hayatta denendiğimiz “ yeryüzü sınavı”
sürecidir - KİŞİSEL SORGULAMA (tahkik, soruşturma) YAPILMASI,
KUR’AN’DA HZ. İBRAHİM’İN KISSALARIYLA
DA İNSANLARA BİLDİRİLMİŞ VE İSTENENMİŞTİR.
Bakınız: Hz. İBRAHİM'İN SORULARI
http://kemaladal.blogspot.com.tr/2016/03/hz-ibrahimin-sorulari.html
“İbrahim,
babası Âzer'e şöyle demişti: "Putları tanrılar mı ediniyorsun? Seni de
toplumunu da açık bir sapıklık içinde görüyorum." Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu
gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun. Gece onun üstünü
örtünce bir yıldız gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Yıldız battığında
ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu. Ay'ı doğar halde görünce,
"Rabbim bu!" dedi. O batınca da şöyle konuştu: "Eğer Rabbim bana
kılavuzluk etmeseydi sapıtan topluluktan olurdum." Nihayet Güneş'in
doğmakta olduğunu gördüğünde, "Benim Rabbim bu, bu daha büyük!" dedi.
O da batıp gidince şöyle seslendi: "Ortak koştuğunuz şeylerden uzağım
ben." "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana
döndürdüm. Müşriklerden değilim ben." Toplumu ona karşı çıkıp kanıt
getirmeye kalkıştı. O dedi ki: "Allah hakkında
benimle çekişiyor musunuz? Beni doğru yola O iletti. O'na ortak koştuğunuz
şeylerden korkmam. Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbim bilgice her
şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Hâlâ öğüt almayacak mısınız?" "Hem siz,
hakkında size hiçbir kanıt indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuğunuz halde
korkmuyorsunuz da ben, ortak tuttuğunuz şeylerden nasıl korkarım!"
Şimdi, eğer biliyorsanız, iki gruptan hangisi güvende olmaya/güvenilmeye daha
layıktır? İman edip de imanlarını herhangi bir
zulümle kirletmeyenler var ya, güvende olma/güvenilir olma işte onların
hakkıdır; doğruyu ve güzeli yakalayanlar da onlardır.” (6 / EN'ÂM / 74-82)
“Hani İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabb'im, göster bana,
nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu.
"İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için..."
Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındır, alıştır.
Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak
sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.” (2 / BAKARA / 260)
“Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana
vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara
ayrılmayın!" Onları çağırdığın bu tutum, şirke bulaşanlara
çok ağır gelmiştir. Allah, dilediğini kendisi için seçer ve hakka
yönelenleri kendisine iletir. “ (42 / ŞÛRÂ / 13)
Çünkü insanoğluna ilk vacip olan şey sanıldığının
aksine iman etmek veya teslim olmak değil; kuşku duymak, düşünmek, cevap
aramaktır. İman ve teslimiyet bunlardan sonra gelecektir.
Zira cevabını aradığınız sorulara tatminkâr bir cevap bulduğunuzda içinizde bir itminan hali oluşur. İşte buna “iman” denir. Aksi halde, demirin ateşten geçip çelikleşmesi gibi kuşkulardan geçmemiş, soruya cevap olarak gelmemiş, bir arayışın sonucu oluşmamış olana iman denmez. O, olsa olsa taklit, önyargı veya kuruntu olur ki bir üfürüklük işi vardır. - İhsan Eliaçık"
SORU SORARAK, DÜŞÜNEREK, CEVAPLAR ARAYARAK
SORGULARKEN (TAHKİK EDİP SORUŞTURURKEN) AKIL VE BİLGİ KAPASİTEMİZİN
YETERSİZLİĞİ SEBEBİYLE YANLIŞ ANLAMAKTAN VE BUNDAN DOLAYI SORUMLULUK
YÜKLENMEKTEN ÇEKİNEREK SORGULAMAKTAN KAÇINMAMAK GEREKİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’ DA
SÜNNETULLAH (ALLAH’HIN YOL VE YASASI) AÇIK, SEÇİK, NET VE KESİNDİR:
“Allah hiç bir benliğe, yaratılış kapasitesinin üstünde bir
yük yüklemez / teklifte bulunmaz.
Her benliğin yaptığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük kendi aleyhinedir /
kişinin hem kendisi hem başkaları için kazandığı onun lehine, yalnız kendi
nefsi için kazandığı onun aleyhinedir / kişinin kendi emeği ile kazandığı
lehine, başkalarının sırtından kazandığı aleyhinedir. "Ey
Rabb'imiz! Unutur yahut hata edersek bizi hesaba çekme. Ey Rabb'imiz! Bize,
bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabb'imiz! Bize, güç
yetiremeyeceğimiz şeyleri de yükleme. Affet bizi, bağışla bizi, acı bize. Sen
bizim Mevlâ'mızsın. Küfre sapanlar topluluğuna karşı yardım et bize!"( 2 / BAKARA / 286)
“Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve
lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola
kılavuzlayacaktır.” (4
/ NİSA / 175)
“Gerçek şu ki, insan için çalışıp
didindiğinden başkası yoktur. Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir. Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz
verilecektir. (53 / NECM / 39-
41)
SONUÇ:
"NASİBİ
OLAN KARINCADAN ALIR DERS, NASİBİ OLMAYANA KÂİNAT KİTAP OLUP AÇILSA TERS."
KUR’AN, ONA İNANMAYANLARIN ANLAMASINA KAPALIDIR.
“Kur'an
okuduğunda, seninle, âhirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz.
Kalpleri üzerine, onu anlamamaları için
kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir ağırlık koyarız. Rabbini yalnız Kur'an'da andığın zaman, nefretle geriye dönüp
kaçarlar.” (17/45-46)
“'Kendisine Rabbinin
ayetleri hatırlatıldığı halde, onlardan yüz çeviren ve iki elinin hazırlayıp
önden gönderdiği şeyleri unutandan daha zalim kim olabilir? Şu bir gerçek
ki, biz onların kalpleri üzerine onu anlamamaları
için kabuklar geçirdik, kulakları içine de ağırlıklar koyduk. Onları hidayete
çağırsan da bu durumda hidayete asla ulaşamazlar.” 18/57.
'Biz onu
Arapça konuşmayanlardan birine indirseydik de, O onu onlara okusaydı, yine de
ona inanmayacaklardı. Biz onu suçluların kalplerine işte böyle yolladık.
Acıklı azabı görünceye değin ona inanmazlar.' 26/198-201.
'Yemin olsun ki, biz bu
Kur'an'da insanlar için her türlü örneği verdik. Sen
onlara bir mucize getirsen, o inkâr edenler mutlaka şöyle diyeceklerdir: 'Siz,
eskiyi hükümsüz kılanlardan başkası değilsiniz.' İlimden nasipsizlerin kalpleri
üzerine Allah işte böyle mühür basıyor.' 30/58-59.
'Dediler ki:
'Bizi çağırdığı o şeye karşı kalplerimiz kılıflar içinde; kulaklarımızda bir
ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde var.
O halde, sen işini yap, muhakkak biz de işimizi yapacağız.' 41/5.
'Eğer biz onu
yabancı dilde bir Kur'an yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: 'Ayetleri
ayrıntılı kılınmalı değil miydi? / Arap'a yabancı dil mi? / ister yabancı
dilde, ister Arapça!' De ki: 'O, iman edenler için bir
kılavuz, bir şifadır. İnanmayanlara gelince,
onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur'an, onlar için bir körlüktür.
Böylelerine, çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.' 41/44.
'Peki, bunlar,
Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı?
Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?' 47/24.
KURAN’I SADECE SAMİMİ
OLARAK ONA İMAN EDENLER ANLAR.
“Kur'an okuduğunda, seninle, âhirete inanmayanlar arasına
gizli bir perde çekeriz.” (17/45)
'Allah'ın
ayetlerine inanmayanlara Allah kılavuzluk etmez. Onlar için acıklı bir azap
öngörülmüştür. Yalanı ancak, Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydururlar.
Yalancılık edenler onların ta kendileridir.' 16/104-105.
'Eğer biz onu yabancı dilde
bir Kur'an yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: 'Ayetleri ayrıntılı kılınmalı
değil miydi? / Arap'a yabancı dil mi? / ister
yabancı dilde, ister Arapça!' De ki: 'O, iman edenler için bir kılavuz, bir
şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir
ağırlık vardır. Ve Kur'an, onlar için bir körlüktür. Böylelerine, çok uzak bir
mekândan seslenilmektedir.' 41/44.
KUR’AN, KORUP SAKINANLAR (MÜTTAKIN) İÇİN, HİDAYETE ERDİREN VE GERÇEK
ANLAMDA KURTULUŞU BULDURAN KILAVUZDUR.
“İşte sana o Kitap! Kuşku, çelişme,
tutarsızlık yok onda. Bir kılavuzdur o, korunup
sakınanlar için. Ki onlar, gayba inananlar, namazı kılanlardır. Ve
kendilerine rızk olarak verdiklerimizden, başkalarına pay çıkaranlardır. Hem
sana vahyedilene hem de senden önce vahyedilene inananlardır onlar. Âhıreti
gereğince kavrayıp anlayanlar da onlardır. İşte
bunlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar, işte bunlardır gerçek anlamda
kurtuluşu bulanlar.” (2/2-5)
M.
Kemal Adal
25
Nisan 2016 /İZMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder