İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

25 Nisan 2016 Pazartesi

KUR’AN, ONA İNANMAYANLARIN ANLAMASINA KAPALIDIR.


KURAN’I SADECE SAMİMİ OLARAK ONA İMAN EDENLER ANLAR
VE
KUR’AN KORUP SAKINANLAR  (MÜTTAKIN) İÇİN KILAVUZDUR.



“Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." (49 / HUCURÂT / 14)

Bakınız: MÜSLÜMAN OLMAK TERCİH, İMANA ERMEK NASİPTİR.



"İNANANLAR, İNANIN / İMAN EDENLER İMAN EDİN" (4 / NİSA / 136)


KUR’AN’IN BU AYETLERİNİ, NASIL ANLAYIP,  NASIL UYMALIYIZ?

 ELBETTE NEYE İNANIRSAK İNANALIM; SORGULAYIP, (SORUŞTURUP, TAHKİK EDEREK) ÖYLE İNANMAMIZ GEREKİR DE BUNU NASIL YAPACAĞIZ?


Bunu yapabilmek, ancak:

İşitip, gördüklerimizi;

Okuyup, bildiklerimizi;

 Aklımızı ve kalbimizi (gönlümüzü) çalıştırıp, gerçeği “idrak etmek” ve kişisel idrakimiz istikametinde, “özü, sözü ve amelleri (yapıp ede geldiği işleri / eylemleri / tutum ve davranışları) bir olan bir kişi” olmakla mümkündür.

 Her neye olursa olsun, İnanmış / iman etmiş her kişi için, İnanmanın (inancın kalbe yerleşmesinin / imana ermenin) yolu, hissettiği “şüphe” ve bu şüpheyi sorgulamakla (tahkik etmekle / soruşturmakla) başlar.

 Kişinin kendi aklını ve gönlünü çalıştırarak, kendi vicdanında yaptığı sorgulamasının  (tahkik etmesi / soruşturması) sonucunda,  “şüphe” si yok edilmiş ise, o kişi gerçeği (hakikati) “İdrak” etmiş ve kişinin kendi doğrularıyla algılayıp anladığı bu “gerçek / hakikat”, kişinin kalbi / gönlü tarafından “şüphesiz olarak” onaylamış (kabul etmiş) demektir.

 Kişinin akledip, kalbinin “şüphesiz olarak” onayladığını ( ki ne olduğunu Allah ile kendi bilir), kişi kendi diliyle (sözleriyle) “ikrar” ettiğinde,  bu kişisel ikrarı ile kişinin amelleri (yapıp ede geldiği işleri / eylemleri / tutum ve davranışları) bir olduğunda,  İNANÇ / İMAN KİŞİNİN KALBİNE GİRMİŞTİR (49 / HUCURÂT / 14). 

Ve kişinin bu kazanımıyla da


 
"İNANANLAR, İNANIN / İMAN EDENLER İMAN EDİN" (4 / NİSA / 136) emrinin gereği de yapılmış demektir.


BU BÖYLEDİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’DA İNSANLARA BİLDİRİLEN VE İSTENEN, AKLI VE GÖNLÜ ÇALIŞTIRMAKTIR; DÜŞÜNMEKTİR, TEFEKKÜRDÜR.


Aşağıdaki alt konu başlıkları ile İlgili ayetleri topluca okumak için, Bakınız:

KUR'AN’IN IŞIĞINDA ZAN VE AKIL




          AKIL, AKLI VE GÖNLÜ ÇALIŞTIRMAK:

 

1.                 ZANDAN KURTULMANIN YOLU; “BİLGİ KAYNAKLARINI ETKİN KULLANMAK” TIR:


2.                 AKLINI VE GÖNLÜNÜ İŞLETİP ÇALIŞTIRANLARA, İŞARETLER / İBRETLER VARDIR:

 

3.                ANCAK AKIL VE KALP / GÖNÜL İŞLETİLEREK “KİTAP” BİLGİSİNE SAHİP OLUNUR:

 

4.                 ÖNKOŞUL OLARAK AKLINI VE GÖNLÜNÜ İNANMAMAYA ŞARTLANDIRANLAR, “KİTAP”TAKİ HAKKI / GERÇEĞİ GÖRMEZ, İŞİTMEZ VE İNKÂR EDERLER. BU ONLARIN SEÇİM VE TERCİHLERİ SEBEBİYLEDİR:

 

5.                “KİTAP” BİLGİSİNİ BİR KENARA ATIP, DÜŞÜNMEKSİZİN, KENDİ DUYGU VE ARZUSUNUN (HEVA)  PEŞİNDE KOŞAN, HÜR İRADESİYLE YAPTIĞI BU TEMEL SEÇİM VE TERCİHİ İLE ZARARDADIR:

 

 

BU BÖYLEDİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’DA İNSANLARA BİLDİRİLEN VE İSTENEN,  “ÖZÜ, SÖZÜ VE AMELLERİ (YAPIP EDE GELDİĞİ İŞLERİ / EYLEMLERİ / TUTUM VE DAVRANIŞLARI) BİR OLAN” MÜMİN OLMAKTIR.

 

 

“Müminler ancak şu kimselerdir ki, Allah'a ve resulüne iman ederler; sonra hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda didinirler. İşte bunlardır, özü sözü birbirine uyanlar.” (49 / HUCURÂT / 15). 



BU BÖYLEDİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’IN ÖZÜ VE ÖZETLE İSTEDİĞİ, BİR CÜMLE İLE: TEVHİD VE AHİRETE İMANLA, SALİH AMELDİR. 


Bakınız: KUR'AN'IN IŞIĞINDA, İBADET VE ALLAH’A KULLUK, YARARI ve HİKMETİ

 http://kemaladal.blogspot.com.tr/2016/03/ibadet-ve-allaha-kulluk-yarari-ve.html



 TEVHİD, Allahın varlığına ve birliğine / tekliğine “şeksiz ve şeriksiz” imandır..

 AHİRETE İMANölümden sonra yeniden diriltilmeye inanmaktır. Bu inanç, meleklere, kitaplara ve resullere inanmayı da içerir.

 SALİH AMEL: Doğru ve yararlı iştir. Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp, O’nun istediği gibi yaşamak; mümkün oldukça çok sayıda insana, hatta diğer canlılara ve doğaya yararlı olabilecek şeyler yapmak; meşru ölçüler çerçevesinde herkesle barış ve uzlaşma çabası göstermek gibi yapıcı davranışları içine alan geniş kapsamlı bir kavramdır.” (Diyanet işleri Başkanlığı, Kuran Yolu Tefsiri, Cilt: IV, Sayfa:618)


 AHİRET ÂLEMİNDE / EBEDİ HAYATTA, KORKU VE TASADAN UZAK OLARAK,  ALLAH KATINDA ÖDÜL SAHİBİ OLMAK İÇİN, “kuşku duymaksızın ve ortak koşmaksızın” İMAN (İnanmak) + SALİH AMEL (barışa ve hayra yönelik / doğru ve yararlı işler) YAPMAK, GEREKLİ VE YETERLİDİR.

Şu bir gerçek ki, iman edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sabîlerden Allah'a ve âhıret gününe inanıp barışa ve hayra yönelik iş (salih amel) yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar.” (2/ BAKARA /62)

                                                                                                                     
KUR’AN’A GÖRE, “İNANANLARIN İNANMASI / İMAN EDENLERİN İMAN ETMESİ” SÜRECİNDE – Ki bu süreç, “dünya / geçici, iğreti” hayatta denendiğimiz “ yeryüzü sınavı” sürecidir  -  KİŞİSEL SORGULAMA (tahkik, soruşturma) YAPILMASI, KUR’AN’DA HZ. İBRAHİM’İN KISSALARIYLA DA İNSANLARA BİLDİRİLMİŞ VE İSTENENMİŞTİR. 

Bakınız: Hz. İBRAHİM'İN SORULARI

 http://kemaladal.blogspot.com.tr/2016/03/hz-ibrahimin-sorulari.html



İbrahim, babası Âzer'e şöyle demişti: "Putları tanrılar mı ediniyorsun? Seni de toplumunu da açık bir sapıklık içinde görüyorum." Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun. Gece onun üstünü örtünce bir yıldız gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Yıldız battığında ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu. Ay'ı doğar halde görünce, "Rabbim bu!" dedi. O batınca da şöyle konuştu: "Eğer Rabbim bana kılavuzluk etmeseydi sapıtan topluluktan olurdum." Nihayet Güneş'in doğmakta olduğunu gördüğünde, "Benim Rabbim bu, bu daha büyük!" dedi. O da batıp gidince şöyle seslendi: "Ortak koştuğunuz şeylerden uzağım ben." "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben." Toplumu ona karşı çıkıp kanıt getirmeye kalkıştı. O dedi ki: "Allah hakkında benimle çekişiyor musunuz? Beni doğru yola O iletti. O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Rabbim bilgice her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Hâlâ öğüt almayacak mısınız?" "Hem siz, hakkında size hiçbir kanıt indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuğunuz halde korkmuyorsunuz da ben, ortak tuttuğunuz şeylerden nasıl korkarım!" Şimdi, eğer biliyorsanız, iki gruptan hangisi güvende olmaya/güvenilmeye daha layıktır? İman edip de imanlarını herhangi bir zulümle kirletmeyenler var ya, güvende olma/güvenilir olma işte onların hakkıdır; doğruyu ve güzeli yakalayanlar da onlardır.” (6 / EN'ÂM / 74-82)

Hani İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabb'im, göster bana, nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu. "İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için..." Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındır, alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.” (2 / BAKARA / 260)

Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!" Onları çağırdığın bu tutum, şirke bulaşanlara çok ağır gelmiştir. Allah, dilediğini kendisi için seçer ve hakka yönelenleri kendisine iletir. “ (42 / ŞÛRÂ / 13)
 
 "Kanaatimce bu ayetlerde, “İbrahim’in soruları” üzerinden, bir aklın nasıl yürütüleceği ve bir vicdanın nasıl uyanacağı dersi veriliyor; soru sorarak, düşünerek, cevaplar arayarak…

 Çünkü insanoğluna ilk vacip olan şey sanıldığının aksine iman etmek veya teslim olmak değil; kuşku duymak, düşünmek, cevap aramaktır. İman ve teslimiyet bunlardan sonra gelecektir.

 Zira cevabını aradığınız sorulara tatminkâr bir cevap bulduğunuzda içinizde bir itminan hali oluşur. İşte buna “iman” denir. Aksi halde, demirin ateşten geçip çelikleşmesi gibi kuşkulardan geçmemiş, soruya cevap olarak gelmemiş, bir arayışın sonucu oluşmamış olana iman denmez. O, olsa olsa taklit, önyargı veya kuruntu olur ki bir üfürüklük işi vardır. - İhsan Eliaçık"



SORU SORARAK, DÜŞÜNEREK, CEVAPLAR ARAYARAK SORGULARKEN (TAHKİK EDİP SORUŞTURURKEN) AKIL VE BİLGİ KAPASİTEMİZİN YETERSİZLİĞİ SEBEBİYLE YANLIŞ ANLAMAKTAN VE BUNDAN DOLAYI SORUMLULUK YÜKLENMEKTEN ÇEKİNEREK SORGULAMAKTAN KAÇINMAMAK GEREKİR. ÇÜNKÜ KUR’AN’ DA SÜNNETULLAH (ALLAH’HIN YOL VE YASASI) AÇIK, SEÇİK, NET VE KESİNDİR:


“Allah hiç bir benliğe, yaratılış kapasitesinin üstünde bir yük yüklemez / teklifte bulunmaz. Her benliğin yaptığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük kendi aleyhinedir / kişinin hem kendisi hem başkaları için kazandığı onun lehine, yalnız kendi nefsi için kazandığı onun aleyhinedir / kişinin kendi emeği ile kazandığı lehine, başkalarının sırtından kazandığı aleyhinedir. "Ey Rabb'imiz! Unutur yahut hata edersek bizi hesaba çekme. Ey Rabb'imiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabb'imiz! Bize, güç yetiremeyeceğimiz şeyleri de yükleme. Affet bizi, bağışla bizi, acı bize. Sen bizim Mevlâ'mızsın. Küfre sapanlar topluluğuna karşı yardım et bize!"( 2 / BAKARA / 286)

Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. (4 / NİSA / 175)

“Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur. Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir. Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir. (53 / NECM / 39- 41)

SONUÇ:


"NASİBİ OLAN KARINCADAN ALIR DERS, NASİBİ OLMAYANA KÂİNAT KİTAP OLUP AÇILSA TERS."

KUR’AN, ONA İNANMAYANLARIN ANLAMASINA KAPALIDIR.

Kur'an okuduğunda, seninle, âhirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz.  Kalpleri üzerine, onu anlamamaları için kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir ağırlık koyarız. Rabbini yalnız Kur'an'da andığın zaman, nefretle geriye dönüp kaçarlar. (17/45-46)

'Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde, onlardan yüz çeviren ve iki elinin hazırlayıp önden gönderdiği şeyleri unutandan daha zalim kim olabilir? Şu bir gerçek ki, biz onların kalpleri üzerine onu anlamamaları için kabuklar geçirdik, kulakları içine de ağırlıklar koyduk. Onları hidayete çağırsan da bu durumda hidayete asla ulaşamazlar.18/57.

'Biz onu Arapça konuşmayanlardan birine indirseydik de, O onu onlara okusaydı, yine de ona inanmayacaklardı. Biz onu suçluların kalplerine işte böyle yolladık. Acıklı azabı görünceye değin ona inanmazlar.' 26/198-201.

'Yemin olsun ki, biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü örneği verdik. Sen onlara bir mucize getirsen, o inkâr edenler mutlaka şöyle diyeceklerdir: 'Siz, eskiyi hükümsüz kılanlardan başkası değilsiniz.' İlimden nasipsizlerin kalpleri üzerine Allah işte böyle mühür basıyor.' 30/58-59.

'Dediler ki: 'Bizi çağırdığı o şeye karşı kalplerimiz kılıflar içinde; kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde var. O halde, sen işini yap, muhakkak biz de işimizi yapacağız.' 41/5.

'Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur'an yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: 'Ayetleri ayrıntılı kılınmalı değil miydi? / Arap'a yabancı dil mi? / ister yabancı dilde, ister Arapça!' De ki: 'O, iman edenler için bir kılavuz, bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur'an, onlar için bir körlüktür. Böylelerine, çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.' 41/44.

'Peki, bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?' 47/24.


KURAN’I SADECE SAMİMİ OLARAK ONA İMAN EDENLER ANLAR.

Kur'an okuduğunda, seninle, âhirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz.”  (17/45)

'Allah'ın ayetlerine inanmayanlara Allah kılavuzluk etmez. Onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür. Yalanı ancak, Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydururlar. Yalancılık edenler onların ta kendileridir.' 16/104-105.

'Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur'an yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: 'Ayetleri ayrıntılı kılınmalı değil miydi? / Arap'a yabancı dil mi? / ister yabancı dilde, ister Arapça!' De ki: 'O, iman edenler için bir kılavuz, bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur'an, onlar için bir körlüktür. Böylelerine, çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.' 41/44.


KUR’AN,  KORUP  SAKINANLAR  (MÜTTAKIN) İÇİN, HİDAYETE ERDİREN VE GERÇEK ANLAMDA KURTULUŞU BULDURAN KILAVUZDUR.

“İşte sana o Kitap! Kuşku, çelişme, tutarsızlık yok onda. Bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar için. Ki onlar, gayba inananlar, namazı kılanlardır. Ve kendilerine rızk olarak verdiklerimizden, başkalarına pay çıkaranlardır. Hem sana vahyedilene hem de senden önce vahyedilene inananlardır onlar. Âhıreti gereğince kavrayıp anlayanlar da onlardır. İşte bunlardır Rablerinden bir hidayet üzere olanlar, işte bunlardır gerçek anlamda kurtuluşu bulanlar.” (2/2-5)


M. Kemal Adal
25 Nisan 2016 /İZMİR






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder