1. TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN
EGEMENLİĞİNİ TAHRİP SİYASETLERİ
Yaşar Nuri Öztürk
10 Mart 2016, 10:13
Laik ve
demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği konusundan hangi vesileyle söz
edilirse edilsin, akla hemen bu cumhuriyetin kurulduğu günlerde karşılaştığı
bâdireler gelmektedir.
Egemenliğimizin daha ilk günlerden beri karşılaştığı temel tehlikeler bugün de aynıdır ve daima şu iki başlık altında belirginleşmiştir:
1. İrticaî tehdit,
2.
Bölücü tehdit.
Dikkatlerden kaçmayan bir başka nokta da bu iki tehdidin her zaman ve tartışmasız bir biçimde dışarıdan kotarıldığı ve içimizden kendisine destek ve yandaş bulduğudur.
11 Eylül terör olayının ardından siyasetlerini İslam ekseninde yoğunlaştıran Batı, özellikle ABD, Türkiye’de laik devletin egemenliğini sarsmak ve ülkemizi ‘BOP Projesi’ için bir atlama taşı ve ikmal alanı’ haline getirmek maksadıyla beklentisini daha çok irtica odaklı tahribe yönlendirmiş bulunuyor.
İrtica, dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır.
Tarihte hep
Hıristiyan Batı çıkarları uğruna kullanılmış ve işletilmiştir.
Günümüzde daha
çok siyasal İslam unvanıyla sahneye çıkan irtica, tarihi boyunca desteği,
itibarı, alkışı Müslümanlardan almış, hizmeti hiç aralıksız emperyalist
güçlerin çıkarı uğrunda sergilemiştir. Bilerek veya bilmeyerek.
Ne ilginçtir ki,
Kur’an da, irticayı ‘Ehlikitap (haçlı-siyon) hesabına işleyen fitne’ olarak
göstermektedir. (bk. 3/72)
KURTULUŞ SAVAŞI VE İRTİCA
Bizim Kurtuluş Savaşı destanımız temelde iki düşmana karşı verildi:
Vatansızlar,
imansızlar.
Atatürk şöyle diyor:
“Birtakım vatansızların ve dinsizlerin propagandaları bizim için hareket düstûru olamaz.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 6/118)
Kurtuluş Savaşı’nın serüvenini basîretle inceleyenler görürler ki ‘vatansızlar’ içinde önemli miktarda mürteci vardır. Yani din perdesi altında hıyanet sergileyenler...
Eğer ortada bir ihanet yoksa din omurgalı yanlışlar irtica diye anılamaz.
Dindardaki
yanlışlar, hurafe olur, cehalet olur, geleneksel tutuculuk olur. Bunların tümü
bilgisizlik, bilinçsizlik olayıdır.
İrtica
ise bilinçli ve organize hıyanet olayıdır.
Emperyalist ruh ve emellerini, bugün, küreselleşme perdesi altında yaşatan Batı, işte bu yüzden, İslam dünyasında iki mirası kendisi için çok ciddi engel olarak görmekte ve bu iki mirasın tahribini siyaset ve stratejilerinin esası yapmaktadır:
1. Muhammed mirası yani İslam,
2. Mustafa mirası yani Atatürk cumhuriyeti.
Egemenliğimizin Kurtuluş Savaşı’nda ve bugün temel ve yıkılmaz direnç kaynağı olan bu iki miras çeşitli bahaneler, operasyonlar, müdahalelerle yozlaştırılarak etkisizleştirilmek istenmektedir.
Türkiye
bu iki mirasın en dirayetli coğrafyası olduğu içindir ki, BOP ve benzeri sömürü
ve istila projelerinin öncelik ve ivedilikle hedefe yerleştirdikleri ülke
olmuştur.
11 Eylül
sonrasının din ve özellikle İslam ekseninde seyreden siyasetlerinden en büyük
ıstırap payını Türkiye almaktadır. Gelişmeler iyi niyetle değerlendirilseydi bunun
tamamen tersi olacaktı. Ama olamamıştır.
2. ATATÜRK’ÜN GÖZÜYLE İRTİCA
Yaşar Nuri Öztürk
31 Mart 2016, 10:13
Atatürk
irticayı iki temel açıdan değerlendirmiştir:
1. Felsefî
açıdan,
2.Türk tarihi ve
Türk Kurtuluş Savaşı açısından.
Birinci anlamda irtica, hayatı geri götüren ve güzel olan her şeyi tahribe yönelen bir şer unsur olarak görülmektedir. Şöyle diyor Atatürk:
“Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica derler.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, 14/339)
İRTİCANIN BAŞ DESTİKÇİSİ: İNGİLTERE
İrticanın, İslam’ın Batı’daki baş düşmanı İngilizler tarafından beslenip kotarıldığı, Atatürk’ün altını sürekli çizdiği gerçeklerden biridir.
Atatürk’e en
büyük düşmanlığı İngilizlerin yapması sebepsiz değildir. İrtica hıyanetinin
Kurtuluş Savaşı’na problem çıkardığı günlerde Atatürk
şöyle diyordu:
“İrticaî harekâtın teşvikçisi İngilizler olup merkez beyni de İstanbul’dadır.”
İrticanın, yine o günlerde, Ermeni hainleriyle işbirliği yaptığını da Kurtuluş Savaşı ile ilgili zabıtlardan öğreniyoruz. (bk. Aynı eser, 6/325; Karabekir Paşa, İH. 3/1079)
Atatürk; irtica gibi, hurafeye de karşıdır ama hurafeyle irticayı aynı kefeye koymamıştır.
İrticanın ağır biçimde mahkûm edilişi, dinsel karakteri yüzünden asla değildir; hıyanet karakteri yüzündendir.
Mürteci-hain kadrolar işin bu püf noktasına asla değinmezler; tam aksine onu sürekli gözden kaçırarak Atatürk’ü irticaya değil de dine karşı gösterirler.
Oysaki
Atatürk, hıyaneti söz
konusu olmayan dinsel karşı çıkışların hiçbir eksiklerine, hiçbir
hurafeciliklerine bakmadan onları bağrına basmış, övmüş, yüceltmiştir. Şu sözlere bakın:
“Müslüman
ahaliden, vatan haini olanlardan gayrısının manevî kuvvetleri pek yüksektir.
Anadolu’ya kalpten bağlanarak geleceği beklemektedirler.” (ABE. 7/155)
Atatürk, bir yerde şu tanımları da yapmaktadır:
“Vicdan yerine
düşman parası tanıyan alçaklık...” (ABE. 5/329)
Bir
tanım daha veriyor Atatürk:
“Millete düşman, düşmanlara dost olarak takip edilen haince siyaset...” (ABE. 5/356)
Buradan hareketle, bütün zamanlar için geçirli bir hain tanımına ulaşabiliriz:
Kurtuluş Savaşı ve Atatürkçü devrim sözlüğünde hıyanet; ‘ülkeyi, bir biçimde, emperyalist sömürgecilerin denetim veya esaretine sokmaya çalışmaktır.’ Bu, çok değişik şekillerde belirebilir. Fiilen, fikren, silahla veya basın yoluyla gerçekleştirilebilir.
Atatürk’e dinmez bir hınç ve kin duyan Batı, irticaî hareketleri, anti-emperyalist Atatürk Cumhuriyeti’ni kundaklama aracı olarak sürekli kullanmıştır ve kullanmaktadır.
İslam dünyasında, emperyalizme karşı mücadele ederek onu mağlup edip ona rağmen devlet kuran tek ülke Türkiye’dir. Tek kişi ise Mustafa Kemal Atatürk.
Onun içindir ki emperyalizmin temsilcileri, uzantıları ve
dâhildeki hizmetçileri Atatürk’ü içlerine asla sindiremiyorlar, onu yıkmak ve
yok etmek için dört koldan saldırıyorlar.
3. ATATÜRK DEHASININ
ERİŞİLMEZLİĞİ
Yaşar Nuri Öztürk
13 Nisan 2016, 10:19
Atatürk devriminin sağladığı muhteşem gelişme, Batı’daki
benzeri gelişmelerden daha fazla bir şeydir. Çünkü Batı’da böylesi bir gelişme, dinin insan hayatından
tümden kovulmasıyla sağlanmıştır. Oysaki bizde bu gelişme, dinin gerçeği ve
ruhuyla kucaklaşan bir gelişmedir.
Bu gerçek göz önünde tutulduğunda Türkiye Cumhuriyeti
sadece bizim için değil, bütün İslam dünyası için bir tür ‘kutsal emanet’tir. Demokrasi ve ilerleme adına İslam
dünyasına bugün nelerin reva görüldüğüne bakarsak bu emanetin anlam ve önemini
daha iyi kavrarız.
Bu emanetin anlamlarından biri de, demokrasi ve gelişmeyi,
emperyalizmin boyunduruğuna girmeden sağlamış olmaktır.
Atatürk, emperyalizme karşı mücadelede İslam’ın ve Müslümanların istiklal, şahsiyet ve direnişini feda etmeden demokrasiyi ve ilerlemeyi sağlayabilen tek liderdir.
Atatürk mirasına yönelen şer, tahribatını üç başlık altında öne çıkarmaktadır:
1. Kişiden söz ettiğinde Atatürk’e,
2. İlkeden söz
ettiğinde laikliğe,
3. Kurumdan söz ettiğinde Türk Silahlı
Kuvvetleri’ne sataşmaktadır.
Türkiye’yi ve Türk devletinin egemenliğini tahrip siyasetlerinin saldırı hedeflerinde daima bu üç değer vardır. Benim kanaatim şudur:
Atatürk
mirasını bir direnç gücü olmaktan çıkarıp Anadolu’da 1071 Malazgirt Savaşı’ndan
beri sürdürülen kavgayı tamamlamak istiyorlar. Kavganın Batı hesabına tamamlanmasını
Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda engelleyen ise Atatürk’tür. O yüzden
egemenliğimizi tacize yönelik bütün sataşmaların ilk hücum hedefi Atatürk’tür.
Batı, bir kin ve inat uğruna akıl almaz çelişkilerin girdabına düşmektedir.
Bir yandan Türkiye’de
‘İslamofaşist bir gelişmenin Atatürk rejimini yıkmak istediğini söylemekte,
Öte yandan
Huntington kuramları ve Avrupa Parlamentosu raporlarıyla bize “Atatürk’ten
vazgeçin” diye dayatma yapmaktadır.
Batı, özellikle ABD, Türkiye’deki dinci gidişten gerçekten ürküntü duyuyorsa BOP meyanındaki ‘Ilımlı İslam’ projesinden vazgeçip Türkiye’nin de kendisinin de hayrına olacak yeni bir projeyi öne çıkarmalıdır.
Fakat
böyle bir proje, Batı tarafından üretilemez. Böyle bir projeyi, İslam
mirasını ve Atatürk’ü aynı yetkinlikte bilen ve bu iki mirastan insanlık,
Ortadoğu ve Türkiye için işe yarar reçeteler çıkaracak birikim ve dirayete
sahip olan Türk aydınları ve siyasetçileri hazırlayabilir.
Batı; Atatürk değerlerini saptırarak Türkiye’yi istediği kıvama getirmek, güçsüz bırakmak için Atatürk’ü kullanmaya kalkıyor. Örneğin, Türkiye nükleer enerjiye geçiş arzusunu öne çıkardığında bunun ‘Atatürk ilkelerine aykırı olduğunu’ propaganda ediyor ve gerekçe olarak da şunu söylüyor: “Atatürk, ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ demiştir. Nükleer enerji talebi Atatürk’ün bu temel ilkesine aykırıdır. (The Washington Post’dan naklen Cumhuriyet, 8 Mart 2006)
DİP
NOT:
Saygıdeğer
Serendip Altındal’ın Yorumu:
Nükleer enerjiye
geçilmesinin ve gerektiğinde de ülke savunmasında kullanılabilir olmasının,
Atatürk'ün "yurtta sulh cihanda sulh" deyimiyle uyuşmadığını ima bile
etmek, Atatürk'ü ancak hiç tanımamakla veya konuyu kasıtlı olarak saptırmakla
özdeştir.
Atatürk şayet yaşıyor olsaydı; inanın ki çoktan milli dijital güvenliğimiz ve her şeraitte nükleer bir savunmaya da hazırlıklı bir konumda olmamız çoktan sağlanmış olurdu. Çünkü Atatürk, sulhu sağlamanın tek nedeninin en az, en kuvvetli düşmanın kadar güçlü olmak demek olduğunu, şüphesiz herkesten daha fazla biliyor olurdu yine...
Aklın yolu tektir, aman ayrılmayalım...
Atatürk şayet yaşıyor olsaydı; inanın ki çoktan milli dijital güvenliğimiz ve her şeraitte nükleer bir savunmaya da hazırlıklı bir konumda olmamız çoktan sağlanmış olurdu. Çünkü Atatürk, sulhu sağlamanın tek nedeninin en az, en kuvvetli düşmanın kadar güçlü olmak demek olduğunu, şüphesiz herkesten daha fazla biliyor olurdu yine...
Aklın yolu tektir, aman ayrılmayalım...
Serendip Altındal
*****
BU GÜN 23 NİSAN!
Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde çok önemli dönüm noktalarından biri olan, 23 Nisan 1920 Tarihinde, Türk Milletinin İradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı ve Türk Halkının egemenliğini ilan ettiği günün anısına Atatürk'ün armağanı, "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı"mızı kutlarım.
Bu vesile ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ü ve silah ve dava arkadaşları ile emanet ettikleri "Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmak" ve vatan uğrunda günümüzde can veren şehit ve kanlarını feda eden gazi "Türk İstikbalinin Evlatlarını", Geçmişteki tüm şehitlerimiz ve gazilerimizle birlikte, Saygı, Şükran ve Minnet duygularımla anarım.
Tüm şehitlerimiz, Ebediyete göçen gazilerimiz ve Vatanımızın bölünmez bütünlüğü için çabalamış insanların hepsi için, Allah'tan rahmet niyaz ederim. Ruhları şad, mekanları da cennet olsun İnşallah.
M. Kemal Adal
23 Nisan 2016/ İzmir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder