İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

16 Nisan 2016 Cumartesi

"KUTLU DOĞUM HAFTASI" VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ...


Ahmet SEVGİ
13 Nisan 2016 Çarşamba 00:00

"2016 Kutlu Doğum Haftası" etkinlikleri başladı. Bu yıl ana tema "Hz. Peygamber, Tevhit ve Vahdet."

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hafta dolayısıyla yayımladığı mesaja şöyle giriyor:

"İslam dini ve İslam ümmeti bugün, tarihinin en zor süreçlerinden birini yaşamaktadır. Ümmetin ocağına ateşler düşmüş, fitne ve tefrika ateşi İslam coğrafyasını her taraftan kuşatmıştır. Öyle ki Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Yemen'de, Nijerya'da ve İslam coğrafyasının diğer köşelerinde çatışmalar, Allahü ekber nidalarıyla intihar saldırıları, masum kız çocuklarını kaçırmalar, camileri bombalamalar, tarihî mekânları tahrip etmeler, şiddet, vahşet ve dehşet durmaksızın devam etmektedir."

İki sayfalık bu mesajı okudum, bende şöyle bir intiba oluştu: Sayın Başkan sanki dünya İslâm konferansında akademik bir tebliğ sunuyor... Yani biz daha anlaşılır bir teşhis ve daha somut bir tedavi yolu beklerdik. Ayrıca İslâm dünyasından önce bize hitap etmeliydi. Bir vatandaş olarak bu kaotik ortamda birlik ve beraberliğimizi sağlayabilmek için önce biz ne yapmalıyız? Dinimiz ne emrediyordu, biz ne yaptık ki tetiği çeken de Allahü ekber diyor, kurşuna hedef olan da... Başkan'ın mesajında maalesef biz bu soruların cevabını net olarak bulamadık.

Eğri oturup doğru konuşalım, Müslümanların bugünkü acıklı hale düşmelerinin temelinde fanatizm / taassup / fırkacılık yatmaktadır. Bunu söyleyemiyorsanız hiç konuşmayın daha iyi... "Bir din veya partiye aşırı derecede ve körü körüne bağlanma" demek olan taassup / fanatizm İslâm dünyasını bahusus ülkemizi kasıp kavurmaktadır.

Din ve parti taassubunu aşmadan içine düştüğümüz bu sıkıntılı süreçten sağ salim çıkmamız mümkün değildir. Birlik ve beraberliği sağlamak istiyorsak mesajda yer alan "Gelin birlik olalım" sözünün kaynağına inmemiz gerekir.

Hemen belirtelim ki "Gelin birlik olalım" ifadesi bize Yunus Emre'nin:
"Gelin tanış olalım işi kolay kılalım//Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz" beytini çağrıştırmaktadır.

Doğrusu, mal da mülk de, makam da mevki de el kiridir, bugün var yarın yoktur. Asıl olan birbirimizi sayıp sevmek, zorlaştırmayıp kolaylaştırmaktır.

Molla Kasım vârî sert ve acımasız bir İslâm taassubundan sıyrılarak Derviş Yunus gibi yumuşak ve hoşgörülü bir Müslümanlık yoluna girmedikçe, herkesin birbirine bağırıp çağırdığı, akşamları yöneticilerin gözümüze gözümüze parmak salladığı kin ve tefrika ortamından kurtulamayız.

Ben Diyanet İşleri Başkanı olsam bütün mesaimi -başta kendim olmak üzere- din görevlilerini siyasetten uzak tutmaya ayırırdım.

Din görevlisi, bir partiye yakın durursa halk nazarında sadece o partinin görevlisi olur. Oysa camide her partiden cemaat var. Din görevlilerimiz "fırkacılık" belasından uzak durarak "hal ve kavil"leriyle örnek olurlarsa birliğe ilk adım atılmış olacaktır.

Aynı şekilde Diyanet İşleri Başkanı da behemehal siyasetçilerin yanında görünmemelidir.

Demem o ki birlik ve dirliği öncelikle dînî hayatımızda yaşamalıyız / sağlamalıyız. Dinî hayatımızı vahdete kavuşturamazsak insanlar yaptıklarına bir şekilde dînî bir kılıf bulacaklardır. Unutmayalım ki sabah namazını eda etmek için camiye girerken kapı önünde Hz. Ali'yi bir kılıç darbesiyle şehit eden İbn Mülcem de: "Ey Ali, hüküm senin ve arkadaşlarının değil, Allah'ındır" diye bağırıyordu. Yani İbn Mülcem de Halife'yi din adına katletmişti. Bilmem anlatabiliyor muyum?..

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ sitesinden 16.04.2016 tarihinde yazdırılmıştır.

Dip Not: 

Sayın yazarın bu yazısındaki tespitlerinin tamamına katılıyorum. 

Dini hayatımızı vahdete kavuşturmanın yolu: ‘Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerinde, Müslümanların kendilerine örnek almaları için tanıtıp anlatılan İslam dininin tebliğcisi Hz. Muhammed’i, “hadislerden” verilen örnekleriyle anlatmak ve öğütlemek suretiyle, dindarları hadis okumaya teşvik etmekten vazgeçilmesi ve Müslümanların Kur’an’ı (Arapça bilmeyenler için anadillerindeki çevirilerini) okuyup anlamaya yönlendirilmesidir.

Böylece, hem din bağlamında “kendi nefsinin istediğine göre konuşmayan” ve “ahlakı Kur’an ahlakı olan” İslam peygamberi, hurafelerden arınmış olarak tanınıp anlaşılacak ve hem de Allah’ın ilahi kelamı / sözü olan Kur’an’la birleşen Müslümanlar, dini hayatlarında “fırkacılık” yapmaksızın tek kaynaktan beslenen vahdete ulaşabilecektir.

"HERKES KENDİ KAPISININ ÖNÜNÜ SÜPÜRÜRSE SOKAKLAR TERTEMİZ OLUR."

[YÜRÜTME / İCRADA SÖZ SAHİBİ OLANLAR, İRCAYI (ESKİ / ORJİNAL BİÇİMİNE SOKMA, ÇEVİRME, DÖNDÜRMEYİ) ANLATMAKLA YETİNMEYİP, ÖNCE KENDİLERİ UYGULAMALIDIR. - MKA]

M. Kemal Adal

16. Nisan. 2016 / İzmir.

Başkan'dan Mesaj

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.


İslam dini ve İslam ümmeti bugün, tarihinin en zor süreçlerinden birini yaşamaktadır. Ümmetin ocağına ateşler düşmüş, fitne ve tefrika ateşi İslam coğrafyasını her taraftan kuşatmıştır. Öyle ki Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de, Nijerya’da ve İslam coğrafyasının diğer köşelerinde çatışmalar, Allahü ekber nidalarıyla intihar saldırıları, masum kız çocuklarını kaçırmalar, camileri bombalamalar, tarihî mekânları tahrip etmeler, şiddet, vahşet ve dehşet durmaksızın devam etmektedir. Müslümanların kanı dökülmekte, masum canlar heder olmakta, İslam kültür ve medeniyeti talan edilmekte, Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı kadar bizzat birbirlerinin eliyle yok edilmektedir. Milyonlarca insan yerinden, yurdundan, evinden, barkından ve hayatından olmakta; yaşanan kaos ortamı bütün dünyada İslam ve Müslüman algısını tahrip etmektedir. Ne yazık ki Müslümanların başı hüzünle öne eğilmekte, İslam dininin temsilcileri korku, dışlanma ve şiddet tehdidi altında hayat mücadelesi vermektedir. Diğer taraftan dünyanın batı yakasında İslamofobiyi tırmandırmak isteyen endüstri, İslam dünyasındaki çatışmaları ve yaşanan kargaşa ortamını gerekçe gösterip Müslümanlar aleyhine acımasızca bir propaganda sürdürmektedir. Bu müşerref dini, korku dini olarak lanse etmekte, Müslümanlar arasındaki fitne ve tefrika ateşini körüklemektedir. Ne yazık ki bugün İslam’ın cahil müntesiplerinin, her türlü iman, akıl ve hikmetten uzak terör şebekelerinin, sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) mübarek ismini sözde bayraklarına nakşederek Din-i mübin-i İslam’a verdiği zarar, azılı düşmanların verdiği zararın fersah fersah ötesine geçmiş bulunmaktadır.
Tüm bu hadiseleri, yaşanan acıları, tefrika ve adavetin sebeplerini sadece dış mihraklarda, İslam muhaliflerinde, şer güçlerde, emperyalistlerde, siyonistlerde aramak en kolay yoldur. Zira sorunların bir de iç dokuyu, imanî ve ahlakî dinamikleri, yani Müslümanları ilgilendiren boyutları vardır. Şu husus iyi bilinmelidir ki İslam topraklarını kan gölüne çeviren çatışmaların dinin aslından ya da mezhep farklılıklarından kaynaklandığı söylenemez. ( yanlış tespitle doğru tedavi yapılamaz. M. kemal Adal) Bu vahşetin köklerini asr-ı saadette, Hz. Peygamberin (s.a.s.) hadislerinde, Hz. Osman’ın katliyle başlayan fitne döneminin akabinde yaşanan mezhep ihtilaflarında aramak da beyhudedir. Zira bütün bunlar, modern zamanların işgal ve sömürgelerinden sonra istibdatların gölgesinde, yoksulluk, cehalet ve esaret altında yetişen yaralı bilinçlerin; kin, öfke, ihtiras ve intikam yüklü ölümcül kimliklerin ürünüdür.
Bilinmelidir ki mezhepler, İslam dininin anlaşılmasındaki farklı fikir ve kanaatleri temsil eden, zamanla oluşmuş beşerî mekteplerdir. (Ve hepside Dinde bidattır. MKA) Hepsinin amacı Allah’a varan istikameti belirlemektir. Her biri ana yola varan tali yol mesabesindedir. Mezhebi dinle aynileştirmek ya da mezhep mensubiyetini, İslam aidiyetinin üstünde görmek; mezhebe dayalı ayrıştırma, ötekileştirme ve çatışmalar, taassup ve cehaletin bir yansımasıdır. Mezheplerin dinin önüne geçtiği hâllerde en çok zarar gören bizzat dinin kendisi olmuştur. (Doğru tespit budur da bunu düzeltmek, Mezheplerin Kur'an'ın bir kısmını kabul bir kısmını red eden "fırkacı" yollarındaki hurafeleri süpürüp temizlemek ve vahdet yolunu açıp aydınlatmak kimin işidir?!.. MKA)    
Mezhebî farklılıklar, İslam kültür ve medeniyetinin birer zenginliğidir. Önemli olan her zaman vahdetin muhafaza edilmesidir. Mezhebi, meşrebi, anlayışı ne olursa olsun diğerinin mezhebini, meşrebini, anlayışını batıl olmakla itham eden ve kardeşini küfür ile suçlayan bir zihniyet asla iflah olmaz. Unutmayalım ki; hiçbir kimse bir başkasını, İslam’ı kendisinin anladığı gibi algılayıp yaşamadığından ötürü tekfir edemez. Müslüman bir başka Müslümanı müşrik görerek onunla savaş halinde olamaz. Böyle bir çatışma İslam’ın en ulvi kavramlarından olan cihat ile beraber anılamaz. Mezhebine, fikrine ve anlayışına uymayanı tekfir ederek onu öldürmeyi, hiç kimse cihat olarak tarif edemez. Cihat; terörün, vahşetin ve öldürmenin değil; diriltici bir gayretin, hayat veren bir mücadelenin adıdır. Bugün, Müslümanların topyekûn başvuracağı en büyük cihat; cehalete, taassuba, ırkçılığa, fitne ve tefrikaya karşı yapacakları cihattır. ( Bunların hepsi çok doğru tespitlerdir. Bunları söylemek de şüphesiz irşaddır. Ama bu İRŞAD, " bataklığı kurutmayıp sivrisinekleri öldürmek" hükmündedir. MKA)
Bugün yapılması gereken, tarihten alacağımız ders ve ibretle istikametimizi belirlemektir. ( İşte bunun içindir ki  "kur'an'dan başka bir ipe sarılmamak" gerekir. DİN için Kur'an Yeter. Beşer algı, anlayış ve yorumlarından ibaret olan ve Kur'an'ın lafzında manası bulunmayan hurafeleri, sözleri esas almış tüm kaynaklar, Müslümanları Kur'an'ın İstikametinden saptırır. MKA) Bilindiği gibi Müslümanlar, sekiz asırdır Batı’yı aydınlatan Endülüs İslam medeniyetini, Doğu’yu aydınlatan Maveraünnehir İslam medeniyetini, Afrika’yı imar eden İslam medeniyetini kaybettiler. Şimdi de Şam-ı Şerif’te, selam yurdu Bağdat’ta, hikmet beldesi Sana’da İslam medeniyetleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bugün, Müslümanların bigâne kalamayacağı tek bir meselesi vardır: O da akan kanı durdurmak, Müslümanları birbirine düşüren komplolara karşı durmak, içimizden ve dışımızdan beslenen her türlü dâhili ve harici fitne uzantılarıyla mücadele etmek ve ümmeti halasa çıkarmaktır. Unutulmamalıdır ki selam ve eman yurtlarını tarihte sahip oldukları huzura kavuşturmanın, dünyada barış ve adaleti temin etmenin yolu, Müslümanların tevhid ve vahdette, rahmet ve merhamette buluşması ve İslam coğrafyasında güven ve barış ortamını tesis etmelerinden geçmektedir.
Bugün Müslümanların her zamankinden daha çok tevhid ve vahdete ihtiyacı vardır. Zira Yüce Rabbimiz Müslümanları Enbiya Suresi 92. ayette tek bir ümmet olarak ifade etmiş olmasına rağmen ne yazık ki Müslümanlar, tefrika hastalığına kapıldığı için Rum Suresi 32. ayetin muhtevasına girmeye başlamışlardır. Bu sebeple bugün Müslümanların tevhid inancına dayalı vahdeti gerçekleştirme yolunda gayret sarf etmeleri bir zorunluluktur.
Tevhid, İslam’ın en temel ilkesi, Kur’an ve Sünnetin ruhu, ( hangi sünnet? SÜNNETULLAH mı yoksa Hz. Muhammed'de bağlanan, yakıştırılan hadisler / sözler ile bilinen Kur'an'dan ayrı bir başka SÜNNET mi?!.. MKA) bütün peygamberlerin gönderiliş gayesidir. İslam’ın tevhid dini oluşu, onu diğer din ve inançlardan ayıran en bariz vasfıdır. Tevhid ilkesinden üç temel esas ortaya çıkar: Selam, eman ve vahdet yani barış, güven ve birlik. İslam-selâm ilişkisi, iman-eman ilişkisi ve tevhid-vahdet ilişkisi doğru kurulamadan bir toplumun İslam toplumu olması mümkün değildir.
İslam, öncelikle insanların zihin ve gönül dünyalarına Allah’ın birliği ve eşsizliği inancını yerleştirerek, şirk başta olmak üzere onları bölünmüşlük ve parçalanmışlığa sevk eden ve saptıran her türlü yanlış inanç, düşünce ve ideolojiden arındırır. Tevhid inancı, insanların kalplerine ve akıllarına sadece Allah’ın birliği ve eşsizliği inanç ve düşüncesini yerleştirmekle kalmaz, aynı zamanda kâinatın tüm farklılık ve çeşitliliğine rağmen mükemmel bir uyum içinde bir ve bütün olarak nasıl var edildiğine ve işleyişine dikkatleri çeker. Dolayısıyla tevhid inancı, en az birlik kavramı kadar çokluk ve farklılık kavramlarını da esas almayı gerektirir. Bu anlayış, irfan geleneğimizde “kesrette vahdet, vahdette kesret” şeklinde ifadesini bulmuştur. Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değil, aynı zamanda bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Tevhid inancının toplumsal hayattaki karşılığı vahdettir. Vahdet şuurunu toplumsal hayatta gerçekleştirmenin yolu da sosyal adalet ve ahlâk bilincinin fertlere yerleşmesinden geçmektedir.
Vahdet; kardeşlik, dostluk, sevgi, yardımlaşma ve dayanışmadır. Birlikte yaşama, paylaşma, ortak değerlere sahip olma ve ortak ideallere yönelmedir. Tevhidin sancağı altında toplanma, Allah’ın dini yolunda her türlü dünyevi menfaati bir kenara bırakmadır. İslam dünyasında yaşanan acıları ortak, dertleri ortak ve duaları ortak kılmaktır. Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli bir stratejinin, Müslümanların parçalara ayrılmasını engellemekten daha önemli bir siyasetin olmadığını bilmektir. İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz medeniyetlerin, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübelerin farkında olmaktır. Unutulmamalıdır ki yeryüzündeki bütün muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün insanlığa huzur ve saadet getirecek yegâne nizam İslam’dadır, imandadır, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışındadır. Ancak bunun için bizzat Müslümanların tevhid ve vahdeti iyi ve doğru bir şekilde kavraması gerekmektedir. Şüphesiz ki Allah’ın dini iki kelime, kelime-i tevhid ve vahdet-i kelime yani Allah’ın birliği ve ümmetin birliği üzerine kurulmuştur. Müslümanların bugün küfrün karşısında tek ses, hainin karşısında tek yürek, zalimin karşısında yekvücut olabilmesi, her şeyden önce mezhebini, meşrebini, ırkını, dilini, coğrafyasını ve ideolojisini değil, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışını esas almasıyla mümkün olabilecektir. Birliğe, dirliğe ve huzura giden yol da; dostu düşmanı tanımanın yolu da; emperyalistleri değil, ümmetin yüzünü güldürmenin yolu da buradan geçmektedir.
Müslümanların vahdetini, uhuvvetini ve maslahatını ön planda tutmak ve bu uğurda her türlü riski alarak hakkı, hakikati, adaleti ve ahlakı savunmak İslam dünyasındaki bütün âlimlerin, münevverlerin ve entelektüellerin en başta gelen vazifesidir.
“Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” teması ve “İnsanlığı yüceltmek, insanlığı diriltmek ve insanlığı yaşatmak için gelin birlik olalım!” çağrısı etrafında kutlu doğumunu idrak edeceğimiz Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.s.) getirdiği tevhid dininin ve rahmet yüklü evrensel mesajların; başta ülkemiz olmak üzere bütün Müslümanların vahdetine, birliğine, dirliğine ve huzuruna vesile olmasını, insanlığın merhamet dini İslam’ın rahmet ve adaletinden hiçbir zaman nasipsiz kalmamasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.“Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temalı Kutlu Doğum Kitapçığının hazırlanmasından yayınlanmasına kadar geçen süreçlerde emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ
Diyanet İşleri Başkanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder