KUR’AN’I ANLAMADA YOL
HARİTASI
49. sure (HUCURÂT) 14.
ayet (Resmi: 49/İniş:105/Alfabetik:37)
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّا قُلْ لَمْ
تُؤْمِنُوا وَلٰـكِنْ قُولُوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْاٖيمَانُ فٖى
قُلُوبِكُمْ وَاِنْ تُطٖيعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ
اَعْمَالِكُمْ شَيْپًا اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
Okunuş
Kaletil a'rabu amenna, kul lem tu'minu ve lakin kulu eslemna ve lemma yedhulil imanu fi kulubikum, ve in tuti'ullahe ve rasulehu la yelitkum min a'malikum şey'a, innellahe ğafurur rahîm.
Y.N. Öztürk
Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir."
M. Esed
Bedeviler, "Biz imana erdik" derler. De ki (onlara, ey Muhammed!): "Siz (daha) imana ermediniz. 'Biz (zahiren) teslim olduk' demeniz daha doğrudur; çünkü (gerçek) inanç henüz kalplerinize girmiş değil". Ama Allah'a ve Elçisi'ne (gerçekten) kulak verirseniz O, hiçbir işinizin boşa gitmesine izin vermez çünkü şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.
Kaletil a'rabu amenna, kul lem tu'minu ve lakin kulu eslemna ve lemma yedhulil imanu fi kulubikum, ve in tuti'ullahe ve rasulehu la yelitkum min a'malikum şey'a, innellahe ğafurur rahîm.
Y.N. Öztürk
Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir."
M. Esed
Bedeviler, "Biz imana erdik" derler. De ki (onlara, ey Muhammed!): "Siz (daha) imana ermediniz. 'Biz (zahiren) teslim olduk' demeniz daha doğrudur; çünkü (gerçek) inanç henüz kalplerinize girmiş değil". Ama Allah'a ve Elçisi'ne (gerçekten) kulak verirseniz O, hiçbir işinizin boşa gitmesine izin vermez çünkü şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.
Dipnot: 49/14*: (Allah ve resulü,
kavram olarak, uyulma / itaat yönünden iki ayrı kaynak değildir. Allah'ın
indirdiği ve resulünün bildirdiği anlamındadır. Bu sebeple, Kur'an'a uyan /
itaat eden, Allah ve resulüne uymuş / itaat etmiş olur-Ayrıca Kur'an ve anadile
çevirileri de Allah'ın resulleridir.-MKA).
Öncelikle bakalım ve hatırlayalım:
ELÇİYE (RESULE, PEYGAMBERE)İTAAT NE DEMEKTİR?
Her insanın kendi
varlık yapısına göre, “Vahiy (Kur’an), Kâinat ve İnsan Kitaplarında” gördüğü,
işittiği, okuduğu bir “ayeti” anlamakta bir yolu elbet vardır.
Dileyenlerin yararlanması
için, Kur’an’ı anlamada Kur’an’ın gösterdiği yolu, Resul Kur’an’dan görüp
anlayıp bildiğimce, 49 / Hucurat / 14.
Ayeti üzerinden , “gözler önüne sermek” tir muradım.
1. Bu ayette (49/14) Allah’ın bize
bildirdikleri nedir, nelerdir?
Ayette(49/14) bildirdiği ile Allah’ın bilmemizi istediği “hakikat
/ gerçek” nedir?
Ayette (49/14)
Allah’ın bildirdiği bu “hakikat / gerçek” ile ilgili olarak belirttiği
Sünnetullah (Allah’ın yol ve yasası / İlahi kanununu) nedir?
“Müslüman olmak” ve
“İman etmek” arasındaki fark ve / veya bağlantı nedir?...
Bunları ve fazlasını, gelin birlikte Resul Kur’an’ın bize
ulaşan ayetlerinin ışığında beraber tefekkür ederek “doğru” anlamaya çalışalım
da, Rahim Allah “imana erdiren” nasibimizi lütfetsin inşallah.
2. Allah’tan bir şeyi bize
öğretmesini dilediğimiz, niyaz ettiğimiz her zaman ve her seferde, bu maksatla
Resul Kur’an’ın ayetlerini “gereğince
okuduğumuzda”, “gerçeğe / hakikate” ulaştıran “doğru” yu anlamanın yolunda, hiç hatırımızdan çıkarmayıp, her daim, sürekli
dikkate almamız gerekli olan aşağıdaki iki temel kural, tartışılmasız ön
kabulümüz olmalıdır.
‘‘KUR’AN’IN BÜTÜNÜNÜ BİLMEDEN BİR
KISMINI, BİR AYETİNİ İHMAL EDEREK DE DİĞER AYETLERİNİ DOĞRU ANLAYAMAYIZ.’’
VE
‘‘KUR’AN’A NİSPET ETTİĞİMİZ SINIRLI ANLAYIŞIMIZ
VEYA KUR’AN’DAN ANLADIĞIMIZ, KUR’AN’IN MUTLAK MANASI VE HÜKMÜ OLARAK
GÖSTERİLEMEZ.’’
Çünkü:
a. Kur’an ayetlerinin Arapça
orijinal lafzı ve bu lafzın mutlak ilahi anlam ve manasındaki “hakikat /gerçek”
, mutlak anlamda “tek” olan “ilahi hakikattir /ilahi gerçektir” ve bu tektir;
bu “nas / dogma / inak” tır. İnsanlarca bu anlam, “ilahi hakikat / ilahi
gerçek”, Allah’ın bildiğinin aynısı olarak algılanıp anlaşılamayacağından,
“nas” olanın akıl ve gönül /kalp ile sorgulanması, tartışılması, mümkün
değildir.
“Nas”,
Sünnetullah’tır. Allah’ın değişmez, değiştirilemez olan yol ve yasasıdır ki
“nas” sorgulanmaz ve tartışılmaz sadece algılanıp anlaşıldığınca kalben kabul
edilir ki bu kişisel imandır ve iman Allah ile kulu arasındaki en kuvvetli
bağdır.
Sorgulanabilir ve
tartışılabilir olan, iman değildir yani “Kur’an ayetlerinin Arapça orijinal
lafzı ve bu lafzın mutlak ilahi anlamı” değildir. Bunun dışında kalan her
şeydir.
Çünkü:
İnsanlar, sorumlu
tutuldukları Kur’an’a uymak için, onun “nas” olan “ayetlerin orijinal
lafızlarını”, Sünnetullah’ın bir gereği
olarak, Allah’ın kendilerine verdiği akıl, gönül /kalp ve indirdiği Vahiy
(Kur’an), Kâinat, İnsan Kitaplarında gösterdikleri ile düşünüp, akledip
kendilerince “doğru” anlamak ve algılayıp anladıklarını da sorgulayıp, tahkik
etmekle de emrolunmuştur.
Ve Allah, hiç kimseye
gücünün üstünde ve verdiğinin dışında herhangi bir şey için sorumluluk
yüklemez. Allah mutlak Alim (bilen, bilici) ve mutlak Adil’ dir.
Kur’an ayetlerinin Arapça orijinal lafzı dışındaki ayetin manasını
açıklayan bütün insan sözleri, kişisel algı, anlayış ve kabulün ürünleri olan
kişisel “doğru” lardır ki bu doğrular, şüphesiz “nas” değillerdir.
“Nas” olmadıkları
için, İnsanların yazıp söylediği, Arapça orijinal lafzı dışındaki ayet ve
Kur’an çeviri, açıklama ve yorumları, sorgulanabilir,
tahkik edilebilir, tartışılabilir.
Bu sebeple de ayettin lafzına ve / veya
Kur’an’ ayetleriyle verilen ilahi mesaja nispet edilmiş olan beşeri algı,
anlayış ve kabullerimiz, ayetin mutlak (ilahi)
manası ve Kur’an mesajının mutlak (ilahi) hükmü olarak gösterilemez ve
bu anlamda kabul edilemez.
Bunun için: ‘‘KUR’AN’A NİSPET ETTİĞİMİZ SINIRLI ANLAYIŞIMIZ VEYA KUR’AN’DAN
ANLADIĞIMIZ, KUR’AN’IN MUTLAK MANASI VE HÜKMÜ OLARAK GÖSTERİLEMEZ.’’ Denmiştir.
b. Gerçeği / hakikati / mutlak
ilahi bilgiyi, maksadına tam uygun olarak, yalnız ve ancak Allah bilir.
İnsanlar, Allah’ın
indirdiği ve veya gösterdiği, Vahiy (Kur’an), Kâinat, İnsan Kitaplarında
bildirdiği İlahi maksadı / muradı, maksadına uygun olarak, ancak, beşeri takat
ve çabalarının oranında algılayıp, anlayabilirler.
İnsanların bu takat
ve çabaları sonucundaki seçim ve eylemlerimden kaynaklanan kazanımları da kişilerin
Allah Katında yargılanma ve hesaba çekilmelerindeki değerlendirmeye esas olan
dünyadaki sınavlarının ana konusudur.
Bu bağlamda, “Tefsir” sözcüğü, terim olarak “Kur'an'ı, Yüce
Allah’ın muradına delâlet (kılavuzluk, aracılık) etmesi yönünden beşerî bilgi, takat ve
çabaların oranında açıklamak” demektir.
Aslında insanların Kur’an’ı / ayetleri “tefsir “ etmeleri, yorumlamaları
demek, Kur’an’da iyi anlaşılmayan /
anlaşılamamış bir şeyi açıklamak, daha iyi anlaşılır hale getirmek değildir.
Var olan gerçeği, insanların kendi algı anlayış ve kabulüne uygun doğrularla, hem
kendilerinin ve hem de başkalarının yararlanması için ortaya koymaları, gözler
önüne sermeleri demektir.
Zira Kur'an'ın bizzat kendisi yüceler yücesi Rabbimiz
tarafından yapılmış en güzel tefsirdir. Ku’ran, kendi içinde en güzel yorumu (ahsena tefsir) yaptığını
söyler. (25/33).
Allah Kur’an'ın öğretilmesini de ( 55/1-2), açıklanmasını da (75 /
17-19) üzerine almıştır. Kur’an, kendi kendini açıklar. Kur’an'ın bir ayetinde
anlaşılması gerekli konu tamamlanmadıysa, başka bir ayetin ilave yapmasıyla,
o ayeti açıklamasıyla konu anlaşılır. Çünkü Bir ayetteki kısa ve öz ifadeler, daha ilerideki
surelerde detaylandırılmış olan ayetler ile açıklanmıştır.
(Kur’an'ın
kendi açıklamasına şu konuyu örnek verebiliriz. 1- Fatiha Suresi 4. ayet "Din gününün sahibidir O"
şeklindedir.
Din gününün ne olduğunu anlamayan kişiler tüm Kuran'da bu terimi araştırırlar.
Bu terimin 15-Hicr Suresi 35. ayet, 26- Şuara Suresi 82. ayet, 37- Saffat
Suresi 20. ayet, 38- Sad Suresi 78. ayet, 83- Mutaffifin Suresi 11. ayet ve diğer
geçişlerini inceleyenler bu terimin öldükten sonraki yeniden dirileceğimiz
günü ifade ettiğini anlarlar. Bu örnekte olduğu gibi
din adına anlamamız gereken tüm bilgi Kur’an'ın içindedir. Kur’an kendi kendini açıklar.)
Kur’an, tıpkı Kâinat
kitabı gibi, tıpkı insan kitabı gibi her
şeyin bir şeyle ve bir şeyin her şeyle irtibatlı olduğu bir kitaptır / ayetler
topluluğudur.
Din adına anlamamız gereken tüm bilgi Kur’an'ın içinde
olduğu ve Kur’an kendi kendini açıkladığı için: ‘‘KUR’AN’IN BÜTÜNÜNÜ BİLMEDEN BİR KISMINI, BİR AYETİNİ İHMAL EDEREK DE
DİĞER AYETLERİNİ DOĞRU ANLAYAMAYIZ.’’ Denmiştir.
3. Bir ayeti ve / veya Kur’an’ın
verdiği mesajı anlamak niyetiyle düşünüp incelerken:
a. Aklımız ermez de yanlış anlarsak diye endişe etmeyelim.
Çünkü: 2/233*: İnsanın İman
veya Küfrü Seçmesinde ve İnsan Davranışlarının Oluşmasında, Allah'ın yol ve
yasası: Sünnetullah:
Allah hiçbir benliğe yaradılış kapasitesinin / gücünün üstünde bir yük /
sorumluluk yüklemez (gücün yetmediğinde sorumluluk yoktur). Bak: 2/286; 6/151-153; 7/42; 23/57-62;
65/7.
b. Yeter ki biz, Resul Kur’an’ın bize bildirdiğini anlamak için beşeri
takat ve çabamızı ortaya koyalım. Çünkü: 2/58*: İnsanın İman
veya Küfrü Seçmesinde ve İnsan Davranışlarının Oluşmasında, Allah'ın yol ve
yasası: Sünnetullah:
Allah'ın lütfu müstesna insanın öz kazancından başkası yoktur: İnsanın özgür
seçme ve tercihi ile kesbettiği / yaptığı iş /eylem / ameline göre karşılığını
Allah yaratır ve hem dünyada hem de ahirette tam olarak verir Bak: 2/59, 281; 3/30, 182; 4/88; 7/43,
147; 8/50-51; 10/26-27, 30, 52; 11/111; 14/51; 16/111; 22/10; 27/89-90; 28/84;
36/54; 39/24, 61-62, 70; 40/17, 40; 46/19; 52/21; 53/39, 41; 99/7-8
c. İNSANIN KESBİ VARDIR
- ALLAH BİLİR - O, KULLARINA ZULMETMEZ. Bu
sebeple anlamak için sarf ettiğimiz beşeri takat ve çabamızda samimiyetimizin
yeterliliği oranında ve sonucunda, ayeti
ve/ veya “Kur'an'ı, Yüce Allah’ın muradına delâlet (kılavuzluk,
aracılık) etmesi yönünden” algılayıp anlayacağız. Çünkü: 1/6****: Din: Fıtrat Dini İslam (Haniflik):
Müslümanlar (Kendini Allah'a Tam Teslim Edenler) : Doğru / Dosdoğru Yol:
(İtikat: İman Esasları: İman:) Sünnetullah: Allah Hadi'dir. 'Allah'a
inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve
onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır'. Bak: 3/51,101; 4/68, 175,
5/16; 6/39, 153, 161; 7/16; 10/25; 11/56; 15/41; 16/76, 121; 19/36, 43; 23/73;
24/46; 36/4, 61; 37/118; 42/52; 43/43, 64; 46/30; 48/2, 20; 67/22; 81/28
d. Sadece –Allah bizi onlardan biri olmaktan korusun- YAPTIKLARI SÜSLÜ GÖSTERİLENLER, KALPLERİ MÜHÜRLENENLER, SAĞIR
/ DİLSİZ VE KÖRLER, “KUR'AN'I, YÜCE ALLAH’IN
MURADINA DELÂLET (KILAVUZLUK, ARACILIK)
ETMESİ YÖNÜNDEN” ALGILAYAMAZ VE ANLAYAMAZLAR. Bu İmandan nasipsiz “hüsrana erenler”
şunlardır:
2/212*: İnsanın İman veya Küfrü Seçmesinde
ve İnsan Davranışlarının Oluşmasında, Allah'ın yol ve yasası: Sünnetullah: YAPTIKLARI SÜSLÜ,
GÜZEL /DOĞRU GÖSTERİLENLER: Arzularına uyup küfre sapanlara,
yaptıkları süslü, güzel / doğru gösterilir. Bak: 3/14; 6/43, 108, 122;
8/48; 9/37; 10/12; 13/33; 27/4, 24; 29/38; 35/8; 40/36-37; 47/14.
2/6***: İnsanın İman veya Küfrü Seçmesinde
ve İnsan Davranışlarının Oluşmasında, Allah'ın yol ve yasası: Sünnetullah: KALPLERİ
MÜHÜRLENENLER: Arzularına uyup küfre sapanların
kalplerini, seçimleri / kazandıkları sebebiyle Allah mühürler. Bak: 2/6-7; 4/155; 6/46;
7/100-102; 9/86-87, 93; 10/74, 88; 16/107-109; 30/58-59; 40/35; 45/23; 47/16,
24; 63/1-3
2/17***: İnsanın İman veya Küfrü Seçmesinde
ve İnsan Davranışlarının Oluşmasında, Allah'ın yol ve yasası: Sünnetullah: DİLSİZ, SAĞIR VE
KÖRLER: Arzularına uyup küfre sapanların
kalplerini, seçimleri / kazandıkları sebebiyle Allah mühürlendiğinde, onlar
inanç tutum ve davranışlarını değiştirmedikçe sağır / dilsizdirler, işitmezler,
kördürler, görmezler, kalpleri kılıflı / kabukludur, anlamazlar. Bak: 2/18; 5/70-71; 6/25;
7/179, 194-195; 8/21-22; 17/45-46, 97; 18/57, 100-101; 21/45; 27/80-81;
30/52-53; 31/7; 36/66; 41/5; 43/40; 47/22-24; 71/5-7.
e. Bu
böyledir. Çünkü: Bu Kur'an'ı sana farz kılan, elbette ki
seni vaat edilen yere / belirlenen sona götürecektir. De ki: "Hidayeti
getireni de açık bir sapıklık içinde olanı da en iyi Rabbin bilir." 28. sure (KASAS) 85. ayet
4. Şimdi ayetimizi (49/14), ön şartlamış
aykırı duyum bilgilerimizi bir tarafa bırakarak, Allah’ın öğretmesi için, Resul
Kur’an’ın anadilimize çevirilerinden istediklerimizden gereğince okuyalım.
Ben genelde
Yaşar Nuri Öztürk ve Muhammed Esed tercümelerini beraber okuyorum. Siz
dildiğiniz meali seçin, varacağınız sonuç değişmeyecektir.
Çünkü: “Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de
varıp ulaşacağınız yeri de bilir.” 47. sure (MUHAMMED) 19. Ayet
5. İlk önce, ayeti ve öncesi ve
sonrasındaki ayetleri okuyup; Sözün gelişinden, Sözün (öncesinin
sonraya olan) uygunluğundan, ayetteki hitabın kime olduğunu ve ayette bildirilenlerin kimleri
kapsadığını / ilgilendirdiğini öğrenip anlayalım.
a. “Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki:” İfadesinden,
bedevilere nispetle ve bu durumda
olanlara kıyasen, HİTABIN, PEYGAMBERE YAPILDIĞINI ve bir önceki ayet
(49/13)başındaki “Ey insanlar” hitabından da,
AYET HÜKMÜNÜN İNANMIŞ VEYA İNANMAMIŞ, KADIN VEYA ERKEK AYIRIMI OLMAKSIZIN TÜM “İNSANLARI “ KAPSAYIP İLGİLENDİRDİĞİNİ
ANLARIZ.
b. "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman
sizin kalplerinize girmemiştir. ” ifadesinden
anlayabileceklerimiz:
(1) “İMAN ETMEK” VE “MÜSLÜMAN OLMAK” AYNI ŞEY DEĞİLDİR, FARKLI ŞEYLERDİR.
49
/ Hucurat / 14. Ayetteki “Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki:
"Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize
girmemiştir.” İfadesinin açık anlamındaki İMAN ETMEK” VE “MÜSLÜMAN OLMAK”
ayrımı, 33 / Ahzâb
/ 35. Ayetinde de yapılır:
“Allah şu kişiler için bir affediş ve
büyük bir ödül hazırlamıştır: Müslüman erkekler,
Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler,
itaat eden kadınlar, özü sözü doğru erkekler, özü sözü doğru kadınlar, sabreden
erkekler, sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah
korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç
tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz
ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler, Allah'ı çok anan
kadınlar. “ (33 / 35)
“İMAN
ETMEK” VE “MÜSLÜMAN
OLMAK” arasındaki
farkları da öğrenmek istersek gene Kur’an’a müracaatla İMAN / MÜMİN ve MÜSLÜMAN
/MÜSLİM ile İSLAM konusundaki tüm ayetleri bulup bilip incelememiz gerekir ki
bu şu andaki konumuzdan ayrı uzun bir bahistir.
(2) GÖRÜNÜŞTE “MÜSLÜMAN OLAN”, “İMANA ERDİM “DESE DE, KİŞİNİN “İMANI KALBİNE GİRMEMİŞSE ” KİŞİ İMAN ETMİŞ DEĞİLDİR.
Algı ve anlama beraberliğimiz için şu kadarını
belirtmeliyiz ki: Günlük dilde ve terim olarak İslâm, Hz. Muhammed'e vahiy
yoluyla bildirilen dinin adıdır. Bu dine iman eden ve gereğini yerine getirmeye çalışan
kimselere de müslüman denir.
Ancak İslâm kelimesinin sözlük mânası "boyun eğmek, teslim olmak"tır.
Bedevilerin yaptığı da
İslâm'ın sözlük mânasını gerçekleştirmekten ibaret idi.
İncelediğimiz ayetin devamındaki, 49 / Hucurat / 15. Ayette:
“Müminler
ancak şu kimselerdir ki, Allah'a ve resulüne iman ederler; sonra hiçbir kuşkuya
düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda didinirler. İşte bunlardır, özü sözü birbirine uyanlar. (49/15)
diye bildirilmiştir.
Demek ki, sözüyle iman ettim diye şahadet
getirerek İslam dinini kabul eden / MÜSLÜMAN OLAN
KİŞİLER, İMANA
ERDİM “DESELER DE “ALLAH'A
VE RESULÜNE, KUR’AN’DA BİLDİRİLENLERE KALBEN İNANMADIKÇA; SONRA DA HİÇBİR
KUŞKUYA DÜŞMEYEREK VE MALLARIYLA, CANLARIYLA ALLAH YOLUNDA DİDİNMEDİKÇE, KİŞİNİN “İMANI KALBİNE GİRMEMİŞTİR ” ve KİŞİ İMAN ETMİŞ (MÜMİN) DEĞİLDİR.
3) İMAN KALBİNE GİRMEDİKÇE, SADECE DİLİYLE / LİSANIYLA İMAN ETTİK
DİYENLER, ALLAH KATINDA İMAN ETMİŞ SAYILMASALAR DA, MÜSLÜMAN OLARAK
KABUL GÖRÜRLER.
İman kalbine
girmeden / iman etmeden Müslüman olmak, kendi içinde iki kısım olarak mütalaa
edilebilir:
· İMANA ULAŞMADAN MÜSLÜMAN OLANLAR:
Bunun
örneği 49 / Hucurât /14’deki bedevilerdir. Onlar, bazılarının iddia ettiği
gibi bilinen manada münafık değildiler. Onlar, çeşitli sosyal ve siyasal
nedenler yüzünden imana ermeden İslâm’ın siyasal hâkimiyetine teslim olmuş
insanlardı. Bu nedenle söz konusu âyette Allah, onların iman olarak
niteledikleri şeyin gerçek adının “İslâm” olduğunu izah etmiş, iman etmeleri
gerektiğini, ancak o zaman “mümin” olabileceklerini, şimdiki durumda “müslim”
olduklarını duyurmuş ve ardından şu garantiyi vermiştir: “Eğer
Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey
eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." (49
/ Hucurât / 14)
İMANA ULAŞMADAN MÜSLÜMAN OLANLAR, SONRADAN
İMAN KALBİNE GİRERSE, “İMAN SAHİBİ
” MÜMİN OLURLAR.
· İMANA ULAŞTIKTAN SONRA
ONU REDDEDİP MÜSLÜMAN GÖRÜNENLER:
Bu
da iman etmeden müslüman olmak olarak adlandırılabilir.
Ne
ki, birincisiyle bu ikinci arasında derin bir fark vardır.
Birinciler
imandan habersizken; ikinciler haberlidir.
Birinciler
bilinçsizken; ikinciler bilinçlidir.
Çünkü bedeviler gerçekten teslim olmuşlar ve
bunu da “iman” zannetmişlerdir.
Bu
ikinci kesime giren müslüman tipi olan münafıklarsa, ya imana girip onun
gereğini yerine getirmedikleri için (Uhud’un ve Tebük’ün ortaya çıkarttığı
münafıklar gibi) münafık olmuşlar; ya da bilinçli bir biçimde küfrü tercih
ettikleri halde dıştan müslüman görünmeyi menfaatleri açısından daha
yararlı buldukları için müslüman olmuşlardır.
4 / Nisâ
/ 137. âyeti, bu tür münafıklığı iyi açıklamaktadır: "Allah onları affetmeyecek, onları hiçbir yola kılavuzlamayacaktır.”
( 4 ) TÜM İNSANLARIN İMANLARI HAKKINDA HÜKÜM SAHİBİ, İMANIN KALPLERE
YERLESİP YERLEŞMEDİĞİNİ BİLEN VE PEYGAMBERE BİLDİREN ALLAH’TIR.
Müslüman olmanın alameti
amelleridir. Salad (Namaz), Oruç, Hac, Zekât vs. tüm ibadetler amellerdir. Şahadet
getirmek dahi dil ile yapılan ameldir/ iştir. Tüm amelleri, işleri, tutum ve
davranışları “zahir”dir; İnsanlarca
görünür, gözlemlenir, bilinir.
Ama
İman Allah’la kulu arasındadır. İnsanlarca bilinmez.
Çünkü Kur'an, imanı sadece olumlu alanlar için
kullanmaz. Gönülden benimseme ve tasdik etmenin,
yani imanın olumsuz görünümlerinin bulunabileceğine de dikkatimizi çeker.
İman, Allah'ın inanılmasını istediği şeylere olursa hak; hakkında Allah'ın
hiçbir delil indirmediği şeylere olursa bâtıl olur. (Örneğin Bakınız: 29/52:
40/12; 12/106)
Mümin
de Allah'a iman etmiş olmak için, hatta imandan önce, bazı şeyleri inkâr
etmesi, reddetmesi gerekir. Reddetmesi gerekenlerin başında tâğut gelir:
“Dinde baskı -
zorlama - tiksindirme yoktur. Doğru ve güzel olan, çirkinlik ve sapıklıktan
açık bir biçimde ayrılmıştır. Her kim tâğuta sırt
dönüp Allah'a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Kopup
parçalanması yoktur o kulpun. Allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde
bilendir. “ (Bkz. 2/ Bakara /
256).
Hak iman, Kur'an'ın
gösterdiği imandır. Bu iman insanlara Allah'tan başka ilah olmadığını,
Allah'ın âlemlerin Rabbi olduğunu, Allah'tan başkasına duâ ve kulluk edilmemesi
gerektiğini öğretir.
Hak imanın zıddı, bâtıla iman, yani şirktir. Şirk,
doğru olduğunu ispatlamak için Allah'ın, hakkında delil / âyet indirmemiş
olmasına rağmen; insanların uydurdukları bâtıl inançlardır:
"O'nun yanında nelere kulluk ediyorsunuz? Sadece bir takım
isimlere ki, adlarını siz ve atalarınız koymuştur. Onlar hakkında Allah, hiçbir
kanıt indirmemiştir. Hüküm yalnız Allah'ındır. O, yalnız ve
yalnız kendisine kulluk etmenizi emretti. Eskimez ve pörsümez din işte budur.
Ama insanların çokları bilmiyorlar." (12/Yûsuf / 40)
Bu
sebeplerle:
HER
KİM Kİ BU DÜNYADA BİR BAŞKASININ İMANINI YARGILARSA, KUR’AN’IN
BİLDİRDİĞİNCE, O KİŞİ KENDİNİ HÂŞÂ ALLAH’A ORTAK KOŞMUŞ / ŞİRKE
DÜŞMÜŞTÜR.
ÇÜNKÜ HÜKÜM YALNIZ
VE YALNIZ ALLAH’INDIR (6/57; 6/62; 12/40; 12/67; 28/70; 28/88.)
VE O HÜKMÜNE
KİMSEYİ ORTAK ETMEZ.(3/128; 18/26)
DİN YALNIZ ALLAH'A ÖZGÜLENİR. (7/29; 39/2; 39/11;39/14: 40/14; 40/65; 72/18; 98/5)
c. “Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp
ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez.” İfadesinin içeriliğinden, bunun bir
Sünnetullah (Allah’ın yol ve yasası), bir hüküm ve bir vaat sözü olduğunu
anlarız.
d. “Çünkü
Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir."
6. Bu konu için
kullandığım başlık olan “MÜSLÜMAN OLMAK TERCİH; İMANA ERMEK NASİPTİR”
ifadesiyle anlatmak istediğimi Kur’an ayetleri ışığında anlayıp değerlendirmeyi
dileyenler, Lütfen Bakınız:
7. SONUÇ:
ÖZELLİKLE İMAN BAHSİNDE HERKESİN DOĞRUSU KENDİNEDİR, İMANI
SADECE KENDİNİ BAĞLAR. GERÇEĞİ DE ANCAK VE YALNIZ ALLAH BİLİR.
Ey âlemlerin rabbi
olan yücelerin yücesi Allah’ım, Hamd sanadır. Bana ve senden dileyenlere
“kalplerine iman girmiş” kullarından olabilmeyi nasip et inşallah.
Biliriz ve inanırız
ki, yalnız ve ancak sana kul olanlara (teslim olanlara),” başka hiçbir şeye
kulluk yapmadan” sen dilediğince dosdoğru yolunda kılavuzluk edersin.
Kendi
“doğrularımızla”,
AMENNA (inandık,
öyledir,) /
İMAN ETTİK DEDİK ve bize bahşettiğin özgür iradelerimiz ile yapabilmemizi
lütfettiğin ÖZGÜR SEÇİM VE TERCİHLERİMİZLE
sana teslim olarak, MÜSLÜMAN OLDUK.
ALLAH’IM, Senin sözlerin Haktır (mutlak
hakikattir, gerçektir). Sana ve elçine itaat etmek ve uymak maksat ve niyetiyle
Resul Kur’an’ı okuyup anlamaya çalıştığımızda; BİZİM
“DOĞRULARIMIZI”, SEN, HAK İLE (İLAHİ GERÇEK HAKİKAT, İLAHİ GERÇEK
İLE) İLE BULUŞTUR VE ÖRTÜŞTÜR Yarabbi.
İMANIN
KALPLERİMİZE GİRMESİNİ BİZE DE LÜTFUN İLE NASİP ET ALLAHIM.
SEN HER ŞEYİ İŞİTEN GÖREN VE BİLENSİN.
M. Kemal Adal
Nisan 2016 / İZMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder