PAPALARA MEKTUPLAR
Suay Karaman — 10 Nis, 2017
Tayyip Erdoğan, 1 Nisan 2017 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Tek millet diyoruz. Dikkat edin. Türk demiyoruz, Kürt demiyoruz, Laz, Boşnak, Roman demiyoruz. Hepsini birden içine alan bir ifade kullanıyoruz. Tek millet diyoruz. Yani 80 milyonuyla tek millet.”
Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada bir kez daha Anayasa’nın 66. maddesindeki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesini tanımadığını ilan etmiştir.
Aynı zamanda eşsiz liderimiz büyük Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir..” sözlerinin de ne anlama geldiğini henüz anlayamamıştır.
Bir ülkeyi yönetenler, milletin anayasal adını tanımıyorsa, o ülkedeki en büyük sorunlardan biri budur. Milletin anayasal adını tanımayanlar, meczupların peşinden gidebilir, her türlü yanlış ittifaklara girebilir ve ülkenin bir bütün içinde yaşamasından rahatsızlık duyabilirler.
Halk oylamasında “evet” oyu vermeyi düşünenler, papalara gönderilen aşağıdaki mektupları öğrendikten sonra, kararlarını değiştirmelidirler.
Said Nursi adlı meczup, 1950 yılında Papa 12. Pius’a (Eugenio Maria Giuseppe Giovanni Pacelli) yazdığı mektupta ittifak isteyerek, “çağın dinsizlik cereyanları Hıristiyanlarla bir araya gelmeyi gerektirmektedir” demişti. 3-9 Aralık 2009 tarihinde Avustralya’da toplanan Dünya Dinler Parlamentosu’nun konu başlıklarından biri de Said Nursi idi. Said Nursi’nin Papa’ya işbirliği teklifinden söz eden uzmanlar, bunun ilk diyalog girişimi olduğunu bildirmişlerdir.
Abdullah Öcalan tarafından birincisi 1996 yılında Papa 2. Jean Paul’e (Karol Józef Wojtyła) yazılan mektup şöyledir: “Türkiye’deki rejim sadece Kürtleri değil, Ermenileri, Süryanileri, Rumları da imha etmiştir. Ben Kürdistan topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkları da, Türk vahşetinden korumak için uğraşıyorum. Beni bu savaşta yalnız bırakmayın.”
Abdullah Öcalan’ın 1998 yılında papaya yazdığı ikinci mektup ise şöyledir: “Ben Hıristiyanlığa Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu’daki Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir. Bize yardımcı olun.” Bu ikinci mektubun ardından Kasım 1998 tarihinde Papalık Doğu Kiliseleri Birliği, Vatikan’ın PKK terör örgütünü desteklediğini açıklamıştır.
9 Şubat 1998 tarihinde Fethullah Gülen, Papa 2. Jean Paul’e (Karol Józef Wojtyła) mektup gönderdi. ‘Rabbin aciz kulu’ Fethullah Gülen olarak imzalanan mektupta şunlar yazılmıştı: “İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olanlar Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası İslam’ın yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkanını bağrına basacaktır. Hıristiyanlığın üçüncü bin yıla girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren pek çok etkinlik önermek istiyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve şevkle selamlamayı hararetle beklemektedir.”
Tayyip Erdoğan tarafından 10 Eylül 2014 tarihinde Papa 1. Franciscus’a (Jorge Mario Bergoglio) mektup yazılmıştır. ”Kutsiyetpenahları Papa Fransiscus” diye başlayan mektubunda Tayyip Erdoğan şunları dile getirmiştir: “Katolik aleminin ruhani liderliği görevini üstlendiğiniz tarihten bu yana dünya barışı ve insanlığın kardeşliği ve huzuru için göstermekte olduğunuz değerli gayretlerinizi takdirle izlemekteyim. Çalışmalarınızın katkı ve etkilerini Birleşmiş Milletler himayesinde sürdürülen ve Türkiye’nin de eş başkanlığını yürütmekte olduğu Medeniyetler İttifakı sürecinin hedeflerine erişilmesi bakımından da ayrıca önemsemekteyim. Ülkemize yapacağınız ziyaret tüm insanlık için ayrı bir önem ve anlam taşıyacak, tarihte yaşanan anlaşmazlıkların giderilmesi ve geleceğe umutla bakılmasına yardımcı olacak mesajların verilmesine vesile olacaktır. Bu vesileyle yüce kişiliğinizin sağlık ve mutluluğu için en halisane dileklerimi sunarım.”
Görüldüğü gibi mektuplarda çeşitli zaman dilimlerindeki papalardan dinler arası diyalog, medeniyetler ittifakı ve ülkemizin bölünmesi projelerinde yardım talep edilmiştir. İslam dinini, çıkarları uğruna çekinmekten kullanmayanlar, ülkenin birlik ve bütünlüğünün koparılmasını savunanlar ve ülkemizi bataklığa sürükleyenler papalık kurumundan bile yardım isteyecek konuma düşmüşlerdir.
Yaşanan olaylar çok açık olarak göstermiştir ki, Vatikan merkezli hiçbir proje ne ülkemiz, ne de İslam coğrafyası için uygun olmadığı gibi, çözüm de getirmez. Bu nedenle dinler arası diyalog, medeniyetler ittifakı ve BOP projelerini ısrarla savunanlara verilecek “hayır” oyları, ülkemizin özüne dönmesi, geleceğinin şekillendirilmesi ve refahı için çok ama çok önemlidir.
“Hayır” oyu verecekleri terörist ilan edenlere, emperyalistlerden yardım talep edenlere, papalık kurumuna şükranlarını sunanlara atılacak en büyük tokat, sandıklardan “hayır” oyunun çıkmasını sağlamaktır. 16 Nisan Pazar günü vereceğimiz “hayır” oyları, ülkemize ve yurttaşlarımıza hayırlı olacağının bilinciyle, sandıklarımıza sahip çıkacağımız, mutlu bir gün olacaktır.
İlk Kurşun Gazetesi, 10 Nisan 2017.
http://www.ilk-kursun.com/haber/314159/suay-karaman-papalara-mektuplar/
Selam...
T.C. / M. Kemal Adal
KONUK YAZAR
İBRAHİM SENGİR
Emekli İmam
Malatya Kur'an Halkaları
Kaderi Doğru
Anlamak
"Şüphe
yok ki, her şeyi bir kaderle yaratan biziz." (Kamer 49)
"Allah
her şeyi yaratandır. Ve O her şeyin üzerinde ki tek otoritedir." (Zümer
62)
"O
(Allah) ki, göklerin ve yerin hakimiyeti yalnızca O'na aittir; O çocuk
edinmemiştir, hakimiyetinde O'na herhangi bir ortak da bulunmamaktadır: zira
her şeyi O yaratmış ve (bütün bunları) ölçüsünü kendi koyduğu yasalara
bağlamıştır." (Furkan 2)
Kur'an-ı
Kerim kaderi; ölçü, düzen, disiplin, ahenk, kanun ve takdir anlamında
kullanmaktadır. Buna göre kader yüce Allah'ın yaratmış olduğu işlerin lüzumsuz,
manasız ve gelişigüzel olmadığı, bilakis bir nizam ve intizam içinde olduğu,
belli bir ölçü ve hikmetle yaratıldığı ifade edilmektedir. Bu anlamda kader
iman meselesidir.
Kadere
iman demek yaratılmış olan her şeyin bir düzen içinde yaratıldığına ve
yaratılan her şeyin bir gayesinin olduğuna inanmaktır.
Her
yaratılan varlığın bir kaderi hatta bir kaç kaderi vardır. Güneşin kaderi ısı
ve ışık vermek iken, arının kaderi de bal vermektir. Kar ve yağmurun kaderi su
vermek iken, ağaçların kaderi de meyve ve yeşillik vermektir. Meleklerin kaderi
itaat etmek iken, insanın kaderi de ölmektir.
Yüce
Allah hiç bir surette imanı yahut şirki bir kimseye takdir etmedi. Eğer böyle
bir dayatma (kader) olsaydı hiç kimse bunun dışına çıkamazdı.
"De ki: “Hak
Rabbinizdendir.” Bundan sonra artık dileyen inansın ve dileyen inkâr
etsin." (kehf 29)
Ama ne
acıdır ki, tarihi süreç içerisinde bir çok suçlar mazeret olarak kadere
yüklenmiştir. Öyle ki Hz. Resul'ün torunu Hüseyin'i şehit edenler bile bu işi
kadere fatura etmişlerdir. Demek ki Hüseyin'in kaderi böyleydi, "-Ne
yapalım? biz öldürmeseydik başkaları öldürürdü." demeye getirdiler.
Bazı
insanlarda tembellik ve miskinliklerini kadere yüklemektedirler.
Başaramadıkları, ezildikleri ve zavallı hale düştükleri zamanlarda hep kader
demişlerdir.
Halbuki Yüce Rabbimiz:
"Ey imanda sebat edenler! Siz Allah'ın
davasına yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit
tutar." (Muhammed 7)
Yine
Yüce Rabbimiz :
"Mü'minlere yardım etmek Allah'a borçtur." (Rum 47)
Öyleyse
hiç kimse tembelliğini, miskinliğini ve başarısızlığını Allah'a fatura
etmemelidir.
Kur'an:
"İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır."
(Necm 39)
Temel
ilkeyi koyarak hiçbir şekilde çalışmaları karşılıksız bırakmamıştır. Bu
Sünnetullahtır. Allah'ın değişmez yasası ve kaderidir.
İslam tarihinde buna bir
örnek verecek olursak Hz. Peygamber hiçbir savaşta veya hiçbir konuda ortaya
çalışma koymadan Allah'a tevekkül etmemiştir. Mesela Hendek savaşında "Ey
ashabım Mekkeden üstümüze düşman gelmektedir. Haydi gelin el açıp dua edelim de
hepsi yolda helak olsun ve böylece onlardan kurtulmuş olalım." demedi.
Bilakis onlarla istişare yaptı sonuçta hendek kazmaya karar verildi. Başta
kendisi olmak üzere hendek kazmaya başladılar. Onun için hiç kimse çalışmadan,
gayret göstermeden ve sebeplere sarılmadan bir şey beklememelidir.
En çok
etrafında konuşulup tartışılan Kelami mezheplerin sahasına giren kader, insan fiillerinin
Allah tarafından önceden belirlenmiş olmasıdır.
Kelamlara
göre dünyaya gelen bir çocuğun mümin mi olacağı - kafir mi olacağı, zengin veya
fakir olacağı, kiminle evleneceği gibi insan fiilleri Allah tarafından önceden
yazılmıştır. Kelam ve fıkıh kitaplarının üzerinde durduğu bu kader anlayışı
Kuranın konu aldığı kader anlayışı değildir. Kuranın konu aldığı kader, hayatın
ve kainatın kanunları çevresindedir. Öyle ise insan fiillerinin kaderle alakası
yoktur. (Dip nota bakınız. MKA)
Şunu
açıkça belirtmek gerekir ki, insan yaratılmadan önce onun hakkında yazılmış
çizilmiş bir liste (kader) yoktur. Allah yaratmış olduğu varlığa akıl, irade din
vererek sorumlu tutmuştur. Allah hiç kimseye gücünün yetmediği şeyi yüklemez. Yine Peygamberler göndermedikçe sorumlu tutmaz. Netice olarak insanın tek bir
kaderi vardır ki, bundan asla kurtulamaz ÖLÜM.
Rad
suresi 39. ayeti "Allah dilediğini siler ve dilediğini tespit eder. Ana
kitap onun yanındadır." Buyurmakla, insanın fiilleri hakkında o değişmez
yazılı kader anlayışını silmektedir.
Ruhi ve
ahlaki olarak insanlar dilediğini yapmaya kadirdirler. Ama bu yapıp
ettiklerinin bir faturası vardır. O faturayı bir gün ödemek zorunda
kalacaklardır.
"Allah
yarattı sonra serbest bıraktı." (Haşa emekli oldu) mantığı Aristo
mantığıdır.
Halbuki Allah Hallak (sürekli yaratan) tır. O yaratıcılığını,
terbiye ediciliğini, kemale erdiriciliğini hep sürdürmektedir. O her an Yeni
bir iştedir. O sürekli yaratmaktadır.
Kader
hususunda anlaşılması güç olan hususlardan biri de şu ayette geçen ifadedir.
"Ne yeryüzünün ne de sizin başınıza, daha önceden kayıt altına aldığımız
bir yasa olmadıkça asla bir musibet gelmez: şüphesiz bu Allah için pek
kolaydır." (Hadid 20).
Bu ayet yeryüzüne veya bütün insanlığa yahut yalnız
olarak herhangi bir kimseye tabi yahut beşeri ürünü ani alt üst oluş ve çöküşü
hastalıktan ahlaki maddi yoksulluktan doğan münferit sıkıntılara işaret
eder. (M. Esed C.3/1116)
Kul bir
şeyi yapmak ister, onun için güç ve çaba sarf eder dua ederek Allah'tan o işin
olmasını ister, Allah da izin verip onaylarsa o iş oluverir.
Allah
adildir ve kullarının yaptıklarına göre karşılık vereceğini bildiriyor.
Kitabında sık sık dile getirdiği aklı kullanmaya,
düşünmeye, ibret almaya teşvik etmesine de gerek yoktu.
"Biz
ona (insana) iki de yol gösterdik." (Beled 10) buyruluyor Kuran'da.
Sonucuna katlanmak şartıyla dileyen dilediği yoldan gidebilir ve o gittiği yol
işte o insanın kaderidir. Tercih ettiği yolun sonunda ya cenneti ya da cehennemi
bulacak.
"Başına
ne iyilik gelirse Allah'tan, ne musibet gelirse sendendir.(Nisa79)
"Başınıza
ne musibet gelirse bilin ki yaptıklarınızın yüzündedir."(Şura 30)
DİP NOT: