24 Aralık 2017
Eskiler lâ-dinî derlerdi. "Dinî olmayan, din dışı, dinden bağımsız" anlamında.
"Din dışı" terimi, dinsizlik kavramını da çağrıştırdığından lâ-dinî terimi için "dinden bağımsız" tanımını kullanmak daha uygundur. Çünkü lâ-dinî, "dinsiz" anlamında değil, "dinden bağımsız" anlamındadır.
Türkiye nüfusunun % 99'u Müslüman'dır ve hiç şüphesiz her Müslüman kendi dinî hayatını düzenlemek ve yaşamakta serbesttir. İnsanlar bireysel olarak inandıkları dinin emir ve yasaklarına uymak, ayinlerini yerine getirmek isterler. Toplum düzenini bozmadıkça inandığı dine uygun yaşamak her insanın hakkıdır.
Ancak din konusunda unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. O da şudur: Din, her şeyden önce bir iman, bir inanmak işidir. Mensup olduğunuz dinin kabullerine inanırsınız. Mesela bir Müslüman, Tanrı'nın varlığına, onun bir ve benzersiz olduğuna, peygambere Tanrı'dan vahiy geldiğine inanır. Başka dinlere mensup olan insanların da kendilerine özgü inanışları vardır. Çoğunlukla insanlar, dinlerinin kabullerine, kutsallarına, tartışmaksızın iman ederler.[DİP NOT (MKA): 1]
Peki, "dinden bağımsız olmak" ne demektir ? Bir insan hem dindar, hem dinden bağımsız olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.[DİP NOT (MKA): 2]
Özellikle aydınların, düşünürlerin, bilim ve sanat adamlarının zihinleri "dinden bağımsız" olmalıdır. Aksi takdirde yaratıcı ve özgün olmaları zordur.
Şunu demek istiyorum. Herhangi bir konuda bir araştırma yapan, bir teori, bir düşünce geliştirmek isteyen insan, "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor, acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" tereddüdü içinde olmamalıdır. Araştırmasını, teorisini dinden bağımsız olarak geliştirmelidir. Böyle tereddütler, düşüncenin ve araştırmanın önüne daha baştan engel olarak çıkar.
Elbette "dinden bağımsız düşünmek" bir tercih meselesidir. "Ben sadece öbür dünyamı mamur etmek istiyorum." diyebilir ve kendinizi dine adayabilirsiniz. Buna hiç kimse bir şey diyemez. Ama bu dünyada yaratıcı olmak, özgün düşüncelere, eserlere, buluşlara imza atmak istiyorsanız işinizi "dinden bağımsız" yapmalısınız.[DİP NOT (MKA): 3]
Bu tutum, özellikle İslam âlemi için hayati derecede önemlidir. Türk, Arap, Acem, Pakistanlı, Malezyalı… Eğer İslam dünyası, Batı tarafından sömürülmek istemiyorsa, Batı'nın oyuncağı olmak istemiyorsa bilim ve sanata yönelmek, bu alanlarda Batı'yı geçmek zorundadır. Bunun için de bağımsız düşünmek, zihinleri, her türlü peşin fikir ve kabulden uzak tutmak şarttır. Bütün Müslümanlar tercihlerini "öbür dünyalarını mamur etmek" için kullanırlarsa, İslam âlemi, sömürülmekten asla kurtulamaz.
Bunları niçin yazıyorum? Batı'nın vahşi sömürü sistemine karşı Müslümanlarda iki türlü tavır görüyorum. Bir kısmının hiçbir şey umurunda değil. Sömürülmüşüz, aşağılanmışız, birbirimize kırdırılıyoruz… Sanki böyle şeyler olmuyor. Müslüman vatandaş namazında, abdestinde ya, dünya ne olursa olsun. O vatandaş öbür dünyasını kazanmakla meşgul.
Bir kısım Müslümanlar da bağırıyor, çağırıyor; haçlı, siyonist, evanjelist diye tozu dumana katıyor; düşmanların bayraklarını, resimlerini yakıyor, çiğniyor; Avrupa'ya, Amerika'ya haddini bildiriyor. Daha da ileri gidenler İhvan oluyor, El-kaide oluyor, Işid oluyor.
Netice? Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Batı sömürmeye devam ediyor. Peki, nasıl oluyor da onlar hâkim, biz mahkûm oluyoruz? Çünkü onlar, bağımsız düşünmeye alışmış zihinleriyle düşünüyorlar, araştırıp inceliyorlar, üretiyorlar. Her gün binlerce patent. Yeni buluşlar, yeni eserler…
İslam dünyasında ise eller ya tespihte, ya pankartta. Akıllara gelince. Onlar Cennet yolunda. [DİP NOT (MKA): 4]
Kaynak Yeniçağ: Dinden bağımsız düşünmek - Ahmet B. ERCİLASUN
DİP NOT (MKA):
Saygıdeğer Yazarın bu makalesinde, "Bilim Adamı, Düşünür, Aydın" sıfatlarına uygun olarak yapıp vurguladığı tespitlere ve
çözüm uyarısına gönülden katılıyorum.
Bu sebeple ve bundan hareketle, “RESUL KUR’AN VE ATATÜRK”
ü algılamam ve anlayışım çerçevesinde “Kişisel bakış açımdan”, konuya aşağıdaki hususlarda “din ve
laiklik” ekseninde, katkı ve desteğimi, “herkese açık”
sunuyorum.
KUR’AN’ AYETLERİ İLE
VERİLEN MESAJLARA GÖRE:
1. İman; insanin, baskı altında olmaksızın ve kendi hür iradesiyle,
(gönlüyle ve aklıyla) “dininin vahiy
kaynaklı kabullerini” Kalben onaylaması ve
diliyle ikrarıdır (beyanıdır).
Riya olasılığı sebebiyle kişinin Dil ile ikrarı / beyanı, insanlar
arası ilişkilerde dünyevi kabul olup, dünyevi işler için gereklidir.
Din bazında, Aslolan İMAN için, sadece kalpteki samimi
kabul yeterli olup, Allah ile kulu arasındadır.
Kişilerin İmanının ne
olduğu hakkında hüküm yalnız ve ancak Allah’ındır (12. sure (YÛSUF)
40. Ayet) ve Allah
kimseyi hükmüne ortak etmez. (18. sure (KEHF) 26. Ayet)
İçinde bulundukları yer ve zamanda, insanların yaşadıkları
ortamda var olan dinlerden tercih ettiğinde, mevcut olanı “sorgulamaksızın”,
tartışmasız kabulü Taklid-i İmandır. İnceleyip, “sorgulayarak”, Kur’an’ın mealen
ifadesi ile “aklı ve gönlü çalıştırarak” yapılan kalbi kabul ise Tahkik-i
İmandır.
Kur’an’ın Öğüdü,
Çoğunluğun yaptığının aksine Tahkik-i İman sahibi olma yolunda ilerlemektir. (17. sure (İSRÂ) 36.):
Hakkında bilgin olmayan
şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz
ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. 17. sure (İSRA)
36. ayet
Her
türlü cehaletin sebebi,
anlayamamaktan ziyade sorgulama yetersizliğidir.
Sorgulamadan
bir yolun / bir kişinin ardına düşmektir.
Dinde tartışmasız
/ sorgulamasız kabul anlamında “nas / dogma / inak”
olan, Allah’ın vahyettiği Kur’an ayetinin orijinal lafzında ifadesini bulan “ayetin mutlak - ilahi manası ve hükmüdür.”
İster Arapça
ana dili olan Arapçasından, ister Arapça bilmeyen ana diline yapılmış
çevirilerinden okunsun, ‘‘KUR’AN’A NİSPET ETTİĞİMİZ SINIRLI ANLAYIŞIMIZ VEYA
KUR’AN’DAN ANLADIĞIMIZ, KUR’AN’IN MUTLAK MANASI VE HÜKMÜ OLARAK GÖSTERİLEMEZ.’’
Bu sebeple Kur’an ayetleri ile ilgili orijinal Arapça lafzı hariç olmak
şartıyla, Arapça ve / veya çevrildiği ana dil ile insan algı ve anlayışının
ifadesi olan, her “meal,” “tefsir” ve “ayet mana ve
hükümleri”nin açıklamaları, Dinde tartışmasız / sorgulamasız kabul olan “nas / dogma / inak” değillerdir.
Kur’an ayetlerinin anlam ve hükümlerini algı ve
anlayışımız, ilgili konuda Tahkik-i iman sahibi olmak için, süreci içinde, her
zaman sorgulanmalıdır.49. sure (HUCURÂT) 14. Ayet:
Bedeviler: "iman ettik." dediler. De ki: "siz
iman etmediniz. Ancak 'müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize
girmemiştir. Eğer Allah’a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp
ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah gafûr'dur, rahîm'dir." 49. sure (HUCURÂT) 14. ayet
"TAHKİK-İ
İMAN" DA: HER "MÜMİN", KENDİNE
"MÜÇTEHİD"DİR. "İÇTİHAD"I DA SADECE KENDİSİNİ BAĞLAR.
2. Dindar
bir kişi için, Tahkik-i iman
faaliyeti, değişik konu başlıklarında, kişisel ömür boyu devam eden bir
süreçtir.
Bu süreçte ilk ve en önemli husus, iman edilecek
konunun, o dinin vahyedilen kitabında yazılı olan bir “din konusu” mu yoksa
yalnız ve ancak Allaha özgülenmesi gereken dinin vahyedilen kitabında
bahsedilmeyen (serbest bırakılmış alanlardaki) bir “rivayet, gelenek, görenek, bidad, hurafe konusu” mu olduğunun doğru olarak belirlenip tespit edilmesidir.
Bu süreçte “DİNİN KONUSU” ile “BİLİMİN KONUSU” ayırt
edilerek tespit edilmelidir.
Bu tespit doğru olarak yapılmazsa,
“rivayet, gelenek, görenek, bidad, hurafe ” olan
birçok şey, “dini” konu olup “din”leşir ve din yozlaşır.
Bu tespit doğru olarak
yapılmadan, "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor,” sorusunun doğru cevabını bulmak muhaldir (olmaz, olamaz).
İlaveten Bunun tespit edilmesinde “acaba
bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" tereddüdü
içinde olmayı gerektiren bir Kur’an ayeti yoktur.
MÜMİN VE MÜSLİM BİR
DİNDAR KİŞİ, BU TESPİTİ DOĞRU OLARAK YAPTIĞINDA,
hem “acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" endişe ve tereddüdü olmaksızın, üstelik hem de "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor,” sorusunu da kendisine sorarak, “DİNDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNEBİLİR” .
İşte Böyle Kişiler, “DİNDAR”lıklarından taviz vermeden “BAĞIMSIZ
DÜŞÜNEBİLİR” zihniyetine “TAHKİK-İ İMAN”ları ile
varabilmiş kişilerdir
EĞER KİŞİ, “BAĞIMSIZ
DÜŞÜNEBİLİR” ZİHNİYETİNDE DÜŞÜNMEYE ALIŞMIŞ, KENDİ AKLI DAHİL HİÇBİR ŞEYİ
PUTLAŞTIRMADAN HERŞEYİ SORGULAYABİLİR MÜMİN – İNANAN / İMANLI BİR KİŞİ İSE, BU
BAĞLAMDA:
“Bir insan HEM DİNDAR, HEM DİNDEN BAĞIMSIZ olabilir mi?
Bence olabilir ve olmalıdır.”
Bir insan HEM DİNDAR, HEM LAİK olabilir mi? Bence olabilir
ve olmalıdır.
Bir insan HEM DİNDAR, HEM ATATÜRKÇÜ olabilir mi? Bence
olabilir ve olmalıdır.
Bir insan HEM DİNDAR, HEM ÇAĞDAŞ AYDIN olabilir mi? Bence
olabilir ve olmalıdır.
Bir insan HEM DİNDAR, HEM BİLİM ADAMI olabilir mi? Bence
olabilir ve olmalıdır.
Bu listeyi
çok uzatabiliriz...
3. “…İnsanlardan
bazısı şöyle der: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada ver." Böylesi için
âhırette bir nasip yoktur. Onlardan kimi de şöyle yakarır: "Ey
Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, âhırette de güzellik ver. Ve bizi ateş
azabından koru." İşte böyle
diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.“ 2 / Bakara / 200-202
Hem dünyada hem ahirette güzellik
vermesi için Allah’a yakaranların, kazandıklarından nasiplerini almaları için,
iman edip dini vecibelerini de yapmaları durumunda “bilimin konusu olan işleri” DİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK DÜŞÜNÜNÜP, YAPMALARI, dinen sakıncalı olmadığı gibi dinen de
istenen bir eylemdir.
Şöyle ki:
İslam Dini
Literatüründe Kitap, özellikle, “İçinde kuşku ve
çelişki olmayan” (2 / Bakara / 2) “Kuran ve
tüm ilahi vahiylerin genel adı” olmakla birlikte, genel olarak
“Kitap” ile kastedilen Kuran’a göre insanın
önüne okunmak üzere konulan üç temel kitaptır. Yani, “Kainat Kitabı”, “İnsan
Kitabı-insanın bizatihi kendisi” ve “Vahiy Kitabı” (Kuran) dır.
AYET: Kelime olarak,
belirti, işaret, delil… gibi anlamlara gelen ve “Yaratan” la “yaratılan” arası ilişkide anlamı olan, insanı “Tek ve Mutlak Yaratıcı” (Allah) ya çeviren ve götüren aydınlık,
ışık ve işarettir.
KURAN’A GÖRE “AYET”,
sadece Kur’an’ nın belirli parçaları olmayıp, aynı zamanda varlıklar ve olaylar
da dâhil olmak üzere, İnsan ve Kâinat
kitaplarının da parçalarıdır.
VAHİY KİTABI KUR’AN, İnananlar
için bizatihi kendisinin “kılavuz”
olmasının yanında, “Kâinat Kitabı” ile “İnsan Kitabı” nın gereğince okunup, bunlardaki “Ayetlerin” ve “Sünnetullah
/ Allah’ın yol ve yasaları” ın da anlaşılıp, değerlendirilmesini
kolaylaştıran bir ışıktır, nurdur.
Bu Çerçevede:
VAHİY KİTABI OLAN KUR’AN’DAKİ İMAN KONUSUNDAKİ GERÇEK,
BİLİMİN KONUSU DEĞİLDİR.
KÂİNAT ve
İNSAN KİTAPLARINDA DELİLLERİYLE GÖSTERİLEN GERÇEK İSE, BİLİMİN KONUSUDUR 44.
Sure (DUHAN) 38-39. Ayetler:
“BİZ GÖKLERİ, YERİ VE BUNLAR ARASINDAKİLERİ eğlenmek
için yaratmadık. İKİSİNİ DE, SADECE GERÇEĞİ GÖSTERMEK ÜZERE YARATTIK.
Ama onların çokları bilmiyorlar.” 44. Sure (DUHAN) 38-39. Ayetler’in ışığında, mümin (inanan) için,
gerçeğin, içindeki tüm varlıklarıyla
birlikte, kâinatta görülebileceği açıktır.
Bu bağlamda:
Kalbin / gönülün tasdiki olan iman esasları, ispatı
ile uğraşılarak, bilimin konusu yapılmaz;
GAYB (AHİRET) ALEMİNE AİT İMAN GERÇEĞİ, KUR’AN’DA DIR.
Allah’ın, Vahiy kitabi olan Kur’an ile Kâinat ve İnsan
kitaplarına gönderme yaparak,
Sünnetullah gereği olarak Kur’an ışığında gösterdiği varlık alemine ait
gerçek ise bilimin konusudur.
KUR’AN’IN GÖSTERDİĞİ VARLIK ÂLEMİNE AİT GERÇEK, KÂİNATTA VE İNSANDADIR.
Kişinin ahirette hesaba çekileceği “Temel Sorumluluğu”:
Gayb (Ahiret) âlemindeki “GERÇEK” e inanarak
/ İMAN İLE içinde bulunduğu
Varlık Âleminde Allah rızası için iş ve değer üretmek, ÇALIŞMAKTIR.
(Bu aynı zamanda insanın dünyevi sınavıdır.):
Hanginizin daha güzel iş
yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan
O'dur. Azîz'dir O, Gafûr'dur. 67.
sure (MÜLK) 2. ayet
Çalışmada
verim almanın SÜNNETULLAH’ ta gösterilen
yolu, “SEBEPLERE YAPIŞMAK” tır.
ARANAN “GERÇEK”İN BULUNACAĞI ÂLEM NERESİ İSE ONA GÖTÜRECEK “SEBEP” DE
ORDADIR.
SEBEP – SONUÇ İLİŞKİSİNDE; Sebepler de o sebebin
sonucu olan “Gerçek” te O ALEME AİT “Ayet”
lerdedir ve “AYET”, bilindiği gibi sadece Kur’an’ nın belirli parçaları olmayıp, aynı
zamanda varlıklar ve olaylar da dâhil olmak üzere, İnsan ve Kâinat kitaplarının
da parçalarıdır Kuran’a göre...
Sebebi yanlış yerde aramak, o konu ile ilgili olarak
cehalet tir / bilgisizliktir.
Herkes gerçeğe ulaşamazsa da sadece sebebine
yapışanlar (araştırıp çabalayanlar) gerçeğe ulaşabilir:
GERÇEK ŞU Kİ, İNSAN İÇİN ÇALIŞIP
DİDİNDİĞİNDEN BAŞKASI YOKTUR. VE ONUN ÇALIŞIP DİDİNMESİ YAKINDA GÖRÜLECEKTİR.
SONRA KARŞILIĞI KENDİSİNE HİÇ EKSİKSİZ VERİLECEKTİR. 53. sure (NECM) 39 -41. ayetler
İŞTE, ÜÇ TEMEL
KİTAP’TAKİ GERÇEK BUDUR.
4. BİZ NİYE BÖYLEYİZ?
BİZ BÖYLEYİZ, ÇÜNKÜ (BİR İSLAM ALİMİNİN İFADESİ İLE):
“ALLAH sadece
Rabbil Mü'minin değil, Rabbil Âlemindir.
Bu imtihan dünyasında, hikmet ve
adaletinin gereği: Siyasi, iktisadi, ilmi ve askeri… Her husustaki başarıyı…
Her sahadaki imkân ve iktidarı “SÜNNETULLAH” denen
tabii kanunlara uygun olarak; sabırlı, kararlı, planlı ve devamlı çalışan
tarafa vermektedir. (Çünkü Allah, RAHMANdır.MKA)
Böylece Hak ve hoşgörü
medeniyetleriyle, zulüm ve sömürü düzenleri; kendi amaçları doğrultusundaki gayret, cesaret ve
samimiyetleri oranında ileri geçmekte ve yeryüzünde hüküm sürmektedir.”
SONUÇ:
…Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar,
birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı
değiştirmedikçe, değiştirmez… 13.
sure (RA'D) 11.