İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

25 Aralık 2017 Pazartesi

DİNDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNMEK


KONUK YAZAR

Ahmet B. ERCİLASUN

Ahmet B. ERCİLASUN
24 Aralık 2017

Eskiler lâ-dinî derlerdi. "Dinî olmayan, din dışı, dinden bağımsız" anlamında.
"Din dışı" terimi, dinsizlik kavramını da çağrıştırdığından lâ-dinî terimi için "dinden bağımsız" tanımını kullanmak daha uygundur. Çünkü lâ-dinî, "dinsiz" anlamında değil, "dinden bağımsız" anlamındadır.

                Türkiye nüfusunun % 99'u Müslüman'dır ve hiç şüphesiz her Müslüman kendi dinî hayatını düzenlemek ve yaşamakta serbesttir. İnsanlar bireysel olarak inandıkları dinin emir ve yasaklarına uymak, ayinlerini yerine getirmek isterler. Toplum düzenini bozmadıkça inandığı dine uygun yaşamak her insanın hakkıdır.

                Ancak din konusunda unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. O da şudur: Din, her şeyden önce bir iman, bir inanmak işidir. Mensup olduğunuz dinin kabullerine inanırsınız. Mesela bir Müslüman, Tanrı'nın varlığına, onun bir ve benzersiz olduğuna, peygambere Tanrı'dan vahiy geldiğine inanır. Başka dinlere mensup olan insanların da kendilerine özgü inanışları vardır. Çoğunlukla insanlar, dinlerinin kabullerine, kutsallarına, tartışmaksızın iman ederler.[DİP NOT (MKA): 1]

                Peki, "dinden bağımsız olmak" ne demektir ? Bir insan hem dindar, hem dinden bağımsız olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.[DİP NOT (MKA): 2]
Özellikle aydınların, düşünürlerin, bilim ve sanat adamlarının zihinleri "dinden bağımsız" olmalıdır. Aksi takdirde yaratıcı ve özgün olmaları zordur.

                Şunu demek istiyorum. Herhangi bir konuda bir araştırma yapan, bir teori, bir düşünce geliştirmek isteyen insan, "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor, acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" tereddüdü içinde olmamalıdır. Araştırmasını, teorisini dinden bağımsız olarak geliştirmelidir.  Böyle tereddütler, düşüncenin ve araştırmanın önüne daha baştan engel olarak çıkar.

                Elbette "dinden bağımsız düşünmek" bir tercih meselesidir. "Ben sadece öbür dünyamı mamur etmek istiyorum." diyebilir ve kendinizi dine adayabilirsiniz. Buna hiç kimse bir şey diyemez. Ama bu dünyada yaratıcı olmak, özgün düşüncelere, eserlere, buluşlara imza atmak istiyorsanız işinizi "dinden bağımsız" yapmalısınız.[DİP NOT (MKA): 3]

Bu tutum, özellikle İslam âlemi için hayati derecede önemlidir. Türk, Arap, Acem, Pakistanlı, Malezyalı… Eğer İslam dünyası, Batı tarafından sömürülmek istemiyorsa, Batı'nın oyuncağı olmak istemiyorsa bilim ve sanata yönelmek, bu alanlarda Batı'yı geçmek zorundadır. Bunun için de bağımsız düşünmek, zihinleri, her türlü peşin fikir ve kabulden uzak tutmak şarttır. Bütün Müslümanlar tercihlerini "öbür dünyalarını mamur etmek" için kullanırlarsa, İslam âlemi, sömürülmekten asla kurtulamaz.

Bunları niçin yazıyorum? Batı'nın vahşi sömürü sistemine karşı Müslümanlarda iki türlü tavır görüyorum. Bir kısmının hiçbir şey umurunda değil. Sömürülmüşüz, aşağılanmışız, birbirimize kırdırılıyoruz… Sanki böyle şeyler olmuyor. Müslüman vatandaş namazında, abdestinde ya, dünya ne olursa olsun. O vatandaş öbür dünyasını kazanmakla meşgul.

Bir kısım Müslümanlar da bağırıyor, çağırıyor; haçlı, siyonist, evanjelist diye tozu dumana katıyor; düşmanların bayraklarını, resimlerini yakıyor, çiğniyor; Avrupa'ya, Amerika'ya haddini bildiriyor. Daha da ileri gidenler İhvan oluyor, El-kaide oluyor, Işid oluyor.

Netice? Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Batı sömürmeye devam ediyor.  Peki, nasıl oluyor da onlar hâkim, biz mahkûm oluyoruz? Çünkü onlar, bağımsız düşünmeye alışmış zihinleriyle düşünüyorlar, araştırıp inceliyorlar, üretiyorlar. Her gün binlerce patent. Yeni buluşlar, yeni eserler…

İslam dünyasında ise eller ya tespihte, ya pankartta. Akıllara gelince. Onlar Cennet yolunda. [DİP NOT (MKA): 4]

Kaynak Yeniçağ: Dinden bağımsız düşünmek - Ahmet B. ERCİLASUN

DİP NOT (MKA):

Saygıdeğer Yazarın bu makalesinde, "Bilim Adamı, Düşünür, Aydın" sıfatlarına uygun olarak yapıp vurguladığı tespitlere ve çözüm uyarısına gönülden katılıyorum.

Bu sebeple ve bundan hareketle, “RESUL KUR’AN VE ATATÜRK” ü algılamam ve anlayışım çerçevesinde  “Kişisel bakış açımdan”,  konuya aşağıdaki hususlarda  “din ve laiklik” ekseninde,  katkı ve desteğimi, “herkese açık” sunuyorum.


KUR’AN’ AYETLERİ İLE VERİLEN MESAJLARA GÖRE:

1. İman; insanin, baskı altında olmaksızın ve kendi hür iradesiyle, (gönlüyle ve aklıyla) “dininin vahiy kaynaklı kabullerini” Kalben onaylaması ve diliyle ikrarıdır (beyanıdır).

Riya olasılığı sebebiyle kişinin Dil ile ikrarı / beyanı, insanlar arası ilişkilerde dünyevi kabul olup, dünyevi işler için gereklidir.

Din bazında, Aslolan İMAN için, sadece kalpteki samimi kabul yeterli olup, Allah ile kulu arasındadır.

Kişilerin İmanının ne olduğu hakkında hüküm yalnız ve ancak Allah’ındır (12. sure (YÛSUF) 40. Ayet)  ve Allah kimseyi hükmüne ortak etmez. (18. sure (KEHF) 26. Ayet)

İçinde bulundukları yer ve zamanda, insanların yaşadıkları ortamda var olan dinlerden tercih ettiğinde, mevcut olanı “sorgulamaksızın”, tartışmasız kabulü Taklid-i İmandır. İnceleyip, “sorgulayarak”,  Kur’an’ın mealen ifadesi ile “aklı ve gönlü çalıştırarak” yapılan kalbi kabul ise Tahkik-i İmandır.

Kur’an’ın Öğüdü, Çoğunluğun yaptığının aksine Tahkik-i İman sahibi olma yolunda ilerlemektir. (17. sure (İSRÂ) 36.):

Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. 17. sure (İSRA) 36. ayet

Her türlü  cehaletin sebebi,  anlayamamaktan ziyade sorgulama yetersizliğidir.

Sorgulamadan bir yolun / bir kişinin ardına düşmektir. 

Dinde tartışmasız / sorgulamasız kabul anlamında “nas / dogma / inak” olan, Allah’ın vahyettiği Kur’an ayetinin orijinal lafzında ifadesini bulan “ayetin mutlak - ilahi manası ve hükmüdür.”

İster Arapça ana dili olan Arapçasından, ister Arapça bilmeyen ana diline yapılmış çevirilerinden okunsun, ‘‘KUR’AN’A NİSPET ETTİĞİMİZ SINIRLI ANLAYIŞIMIZ VEYA KUR’AN’DAN ANLADIĞIMIZ, KUR’AN’IN MUTLAK MANASI VE HÜKMÜ OLARAK GÖSTERİLEMEZ.’’

Bu sebeple Kur’an ayetleri ile ilgili orijinal Arapça lafzı hariç olmak şartıyla, Arapça ve / veya çevrildiği ana dil ile insan algı ve anlayışının ifadesi olan, her “meal,” “tefsir” ve “ayet mana ve hükümleri”nin açıklamaları, Dinde tartışmasız / sorgulamasız kabul olan “nas / dogma / inak” değillerdir.

Kur’an ayetlerinin anlam ve hükümlerini algı ve anlayışımız, ilgili konuda Tahkik-i iman sahibi olmak için, süreci içinde, her zaman sorgulanmalıdır.49. sure (HUCURÂT) 14. Ayet:

 Bedeviler: "iman ettik." dediler. De ki: "siz iman etmediniz. Ancak 'müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah’a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah gafûr'dur, rahîm'dir." 49. sure (HUCURÂT) 14. ayet

"TAHKİK-İ İMAN" DA: HER "MÜMİN", KENDİNE "MÜÇTEHİD"DİR. "İÇTİHAD"I DA SADECE KENDİSİNİ BAĞLAR.


2. Dindar bir kişi için, Tahkik-i iman faaliyeti, değişik konu başlıklarında, kişisel ömür boyu devam eden bir süreçtir.

Bu süreçte ilk ve en önemli husus, iman edilecek konunun, o dinin vahyedilen kitabında yazılı olan bir “din konusu” mu yoksa yalnız ve ancak Allaha özgülenmesi gereken dinin vahyedilen kitabında bahsedilmeyen (serbest bırakılmış alanlardaki) bir “rivayet, gelenek, görenek, bidad, hurafe konusu” mu olduğunun doğru olarak belirlenip tespit edilmesidir.

Bu süreçte “DİNİN KONUSU” ile “BİLİMİN KONUSU” ayırt edilerek tespit edilmelidir.

Bu tespit doğru olarak yapılmazsa, “rivayet, gelenek, görenek, bidad, hurafe ” olan birçok şey, “dini” konu olup “din”leşir ve din yozlaşır.

Bu tespit doğru olarak yapılmadan, "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor,”  sorusunun doğru cevabını bulmak muhaldir (olmaz, olamaz). İlaveten Bunun tespit edilmesinde  acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" tereddüdü içinde olmayı gerektiren bir Kur’an ayeti yoktur.

MÜMİN VE MÜSLİM BİR DİNDAR KİŞİ, BU TESPİTİ DOĞRU OLARAK YAPTIĞINDA, hem acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" endişe ve tereddüdü olmaksızın, üstelik hem de   "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor,”  sorusunu da kendisine sorarak, DİNDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNEBİLİR” .

İşte Böyle Kişiler, “DİNDAR”lıklarından taviz vermeden “BAĞIMSIZ DÜŞÜNEBİLİR” zihniyetine “TAHKİK-İ İMAN”ları ile varabilmiş kişilerdir

EĞER KİŞİ, “BAĞIMSIZ DÜŞÜNEBİLİR” ZİHNİYETİNDE DÜŞÜNMEYE ALIŞMIŞ, KENDİ AKLI DAHİL HİÇBİR ŞEYİ PUTLAŞTIRMADAN HERŞEYİ SORGULAYABİLİR MÜMİN – İNANAN / İMANLI BİR KİŞİ İSE, BU BAĞLAMDA:

“Bir insan HEM DİNDAR, HEM DİNDEN BAĞIMSIZ olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.”

Bir insan HEM DİNDAR, HEM LAİK olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.

Bir insan HEM DİNDAR, HEM ATATÜRKÇÜ olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.

Bir insan HEM DİNDAR, HEM ÇAĞDAŞ AYDIN olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.

Bir insan HEM DİNDAR, HEM BİLİM ADAMI olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır.

Bu listeyi çok uzatabiliriz...


3. “…İnsanlardan bazısı şöyle der: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada ver." Böylesi için âhırette bir nasip yoktur. Onlardan kimi de şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, âhırette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru." İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür. 2 / Bakara / 200-202

Hem dünyada hem ahirette güzellik vermesi için Allah’a yakaranların, kazandıklarından nasiplerini almaları için, iman edip dini vecibelerini de yapmaları durumundabilimin konusu olan işleri” DİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK DÜŞÜNÜNÜP, YAPMALARI, dinen sakıncalı olmadığı gibi dinen de istenen bir eylemdir.

Şöyle ki:

İslam Dini Literatüründe Kitap, özellikle, “İçinde  kuşku ve çelişki olmayan” (2 / Bakara / 2) “Kuran ve tüm ilahi vahiylerin genel adı” olmakla birlikte, genel olarak “Kitap” ile kastedilen Kuran’a göre insanın önüne okunmak üzere konulan üç temel kitaptır. Yani,Kainat Kitabı”, “İnsan Kitabı-insanın bizatihi kendisi” ve “Vahiy Kitabı” (Kuran) dır.

AYET: Kelime olarak, belirti, işaret, delil… gibi anlamlara gelen ve “Yaratan” la “yaratılan” arası ilişkide anlamı olan, insanı “Tek ve Mutlak Yaratıcı” (Allah) ya çeviren ve götüren aydınlık, ışık ve işarettir.

KURAN’A GÖRE “AYET”, sadece Kur’an’ nın belirli parçaları olmayıp, aynı zamanda varlıklar ve olaylar da dâhil olmak üzere, İnsan ve Kâinat kitaplarının da parçalarıdır.

VAHİY KİTABI KUR’AN, İnananlar için bizatihi kendisinin “kılavuz” olmasının yanında, “Kâinat Kitabı” ile “İnsan Kitabı” nın gereğince okunup, bunlardaki “Ayetlerin” ve “Sünnetullah / Allah’ın yol ve yasaları” ın da anlaşılıp, değerlendirilmesini kolaylaştıran bir ışıktır, nurdur.

Bu Çerçevede:

VAHİY KİTABI OLAN KUR’AN’DAKİ İMAN KONUSUNDAKİ GERÇEK, BİLİMİN KONUSU DEĞİLDİR.


KÂİNAT ve İNSAN KİTAPLARINDA DELİLLERİYLE GÖSTERİLEN GERÇEK İSE, BİLİMİN KONUSUDUR 44. Sure (DUHAN) 38-39. Ayetler:  

BİZ GÖKLERİ, YERİ VE BUNLAR ARASINDAKİLERİ eğlenmek için yaratmadık. İKİSİNİ DE, SADECE GERÇEĞİ GÖSTERMEK ÜZERE YARATTIK. Ama onların çokları bilmiyorlar. 44. Sure (DUHAN) 38-39. Ayetler’in ışığında, mümin (inanan) için, gerçeğin, içindeki tüm varlıklarıyla birlikte, kâinatta görülebileceği açıktır.

Bu bağlamda:
Kalbin / gönülün tasdiki olan iman esasları, ispatı ile uğraşılarak, bilimin konusu yapılmaz;  

GAYB (AHİRET) ALEMİNE AİT İMAN GERÇEĞİ, KUR’AN’DA DIR.

Allah’ın, Vahiy kitabi olan Kur’an ile Kâinat ve İnsan kitaplarına gönderme yaparak,  Sünnetullah gereği olarak Kur’an ışığında gösterdiği varlık alemine ait gerçek  ise bilimin konusudur.

KUR’AN’IN GÖSTERDİĞİ VARLIK ÂLEMİNE AİT GERÇEK, KÂİNATTA VE İNSANDADIR.

Kişinin ahirette hesaba çekileceği “Temel Sorumluluğu”:  Gayb (Ahiret) âlemindeki “GERÇEK” e inanarak /  İMAN İLE içinde bulunduğu Varlık Âleminde Allah rızası için iş ve değer üretmek, ÇALIŞMAKTIR. (Bu aynı zamanda insanın dünyevi sınavıdır.):

 Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Azîz'dir O, Gafûr'dur. 67. sure (MÜLK) 2. ayet

Çalışmada verim almanın SÜNNETULLAH’ ta gösterilen yolu, “SEBEPLERE YAPIŞMAK” tır.

ARANAN “GERÇEK”İN BULUNACAĞI ÂLEM NERESİ İSE ONA GÖTÜRECEK “SEBEP” DE ORDADIR.

SEBEP – SONUÇ İLİŞKİSİNDE; Sebepler de o sebebin sonucu olan “Gerçek” te  O ALEME AİT “Ayet” lerdedir ve  “AYET”, bilindiği gibi sadece Kur’an’ nın belirli parçaları olmayıp, aynı zamanda varlıklar ve olaylar da dâhil olmak üzere, İnsan ve Kâinat kitaplarının da parçalarıdır Kuran’a göre...

Sebebi yanlış yerde aramak, o konu ile ilgili olarak cehalet tir / bilgisizliktir.

Herkes gerçeğe ulaşamazsa da sadece sebebine yapışanlar (araştırıp çabalayanlar) gerçeğe ulaşabilir:

GERÇEK ŞU Kİ, İNSAN İÇİN ÇALIŞIP DİDİNDİĞİNDEN BAŞKASI YOKTUR. VE ONUN ÇALIŞIP DİDİNMESİ YAKINDA GÖRÜLECEKTİR. SONRA KARŞILIĞI KENDİSİNE HİÇ EKSİKSİZ VERİLECEKTİR. 53. sure (NECM) 39 -41. ayetler

İŞTE,   ÜÇ TEMEL KİTAP’TAKİ GERÇEK BUDUR.


4. BİZ NİYE BÖYLEYİZ?

BİZ BÖYLEYİZ, ÇÜNKÜ (BİR İSLAM ALİMİNİN İFADESİ İLE):

ALLAH sadece Rabbil Mü'minin değil, Rabbil Âlemindir.

Bu imtihan dünyasında, hikmet ve adaletinin gereği: Siyasi, iktisadi, ilmi ve askeri… Her husustaki başarıyı… Her sahadaki imkân ve iktidarı SÜNNETULLAH” denen tabii kanunlara uygun olarak; sabırlı, kararlı, planlı ve devamlı çalışan tarafa vermektedir. (Çünkü Allah, RAHMANdır.MKA)

Böylece Hak ve hoşgörü medeniyetleriyle, zulüm ve sömürü düzenleri; kendi amaçları doğrultusundaki gayret, cesaret ve samimiyetleri oranında ileri geçmekte ve yeryüzünde hüküm sürmektedir.”


SONUÇ:

 …Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez… 13. sure (RA'D) 11.


 Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir. Ve Allah, iyice işiten, gereğince bilendir. 8. sure (ENFÂL) 53. ayet

---
Selam...
​ T.C. / M. Kemal Adal 

https://plus.google.com/+MKemalAdal




Konuşma geninin keşfedilmesi
Ahmet B. ERCİLASUN
bercilasun@hotmail.com 31 Aralık 2017
"Dinden Bağımsız Düşünmek" başlıklı yazım çok iyi anlaşılmadı ve bazı tartışmalara yol açtı. Bu yazıda, hem son yılların önemli bir keşfini anlatacağım, hem de "dinden bağımsız düşünme" konusunda bir örnek vermiş olacağım*

                Konu, Dil Araştırmaları dergisinin 2017 Güz (21.) sayısında dil bilimci Caner Kerimoğlu'nun
"Dilin Kökeni Arayışları II: FOXP2 Geni" başlıklı yazısında ayrıntılı olarak ele alınmıştır. İsteyen, dijital ortamda da bulunan dergiye ulaşıp yazıyı okuyabilir. Ben sadece o yazıya dayanarak bir özet yapacağım.

                Tarih 1980'lerin sonu. Yer İngiltere. Doktorlar, Pakistan kökenli bir ailede görülen dil bozukluklarını inceliyorlar. Aynı ailenin üç kuşağından 30'a yakın kişi gözlemleniyor ve bunların yarısında çeşitli konuşma bozuklukları tespit ediliyor. Kekeliyorlar, bazı sesleri çıkaramıyorlar, bazı kelimeleri tanıyamıyorlar, bazı sessizleri düşürüyorlar ve sınırlı sayıda kelime kullanabiliyorlar.

                1990'ların sonuna doğru suçlu bulundu. Suçlu, 7 numaralı kromozomda bulunan FOXP2 geniydi. Pakistanlı ailede bu gende bir bozukluk vardı ve bozukluk nesilden nesile aktarılıyordu. Üstelik 2000'lerin başında yine konuşma bozukluğu yaşayan bir başka çocukta da aynı gende bir hasar tespit edilmişti.

                İnsanlardaki bütün genlerin, biri anneden, biri babadan gelen iki kopyası bulunmaktadır. Hem Pakistanlı aile fertlerinde hem diğer çocukta FOXP2 geninin bir kopyası mutasyona uğramıştı ve bu mutasyon beyin gelişiminde ciddi bir hasara yol açmıştı.

                Bilim adamları heyecanlanmışlardı. FOXP2'deki bir mutasyon konuşma bozukluklarına yol açtığına göre bu gen, konuşmanın ortaya çıkmasında da rol sahibi olmalıydı. FOXP2 geni başka canlılarda da vardı. Ancak insandaki biraz farklıydı. Hemen karşılaştırmalar başladı. İnsanlardaki FOXP2 geni, farelerdekinden 3 yerde farklıydı. Şempanze ve bonobolardan ise iki yerde farklılık gösteriyordu. İnsanın FOXP2 genindeki farklılığı yaratan mutasyon ise son 200.000 yıl içinde gerçekleşmişti. Bu da homo sapiens denilen modern insanın ortaya çıkış tarihiyle örtüşüyordu. Demek ki bu gende son 200.000 yılda gerçekleşen mutasyon sayesinde konuşma ortaya çıkmış ve modern insan doğmuştu.

                 Elbette araştırmalar bitmiş değil. Farklı görüş ve hipotezlerle araştırmalar bütün hızıyla devam ediyor. Genetikçiler, dil bilimciler, antropologlar, fosil bilimciler, hayvan dilleri üzerinde çalışanlar, laboratuvar, simülasyon ve saha araştırmalarıyla bilinmeyenleri bulmaya ve çözmeye çalışıyorlar. F. Vargha-Khadem, W. Enard, S. Fischer, J. Zhang, I. Teramitsu, M. C. Corballis ve daha niceleri.

                Caner Kerimoğlu,
"Bilim dünyasını sarsan ve keşfinin üzerinden 15 yıldan fazla bir süre geçen" *bu genle ilgili olarak *"Basit bir Google araştırmasında bile 270 binden fazla sayfa listelenirken bunlar içinde Türkçe ve bilimsel ölçülerle yazılmış bir metin gazete haberleri dışında yoktur." diyor.

               
"Onlar aya, biz yaya" deyişi bir zamanlar çok yaygındı. Bir de daha eski bir sözümüz vardı: "Benim oğlum Binâ okur / Döner döner yine okur."  Ben ikisini birleştirerek şöyle bir deyiş oluşturdum: Onlar bakar gen'e / Biz hû çekeriz döne döne.

             
   Yukarıdaki konu üzerinde yüzlerce bilim adamı çalışıyor. Hiçbirinin aklından
"Bu konuda acaba kutsal kitabımız ne diyor? Acaba günaha girer miyim?" diye bir düşünce geçmiyor. "Dinden bağımsız düşünmek" işte budur.

Kaynak Yeniçağ: Konuşma geninin keşfedilmesi - Ahmet B. ERCİLASUN
Herkese açık olarak paylaşıldı

​DİP NOT: 

Saygıdeğer yazarın Google + sayfamda paylaştığım bu yazısı, aynı zamanda, aşağıdaki linkten ulaşılabilen 25 Aralık 2017 Pazartesi ​blok sayfamdaki 
DİNDEN BAĞIMSIZ DÜŞÜNMEK
​"​ 
yazısının altına 31 Aralık 2017 Pazar ilave edilerek de "Herkese açık olarak" paylaşılmıştır.

​Bilgi ve değerlendirmelerinize Saygılarımla. ​MKA.

              

20 Aralık 2017 Çarşamba

MEZHEPLİLİK - MEZHEPÇİLİK

Fırkalara / Hiziplere Bölünmek

Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 103. ayet 


Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar için çok büyük bir azap vardır. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 105. ayet 

Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir. 6. sure (EN'ÂM) 159. ayet 

İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ve ben de sizin Rabbinizim; o halde benden sakının! 23. sure (MÜ'MİNÛN) 52. ayet 

Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere / kutsallaştırmış hizip kitaplarına ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. Artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak. Sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve oğullarla güçlendiriyoruz onları, Ve iyiliklerine koşuyoruz. Hayır, farkında olmuyorlar. 23. sure (MÜ'MİNÛN) 53-56. ayet 

Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler / fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür. 30. sure (RÛM) 32. ayet 

Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!" Onları çağırdığın bu tutum, şirke bulaşanlara çok ağır gelmiştir. Allah, dilediğini kendisi için seçer ve hakka yönelenleri kendisine iletir. 42. sure (ŞÛRÂ) 13. ayet 

Kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki kıskançlık ve azgınlık yüzünden fırkalara bölündüler. Eğer belli bir süreye kadar erteleme sözü Rabbinden gelmiş olmasaydı, aralarında iş mutlaka bitirilirdi. Onların ardından Kitap'a mirasçı olanlar da onun hakkında, işkillendiren bir kuşku içindedirler. 42. sure (ŞÛRÂ) 14. ayet 

Onlara, iş ve yönetime ilişkin açık seçik belgeler verdik. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden ihtilafa düştüler. Hiç kuşkusuz, Rabbin, onlar arasında, tartışıp durdukları şeyle ilgili olarak kıyamet günü hüküm verecektir. 45. sure (CÂSİYE) 17. ayet 



Ey iman edenler! Size, "Meclislerde yer açın!" dendiğinde, yer açın ki Allah da sizin için genişlik sağlasın. "Kalkın!" dendiğinde de kalkın ki Allah, içinizden inananlarla kendilerine ilim verilmiş olanların derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 58. sure (MÜCÂDİLE) 11. ayet 



Mezheplilik-Mezhepçilik " Caferi ye , Şii ye, Alevi ye kız verilebilir mi?" Prof.Dr.Mehmet OKUYAN


VİDEOYU BU SAYFADA İZLEYEMİYORSANIZ İZLEYEBİLMEK İÇİN:



https://www.youtube.com/watch?v=yvDWyjEczQI

Ve 

Yaşar Nuri Öztürk (Allah ona rahmet etsin) Yorumu:


Yaşar Nuri Öztürke göre Mezhepler gereklimidir ? - 19 Temmuz 2014 - Mezhepler


VİDEOYU BU SAYFADA İZLEYEMİYORSANIZ İZLEYEBİLMEK İÇİN:



*****


 HALA ATALARINIZIN MEZHEBİNE Mİ İNANIYORSUNUZ?


Mezheplerin kendi aralarında nasıl çeliştiklerini aşağıdaki tab­lolardan görelim ve Allah'ın tek dininin mezhepler aracılığıyla na­sıl farklı dinlere dönüştürüldüğünü anlayalım.

Bu tablolarda ayrıca mezheplerin kendi içlerindeki çelişkilerine yer vermiyoruz.

Örne­ğin Hanefi mezhebinin ilk kurucusu Ebu Hanife ile onun talebele­ri Ebu Yusuf ve Muhammed'in farklı görüşleri olduğu da kabul edi­lir ve bunlarda da çelişki çoktur.

Bu tablolarda sadece Sünni 4 mez­hebin çelişkileri vardır. Şiilikle Sünniliğin ayrılıkları da ayrı bir ki­tap yazdıracak kadardır.

Bu tablolar çelişkilerin ancak az bir kısmı­nı göstermektedir. Mezheplerin tüm çelişkilerini anlatmaya bu ki­tabın hacmi çok dar gelir. Allah bizim Kuran'ın hacmi dışındakilerden dinimizi öğrenmemizi istememiş olması sayesinde bu kargaşa­nın, bu çelişkilerin içinde boğulmuyoruz.

Siz eğer hala atalarınızdan miras aldığınız mezheplere, sırf ata­larınız bunlara iman ettiği için inanıyorsanız, lütfen sunacağımız 100 örneği inceleyip mezhebinizi iyice öğrenin.

Öğrendikten son­ra; tüm bu çelişkilerden sonra mezhebinizi bir kenara atıp ister Kuran'la yetinin, ister bu tabloları uygulayıp bu farkları "rahmet" diye niteleyin.

Uyarı bizim; akıl sizin, seçim sizin, sorumluluk sizin.

TABLOLARI AÇMAK VE İNCELEMEK İÇİN:

 ve   


https://kemaladal.blogspot.com.tr/2017/05/hala-atalarinizin-mezhebine-mi.html
---
Selam...
​ T.C. / M. Kemal Adal 

16 Aralık 2017 Cumartesi

ALLAH IN YAHUDİLERE VERDİĞİ CEZA.


15. ARALIK 2017. 



ALLAH IN YAHUDİLERE VERDİĞİ CEZA. (YERYÜZÜNDE ŞAŞKIN ŞAŞKIN DOLAŞACAKLAR.)


Maide suresi 21. ayet örnek gösterilerek, Yahudilerin yaşadığı toprakların, hatta daha fazlasını Allah Yahudilere verdiğini iddia edenler vardır.  Gerçekten bahsettikleri ayet, bu toprakların sahiplerinin Yahudiler olduğunu mu söylüyor, yoksa ayette bahsedilen, çok dikkat çekici ibretler mi var. Gelin bu ayetin öncesi ve sonrasında ki ayetlere bakarak, aslında bu ayetlerde neler anlatılıyor, bizler bu ayetlerden nasıl dersler almalıyız, onu anlamaya çalışalım. Önce ayeti yazalım.

Maide 21: “Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı mukaddes toprağa giriniz ve ARKANIZA DÖNMEYİNİZ, YOKSA KAYBEDEREK DÖNMÜŞ OLURSUNUZ.” (Bayraktar Bayraklı meali)

Bu ayetin bizlere, ne anlatmaya çalıştığını anlayabilmemiz için, bir önceki ayete önce bakalım, daha sonrada devamındaki ayetlerden, bu topraklara neden ve ne amaçla Yahudilerin girmelerinin istendiğini anlamaya çalışalım. Bu kıssadan çok önemli dersler var bizlere, ama anlayana anlamak isteyene.

Maide 20: Bir zamanlar Musa, kavmine, “Ey kavmim!” demişti, “Allah'ın size bahşettiği nimetleri hatırlayınız; zira O, içinizden peygamber çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Dünyada başka hiç kimseye vermediğini size verdi.” (Bayraktar Bayraklı meali)

Demek ki Hz. Musa kavmine sesleniyor ve diyor ki, Allah beni elçi olarak sizlere gönderdi ve sizlere vaat ettiklerini yerine getirip, daha önceki toplumlara yapmadığı kadar, sizlere yardımda bulundu diyor. Maide 21. ayetinde de, Allah sizlere zulüm edenlerden kurtarmak için, mukaddes yani bereketli, güzel, sevilen, övülen bir bölgeye girmenizi istiyor diyor. Daha sonrada çok dikkat çekici bir şeyler söylüyor Allah. “ARKANIZA DÖNMEYİNİZ, YOKSA KAYBEDEREK DÖNMÜŞ OLURSUNUZ” DEMEK Kİ ALLAH BU BÖLGEYİ YAHUDİLERE TAHSİS ETMİYOR, onları zalimlerden kurtarmak için yardım ediyor ama uyarıyor ve diyor ki, sakın geri dönmeyin yani kaçıp gitmeyin mücadele edin.  Ayetin devamına bakalım şimdide.

Maide 22: Onlar şu cevabı verdiler: “Ey Musa! ORADA ZORBA BİR HALK VAR; ONLAR ORADAN ÇIKMADIKÇA BİZ ORAYA ASLA GİRMEYECEĞİZ. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.” (Bayraktar Bayraklı meali)

Yahudiler, Allah ın emri olan bir tebliğe karşı, bakın elçilerine nasıl bir cevap veriyorlar. Allah ın gitmelerini istediği bölgede, zorba bir halk var, onlar oradan çıkmadıkça asla oraya gitmeyeceğiz diyorlar. Hâlbuki Allah, bu bölgeye Yahudileri özellikle gönderiyor ve bu toplumu sınıyor, imtihandan geçiriyor. Ama Yahudiler zora gelemeyeceklerini, savaşmak niyetinde olmadıklarını açıkça söylüyorlar ve Allah ın emrini yerine getirmemek için ısrar ediyorlar. BÖYLECE MAİDE 21. AYETE ALLAH IN HÜKMÜ GERÇEKLEŞİYOR VE KAYBEDENLERDEN OLUYORLAR. Şimdide devamındaki ayete bakalım. 

Maide 23: Korkanların içinden, ALLAH'IN KENDİLERİNE LÜTUFTA BULUNDUĞU İKİ KİŞİ ŞÖYLE DEDİ: “Onların üzerine kapıdan giriniz; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. EĞER MÜMİNLER İSENİZ SADECE ALLAH'A GÜVENİNİZ.” (Bayraktar Bayraklı meali)

Bu ayeti okuduğumuzda, Allah ın Yahudi toplumunu bu bölgeye neden gönderdiğini çok daha iyi anlıyoruz. Allah Yahudileri imtihan ediyor ve diyor ki, TOPRAKLARINIZ İÇİN SAVAŞIN. İçlerinden iki kişiye lütufta bulunan, yani onlar aracılığıyla diğerlerini teşvik ederek, gerçekleri görmelerini sağlayarak, çok önemli bir şey anlatmaya çalışıyor Allah. BEN SİZİN YANINIZDAYIM, ZAFER SİZİN OLACAKTIR diyor, teşvik ediyor. Acaba Yahudi toplumu elçisinin ve Allah ın isteğine karşılık bu çabalardan sonra ne diyorlar, şimdide ona bakalım ve bu toplumun günümüzdeki yanlış tuttum ve davranışlarının, asiliklerinin, kendilerinden başka kimseyi düşünmez tavırlarının, nerelerden günümüze geldiğini daha iyi anlayalım.

Maide 24: “Ey Musa! Onlar orada bulunduğu müddetçe, biz oraya asla girmeyeceğiz; ŞU HALDE SEN VE RABBİN GİDİNİZ SAVAŞINIZ; biz burada oturacağız” dediler. (Bayraktar Bayraklı meali)

Yahudi toplumu, Allah ın uyarı ve yardımlarına rağmen, bakın nasıl küstahça cevap veriyorlar. BİZ BU TOPLULUK ORADA OLDUĞU SÜRECE SAVAŞMAYACAĞIZ. İSTİYORSANIZ, SEN VE RABBİN GİT SAVAŞ, DİYE CEVAP VERİYORLAR.  İşte Yahudiler böyle bir toplum. Sizce böyle bir topluma Allah, mukaddes yani bolluk ve bereketli bir yeri vaat ederde, bu bölge sizin olsun der mi? Asla demez, dememişte zaten. 

Kur’an da birçok örnek vardır, Allah gönderdiği elçisini korumak ve kollamak ona inananlara yardım etmek adına, birçok destek, moral verecek ayetler indirmiştir. Müslümanlar asla böyle bir saygısızlık yapmamış ve Peygamberimizin yanında olmuşlardır. Hiçbir Müslüman, Allah ın emrini yerine getirmemek için direnmemiş, ellerinden geleni yapmışlardır. İşte onlarla aramızdaki fark.

Tüm bu ayetlerden şunu anlıyoruz. Allah bizlerden kendi geleceğimizi, kendi ellerimizle oluşturmamızı istiyor, hazırlayıp kendisi asla vermiyor. Buna benzer örnekleri, Peygamberimizin savaşlarında da görüyoruz. İşte bu bizlerin imtihanıdır, bunu lütfen unutmayalım. Hz. Musa ve toplumu arasında geçen bu konuşmalardan sonra, Hz Musa Yaradan a karşı mahcup, zor durumda kalmış, görevini yerine getirememenin üzüntüsünde, bakın Allah a nasıl yalvarıyor ve ne istiyor.

Maide 25–26: Musa, “Rabbim! BEN KENDİMDEN VE KARDEŞİMDEN BAŞKASINA HÂKİM OLAMIYORUM; BİZİMLE BU YOLDAN ÇIKMIŞ TOPLUMUN ARASINI AYIR” DİYE YALVARDI. Allah, “Öyle ise orası, onlara kırk yıl yasaklanmıştır. YERYÜZÜNDE ŞAŞKIN ŞAŞKIN DOLAŞACAKLAR. Artık sen fâsık / yoldan çıkmış toplum için üzülme” dedi. (Bayraktar Bayraklı meali)

Bu ayet, bu örnek bizlere ibret olmalıdır. Allah bu toplumdan bahsederken, onlar fasık yani yoldan sapmış toplumlardır diyor. Böyle topluma Allah, herhangi vaatte bulunur da ödüllendirir mi? Allah ın lanetlediği, cezalandırdığı bu toplum, atalarının zalimliklerinden ne yazık ki farklı şeyler yapmıyorlar bugün. Toprakları için savaştan kaçanlar, Allah ın yardım edeceğim sözlerine güvenmeyip, Allah ın elçisini mahcup edenler, bugün silahlanmış arkalarına adaletten uzak Amerika yı da alarak, güçsüz ve masum insanları adaletsizce, haksızca, zulümle topraklarından sürmeye, el koymaya çalışıyorlar.

Unutmayınız lütfen, Allah onları isyanlarından dolayı cezalandırmış ve vatansız olarak bu dünyada şaşkın şaşkın yani, sersem sersem olarak dünyaya yayılmış yaşamaya mahkûm etmiştir. Ayette kırk yıl cezalandırıldığı yazıyor. Evet, Allah bir suça karşı dengi ceza verir, ebedi vermez. AMA TAKİP EDER, SOYUNDAN GELENLER, AYNI HATALARI YAPIYORLARSA, CEZA BU YANLIŞLARDAN VAZGEÇENE KADAR UZATILIR DEVAM EDER. Yahudilerin genel çoğunluğu, ne yazık ki atalarının hatalarını devam ettiriyorlar. Hatta Allah ın kitabından uzaklaşarak, öyle bir inanç yarattılar ki kendilerine, kendi toplumlarından başka milletleri, kendileri için yaratıldığına ve diğer toplumların kendilerine hizmet etmeleri gerektiğine inanıyorlar. Yani kendilerini üstün bir ırk kabul ediyorlar. Karşısındaki insanlara da asla acıma duyguları yok. Böyle bir inanç Allah ın emri olabilir mi? Yahudiler onun içindir ki, hiçbir zaman huzurlu ve mutlu bir yaşam süremeyeceklerdir. ALLAH IN LANETİ VE CEZASI DA ÜZERLERİNDEN, BU ZULMÜ YAPTIKLARI SÜRECE KALKMAYACAKTIR. Ne yaparsan, onu bulursun.

Biz Müslümanlar, gerçeklerin arayışında olmadığımız sürece, bu zalimlere gereken dersi vermemiz mümkün olmayacaktır. İçimize girmiş Yahudi fitnesini, inançlarını gelin içimizden Kur’an ile söküp atalım. İnanın bunu yapamadığımız sürece, Allah ın yardımını yanımızda bulamayız. Allah ın arı, duru dinine batıl ve hurafe karıştırmayalım. Allah ın dinde sakın bölünmeyin emrini, gelin hayata geçirelim ve tek yumruk olalım. İşte o zaman bizler adaletsizlere, zalimlere gereken dersi el birliğiyle verebiliriz.

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK




---
Selam...
​ T.C. / M. Kemal Adal