http://www.kurandakidin.net/
III: BÖLÜM:
REFORM DEĞİL KURAN'A
DÖNÜŞ
Etrafımızda İslam
adına sergilenen tüm ilkelliklerden, çirkinliklerden ve çelişkilerden görülenler, kitlelere acilen gerçek dinin anlatılmasının
ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Bu manzaradan rahatsız olan Muhammed İkbal
1920'lerde şöyle diyordu:
"Eğer biz İslam'ın bir üstün değerler sistemi olduğunu
Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak, onlara her şeyden önce bizim İslam'ı
temsil etmediğimizi söylemek borcundayız."
İkbal'den daha önceki yıllarda yaşayan
Muhammed Abduh aynı gerçeği kendi kelimeleriyle şöyle anlatıyordu:
"İslam denince akla problemler, çıkmazlar ve çelişmeler
geliyorsa, bunun sebebi İslam değil Müslümanlardır. Müslümanların bu asırda
Kuran'dan başka imamları yoktur (KUR’AN, PEYGAMBER'İN RİSALETİNİ DEVAM ETTİREN ÖLÜMSÜZ BİR ELÇİDİR (RESULDÜR) - MKA.). Ezher'de okutulan ve benzeri kitaplar var
olduğu müddetçe, bu ümmet ayağa kalkamaz. Ümmeti kaldıracak ruh, ilk dönemde
hakim olan Kuran ruhudur. Kuran dışında her şey; Kuran'ı bilmek ve yaşamak
arasına konmuş engellerdir."
Mehmet Akif Ersoy ise Kuran'a rağmen dini
yozlaştıranların oluşturduğu manzarayı bakın nasıl tarif ediyor:
"Eğer İslam'dan maksat Kuran'sa, ortada İslam diye bir şey
olmadığını söylemek durumundayız. Çünkü Kuran bugün göklere çekilmiş ve
yeryüzündeki İslam'ın onunla ilgisi kalmamıştır."
Arap asıllı Amerikalı Profesör İsmail Faruki
de aynı manaya gelen kendi tespitlerini şöyle aktarmaktadır:
"İslam, ne bugünkü Müslümanların tavır ve yaşayışları, ne
İslam tarihinin şu veya bu dönemi, ne de İslam adına kaleme alınan şu veya bu
kitabın anlattıklarıdır. İslam Kuran'dır."
A.
BU HAREKET POPÜLİST BİR
HAREKET DEĞİLDİR
Geniş halk kitlelerinden çoğu İslam düşünürüne kadar pek çok
kişi, bugün İslam adına sergilenenlerin düzeltilmesini ve İslam'ın bunlar
olmadığının anlatılmasını istemektedir. Bu hareket popülist (halka yardakçı) bir hareket
değildir. Yani bu hareket salt geniş kitleler Müslüman olsun, insanlar İslam'ı
daha çok sevsin diye yapılan bir hareket değildir. Bu hareket, bugün
sergilenen manzaranın Allah'ın diniyle, Allah'ın dininin tek kaynağı Kuran'la
çelişmesi yüzünden oluşmuştur.
Amaç insanların beğeneceği dinin değil, Allah'ın istediği dinin
oluşturulmasıdır.
Sonuç olarak Kuran'ın anlattığı din,
insanların daha rahat yaşayabileceği, daha rahat ettiği, daha çok sevgi ve tolerans
dolu bir yapıdadır. Bu yüzden de insanlar tarafından daha çok beğenilmektedir.
Ana gaye insanların beğenisi değildir, bu, ana gaye gerçekleşirken ortaya çıkan sonuçlardan
biridir.
Amacı insanların beğenisi olan hareket,
dini Allah'ın istediği gibi değil; şahsi, kültürel görüşler ve siyasal amaçlar
çerçevesinde şekillendirir. Fransız devrimi sonucunda oluşan Rönesans ve
reform da böyledir.
Allah'a ait olmayıp sübjektif olan, yani insani olan hiçbir şey
din olamaz.
B.
HERKES MEZHEPSİZDİ
Peygamberimiz ve 4 halife döneminde Kuran dışında dini bir
kaynak yoktu
(11.
Bölüme bakınız). İnsanlar mezheplere bağlı olmadan doğrudan Kuran'a bağlıydılar.
Kuran'ın belirttiği şekilde dini yaşar, Kuran'ın serbest bıraktığı konularda
kendi beğeni, örf ve alışkanlıklarına göre hareket ederlerdi.
Kimse ben Sunniyim, Hanefi'yim, Safiyim
veya ben Şiiyim, Aleviyim, Caferiyim şeklinde görüş belirtmiyordu. Onlar
Müslümanım diyor, rehberlerini Kuran görüp, bununla yetiniyorlardı.
Peygamberimiz'in dönemindeki en cahil bedeviler bile Kuran
ayetlerinden anlayışlarına göre faydalanıyor ve Müslüman oluyorlardı.
Bizim
arzumuz da aynı o günlerde olduğu gibi Hanefi, Şii, Caferi, Sunni gibi
etiketler kullanmadan, mezheplere bağlanmadan sadece Müslüman olmamız; değişmeyen,
çelişkisiz, akla, mantığa uygun ve Allah'ın uymamızı istediği Kuran'a diğer
kaynaklara itibar etmeden tâbi olmamızdır.
Böylece tek Allah, tek din ve tek kitabın ( ki bu tevdid demektir- MKA) oluşması ve Müslümanların dine fatura edilen uydurmalardan ve bu paramparça
tablodan kurtulmalarıdır.
O dönemdeki gibi olmamız gerekir derken o dönemdeki gibi Kuran'a
uymalı, başka dini kaynak tanımamalı, takısız Müslüman olmalıyız diyoruz.
Yoksa Kuran'ın verdiği serbestlikleri o döneme göre düzenlemek
Kuran'ın dinine ilave yapmaktır. Kuran'ın hüküm getirmediği konuların Allah'ın
bizi özgür bıraktığı konular olduğunu anlarsak, din diye bildiğimiz yanlışları
düzeltebiliriz. Çünkü dinimizdeki bozulmalar en çok Kuran'ın bizi özgür
bıraktığı konularda kısıtlamalar getirilmesi ile oluşmuştur
(39. Bölümü okuyun).
Tüm
bunları gerçekleştirirken ilk önce Allah'ın bizden bunu istediğini anlamamız
lazımdır. Bunun için kitabın ikinci bölümünde
Kuran'ın tek kaynak olduğunu açıklayan görüşlerin yeterli bir delil teşkil
edeceğini zannediyoruz. Kuran'ın yeterliliğine dair bu bölümde bahsetmediğimiz
bir çok ayeti kitabın diğer bölümlerinde göstermemiz zaten yeterli olan bu
ayetleri daha da pekiştirecektir.
Bu bölümden sonra kutsala fatura
edilen, doğru ile yalanın birbirine karıştığı hadislerin geri dönüşü mümkün
olmayan, yani doğru ile yalanın bir daha ayırt edilemeyecekleri bir şekle
girdiklerini anlayacağız. Eğer ki hadisler Kuran gibi dinin kaynağı olsalardı
bu, İslam'ın geriye dönüşü mümkün olmayan tarzda bozulduğu manasına gelecekti.
Bu yüzden hadislerin dinin kaynağı olamayacağını göstermek hem
dinimizi, hem de Peygamberimiz'i iftiralardan kurtarmak olmaktadır.
İleride hadislerin hem Kuran'la, hem kendi aralarında, hem
mantıkla çeliştiklerini, hem de Kuran'a ilaveler yaptıklarını göreceğiz.
Üstelik Peygamber'in ve 4 Halifenin hadisleri yazdırmama ve
yaktırma konusundaki tavrını görünce (4., 10. ve 11.
Bölümleri okuyun) Kuran dışında dini kaynak
olabilecek hiç bir şey bırakmamanın ve Kuran'a gidip dini oluşturmanın haklılığını
daha da iyi anlayacaksınız.
Uydurulan din ile indirilen dini ayırt
etmedeki yöntemimiz, indirilen dini (Kuran'ı) ve uydurulan dini (hadisleri,
mezhepleri, şeyhleri) inceleyerek gerekli delilleri çıkartmaktır.
Allah'ın istediği gibi aklı işleterek ve beyyine yani açık delil
üzere olarak mevcut yapı değiştirilmelidir.
Bunun aksi körü körüne taklit olur
ki o da bizi karşı olduğumuz yapıyla aynı noktaya götürür.
C. PUTLAŞTIRILMIŞ KİŞİLERDEN
DİNİ KURTARALIM
Uydurmaları açıklayıp dini Kuran'ın denetimine teslim ederken,
adeta putlaştırılmış, tartışılmaz sanılan kişilerin hegemonyasından dini
kurtarmak gerekir.
Bu
sağlanmadan Sunni ile Alevi, Şii ile Hanefi, Şafi ile Caferi kucaklaşamaz. Daha
doğrusu herkes putlaştırdığı, tartışılmaz gördüğü insanlardan dinini kurtarıp,
tek tartışılmaz olarak Kuran'ı ilan edecektir ki herkes Sunniliğinden, Aleviliğinden,
Şiiliğinden, Hanefiliğinden kurtulup bir tek Müslüman olabilsin.
(Bu arada biz de
kelime manası olan gerçek sünnete tabi olma konusunda Sunni, Hz. Ali'yi sevme
manasında Şii ve Alevi'yiz. Fakat bizim karşı olduğumuz bu kavramların sözlük
anlamı değil, sosyolojik olarak kazandıkları anlam ve İslam'ın içinde
oluşturdukları Kuran'a ilavelerle dolu olan mezhepsel yapılardır.)
Ve
derler ki "Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de
böylece onlar bizi yoldan saptırdılar."
33- Ahzab
Suresi-67
Yani Sunni olanlar Ebu Hanife'yi, Şafi'yi, Malik'i, Hanbel'i
kutsallaştırıp, din kurucusu haline getirmekten kaçınmalılar,
"Ebu
Hanife 99 defa Allah'ı rüyasında görecek kadar büyük insandı" şeklinde
hezeyanlardan kurtulmalılar. (Bu inanılmaz iddiayı Çağrı Yayınları'nın Fıkhı
Ekber kitabı 321. sayfada ve Ebu Hanife'yi öven birçok yazıda görebilirsiniz.) Bu arada bu mezhep imamlarıyla beraber Buhari, Muslim, Tirmizi,
Ebu Davud ve diğer hadisçiler de eserleriyle Kuran'ın önünde oluşturdukları
kalabalığa son vermeliler.
Şiiler de bizim imamlarımız masumdur, onlar hiç hata yapmazlar
deyip adeta imamlarına Peygamber'in ve Kuran'ın vasıflarını veren
hareketlerinden vazgeçmeliler; Kuran dışında kaynak, Peygamber dışında din
önderi tanımamalılar.
Aleviler de kutsallaştırdıkları dedelerini değil, Kuran'ı dini
kaynak olarak önlerine almalılar, Peygamber'in soyundan olmanın kimseye bir üstünlük
getirmediğini bilmeliler.
Kuran'da Hz. İbrahim'in babasının, Hz.
Lut'un karısının nasıl sapıttıkları anlatılmaktadır. Peygamber'ler hayattayken
bile yakınları kimi zaman kurtulamazken, Peygamber'in bilmem
kaç göbek öteden torununun torunlarının torunlarında üstünlük aramak ve bunu
yaparken Kuran'ı, Allah'ın bize rehber, rahmet ve her şeyin açıklayıcısı olarak
gönderdiği kitabı (16 Nahl Suresi 89) unutmak olacak şey değildir.
Her mezhebin güzel yaptığı bir şeyi de
unutmayalım. Her mezhep diğerinin hatalarını, diğerinin eksiklerini çok iyi
anlamaktadır.
Sunniler, Şiilerin mezhep imamlarını
masum ilan edip onlara körü körüne tabi olmalarını çok mantıklı eleştirirler.
Fakat sonra kendi imamlarını; Hanefi'yi, Şafi'yi, Malik'i, Hanbel'i tartışılmaz
kıldıklarını, din diye Kuran yerine onlara tabi olduklarını unuturlar.
Bir mezhebe göre bir farzı yerine getirenin, diğer mezheplere
göre haram işlediği birçok husus ortaya çıkar ve sen Hanefi isen bu doğru, Şafi
isen şu, Hanbeliysen öbürü doğru derler ve Allah'ın indirdiği din bir iken bir
sürü din oluştururlar. (14. Bölümdeki
Mezhepler kısmını okuyun.)
Şiiler'in mezhep imamlarını
yüceltmelerini çok iyi algılayan göz ne yazık ki kendisi de aynen bir imam
bulup ona tabi olmuştur, ama aynı göz onu farkeder, kendini farketmez.
Ona sapık der, kendisine ise yegane kurtulacak olan fırka,
mezhep diye bakar. Evet belli kişilere tabi oluyorsanız, nedir sizin farkınız?
Çoğunuza göre kendi tabi olduğunuz kişi en üstün kişi, diğerleri
ise sapıktır. Peki hangi kritere ve neye göre?
Kriteri Kuran alsaydınız, zaten Kuran dışında dini otorite, dini
hüküm koyucu aramamanız gerekirdi.
Sorun da zaten burada, Kuran'ı dinin
tek kaynağı yapmıyorlar. Birbirlerini kınayıp, aynı hataları kendileri
yapıyorlar.
D.
DİNCİ VE DİNSİZ YOBAZLIK
Kuran okunan vahiy olarak, Yaratıcımız'ın din adına bizden
istediklerinin, ulaştırdığı mesajların toplamıdır. Kuran zamanın değişimiyle
oluşacak yeni durumlara da uygun olacak Allah'ın vahyidir.
Değişim kaçınılmazdır, ama yeni oluşan şartlara
cevap vermek Allah'ın kitabının mucizesidir. Bu mucizevi durum İslam'ın reforma
ihtiyaç hissetmemesini sağlar.
Fakat iki zümre, dine karşı çıkan
dinsizlik yobazı ve uydurulmuş dini bir türlü bırakmak istemeyen dinci yobazın
güçleri bu uydurulmuş dine bağlıdır.
Dinci yobaz sıkı sıkıya uydurmalarına sarılırken, diğeri işte
dininiz budur diyerek prim yapmaya, içinden çıkılmaz sistemi gösterip,
insanları dinden kaçırmaya çalışır.
Dinci yobaz da kendi dışındakileri cehennemlik ilan ederek
uydurmalarına daha çok sarılır.
Görüldüğü gibi bu iki zümrenin de
sermayesi aynı, ama kullanımları farklıdır. Bu yüzden Kuran'a giderek dinin
düzenlenmesinden en çok bu iki grup rahatız olur.
Din
düşmanı yobaz, dine saldıracak materyalleri elinden alındığı için bozulacaktır.
Dinci yobaz ise geleneğe dönüştürülmüş yapısı elinden alındığı için kızacak ve
aforozlama, cehennemlik ilan etme mekanizmalarına sarılacaktır.
Gelenekçi din adına bu aforozları
yapanların üniversitede kürsüsü olan profesörler; tarikatların, hiziplerin
başları olması; geleneksel yapının sözde aydın yazarları olması bizi
şaşırtmamalıdır.
Kuran bize sosyolojik bir vaka olarak bir fikir ileri sürüldüğü
zaman o fikre ilk önce mevcut yapının sivrilmişlerinin, elitlerinin karşı
çıkacağını ders vermektedir. Bu yüzden kürsüsünde yıllarca geleneksel dini
savunanlar, tarikatını geleneksel yapı üzerine oluşturan şeyhler, kendi
otoriteleri sarsılacak, yıllarca emek verdikleri karizmaları depreme uğrayacak
korkusuyla Kuran'ın İslam'ına ilk saldıranlar olacaklardır.
Hz.
İsa'yı öldürmeye kalkanların Yahudi din adamlarının önde gelenleri olduğu şeklindeki
tarihsel dersi hatırlamamız, Kuran'ın İslamı'na karşı savaşanların din adamı
vasfıyla ortaya çıkışlarına şaşırmamızı engelleyecektir.
Dine, din istismarcısının verdiği zararı hiçbir şey
vermemektedir. Bunu Müslümanların çoğu, Hıristiyan engizisyonlarının insanları
din dışı ilan etmelerinde, papazların günah çıkarmalarında çok iyi görür.
Fakat aynı göz ne yazık ki kendi istismarcısının insanları cehennemlik
ilan etmesinde, Kuran'a ilave yeni din oluşturmasında aynı hassasiyeti
göstermez.
Evet Hıristiyan papazlar nasıl dini
kendilerinin tekeline almak için insanlara zulmettilerse, aynı zulüm bizim
dinimizde de olmuştur.
Falanca papazın kerametleri, üstünlükleri,
o yüzden dinlenmeleri gerektiğinin hikayeleri nasıl Hıristiyanlıkta
anlatılmışsa; bizde de falanca şeyhlerin, imamların, evliyaların kerametleri,
üstünlükleri, rüyalarında Allah'ı bile gördükleri, bu yüzden onlara uyulması
gerektiği anlatılmıştır.
Bize düşen, Arap-Emevi saltanatının kendi şahsi görüşlerini dine
fatura ederek başlattıkları yozlaştırmaya, Kuran'a giderek son vermektir.
Böylelikle insanla çelişik
hale getirilen din insanla barıştırılacaktır. Çözüm
yolu reform değil; Kuran'a uygunluğu ve dönüşü hayata geçirmek, uydurulan
sahte kutsalları reddetmektir.
Bu hareket mezhepleri birleştirme hareketi de değildir.
Zaten uydurmanın birleşmesi de olmaz. Din tektir ve uydurma olanlar
atılacaktır. Mezhepler üstü, uydurmalara dayanmayan Kuran, temel ve tek dini
kaynak olarak ortaya çıkmalıdır.
Emeviler ve Abbasiler Allah'ın dini olan İslam'da reform
yapmışlardır ve sırf İslam olan dini Hanefi İslamı, Safi İslamı gibi isimlere
dönüştürerek Allah'tan olanı insansal olana çevirmişlerdir.
Bugün yapılması gereken, Allah'ın dininde reform değil, olsa olsa uydurulan dinde reformdur;
yani yeniden yapılanmadır. Bu da aslında bir reformdan ziyade öze dönüştür.
E.
AH DİYANET, VAH DİYANET
Türkiye
açısından olaya bakarsak Sunni ağırlıkta olan Diyanet kurumunun düzenlenmesi en
önemli şart olarak gözükmektedir.
Ne yazıktır ki sorulara Kuran'a dayanarak
değil; Sunni fıkhına, mezheplerin İslamına dayanarak cevap veren Diyanet'e göre
hurafe deyince akla türbelere bez bağlamak, türbelerde mum yakmak gibi şeyler
geliyor.
Kendisi gırtlağa kadar hurafelere
boğulmuş kaynaklara gönderme
yapan Diyanet'in, hurafe deyince sırf bu tarz şeyleri anlaması ne acı!
Ayrıca
imam hatip liselerinde ve ilahiyat fakültelerinde Sünniliğin Hanefi kolunun
hegemonyası ağırlıktadır. Bu mezhepçi anlayış ise kitlelerin Kuran'la arasına
mezhep duvarı örmektedir. (Yazının
ilerleyen bölümlerinde Kuran'ın İslamı ile mezheplerin İslamı arasındaki
uçurumu daha iyi göreceğiz.)
İmam hatip liselerinde
yetişen Sunni-Hanefi din görevlileriyle bu mezhepsel anlayışın devamı
sağlanmakta ve Hanefi imamlarla en ücra köylere kadar Kuran'ın dini yerine;
ilmihal kitaplarından, mezheplerden öğrenilen din yayılmaktadır.
Diyanet
kurumundan, ilahiyata, imam hatiplere kadar her yer tek yanlı Hanefi
mezhebinin öğretileriyle doludur. Bu yüzden başta bu kurum ve kuruluşların değişikliğe
uğraması zorunludur. Yoksa daha
uzun yıllar hurafe deyince bez bağlanan, mum yakılan türbelerden başkasını
anlamayacağız.
Ülkemizin ikinci büyük
mezhebi ise Aleviliktir. Cami ile aynı manaya gelen ve aynı kökten türeyen
"Cem evi" terimiyle bu mezhebin ibadet yeri bile değiştirilmiştir.
Sunniler ile Aleviler arasında evlilikler yasaklanmakta, bu iki mezhebin
taassubuyla bir çok kişi birbirinin cenazesine bile gitmemektedir. Mezhep
taassuplarının dini getirdiği nokta apaçık ortadadır.
Irkçı
ayrılıktan daha tehlikeli bir fitneyi bağrında taşıyan bu ayrılığın kanaatimize
göre tek ilacı herkesin mezheplerini bırakıp, yalnız Kuran'ın etrafında
toplanması, Kuran'ın helalini helal, haramını haram bilip, diğer her türlü
otoriteyi reddetmesidir.
Yoksa ne Hanefi Alevi olur, ne de Alevi
Hanefi. Hele geleneksel İslam'ın yanlış izahlarından dolayı geçmişte yapılan
katliamlar düşünülürse, bu tamamen imkansızdır.
Tek
çıkar yol, Allah'ın değişmemiş kaynağı olan ve ortak saygınlığa sahip tek
kaynağı olan Kuran'ın etrafında birleşmek; dedeler ,şeyhler, imamlar yerine
Kuran'ı otorite yapmaktır.
F.
SÜNNİ MEZHEPLERE GÖRE
ÖLDÜRÜLMESİ GEREKENLER
Diyanet'e gelince, Diyanet İşleri dini
konulardaki açıklamalarında yöntemini belirlemelidir. Eğer ki Diyanet
İşleri'ne göre Hanefi mezhebi dinen geçerli bir mezhepse her konuda bu açıkça ortaya konmalıdır.
Örneğin kadınlarla ilgili konularda:
Erkeğin tüm vücudu cerahat olsa kadının bu cerahatı yalayarak temizlese de erkeğin
hakkını ödeyemeyeceğini, kadının tek başına 90 km'den fazla seyahatinin haram
olduğunu, kadının boşanma hakkının olmadığını, kadınla erkeğin el sıkışmasının
haram olduğunu, kadının sesinin bile erkekler tarafından duyulamayacağını,
kadının kalktığı yere sıcaklığı geçmeden oturulamayacağını da Diyanet İşleri
açıklamak zorundadır. (21. ve 22.
bölümde kadınlar hakkındaki uydurmaları okuyacaksınız.)
Yine Sunni mezheplere göre İslam dinini değiştiren öldürülür.
"Mürtedin katli vaciptir." ifadesi ile belirtilen bu hüküm her
Müslüman ailede doğup, sonradan kafir olan için geçerlidir. Yani Türkiye'deki
herhangi bir kişi dinsiz olursa Sunni mezheplere göre öldürülür.
Hanefi mezhebine göre namaz zorla kıldırılır,
oruç zorla tutturulur. Namaz kılmayan dövülür ve kılmaya başlayana kadar
hapsedilir. (Diğer 3 Sunni mezhepte öldürülür.)
Ayrıca Sunni mezheplere göre kişinin kafir olması çok kolaydır.
Örneğin "Kadın ile erkek el sıkışamaz.", "Kadın tek başına 90 km
den uzağa gidemez.", "Kadın erkeğin cerahat kaplı vücudunu yalayarak
temizlese de erkeğin hakkını ödeyemez." gibi hükümlerin veya bunlarla
ilgili hadislerin herhangi birinin saçma olduğunu söyleyen de Sunni mezheplere
göre kafir olur.
Eğer bir Müslüman, bir alimi beğenmeyip ona alimcik derse
kendini Müslüman sansa da Ehli Sünnet din bilginlerine göre kafirdir
(Bakınız Ahmed Ziyaed-din Gümüşhanevi, Ehli Sünnet İtikadı).Bu kişi "Ben Müslümanım" diyorsa da Hanefi mezhebine
göre kafirdir ve öldürülmesi gerekir. (Çünkü Müslüman
aileden doğup sonradan kafir olduğu için mürteddir.)
Yani Hanefi mezhebinin dinen geçerli
bir kurum olduğunu düşünen bir kişi, Türkiye'nin çok büyük bir kısmının dinen
öldürülebileceğini de savunmak zorundadır. Dini anlamada yöntem çok önemlidir.
Siz eğer Sunni-Hanefi mezhebini savunuyorsanız, Hizbullah gibi
terör örgütlerine nasıl kızarsınız?
Bu
örgütler kendi terörlerini meşrulaştıracak birçok izahı Hanefi mezhebinden,
diğer Sunni veya Şii kaynaklardan, hadis kitaplarından bulacaklardır.
Sunni-Hanefi mezhebinde kişinin ne kadar kolay kafir ilan edilebildiğini ve
sonra öldürülmesine karar verilebildiğini şu olaydan anlayabiliriz:
G.
KABAK SEVMİYORUM DİYENİN
KELLESİ GİDER
Ebu
Yusuf, Hanefi mezhebinin 3 kurucusundan biridir ve Ebu Hanife'den sonra ikinci
en önemli adamıdır. Bir gün Ebu Yusuf
"Peygamber'imiz kabak severdi." der. Bu lafı söylediği ortamda bulunan
bir kişi bu lafın üstüne "Ben kabak sevmiyorum." der. Ebu Yusuf
"Peygamber'in sünneti olan bir şeyi sevmeyen Peygamber'e karşı gelmiş
olur, Peygamber'e karşı gelen Allah'a karşı gelmiş olur." der. Allah'a
karşı gelen kafirliğe dönmüş olacağı için Ebu Yusuf bu şahsın kellesinin kesilmesi
için muşamba ve kılıç ister. Kabak sevmem izahına tövbe eden adam kellesini zor
kurtarır. Bu olay Hanefi mezhebini savunan kitaplarda Ebu Yusuf'un dini
konularda ne kadar titiz olduğuna delil olarak anlatılır (Bakınız Ahmed
Ziyaeddin Gümüşhanevi, Ehli Sünnet İtikadı, Sayfa 80).
Ey Diyanet İşleri'nde çalışanlar! Siz
eğer bir kurucusunun "Kabak sevmem." diyen kişinin öldürülmesini
dinen gerekli gördüğü bir mezhebi doğru buluyorsanız, Hizbullah gibi terör
örgütlerini neden hatalı buluyorsunuz?
Eğer ki dini anlamada yönteminiz Hanefi
mezhebinin çıkarımlarını savunmaksa o zaman tüm bu izahları savunmak
zorundasınız.
Bizim yöntemimiz belli: Biz din Kuran'a eşittir, Kuran dinin tek
kaynağıdır diyoruz. O yüzden bu yöntemimize dayanarak Kuran'da geçmeyen ve
Kuran'a aykırı olan Hanefiliğin, Sunniliğin tüm bu izahlarına karşı çıkıyoruz.
Sizin
yönteminiz ne?
Örneğin Kurban bayramında "Hanefi
mezhebine göre kurban kesmek vaciptir." diyorsunuz. Bu izahınızla Hanefi
mezhebine göre bir hususu açıklamayı dinle özdeşleştiriyorsunuz. O zaman Hanefi
mezhebine göre insanları dövmenin, hapsetmenin, kesmenin de ne zaman vacip
olduğunu açıklayın.
Sizin yönteminiz ne? Yöntemsiz din anlaşılır mı?
Yöntemsiz dini açıklamaya kalkmak kendi görüşünü dinselleştirmekten
başka nedir?
Biz uyarıyoruz. Eğer ülkemizde Sunniliğe ve
Hanefiliğe göre dinin anlaşılmaya çalışılması durdurulmazsa, ülkemiz sürekli
din adına ortaya çıkan terör ile uğraşmak zorunda kalır.
Hanefilik ve Sunniliğin ne olduğu açıkça ortaya
konmalıdır ve başta Diyanet İşleri Kurumu bu mezhebin hegemonyasından
kurtarılmalıdır.