İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

8 Haziran 2018 Cuma

SEÇİM VE TERCİHTE KUR’AN’IN GÖSTERDİĞİ YOL



Ve Son Bir Hatırlatma:

CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ İLE İLGİLİ OLARAK AZİZ MİLLETİME AÇIK DUYURU


Bu yazının muhatabı da, genelde Aziz Türk Milleti (TC: Vatandaşları), özelde,  Müslüman’ım diyen, “mütedeyyin” müminler  (inananlar) ile içimizdeki “Hüküm ve yetki sahipleri” ve onların bilinçli veya bilinçsiz yandaşlarıdır. MKA.

FİRAVUNLARI KİM YARATTI?

Kur’an’a göre, firavunları üretenler, zulme, diktatörlüğe tepkisiz kalarak zalimlere uşaklık edenlerdir.
……….

 Kur’an’dan öğreniyoruz ki, mazlum bildiğimiz birçok halk aslında pasif zalim oldukları için ezilip horlanmıştır.

 Mazlum gerçek mazlumsa zalimin uzun süre egemen olması söz konusu değildir.

 Zulüm, din veya dinsizlik adı altında uzun süre devam ediyorsa bunun sebebi zalimlere uşaklığı hüner sanan bir halkın, en azından bir satılmışlar ekibinin varlığıdır.

 Bu ekip, ‘pasif zalimler ekibi’dir. Pasif zalimlik; zulme başkaldırması gerekirken, küçük çıkarlar yüzünden zalimlere karşı sessiz kalan, böylece onlara dolaylı destek veren kişi ve toplumların sıfatıdır.


Kur’an’ın bu noktadaki tezi şudur:

 Aktif zalimlerin birçoğunu, pasif zalimler, yani zulme bir biçimde uşaklık edenler yaratmıştır.

 Kur’an’ın bu anlamda devrim yaratan tespiti Zühruf suresinin 54-56. ayetlerinde verilmiştir.

(İşte toplumunu böyle küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum idiler. Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince, biz de onlardan öç aldık; hepsini suya gömüverdik. Onları, sonra gelecekler için eski bir örnek yaptık43 / ZUHRUF / 54- 56. ayet meali - MKA)

 Ne var ki, geleneksel tefsirlerin büyük kısmı, Arabizmin İslam’a ve Müslümanlara egemen olduğu dönemlerde yazıldığı için anılan ayetlerin mesajını bütün açıklığıyla ortaya konamadı. Bu mesajı ortaya koymak, ölüm fermanını imzalamakla eş anlamlıydı. Nitekim fetvalarıyla bu ayetlerin mesajını hayata geçirmeye kalkan İmamı Âzam Ebu Hanîfe, bunun faturasını hayatıyla ödemiştir.


Bu ayetlerin devrim niteliğindeki mesajı üzerinde hakkıyla konuşmak için dinin saltanat aracı olmaktan çıkarılmış olması gerekir. Aksi halde, o mesajı telaffuz eden, o coğrafyadaki yönetimlere isyan etmiş sayılır.

 Hem o mesajı açıklamak hem de isyan etmiş sayılmamak ancak laik bir sistemin egemen olduğu ülkede mümkündür.

 Saltanat dincisi firavun yamakları, bunu bildikleri için, temel uğraşlarının başına, laiklikle mücadeleyi koymuşlardır.” 

(Yaşar Nuri Öztürk – 4 Haziran 2013 Yurt Gazetesi, firavunları kim yarattı başlıklı makalesinden alıntıdır.)


1. CİHAD VE İTAAT

a. Ku’ran’daki “Cihad kavramı” hakkında, 
"Bizim uğrumuzda cihat edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah mutlaka yararlı işleri en güzel biçimde yapanlarla beraberdir" (Ankebût, 29/69) anlamındaki âyette geçen "Allah yolunda cihâd" kavramına dikkatinizi çekmek istiyorum.

 Bu ayetteki anlamıyla "Allah yolunda cihâd"düşmanlarla fiilen savaşmayı değil, 
Allah'ın dinine yardım etmeyi, 
İslâm'a karşı çıkanlarla en güzel şekilde mücadele etmeyi, 
Zulmü önlemeyi, 
Emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i `anil-münker görevini yapmayı ve 
Allah'a itaat edebilmek için nefisle mücadele etmeyi ifade eder.

 Bu Bağlamda:
Adaletsizlik ve haksızlık (zulûm) karşısında susmayıp doğru sözü söylemek de cihattır (Tirmizî, Fiten, 13, IV, 471):

b.Bir Söz:

"Adaletsizliği önleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir ama ; adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz bir zaman asla olmamalıdır!.."

Elie Wiesel  (Nobel Barış Ödülü Sahibi)


c. İki Hadis:

"
 Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir" Hz. Muhammed (s.a.v)

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Hz. Muhammed (s.a.v)


d. Ve dikkatinizi çekmek istediğim güncel konumuza açıklık getiren iki Ayet:




  4. sure (NİSA) 58. Ayet:





“Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür.”


  4. sure (NİSA) 59. ayet :

 “Ey iman sahipleri! Allah'a itaat edin. Resule ve sizin içinizden olan / sizin seçtiğiniz hüküm ve yetki sahiplerine de itaat edin. Sonra bir şeyde tartışmaya girdiniz mi, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve resule arz edin. Böyle yapmanız hem daha hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir.”


Şimdi burada açıklığa kavuşturulması gereken çok önemli husus şudur. “içimizden olan / bizim seçtiğimiz hüküm ve yetki sahiplerine de itaat “ın kapsamı ve sınırı nedir? Neye, nelere, nereye kadar itaat edilecektir. Bu konuda “tartışmaya girdiğimizde, eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsak onu Allah’a ve resule / elçiye arz etmemiz gerekiyor ve böyle yapmamızın hem daha hayırlı ve hem de sonuç bakımından daha güzel “olduğuna göre, ”Fitneye sebep olmayacak şekilde  bunu ,“Allah’a ve ahiret gününe inananlar / Müslümanlar “ nasıl doğru algılayıp yapacaktır?


 Allah Yolunda Cihad “ kavramı çerçevesinde:

Kurana göre,  içimizden olan / bizim seçtiğimiz“Hüküm ve yetki sahipleri” ne itaat  konusunun  kapsam ve sınırını doğru değerlendirip değerlendirmediğimizi, Kuran’da verilen bir mesajın doğrultusunda  algılayıp  algılamadığımızı anlamak  ve beyyineyi  / delili / ayeti doğru yorumlamak için, o ayetin siyakına ve sibakına (öncesi ve sonrasına) bakalım ve tekrar düşünelim:

 Şu bir gerçek kiAllah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür. Ey iman sahipleri! Allah'a itaat edin. Resule ve sizin içinizden olan / sizin seçtiğiniz hüküm ve yetki sahiplerine de itaat edin. Sonra bir şeyde tartışmaya girdiniz mi, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve resule arz edin. Böyle yapmanız hem daha hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir. (4. sure (NİSA) 58-59. ayet)


4. sure (NİSA) 58 ayette Allah’ın emri açık, net ve kesindir: ” Şu bir gerçek kiAllah bize emanetleri, onlara ehil olanlara vermemizi ve insanlar arasında hükmettiğimizde adaletle hükmetmemizi emrediyor.” 

 Öncelikle içimizden olan ve bizim seçeceğimiz “Hüküm ve yetki sahipleri”ne  bu emanetleri verecek olan Müslümanların  işe ehil olanlarını seçmesi / atandırması  ve seçilmiş / atanmış olan Müslümanların da insanlar arasında hükmettiğinde adaletle hükmetmesi Allah tarafından emrediliyor.


Bundan hareketle 4. sure (NİSA) 59 ayetteki İTAAT EDİLMESİ GEREKENLERİN “bizim içimizden olan / bizin seçtiğimiz hüküm ve yetki sahipleri” nin,  EMANETE EHİL OLANLAR VE ADALETLE HÜKMEDENLER” OLMASI GEREKTİĞİ DE KESİNDİR.

 Hüküm ve yetki sahibi, içimizden de olsa / bizim seçtiğimiz de olsa, “ehil değilse ve adaletle hükmetmese bile,  Allah’ın emri ve isteği budur diye bu ayete yorum getirmek, ayetin anlamını kaydırmak ve saptırmaktır. Allah’ın böyle bir uygulamaya rızasının olacağını Kuran’ın verdiği mesajda var olduğunu söylemek muhaldir. (Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız) .

“ÇÜNKÜ ALLAH ZALİMLERİ / ZULME SAPANLARI SEVMEZ” (3 / 57, 140; 42 / 40)


Yine “Allah Yolunda Cihad “ kavramı çerçevesinde , günümüzde “Müslümanlar, tartışmaya girdiği konuları Allah ve Resulune / Elçisine nasıl arz edecekler” birlikte düşünelim:

 Kuran’a bakınca şunu görmekteyiz ki Allah’a ve elçisine itaat iki ayrı kavram değildir. Bu yüzden “Allah’a uymak için Kuran’a, elçiye uymak için ise Kuran dışında başka kitaplara uymalı” görüşü hatalıdır.

 Kuran ayetlerinin gösterdiği gibi, “Allah ve elçisi” tek bir hukuk ve itaat kaynağına karşılık gelir.

 Çünkü Allah ve elçisi iki ayrı dinî kaynak getirmezler. Allah’ın gönderdiği ve elçisinin inananlara ilettiği mesaj “tek”tir. O tek kaynak Kuran’dır.

 İtaat ve boyun eğmenin yöneleceği tek otorite Allah’tır. Ancak Allah her kulu ile tek tek görüşmediği için insanlar arasından birisini seçip, yasalarını ve emirlerini o kulu aracılığı ile diğerlerine iletmiştir. Allah’ın mesajını diğer kullara ulaştıran bu kişiye “peygamber” (nebi)  ve “elçi” (Resul) denir. O kişi ‘peygamber’(nebi) dir çünkü Allah mesajını ona iletir. Aynı zamanda o kişi ‘elçi’(resul)dir çünkü mesajı kendisine saklamaz, diğer kullara iletir.

 Elçi(resul), insanları bu yasalara uymaya çağırmakla kalmaz, kendisi de bu yasaya uymakla yükümlüdür.

 Elçi(resul) kendi fikirlerini değil, kutsal mesajı insanlara iletir. Elçinin dinî anlamda Kuran dışında getirdiği bir söz yoktur:

 BU YÜZDEN ALLAH VE ELÇİSİ İKİ AYRI KAYNAK DEĞİLDİR.


Allah’a ve elçisine itaat, tek bir kaynağa, yani Allah’ın indirdiği Kitap’a uymakla mümkün olur.

 VE İŞTE TAM BU NOKTADA HATIRLAYIN Kİ: ZAMANIMIZ İNSANLARINA KUR’AN (ve Türkçeye/anadillerine çevirileri /mealleri), ALLAH’IN RESULÜDÜR, ELÇİSİDİR. (Bakınız: 3/101; 5/15; 11/1-3; 14/1; 27/2,77, 32/3; 34/6; 42/52; 51/50-51; 65/11.)

 Bu sebeple  herhangi bir din konusu ile ilgili olarak beyyine aradığımızda, Allah tarafından korunan (15 / HİCR / 9) Kuran’a bakmamız ve Kuran’daki ayetleri, selim bir kalp ve Allah’ın verdiği akıl ile değerlendirmemiz  yeterli olacaktır.


Şimdi yine “Allah Yolunda Cihad “ kavramı çerçevesinde devamla, günümüzde “Müslümanlar, tartışmaya girdiği konuları Allah ve Resulune / Elçisine  arz ederek yani Kuran mesajı ışığında değerlendirdiği” ve Hüküm ve yetki sahiplerinin işlerinin ehli olmadığı ve adaletle hükmetmediği, zulme saptığı hal ve durumda onlara itaat konusunda yapması gerekenleri  birlikte düşünmeye devam edelim:

 Yukarıda gerekçelendirildiği gibi,  Hüküm ve yetki sahibi, içimizden de olsa / bizim seçtiğimiz de olsa, “ehil değilse ve adaletle hükmetmese bile,  Allah’ın emri ve isteği budur diye Kuran ayetlerine  yorum getirmek, bu  ayetlerin anlamını kaydırmak ve saptırmaktır. Allah’ın böyle bir uygulamaya rızasının olacağını Kuran’ın verdiği mesajda var olduğunu söylemek muhaldir. (Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksızdır) .

 Bilindiği gibi, “Emri maruf, nehyi münker / İyiyi öğütleyip, kötüden sakındırmak” , Müslümanlara Farz-ı Kifayedir ve Dini referansları  özel çıkarlar için saptırıp, istismar etmek (kötüye kullanmak) da Allah ile aldatmaktır.

Beyyine / delil olarak gösterilen Kuran ayetlerine, “hak” söze getirilen “batıl” yorumlara,  anladığınca  karşı çıkıp düzeltmeyenler, riyakâr / ikiyüzlü konumuna düşerler.

Ayrıca tüm toplumu ilgilendiren  konularda, toplumu gerçeklerden uzaklaştıran,  önemli  yanlış değerlendirme ve anlayışları doğru bildiğince ve samimiyetle Allah’ın rızasını gözeterek maddi manevi gücü nispetinde  düzeltmeyenler,  Topluma karşı görevlerini yapmamakla ve sorumluluklarını  yerine getirmemekle ve “Zulmü ve zalimi desteklemekle, zalimin zulmüne ortak olmakla”  Allah katıda sorumlu olurlar.

Bu durumda Müslümanlara düşen görev, sesiz ve tepkisiz kalarak, zalim olan hüküm ve yetki sahiplerine itaat etmek değil, onları desteklemek değil; Haklının, mazlumun yanında olup, gücü nispetinde yanlışlıkları ve haksızlıkları düzelmek için meşru (kanuna ve dine uygun) gayret ve çabayı göstermektir


 Bakınız bu konuda Allah Kuran’da ne diyor:

4. sure (NİSA) 95. ayet

Y.N. Öztürk Meali:  
“ İnananların; özür sahibi olmaksızın oturanlarıyla, Allah yolunda malları ve canlarıyla didinip gayret gösterenleri aynı değildir. Allah, malları ve canlarıyla gayret gösterenleri oturanlara derece bakımından üstün kılmıştır. Allah hepsine güzellik vaat etmiştir ama cihat edenleri, çok büyük bir ödülle, oturanlardan üstün kılmıştır. “

Allah bize gözler verdi,  kalp verdi;  kulak verdi, bir dil iki dudak verdi. Akıl verdi, gönül verdi.

Anlama ve yapma gücü verdi.

 Allah’a, kendimize ve çevremize karşı görevlerimiz ve sorumluluklarımız var.

 Hepimizin dönüşü Allah’a;  Bu günün bir de kaçınılması mümkün olmayan bir “hesap günü” var.

Bilinçli, şirksiz İman odur ki: Yalnız ve ancak Allah’a kul olanlar, Allahtan başkasına asla kul olmaz; yalnız ve ancak Allah’tan korkanlar, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmaz.

Şüphesiz ki: Hak’ ka hizmet halka hizmettir ve “hak”  için halka hizmet de Hak’ka hizmettir ve bunlar,  Allah yolunda yapılan birer Cihattır. Bu cihadı yaparken Hayırlarda yarışalım.

Hayırlarda yarışalım ki, Allah işimizi tamam, akıbetimizi de hayırlı eylesin İnşallah.


Bu konuyu, her çeşit “Seçim” ve “Tercih” lerinizde hatırlayıp değerlendirmeniz dileği ile, Hamd Allah’a; Selam da kula kulluk etmeyen,  yalnız ve ancak Allah’a kul olanlara…




CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ İLE İLGİLİ OLARAK AZİZ MİLLETİME AÇIK DUYURU

Seçim öncesi “Geçmişi Muhasebe ve Geleceği Şekillendirme” Kapsamında Değerlendirilmesi Umuduyla
İlgililere ve Kamuoyuna Saygıyla Duyurulur:

Millî ve milletler arası belgelerdeki bütün bu kayıtlar şunları göstermektedir.

1. Türkiye bağımsız bir devlettir. 
Türkiye’nin bağımsızlığının kaldırılması ancak düşman devletler tarafından istenebilir. Türkiye de elbette düşmanlığa düşmanlıkla karşılık verir. Bu, Türkiye’nin millî ve uluslararası hukuktan doğan en tabii hakkıdır.

2. Türkiye, sınırları uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş, bütünlüğü olan bir devlettir. 
Özerklik veya federasyon gibi bütünlüğü ve sınırları bozucu talepler, ancak düşman güçler ve devletler tarafından dile getirilebilir. Elbette Türk halkı da bu taleplere gereken karşılığı verir. Ve bu karşılık halkımızın millî ve uluslararası hukuktan doğan en tabii hakkıdır.

3. Türkiye halkına Türk denir ve dolayısıyla Türkiye, Türk halkının devletidir. 
Devlete, Türk’ten başkasını ortak edecek veya devleti Türk halkının devleti olmaktan çıkaracak bir teşebbüs Türk halkı tarafından yok edilir. Türk halkının böyle bir teşebbüsü önlemeye ve yok etmeye hakkı vardır ve bu hak millî ve uluslararası hukuktan kaynaklanır.

Türk milleti vakurdur ve sessizdir. Bu vakar ve sessizliği hiç kimse teslimiyet olarak yorumlamaya kalkışmamalıdır.

“Özerklik, ortaklık, federasyon” gibi kavramları ağızlarına sakız edenler, Türk milletinin hak ve hukukunu korumak için, İstiklal Savaşında olduğu gibi yine kükreyeceğini akıllarından çıkarmamalıdırlar.

Aynı şekilde “Türk”ü birtakım etnik gruplarla aynı sıraya koyanlar da akıllarını başlarına devşirmelidirler.

Akıllarından geçenin ancak düşman ülke yönetimlerinin aklına gelebilecek bir “düşmanlık göstergesi” olabileceğini idrak etmelidirler.

Bu tür ifade ve kavramları Türk halkı da kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle, işçisiyle memuruyla, çiftçisiyle esnafıyla, siviliyle askeriyle bu şekilde değerlendirecektir.

Yeni anayasa söylemleriyle Türkiye’yi dönüştürmeye yeltenenler şu cümleyi zihinlerine kazımalıdırlar:

 “Türkiye Devleti bağımlılaştırılamaz, bölünemez ve Türklükten uzaklaştırılamaz.”

 (Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN - Yeni Çağ - 28 Aralık 2011)

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" ve diyebilenlere...


Selam...



​ T.C. / M. Kemal Adal 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder