Ve Son
Bir Hatırlatma:
CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ İLE İLGİLİ OLARAK AZİZ MİLLETİME AÇIK
DUYURU
Bu yazının muhatabı
da, genelde Aziz Türk Milleti (TC: Vatandaşları), özelde, Müslüman’ım diyen,
“mütedeyyin” müminler (inananlar) ile içimizdeki “Hüküm ve yetki
sahipleri” ve onların bilinçli veya bilinçsiz yandaşlarıdır. MKA.
FİRAVUNLARI KİM YARATTI?
“Kur’an’a göre, firavunları
üretenler, zulme, diktatörlüğe tepkisiz kalarak zalimlere uşaklık edenlerdir.
……….
Kur’an’dan öğreniyoruz ki,
mazlum bildiğimiz birçok halk aslında pasif zalim oldukları için ezilip
horlanmıştır.
Mazlum gerçek
mazlumsa zalimin uzun süre egemen olması söz konusu değildir.
Zulüm, din veya dinsizlik adı
altında uzun süre devam ediyorsa bunun sebebi zalimlere uşaklığı hüner sanan
bir halkın, en azından bir satılmışlar ekibinin varlığıdır.
Bu ekip, ‘pasif zalimler ekibi’dir. Pasif zalimlik; zulme
başkaldırması gerekirken, küçük çıkarlar yüzünden zalimlere karşı sessiz kalan,
böylece onlara dolaylı destek veren kişi ve toplumların sıfatıdır.
Kur’an’ın bu noktadaki tezi şudur:
Aktif zalimlerin birçoğunu,
pasif zalimler, yani zulme bir biçimde uşaklık edenler yaratmıştır.
Kur’an’ın bu anlamda devrim yaratan tespiti Zühruf
suresinin 54-56. ayetlerinde verilmiştir.
(İşte toplumunu böyle küçümsedi, onlar
da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum idiler. Onlar bizi bu
şekilde öfkelendirince, biz de onlardan öç aldık; hepsini
suya gömüverdik. Onları, sonra
gelecekler için eski bir örnek yaptık.
43 / ZUHRUF / 54- 56. ayet meali - MKA)
Ne var ki, geleneksel tefsirlerin büyük kısmı, Arabizmin İslam’a ve Müslümanlara
egemen olduğu dönemlerde yazıldığı için anılan ayetlerin mesajını bütün
açıklığıyla ortaya konamadı. Bu mesajı ortaya koymak, ölüm fermanını
imzalamakla eş anlamlıydı. Nitekim fetvalarıyla bu ayetlerin mesajını hayata
geçirmeye kalkan İmamı Âzam Ebu Hanîfe, bunun faturasını hayatıyla ödemiştir.
Bu ayetlerin devrim niteliğindeki mesajı üzerinde
hakkıyla konuşmak için dinin saltanat aracı olmaktan çıkarılmış olması gerekir.
Aksi halde, o mesajı telaffuz eden, o coğrafyadaki yönetimlere isyan etmiş sayılır.
Hem o mesajı açıklamak hem de isyan
etmiş sayılmamak ancak laik bir sistemin egemen olduğu ülkede mümkündür.
Saltanat dincisi firavun
yamakları, bunu bildikleri için, temel uğraşlarının başına, laiklikle
mücadeleyi koymuşlardır.”
(Yaşar Nuri Öztürk – 4 Haziran 2013 Yurt
Gazetesi, firavunları kim yarattı başlıklı makalesinden alıntıdır.)
1. CİHAD VE İTAAT
a. Ku’ran’daki “Cihad kavramı”
hakkında,
"Bizim
uğrumuzda cihat edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz.
Şüphesiz Allah mutlaka yararlı işleri en güzel biçimde yapanlarla
beraberdir" (Ankebût, 29/69) anlamındaki âyette geçen "Allah yolunda cihâd" kavramına dikkatinizi çekmek
istiyorum.
Bu ayetteki anlamıyla "Allah yolunda
cihâd"; düşmanlarla fiilen savaşmayı değil,
Allah'ın dinine yardım etmeyi,
İslâm'a karşı çıkanlarla en güzel şekilde mücadele etmeyi,
Zulmü önlemeyi,
Emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i `anil-münker görevini yapmayı ve
Allah'a
itaat edebilmek için nefisle mücadele etmeyi ifade eder.
Bu Bağlamda:
Adaletsizlik ve
haksızlık (zulûm) karşısında susmayıp doğru sözü söylemek de cihattır (Tirmizî,
Fiten, 13, IV, 471):
b.Bir Söz:
"Adaletsizliği önleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir ama ; adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz bir zaman asla olmamalıdır!.."
Elie Wiesel (Nobel Barış Ödülü Sahibi)
c. İki Hadis:
" Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir" Hz. Muhammed (s.a.v)
“Haksızlık karşısında susan dilsiz
şeytandır.” Hz. Muhammed (s.a.v)
d. Ve dikkatinizi çekmek istediğim güncel konumuza açıklık getiren iki Ayet:
4. sure (NİSA) 58. Ayet:
“Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve
insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah
size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar;
Basîr'dir, çok iyi görür.”
4. sure (NİSA) 59. ayet :
“Ey iman sahipleri! Allah'a itaat edin. Resule
ve sizin içinizden olan / sizin seçtiğiniz hüküm ve yetki sahiplerine de itaat
edin. Sonra bir şeyde tartışmaya girdiniz mi, eğer Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsanız, onu Allah'a ve resule arz edin. Böyle yapmanız hem daha hayırlı
hem de sonuç bakımından daha güzeldir.”
Şimdi burada açıklığa kavuşturulması gereken çok önemli husus şudur. “içimizden
olan / bizim seçtiğimiz hüküm ve yetki sahiplerine de itaat “ın kapsamı ve
sınırı nedir? Neye, nelere, nereye kadar itaat edilecektir. Bu konuda “tartışmaya girdiğimizde, eğer Allah’a ve ahiret gününe
inanıyorsak onu Allah’a ve resule / elçiye arz etmemiz gerekiyor ve böyle
yapmamızın hem daha hayırlı ve hem de sonuç bakımından daha güzel
“olduğuna göre, ”Fitneye sebep olmayacak şekilde” bunu ,“Allah’a ve ahiret gününe inananlar /
Müslümanlar “ nasıl doğru algılayıp yapacaktır?
“Allah
Yolunda Cihad “ kavramı çerçevesinde:
Kurana göre, içimizden olan / bizim seçtiğimiz“Hüküm
ve yetki sahipleri” ne itaat konusunun kapsam ve sınırını doğru değerlendirip değerlendirmediğimizi,
Kuran’da verilen bir mesajın doğrultusunda algılayıp algılamadığımızı anlamak ve
beyyineyi / delili / ayeti doğru
yorumlamak için, o ayetin siyakına ve sibakına (öncesi ve sonrasına) bakalım ve
tekrar düşünelim:
“Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil
olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi
emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel
öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür. Ey iman sahipleri! Allah'a itaat
edin. Resule ve sizin içinizden olan / sizin seçtiğiniz hüküm ve
yetki sahiplerine de itaat edin. Sonra bir şeyde tartışmaya girdiniz mi, eğer Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsanız, onu Allah'a ve resule arz edin. Böyle yapmanız hem daha
hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir. (4. sure (NİSA) 58-59. ayet)
4. sure
(NİSA) 58 ayette Allah’ın emri açık, net ve kesindir: ” Şu bir gerçek ki, Allah bize emanetleri, onlara ehil
olanlara vermemizi ve insanlar arasında hükmettiğimizde adaletle hükmetmemizi
emrediyor.”
Öncelikle
içimizden olan ve bizim seçeceğimiz “Hüküm ve yetki sahipleri”ne
bu emanetleri verecek olan Müslümanların işe ehil olanlarını
seçmesi / atandırması ve seçilmiş / atanmış olan Müslümanların da insanlar
arasında hükmettiğinde adaletle hükmetmesi Allah tarafından emrediliyor.
Bundan hareketle 4. sure (NİSA) 59 ayetteki İTAAT EDİLMESİ GEREKENLERİN “bizim
içimizden olan / bizin seçtiğimiz hüküm ve yetki sahipleri” nin, “EMANETE EHİL
OLANLAR VE ADALETLE HÜKMEDENLER” OLMASI GEREKTİĞİ DE KESİNDİR.
Hüküm ve
yetki sahibi, içimizden de olsa / bizim seçtiğimiz de olsa, “ehil değilse ve
adaletle hükmetmese bile, Allah’ın emri ve isteği budur diye bu ayete
yorum getirmek, ayetin anlamını kaydırmak ve saptırmaktır. Allah’ın böyle bir
uygulamaya rızasının olacağını Kuran’ın verdiği mesajda var olduğunu söylemek
muhaldir. (Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız) .
“ÇÜNKÜ ALLAH
ZALİMLERİ / ZULME SAPANLARI SEVMEZ” (3 / 57, 140; 42 / 40)
Yine “Allah Yolunda Cihad “ kavramı
çerçevesinde , günümüzde “Müslümanlar,
tartışmaya girdiği konuları Allah ve Resulune / Elçisine nasıl arz edecekler”
birlikte düşünelim:
Kuran’a bakınca şunu görmekteyiz ki Allah’a ve elçisine itaat iki ayrı
kavram değildir. Bu yüzden “Allah’a uymak için Kuran’a, elçiye
uymak için ise Kuran dışında başka kitaplara uymalı” görüşü hatalıdır.
Kuran ayetlerinin gösterdiği gibi, “Allah ve elçisi” tek bir hukuk ve itaat kaynağına karşılık gelir.
Çünkü Allah ve elçisi iki ayrı dinî kaynak getirmezler. Allah’ın gönderdiği ve elçisinin inananlara ilettiği mesaj “tek”tir. O tek kaynak Kuran’dır.
İtaat ve boyun eğmenin yöneleceği tek otorite Allah’tır. Ancak Allah her
kulu ile tek tek görüşmediği için insanlar arasından birisini seçip, yasalarını
ve emirlerini o kulu aracılığı ile diğerlerine iletmiştir. Allah’ın mesajını
diğer kullara ulaştıran bu kişiye “peygamber” (nebi) ve “elçi” (Resul) denir. O kişi ‘peygamber’(nebi)
dir çünkü Allah mesajını ona iletir. Aynı zamanda o kişi ‘elçi’(resul)dir çünkü
mesajı kendisine saklamaz, diğer kullara iletir.
Elçi(resul),
insanları bu yasalara uymaya çağırmakla kalmaz, kendisi de bu yasaya uymakla
yükümlüdür.
Elçi(resul) kendi fikirlerini değil, kutsal mesajı insanlara iletir. Elçinin dinî
anlamda Kuran dışında getirdiği
bir söz yoktur:
BU YÜZDEN ALLAH VE ELÇİSİ İKİ AYRI KAYNAK DEĞİLDİR.
Allah’a ve elçisine itaat, tek bir kaynağa, yani Allah’ın indirdiği Kitap’a
uymakla mümkün olur.
VE İŞTE TAM BU NOKTADA
HATIRLAYIN Kİ: ZAMANIMIZ İNSANLARINA KUR’AN (ve Türkçeye/anadillerine çevirileri /mealleri),
ALLAH’IN RESULÜDÜR, ELÇİSİDİR. (Bakınız: 3/101; 5/15;
11/1-3; 14/1; 27/2,77, 32/3; 34/6; 42/52; 51/50-51; 65/11.)
Bu sebeple
herhangi bir din konusu ile ilgili olarak beyyine aradığımızda, Allah tarafından korunan (15 / HİCR / 9) Kuran’a
bakmamız ve Kuran’daki ayetleri, selim bir kalp ve Allah’ın verdiği akıl ile
değerlendirmemiz yeterli olacaktır.
Şimdi yine “Allah Yolunda Cihad “ kavramı
çerçevesinde devamla, günümüzde “Müslümanlar,
tartışmaya girdiği konuları Allah ve Resulune / Elçisine arz ederek yani Kuran mesajı ışığında
değerlendirdiği” ve Hüküm ve yetki sahiplerinin işlerinin ehli
olmadığı ve adaletle hükmetmediği, zulme saptığı hal ve durumda onlara itaat
konusunda yapması gerekenleri birlikte
düşünmeye devam edelim:
Yukarıda
gerekçelendirildiği gibi, Hüküm ve yetki
sahibi, içimizden de olsa / bizim seçtiğimiz de olsa, “ehil değilse ve adaletle
hükmetmese bile, Allah’ın emri ve isteği budur diye Kuran ayetlerine yorum getirmek, bu ayetlerin anlamını kaydırmak ve saptırmaktır.
Allah’ın böyle bir uygulamaya rızasının olacağını Kuran’ın verdiği mesajda var
olduğunu söylemek muhaldir. (Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi
olanaksızdır) .
Bilindiği gibi, “Emri
maruf, nehyi münker / İyiyi öğütleyip, kötüden sakındırmak” , Müslümanlara
Farz-ı Kifayedir ve Dini referansları özel çıkarlar için saptırıp,
istismar etmek (kötüye kullanmak) da Allah ile aldatmaktır.
Beyyine / delil olarak gösterilen Kuran ayetlerine, “hak”
söze getirilen “batıl” yorumlara, anladığınca karşı çıkıp
düzeltmeyenler, riyakâr / ikiyüzlü konumuna düşerler.
Ayrıca tüm toplumu ilgilendiren konularda, toplumu gerçeklerden
uzaklaştıran, önemli yanlış değerlendirme ve anlayışları doğru
bildiğince ve samimiyetle Allah’ın rızasını gözeterek maddi manevi gücü
nispetinde düzeltmeyenler, Topluma karşı görevlerini yapmamakla ve
sorumluluklarını yerine getirmemekle ve “Zulmü ve zalimi desteklemekle,
zalimin zulmüne ortak olmakla” Allah
katıda sorumlu olurlar.
Bu durumda Müslümanlara düşen görev,
sesiz ve tepkisiz kalarak, zalim olan hüküm ve yetki sahiplerine itaat etmek
değil, onları desteklemek değil; Haklının, mazlumun yanında olup, gücü
nispetinde yanlışlıkları ve haksızlıkları düzelmek için meşru (kanuna ve
dine uygun) gayret ve çabayı göstermektir
Bakınız bu konuda Allah Kuran’da ne
diyor:
4. sure (NİSA) 95. ayet
Y.N. Öztürk Meali:
“ İnananların; özür sahibi
olmaksızın oturanlarıyla, Allah yolunda malları ve canlarıyla didinip gayret
gösterenleri aynı değildir. Allah, malları ve canlarıyla gayret gösterenleri
oturanlara derece bakımından üstün kılmıştır. Allah hepsine güzellik vaat
etmiştir ama cihat edenleri, çok büyük bir ödülle, oturanlardan üstün
kılmıştır. “
Allah bize gözler verdi, kalp verdi;
kulak verdi, bir dil iki dudak verdi. Akıl verdi, gönül verdi.
Anlama ve yapma gücü verdi.
Allah’a, kendimize ve çevremize karşı görevlerimiz ve sorumluluklarımız
var.
Hepimizin dönüşü Allah’a; Bu günün
bir de kaçınılması mümkün olmayan bir “hesap günü” var.
Bilinçli,
şirksiz İman odur ki: Yalnız ve ancak Allah’a kul olanlar, Allahtan başkasına
asla kul olmaz; yalnız ve ancak Allah’tan korkanlar, Allah’tan başka hiçbir
şeyden korkmaz.
Şüphesiz ki: Hak’ ka hizmet halka
hizmettir ve “hak” için halka hizmet de Hak’ka
hizmettir ve bunlar, Allah yolunda yapılan
birer Cihattır. Bu cihadı yaparken Hayırlarda yarışalım.
Hayırlarda yarışalım ki, Allah işimizi tamam, akıbetimizi de hayırlı eylesin İnşallah.
Bu konuyu, her çeşit “Seçim” ve
“Tercih” lerinizde hatırlayıp değerlendirmeniz dileği ile, Hamd Allah’a; Selam
da kula kulluk etmeyen, yalnız ve ancak Allah’a
kul olanlara…
CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ İLE İLGİLİ OLARAK
AZİZ MİLLETİME AÇIK DUYURU
Seçim öncesi “Geçmişi Muhasebe ve
Geleceği Şekillendirme” Kapsamında Değerlendirilmesi
Umuduyla
İlgililere ve Kamuoyuna Saygıyla Duyurulur:
Millî ve milletler arası
belgelerdeki bütün bu kayıtlar şunları göstermektedir.
1. Türkiye bağımsız bir devlettir. Türkiye’nin bağımsızlığının kaldırılması ancak düşman devletler tarafından istenebilir. Türkiye de elbette düşmanlığa düşmanlıkla karşılık verir. Bu, Türkiye’nin millî ve uluslararası hukuktan doğan en tabii hakkıdır.
2. Türkiye, sınırları uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş, bütünlüğü olan bir devlettir. Özerklik veya federasyon gibi bütünlüğü ve sınırları bozucu talepler, ancak düşman güçler ve devletler tarafından dile getirilebilir. Elbette Türk halkı da bu taleplere gereken karşılığı verir. Ve bu karşılık halkımızın millî ve uluslararası hukuktan doğan en tabii hakkıdır.
3. Türkiye halkına Türk denir ve dolayısıyla Türkiye, Türk halkının devletidir. Devlete, Türk’ten başkasını ortak edecek veya devleti Türk halkının devleti olmaktan çıkaracak bir teşebbüs Türk halkı tarafından yok edilir. Türk halkının böyle bir teşebbüsü önlemeye ve yok etmeye hakkı vardır ve bu hak millî ve uluslararası hukuktan kaynaklanır.
Türk milleti vakurdur ve sessizdir. Bu vakar ve sessizliği hiç kimse teslimiyet olarak yorumlamaya kalkışmamalıdır.
“Özerklik,
ortaklık, federasyon” gibi kavramları ağızlarına sakız edenler, Türk milletinin
hak ve hukukunu korumak için, İstiklal Savaşında olduğu gibi yine kükreyeceğini
akıllarından çıkarmamalıdırlar.
Aynı şekilde “Türk”ü
birtakım etnik gruplarla aynı sıraya koyanlar da akıllarını başlarına
devşirmelidirler.
Akıllarından geçenin
ancak düşman ülke yönetimlerinin aklına gelebilecek bir “düşmanlık göstergesi”
olabileceğini idrak etmelidirler.
Bu tür ifade ve
kavramları Türk halkı da kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle, işçisiyle
memuruyla, çiftçisiyle esnafıyla, siviliyle askeriyle bu şekilde
değerlendirecektir.
Yeni
anayasa söylemleriyle Türkiye’yi dönüştürmeye yeltenenler şu cümleyi
zihinlerine kazımalıdırlar:
“Türkiye Devleti bağımlılaştırılamaz, bölünemez ve
Türklükten uzaklaştırılamaz.”
(Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN - Yeni
Çağ - 28 Aralık 2011)
|
"NE MUTLU TÜRKÜM
DİYENE" ve diyebilenlere...
Selam...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder