İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

5 Nisan 2017 Çarşamba

CAMİLERİ RİYA BATAKLIĞINA DÖNÜŞTÜREN ZİHNİYET


Yaşar Nuri Öztürk
11 EYLÜL 2012

 İslam’ın şirke geçit vermeyen mesajını tarih içinde en iyi kavrayanlardan biri olan Hz. Ömer, sabah namazlarının arkasından halka vaaz vermek için izin isteyen birine bu izni vermemiş, adamın, “İnsanlara öğüt vermemi engelliyor musun? Öğüt vermekte ne sakınca olabilir?” serzenişine ise asırlara ders olan şu muhteşem cevabı vermiştir:
Böyle, namazların peşinden vaazlar vere vere böbürlenip şişerek ta Süreyya yıldızına kadar uzayabileceğimizden korkmaktayım.” (Heytemî, ez-Zevâcir, 1/79) Korktuğu aynen olmuştur. 

 Hz. Peygamber’in “Dört rekât olarak evlerinizde kılın, camiye sakın sokmayın, aksi halde ilerde bunu farzlaştırırlar!” talimatı vererek camiye sokulmasını engellediği ‘teravih’ namazını,  ‘Ömer’in sünnetidir’ gerekçesiyle 20 rekâta çıkarıp camiye sokarak âdeta farzlaştıranlar aynı Ömer’in az önce değindiğimiz sünnetine neden hiç kulak asmazlar; neden bu sünneti hayata geçirmek için kıllarını kıpırdatmazlar? Kıpırdatmazlar, çünkü bu ‘sünnet’, işlerine gelmemektedir.

 Kitleleri din adına ‘sayı ve fotoğraf müptelası’ yapanlar, Peygamber’in ilan ettiği şu temel ilkeyi halka hiç hatırlatmadılar: 
Dininde samimi ol, azıcık bir ibadet sana yeter .” (Heytemî, ez-Zevâcir, 1/82) 


Camilerde eğitim hizmeti olsun ama birilerini ‘kutsal adamlık’ payesine ulaştırmak şeytanlığı güden ‘sahte öğütçülük, salya sümük aktörlükleri, şeytancıl gözyaşı numaraları’ olmasın. 

Bu millet şunu unutmuşsa yazıklar olsun bu millete: Türk halkının ırz ve namusunu ayaklar altına alan haçlı işgalcileri topraklarımızdan sürüp atmak için kelle koltukta cihada girişen Müdafaai Hukuk ve Kuvayi Milliye kadrolarını ‘Katli vacip haydutlar’ diye yaftalayan sarıklı namussuzlar bu lanetli zehirlerini cami kürsülerinden kusuyor, şeyhülislam fetvası olarak işgalciler eliyle dağıtıyorlardı. Şimdi biz buna ve bunun bugünkü devamı olan yapılanmalara din mi diyeceğiz? 


Buna hâlâ ‘din’ diyen ve tavrını ona göre belirleyen şerefsizler elbette ki vardır ve olacaktır. Biz çok iyi biliyoruz ki,  emperyalizme hizmeti din olarak öne çıkaran ‘bağımsızlık ve özgürlük düşmanı öğütçülük’ yani örtülü şirk dinciliği yoğunlaştıkça Türkiye’de ahlaksızlık, yolsuzluk ve şiddet de yoğunlaşıyor. 

Gayet tabiîdir bu. Öyle tencereye böyle kapak. Riya aktörlüğünün götüreceği başka bir yer yok!


Öğüdün de eğitimin de en iyi ve en güvenli yeri mekteptir . Camiye gelince, İslam’ın zaten ibadet için özel mekân talebi yoktur. Herkes namazını niyazını istediği yerde yerine getirir. İslam’a göre, bütün yeryüzü mabet, bütün meşru filler ibadettir. 

Omurga gerçek şudur: İslam’ın ibadeti birkaç rekât namazdan ibaret değildir. Başka ibadetler de vardır ve onlar namazdan daha önemlidir. Çünkü namazın aksine, onlara riya bulaşma ihtimali daha azdır. Bu yüzden onlar daha erdiricidir. 


TEMEL İBADET OKUMAKTIR, NAMAZ DEĞİL! 

Kur’an’a göre, mesela, okumak, özellikle Kur’an okumak namazdan daha önemli, daha öncelikli ve daha erdirici bir ibadettir. 

Kur’an’ın emrettiği temel ibadet okumaktır, namaz kılmak değil. Dahi ilahiyatçı Prof. Hüseyin Atay’ın ifadesiyle, “Din meselesinde namaz zurnanın son deliğidir. Onu ilk delik yapanlar İslam’a kötülük ettiler.” (Ayrıntılar için bizim, Kur’an’ın Temel Buyrukları adlı kitabımıza bakılmalıdır) 

Bu gerçeklerden söz eden bir ‘öğütçü’ gören varsa söylesin! 


Putlaştırılmış birilerinin reklamını yapmak için bir tür ‘film seti’ne dönüştürülmüş camilerden Allah rızası beklemek bir aldanıştan ibaret olmasaydı, yüz bin küsur caminin boy attığı Türkiye, dünyanın refah ve ahlak cenneti olurdu. Oysaki bunun tam tersi olmuştur ve olmaktadır. 


 Cami sayısı arttıkça huzur, refah ve ahlakın paydası düşmektedir. 


 Denebilir ki, “Böyleleri olacaktır diye iyi niyetli öğütçüleri saf dışı etmek doğru mu, onların günahı ne?” 

 Cevap, İslam’ı bilenler için son derece net ve kısadır: “Hüküm, menfaat değil, mefsedet (bozgun, olumsuzluk) esas alınarak verilir.” 

 Mefsedetin miktarı önemli değildir. Bir işte yüzde doksandokuz menfaatle yüzde bir mefsedet yan yana gelse, hüküm yine de mefsedete göre verilir. 





4 Nisan 2017 Salı

BİDATLAR & HURAFELER



YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’ÜN YORUMUYLA
ŞİRK-3

Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün “İslam Nasıl Yozlaştırıldı” isimli kitabından alıntıdır.
www.hanifdostlar.net
www.kuranmuslumani.com


KONU BAŞLIKLARI

-Bidatlar, hurafeler
a) Şirkin bir ateizm olduğunu sanmak veya iddia etmek
b) Şirkin bir dinsizlik olduğunu sanmak veya iddia etmek
c) Şirk aracı yapılan şeylerin sadece eşya (taş-toprak, ağaç vs.) olduğunu
sanmak veya iddia etmek
d) Kutsal değerlerin veya kıymetli insanların şirk aracı olmayacağını sanmak


BİDATLAR & HURAFELER


a. Şirkin bir ateizm olduğunu sanmak veya iddia etmek:


 Şirkin bir ateizmolmadığını yukarda açıkladık. Şunları ekleyelim: Kur’an Mekke müşriklerininAllah’ı kabul ettiklerini açıkça bildirmektedir:

“Onlara ‘gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim boyun eğdirdi?’ diye sorsan, mutlaka şöyle diyeceklerdir: ‘Allah’. Peki nasıl oluyor da döndürülüyorlar?” (Ankebut 61, 63. Ayrıca bkn Lukman 25, Zümer 38, Zuhruf 9,87)

 Kaldı ki Arap cahiliye şiirinde Allah bütün yüceliği ve aşkınlığı ile yer almıştır. Müşriklerin Allah’a karşı tavırları asla söz konusu değildir. Onların tevhit inancı ve peygamberleriyle problemleri, Allah’ın yanına-yöresine ekledikleri aracı-şefaatçı alt-ilahlarının yok sayılmasından kaynaklanmaktadır. Bu alt-ilahları yok saydığı içindir ki, Hz. Peygamberi atalar dinine ihanet etmekle suçladırlar. Mekke müşrikleri kendilerini Allah’ın yakınları ve Beytullah’ın gerçek hizmetçileri sayıyor, bununla övünüyorlardı. Hz. Peygamber ve arkadaşlarını ise Beytullah’a musallat olmuş zındıklar olarak görüyorlardı. ( bk. İbn Teymiye; El Furkan, 9-10)

 Kısacası, şirkin Allah’ı inkâra ilişkin hiçbir sözü ve tavrı yoktur. Onun şikayeti, insanın Allah’a kulluğunda aracı, cennete gidişinde şefaatçı olarak görüp devreye soktuğu alt-ilahların kabul edilmemesidir. Kişi, kavram, kurum, kudret ve nesne olarak değişik görünümleri ve sembolleri olan bu aracılar kabul edildiği anda şirkin peygamberler ve tanrısal kitaplarla hiçbir alıp vereceği kalmıyor. Ne var ki böyle bir kabul, peygamberlerin tanıttığı dinin inkarı oluyor.


b. Şirkin bir dinsizlik olduğunu sanmak veya iddia etmek:


 Bu da büyük bir yanılgıdır, yanlış bilgidir

Kur’an şirki bir din olarak anmakta ve tanıtmaktadır. Hem de zorlu ve köklü bir dindir şirk… (bk. Kafirun Suresi)
                                          
Müşrikler dinsiz insanlar değildir, Hak dinin veya nübüvvetin tanıttığı dinin dışında bir din benimseyen insanlardır. Onlar kendi dinleri içinde dindar insanlardır. Kur’an onların Beytullah içindeki namazlarından bahsetmektedir. Ama bu namaz tevhit ölçülerinin dışına çıkarılmış bir namazdır.

Dahası var: Müşrikler, Beytullah’ta ibadet etmenin kendi hakları olduğunu söyleyerek Hz. Muhammed’i oraya sokmamak istemişlerdir. Hz. Muhammed onlara göre, atalar dinine kötülük etmiş bir zındıktır; Kabeye girmemeli, orada ibadet etmemelidir. Orada ibadet, oraya hizmet ancak ataların dinine saygısı olanların hakkıdır.

 Şirk dininin, peygamberlerin tanıttığı dinden farkı, Allah’ın yanına yöresine şefaatçılar, aracılar koyması ve Allah’a kulluğu bu aracı şefaatçıların onayına bağlamasıdır. Şirk dini bu aracı şefaatçıların bir biçimde hoşnutluğunu kazanmadan gerçek kulluk olacağını, cennete gidilebileceğini kabul etmemektedir.

 Bunun içindir ki, şirk dini ve onun çağdaş fırkacı görünümleri, Allah, sadece Allah anıldığında söz ne denli değerli olursa olsun, önemsemezler. Alt ilahları haline getirdikleri kişilerden bir veya iki cümle söylediğinizde ise yüzleri parıltılar ve gülücüklerle doluverir… Bu, Kur’ana göre tam bir şirk fotoğrafıdır.

Müşriklerden bahisle şöyle deniliyor:

“Dediler ki: Sen, yalnız ve sadece Allah’a ibadet edelim de atalarımızın kulluk-kölelik ettiklerini terk edelim diye mi geldin bize!... (Araf, 70)

Ve şu beyyine:

“ Allah, yalnız başına anıldığında, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle ürperir. O’nun berisindeki ilahlaştırılmış kişiler anıldığında ise hemen müjdelenmiş gibi sevinirler.” (Zümer, 45)

 Başka bir deyişle, şirk dininin Kur’an dininden farkı, cennete gidiş
belgesiyle kulluk belgesinin altında Allah’ın imzası dışında imzaların
gerekli görülmesidir. Kur’anın dini, bu belgelerin altında Allah dışında
hiçbir varlığın imzasını istemiyor. Bu belgeler ya Allah tarafından
imzalanır, geçerli olur; yahut da imzalanmaz, işe yaramaz hale gelir.

 Tevhit dini, adı, esasları, ibadetleriyle “Allah’a özgülenmiş” bir dindir (bk. Araf 29, Ğafir 14,65, Beyyine, 9); şirkin dini ise Allah ve alt -ilahlardan oluşan bir panteona özgülenmiştir.


c. Şirk aracı yapılan şeylerin sadece eşya (taş-toprak, ağaç vs.) olduğunu sanmak veya iddia etmek:


 Şirk konusunda en büyük ve en tehlikeli yanılgı budur. Bu yanılgı, İslamı örtülü şirke yelken açtıranların hesaplarına yaradığı içindir ki, hurafeci-badatçı örf dini şirk aracı olan şeylerin birkaç eşya parçası put olduğunu, bunların da Kâbe’den zaten temizlenmiş bulunduğunu söyleyerek bahsi kapatmak peşindedir. Çünkü şirk aracı olan şeyler, Kur’anın gösterdiği biçimde tanıtılırsa hurafe-bidat dininin durumu çok zorlaşır, hayatı tehlikeye girer, kaleleri yıkılır, nefesi tükenir…

 Hurafeci-bidatçı örf dininin söylediğinin aksine, şirk araçlarının başında insan şerikler gelmektedir. Kur’an bunlara genel bir adla “şüreka” (Allah’a ortak tutulanlar) diyor. Şürekânın çerçevesi içine giren şirk araçları, alt başlıklar olarak şunlardır: Endad, erbab.

Endad; benzer, aynı, tıpkı anlamlarındaki “nidd” sözcüğünün çoğuludur. Kur’an, Allah’a endad tutulmasına da karşı çıkıyor. Endad edinmek, Allah yolunu karartan ve insanı saptıran bir davranıştır. (bk. Bakara 22, İbrahim 30, Zümer,8)

Erbab, rab sözcüğünün çoğuludur ve daima insanlardan oluşur. Sembolü
kullanılmayan tek alt-ilah türüdür. Kur’an; nebilerin, dinde büyük tanınan kişilerin ve nihayet her mevki ve konumda insanın rableştirilebileceğini söylemektedir.


 Rableştirilen kişilerin daima fırkalaştırma, bölüp parçalama aracı olacakları da gösterilmiştir. Yani rableştirme biçiminde sergilenen şirk, aynı zamanda fırkacılık şirki halinde dikkat çekecektir. Kur’an bu inceliği verirken, rableştirilen kişileri Allah’a karşı konumlandırmakta ve onlardan “müteferrik” (fırkalara bölücü, fırkalara bölünmüş) diye söz etmektedir. (bk. Yusuf, 39)

Rableştirme konusunu, eserimizin (İslam Nasıl Yozlaştırıldı, Yaşar Nuri ÖZTÜRK) giriş kısmında genişçe incelediğimizden burada ayrıntıya girmiyoruz.

Şürekâ, şuurlu varlıktan, insandan olur. Kavram, kurum, kudret ve nesneler şürekanın sembolleri olabilir. Sembollere bakıp arka planı unutmamak gerekir.

Şuursuz varlıklardan şürekâ olmaz. Şürekâ, kıyamet günü zoru gördüğünde, dünyada ilahlık tasladıklarını, insanları kendilerine kul-köle ettiklerini inkâr edecektir. (bk. Fatır, 14) Hatta bunlar, kendilerini ilahlaştıranları Allah’a şikâyet ederek: “Bunlar bize ibadet filan etmiyorlardı, yalan söylüyorlar; bunlar bizim de yoldan çıkmamıza sebep oldular” vs. türünden ithamlarla kendilerinden beklenebilecek bir kahpelik göstereceklerdir. (bk. Enam 94, Nahl 86, Yunus 28)

Şürekâ, din kurmak, din adına buyruk koymak gibi yetkiler kullanmaya kalkan varlıklar olarak da tanıtılmaktadır. Bunlar, dinde Allah’ın izin vermediklerini dinleştiren kişi veya odaklardır ki, şirk çocukları tarafından şüreka (Allah’a ortak) olarak öne sürülürler. (bk. Şura, 21)

 Kur’anın bu beyanından anlaşılmaktadır ki, şirkin belirgin özelliklerinden biri de din kurucu sıfat veya yetkisi kullanarak dinde buyruk koymaya kalkmaktır. Sayılan bu nitelikler, cansız eşyanın nitelikleri değildir. Kur’anın “asnam” (putlar) dediği şuursuz-nesneler, bu şuurlu insan şürekanın sadece sembolüdür. Sembol olarak sadece eşya değil, melekler, cinler de kullanılmıştır. (bk. Enam, 100)


d. Kutsal değerlerin veya kıymetli insanların şirk aracı olamayacağını sanmak:


 Allah ile aldatan ve tevhidi örtülü bir şirke doğru kaydıran hurafeci odakların ileri sürdükleri bu iddiaya göre, makbul eşya ve kişileri övmek, yüceltmek, kutsamak şirk olmaz. İşte bu mantıkla peygamberler ilahlaştırılır, sakal kıları mabede sokulup etrafında tavaf edilir, tarikat şefleri, mezhep imamları, hocaefendiler, seyyidler, üstatlar takdis edilir… Çünkü onlar, meşayih-i kiram, ulema-i izam, eimme-i fihamdır, sakalı şeriftir, sadattır, üstat hazretleridir…

 Öte yanda, Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed, kendisine“Sen bizim yücemiz, efendimizsin!” diyen sahabesini, şeytanın keyfine uyarak dine-imana yakışmayan söz söylemekle itham edip “Efendi sadece Allah’tır, Allah!” diye çıkışsın! Önemli olan, rableştirmenin bugün kitle üzerindeki etkisi ve Allah ile aldatma sektöründeki pazar payıdır.

 Ve bu pay, ikiyüzlü siyasetler yüzünden son derece büyümüştür… Pay böylesine büyük olunca insan hırsı ne Allah dinliyor ne peygamber, ne kitap tanıyor ne tanrısal rehber…

 Durum bu olunca, adlarının başına birer şirk afsunlu sıfat eklenmiş kişilerin rableştirilmesi, yarı-tanrı haline getirilmesi yadırganmamalıdır. Yadırgayan olursa, ulema-i kirama, evliya-i izama, sakal-ı şerife hürmetsizlikle suçlanır… Atalar dinine kafa tutanların başına gelenler unutulmamalıdır…


Kaynak: İslam nasıl yozlaştırıldı, Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün “İslam Nasıl Yozlaştırıldı” isimli kitabından alıntıdır.

www.hanifdostlar.net

www.kuranmuslumani.com


(3 YAZININ 3.YAZISIDIR)

Selam...

​ T.C. / M. Kemal Adal