İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

10 Haziran 2017 Cumartesi

KURAN'DAKİ ZEKÂT

UYDURULAN DİN KUR’ANDAKİ DİN. XXXVI. BÖLÜM - 13: KURAN'DA İNANÇ KONULARI, NAMAZ, ZEKÂT, ORUÇ, HAC -13



S.                KURAN'DAKİ ZEKÂT


Kuran'da malların, maddi değerlerin Allah yolunda sarfedilmesi zekat, sadaka, infak gibi kelimelerle, kimi zaman da yoksulu yedirin gibi ifadelerle (örneğin 74-Müdessir Suresi 44) veya mallarla Allah yolunda mücadele etmek (örneğin 4-Nisa Suresi 95) tarzı ifa­delerle anlatılır.

Kuran'da birçok ayette anlatılan bu ibadet, dinimi­ze göre en temel vazifelerimizden biridir.

 Kuran'daki birçok ayette mallarımızdan sarf etmemiz anlatıl­mıştır. Fakat hiçbir ayette "Kuran'a göre zekatın miktarı 1/40'dır" diye bir ifade yer almaz.

Kuran'da birçok ayette anlatılan bu konu­da, eğer 1/40 şeklinde bir ölçü lazım olsaydı, hiç şüphesiz Allah bu­nu kitabında açıklar, bizi yalanlarla dolu başka kitaplara muhtaç et­mezdi.

1/40 şeklinde ölçü getiren mezheplerin bu ölçüsü, halkın bir çoğu tarafından dinin ölçüsü sanılmaktadır.

 Oysa bu ölçü Kuran'da geçmediği gibi, mezheplerin tek ölçüsü de değildir. Mezhepler al­tın, gümüş para gibi değerlerin oranını 1/40 olarak görmüşlerdir. Mezheplere göre devenin zekatının ölçüsü, koyunun zekatının öl­çüsü gibi ölçülerin hepsi birbirinden farklıdır.

Tarladaki ürünün zekatı 1/10'dur. Eğer suyu taşıyarak tarlanıza getiriyorsanız bu öl­çü 1/20'ye düşer. Yani Kuran'da geçmeyen birçok ayrı ölçü zekatta geçerlidir. Üstelik bu ölçüler mantıksızdır.

Niye çiftçilik yapan kişi ürününün 1/10'unu verecekken, altını, gümüşü olan biri 1/40'ı gi­bi bir rakamla çiftçilerin dörtte birini versin?

Çiftçiler tüccarlardan daha mı zengindirler, yoksa çiftçilik tüccarlıktan çok daha avantajlı bir meslek midir?

Devesi olanlarla, koyunu olanların verdiği zeka­tın oranları neye göre farklı? 

 Kuran'da geçmeyen ölçüleri uyduran­ların, uydurduklarında bir akıl, bir basiret görülmüyor. Allah, Kuran'la yetinmemenin sonucunun bu konuda da felaket olduğunu göstermektedir.

Kuran'da geçen "infak" kelimesinin Türkçe karşılığı "harca­mak, sahip olunan mallardan vermek"tir.
                                                                                          
Kuran'da geçen bu keli­me Türkçe'deki harcama kelimesi gibi hem Allah yolunda harca­mayı, hem de bunun dışındaki harcamayı ifade edebilir. Genelde Allah yolunda harcamayı ifade etmek için kullanılmış olan bu keli­me, Allah yolundan alıkoymak için yapılan harcamalar için de kul­lanılmıştır. (Bkz 8-Enfal Suresi 36)

Oysa "sadaka" kelimesi hep "Al­lah yolunda harcamalar" manasında kullanılır.

"Sadaka" kelimesi kökünde "doğrulama" manasına sahiptir. Allah yolunda yapılan harcamaların, Allah'ın hükümlerine inanmanın ve bu hükümleri doğrulamanın bir sonucu olması, "sadaka" kelimesinin bu kökten türemesine sebep olmuş olabilir.

"Zekat" kelimesi ise "temizlenme" manası taşır.

Kuran'da "zekat" kelimesi "sahip olunan değerlerden başkalarına vererek temizlenme" manasında kullanılır.

Nitekim 9-Tevbe Suresi 103. ayette "sadaka vermenin", "temizlenme" yani "zekat" olduğunu anlayabiliriz. Sadakayı zekata eşitleyen bu anlayış kadar, zekatı daha geniş manalı olup, özellikle sadakayı kapsayan bir kavram olarak düşünen bir anlayış da geliştirebiliriz.

Bu anlayışa göre zekat, sahip olunan tüm imkanlardan vererek temizlenmeyi gerektirir. Yani kişi mallardan vererek zekat vazifesini yerine geti­rebileceği gibi, sahip olduğu bilgisinden başkalarını faydalandır­makla da zekat vazifesini yerine getirmiş olur.

Kuran sahip olduğu­muz mallardan, maddi değerlerden kimlere vereceğimizi şu ayetleriyle açıklar:

...yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, özgürlü­ğe kavuşma gayretindekilere veren...
2- Bakara Suresi 177

Sana neyi infak edeceklerini (harcayacaklarını) sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz (harcayacağınız) anne, baba, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlaradır. Hayır olarak yaptıklarınızı şüphesiz Allah bilmektedir."
2- Bakara Suresi 215

Kendilerini Allah yoluna adayan yoksullar içindir ki yeryü­zünde dolaşmaya güç yetiremezler. Onurlarından dolayı, bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanır­sın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayır olarak infaklarınızı (harcamalarınızı) şüphesiz Allah bilmektedir.
2- Bakara Suresi 273

Sadakalar; Allah'tan bir farz olarak yalnızca şunlar içindir: Yoksullar, düşkünler, görevli olanlar, kalpleri ısındırılacak­lar, özgürlüğünü kaybetmişler, borçlular, Allah yolundaki-ler, yolda kalmış kişi. Allah bilendir, hakimdir.
9- Tevbe Suresi 60

Görüldüğü gibi ayetlerden, Allah için yapacağımız harcamala­rın, sadakaların kimlere gideceğini anlıyoruz. Allah yolunda yapıla­cak harcamanın miktarına gelince, bu soru Kuran'da sorulmuş son­ra da cevabı verilmiştir.

Ve sana neyi infak edeceklerini (harcayacaklarını, verecek­lerini) sorarlar. De ki: "Bağışladığınızı". Böylece Allah size ayetlerini açıklar, umulur ki düşünürsünüz.
2- Bakara Suresi 219

  Görüldüğü gibi Allah neyin harcanacağı sorusuna Kuran'da ce­vap vermiştir. Bu cevap ne 1/40'tır, ne de 1/10'dur, ne de başka ra­kamsal bir orandır.

Birçok kişi eğer Kuran çevirilerini incelerse "bağışladığınızı" diye yaptığımız çevirinin "ihtiyaçtan artanı" diye çevrildiğine rastlayabilir.

Tahminimiz bu, Kuran çevirilerinde bir­birini taklit ederek yazmanın ve burada geçen kelimenin Kuran'ın diğer yerlerinde nasıl geçtiğini araştırmamanın neticesidir. Burada bizim "bağışladığınızı" diye çevirdiğimiz ve diğer bazı çevirilerde "ihtiyaçtan artanı" diye çevrilen kelime, "afv"dır.

İsteyen aynı keli­menin geçtiği 2-Bakara Suresi 187, 3-Ali İmran Suresi 152, 3-Ali İmran Suresi 155, 5-Maide Suresi 95, 5-Maide Suresi 101, 9-Tev-be Suresi 43, 42-Şura Suresi 40, 64-Teğabun Suresi 14 ayetlerini inceleyebilir.

Tercümelerde bu ayetlerdeki aynı kelimenin karşılı­ğını "affetmek" ve "bağışlama" olarak bulacaksınız. Fakat "ihtiyaç­tan artanı" şeklinde bir manaya rastlamayacaksınız. Aynı kelime Türkçe'mize de "affetmek" şeklinde girmiştir.

 Ayetten "gözden çı­kardıklarımızı, isteyerek ayırdıklarımızı" vermemiz anlaşılmaktadır.

Bu ayet yapılan harcamaların gönül rızası ile gerçekleşen harca­malar olduğunu gösterir.

Bu yüzden kişinin, ekonomik hayatında vermeye zorunlu tutulduğu vergi, KDV gibi harcamaları ile infakı (sadakayı) gerçekleştirdiğini düşünmek hata olur. Allah yolunda ya­pılan harcamalar gönül rızası sonucudur, ekonomik mecburiyetler, zorla alınmalar buna dahil edilemez.

Kuran'ın mallarımızdan, Al­lah'ın rızık olarak verdiklerinden harcamamızı söyleyen birçok aye­ti vardır. Kuran'da cimrilik kınanmış ve Allah'ın verdiklerinden yi­ne Allah rızası için sarf etmemiz söylenmiştir.

Kuran, özel mülkiye­ti helal kılmış, fakat Allah'ın tüm nimetlerin sahibi olduğu bilinci ile kulların, Allah'ın verdiklerinden sarf ederek sosyal adaleti sağla­malarını istemiştir.

Kuran bize yoksulların malımızda hakkı oldu­ğunu öğretmekte (70-Mearic Suresi 24,25) ve sadaka ile bizim yok­sulların bu hakkını kendilerine teslim edip temizlendiğimizi (zekat verdiğimizi) anlatmaktadır.

Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Üstün kılı­nanlar rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp onda eşit hale gelmiyor. Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?
16- Nahl Suresi 71

Ey iman edenler! Yahudi bilginlerinden ve rahiplerden bir­çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yo­lundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yo­lunda harcamayanları korkunç bir azapla müjdele.
9- Tevbe Suresi 34

 Mallarını Allah yolunda harcayacak kişi, malların gerçek sahi­binin Allah olduğunu unutmayacak, bu konudaki tüm Kuran ayet­lerini göz önünde bulunduracak ve dinimizin çok önem verdiği bu ibadeti gerçekleştirecektir.

Yukarıdaki ayetlerden anlayabileceği­miz gibi ideal olan herkes birbiriyle eşit seviyeye gelene kadar ver­me faaliyetinin devamıdır.

 Sosyal adalet dengesizliğini yaratan hırsla para yığma alışkanlığı, hiç hoş karşılanmamaktadır. Ayrıca 9-Tevbe Suresi 34. ayetindeki ifadeyi göz önünde bulundurarak zekatımızın, harcamalarımızın sahtekar din adamlarına gitmeme­sine, onların mal yığıcılığının aracı olmamasına da dikkat etmeli­yiz. Bu ibadette herkes kendi bütçesine göre elinden geleni yapa­caktır.

Geniş imkanı olan bu geniş imkanından harcasın. Rızkı kı­sıtlı tutulan da Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin.
65- Talak Suresi 7

 Allah bu harcamalarımızın gizli de, açık da olabileceğini söyle­mekte, fakat gizli şekilde vermeyi üstün tutmaktadır.

... Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak infak ederler(harcarlar)...
13- Rad Suresi 22

Sadakaları açıktan verirseniz ne iyi, fakat gizleyip fakirlere verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
2- Bakara Suresi 271

 Bu harcamaların yapılmasında Allah rızası dışında yollara sapı­lıp, gösteriş yapılmaması, verilenin başa kakılmaması da Kuran'da geçer.

262-      Mallarını Allah yolunda harcayıp, sonra da harcama­ların peşinden başa kakıp eziyet vermeyenlerin ödül­leri Rableri katındadır. Onlara korku yoktur ve tasalanmayacaklardır onlar.
263-      Güzel bir söz ve bağışlama peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah cömerttir, yumuşak davranandır.
264-      Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadı­ğı halde insanlara gösteriş olsun diye malını infak eden (harcayan) kişi gibi sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın.
2- Bakara Suresi 262,263,264

 9- Tevbe Suresi 91 ve 92. ayetlerden harcayacak bir şey bula­mayanların üzerinde herhangi bir sorumluluk olmadığı anlaşılmak­tadır.

 2- Bakara Suresi 267. ayette ise düzgün mallardan harcama yapmamız, tiksinilecek şeyleri infak etmememiz anlatılır.

 Kuran servet sahiplerine, mallarında fakirlerin hakkının olduğunun, malın gerçek sahibinin Allah olduğunun dersini verir.

 Uydurma din üretenler, Kuran'da olmayan zekat ölçülerinin yanında, bir malın bir kişide en az bir sene kalması şartıyla zekat ve­rilmesi gerektiği gibi hükümler de getirmişlerdir.

Oysa günümüzde büyük holding sahiplerinin birçoğu bile parasını bir sene bir yerde bekletmemekte, sürekli işlerinde sermaye olarak döndürmektedir­ler.

Borçlu zekat veremez, mal üretiminde kullanılan mallardan ze­kat verilmez gibi Kuran'da olmayan prensipler düşünülürse; kre­diyle iş yapan holdingciler, üretim aracı fabrika olan fabrikatörler hiç zekat vermeyecek, fakat çiftçi ürününü topladığında bunun 1/10'unu, ev hanımı kolundaki bileziğin 1/40'ını her sene zekat ola­rak verecektir.

 Gelenekçilerin bir diğer izahına göre binek için ze­kat verilmez. Bu izaha göre milyarlık arabası olanlar zekat verme­yecek ama 10 kilo domates toplayan 1 kilosunu verecektir.

 Kuran'ın verdiği esnekliğin kaldırılması hoş görülemeyeceği gibi, Kuran'ın bir farzının uydurma izahlarla yok sayılması sonucunu doğuracak izahlar da hoş görülemez. Daha doğrusu Kuran dışı olanın, yani insansalın, Allah'tan olan ile karıştırılması asla hoş görülemez. Bu gayretin sonucunda ortaya çıkan rezalet tablosu ortadadır.

 Kuran diğer konularda olduğu gibi, mallarımızı nasıl harcayacağımızı ve kimlere yardımlar yapmamız gerektiğini de tam ve eksiksiz bir şe­kilde açıklamıştır.

Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça asla iyiliğe eremezsi­niz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir.

3- Ali İmran Suresi 92

UYDURULAN DİN VE KUR'AN'DAKİ DİN E- KİTAPTAN ALINTILANMIŞTIR.

Selam...

​ T.C. / M. Kemal Adal 


4 Haziran 2017 Pazar

‘KENDİ YANLIŞLARIMIZA FETVA VERİR OLDUK’

Hürriyet- Gündem

360 DERECE / İPEK ÖZBEY - Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu

28 Mayıs 2017 - 20:25Son Güncelleme : 29 Mayıs 2017 - 07:31



Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevden almalar, mütedeyyin çevrelerin eleştiri odağındaki şatafat merakı, dünyayı sarsan DEAŞ terörü… Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’yla bir araya gelip bu konuları konuştuk. “Kuran’ı Kerim ile aramız açıldı. Kendi yanlışlarımıza kendimiz fetva verir olduk” diyen Bardakoğlu’na göre çare, ‘güzellik, huzur, hoşgörü’ ayı ramazanda Müslümanların hayatlarını gözden geçirmesi’...

Diyanet İşleri Başkanı’yken verdiğiniz bir mesajda, ramazan ayını, “İradelerin merhametle eğitildiği ve özgürleştiği, ferdi hayatta dindarlığın, sosyal hayatta kaynaşma ve paylaşmanın yoğun olarak yaşandığı” bir ay olarak tanımlıyorsunuz. Bugün olsa neye dikkat çekerdiniz?
Ben ramazanı farklı algılıyorum. Hayat gelip geçiyor ve insanların zaman zaman durup kendini, hayatını gözden geçirmesi gerekiyor. Şirketler yapar ya, biz de onun gibi öz denetim ve muhasebe yapmalıyız. Ötekinin yapıp ettikleriyle, hatta ne kadar dindar olduğuyla ilgilenmek yerine kendimizin ne kadar iyi bir insan, iyi bir dindar olduğuyla ilgilenmemiz gerekiyor.
Siz her zaman ‘insan olma’nın altını çizdiniz. Peki niye kutuplaştık?

Toplum olarak ayrıştığımız, artık birbirimize öfke duyduğumuz doğrudur. Bunlar sosyal birlik beraberliğimiz açısından alarm noktalarıdır. Ortadoğu toplumları barut fıçısı gibi. Birbirlerine duydukları öfkeyi mezhep, din duyarlılığı veya öteki üzerinden dile getiriyor, onlar üzerinden kimlikler şekilleniyor. İslam dünyasının bir kısmı, mesela Şia kesimi 13 asırdır böyle bir öfkeyle yoğruldu. Sonra bu öfke kendilerine de zarar verdi. Sünni kesimde de hep ötekileştirme ve öfke var. Böyle giderse ateş ocağımıza düşer ve bizi de parçalar.
Kutsal kitap güzelliği, bağışlamayı, ahlaklı, düzgün olmayı emrederken DEAŞ neden bombalar patlatıyor, insanlar birbirine kıyıyor?
Kuran’ı Kerim ile aramız açıldı. Kuran’ı Kerim’in bize verdiği öğütlere kulak tıkadık ve kendi yanlışlarımıza kendimiz fetva verir olduk.
Neden?
Çünkü dini bilgi üretiminde metot kalmadı. Serbest pazar mantığıyla fetva arayan, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler kapladı ortalığı. İslam âlimlerinin içinde yaşadığı hayatla ve gerçekliklerle bağı koptu. Üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri tekrar ederek insanlara dini anlattığımızı düşünemeyiz. 50 küsur İslam ülkesi var, paramparçayız. İslam barış dinidir diyoruz ama kimseyi inandıramıyoruz, çünkü birçok yerde Müslümanlar birbirinin boğazını sıkıyor. Birbirinin Müslümanlığını beğenmez oldular, birbirini itham ve tekfir ederek sürekli camdan aşağı atmakla meşguller.
Ama şiddeti üretenler ayetlerden hareket ettiklerini söylüyor...
Önce şiddete karar veriyor sonra Kuran’dan veya gelenekten ona uygun pasajlar seçiyorlar. Aynı kafadakiler dördüncü Halife Hz. Ali’yi de onun dindarlığını beğenmedikleri için öldürdüler. Burada din âlimlerine büyük iş düşüyor.
Din iyi anlatılırsa düzelir mi?
Elbette hayır. Her şeyin altüst olduğu, fırsat eşitliğinin olmadığı, işgaller altında umutların tükendiği, siyasal katılımın olmadığı toplumda sadece din anlatarak insanları mutlu edemeyiz. İslam dünyası acilen bilgi, çalışma, üretme, temizlik, sosyal barış, sosyal adalet, insan hakları, kadın hakları, çevre, özgürlükler, ötekinin hakkı gibi temel konularda zihnini durultmak ve bu konularda mesafe almak zorunda. İslamiyette ibadet sadece kıldığımız namaz değildir. İnsanlığa, dünyanın imarına, sulha, barışa hizmet eden her davranış ibadettir.
Yani İslamiyet bize, her işi bırak, namazını kıl, orucunu tut, ondan sonra dünyanın en gelişmiş ülkesi olursun gibi bir vaatte bulunmuyor, öyle mi?
İslamiyet bize bazı ibadetleri yerine getirdiğin zaman anahtar teslim bir mutluluk da vaat etmiyor. Diyor ki, başarmak ve iyiliğe ulaşmak istiyorsan elini taşın altına koyacaksın. Çalışma, üretme, hak, hukuk, adalet, bir toplumun kalkınması, özgürlüğün korunması için bir şeyler yaparsanız gelişirsiniz. İslam dini dünyada yaşansın diye gönderildi, ahirette değil. Yani dünyayı terk et, hiçbir şey yapma, ahirette kazanırsın mesajını vermiyor. Müslümanlar dünya-ahiret dengesini yitirdiler.

‘Kendi yanlışlarımıza fetva verir olduk’
 ZENGİNİN YANINDA OLAN BİR SÖYLEM
Din ve para ilişkisi, şatafatlı yaşam da tartışılan konulardan biri. Zengin Müslüman olamaz mı, olmamalı mı?

İslam düşüncesi maalesef bu yüzyılda kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin payandası haline geldi. İslam’ın ana kaynaklarının verdiği mesaj sosyal adalet ve hakkaniyet eksenindedir. Ama ne hikmetse İslami düşüncede bu sosyal adalet fikri, fakirin ve mağdurun yanında olma fikri zayıflayıp, giderek güçlünün, zenginin yanında olan bir dini söylem gelişti. Gönlüm isterdi ki, evrensel ilâhî din olan İslam’ın günümüz uleması dünyada kanıksadığımız bunca eşitsizlik, sömürü, adaletsizlik, güçlü ve egemenin oldu bittileri karşısında hakkın sesi olsun, her türlü ayırımcılığa karşı çıksın, bizlere hepimizin Âdem’in çocukları kardeşler olduğumuzu, insan olarak eşit ve değerli olduğumuzu, insanca bir hayatın hepimizin temel hakkı olduğunu hatırlatsın. Ama öyle olmadı ve olmuyor. Olup bitene eleştirel baktığımızda bunu açıkça görüyoruz.
SADAKA KÜLTÜRÜYLE OLMAZ
Kimin suçu?
Burada birçok kesimin suçu var ama İslam âlimlerinin de var. Bizim çağdaş ulema, sermaye ve ekonomik ilişkiler konusunda çağın gerektirdiği bütün taleplere uygun fetvalar üretmeye başladı. İslam uleması tıkandığımız ekonomik alanlarda sorunları aşmada son derece mahirler. Ama insan hakları, kadın hakları, ötekinin hakkı ve özgürlüğü, cinsiyet ayırımcılığı, sosyal adalet gibi daha geniş tabanlı konuları gündeme taşımaya pek istekli değiller. Sadaka ve iane kültürüyle ya da retorikle bunları sağlayamayız.
‘Kendi yanlışlarımıza fetva verir olduk’
‘KUTLU DOĞUM’UN FETÖ İLE ALAKASI YOK’
Diyanet İşleri Başkanlığı geçen haftanın gündemiydi. Önce Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar görevden alındı, ardından Kutlu Doğum Haftası’nın adı değişti. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar hocayı çok beğenirim; iyi bir hadis âlimidir. Kendisinin FETÖ’yle de modernistlikle de en küçük bir ilgisi yoktur. Bildiğim kadarıyla kendisi ilmi çalışmalara dönmek istiyordu. Onun için ayrılmış olmalıdır. Ama onun bilgisi dışında bir görevden alma varsa bunu şık bulmam. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bugüne kadar Kutlu Doğum Haftası adıyla yaptıkları tamamen Hazreti Peygamber’i anlama ve anlatma etkinlikleridir. FETÖ ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ve bunu böyle olduğunu “FETÖ’yle alakası vardır” diye yaygara koparanlar da biliyor aslında.
TARTIŞMANIN NEDENİ
Neden böyle bir tartışma yürüyor öyleyse?
Bazı Müslümanlarda İslam ahlakı eksik olduğu için. Kör bağnazlıklar ahlakımızı da buharlaştırıyor. Niyet okumalar, iftiralar da beraberinde geliyor. Bazı Müslümanlar söze din, ahlak, sevgi diye başlıyor, iki satır sonra dili kılıçlaşıyor, “sapık”, “modernist”, “şucu bucu” diye önüne geleni etiketliyor. Diyanet’e karşı “Kutlu Doğum haftaları, bir FETÖ projesidir” şeklinde bir iftirayı duyunca üzüldüm ve irkildim.
Niye irkildiniz?
Diyanet’in bu projesinin hiç de böyle olmadığını biliyorum. Demek ki insanlar kendi çıkarları, konumları, hesapları söz konusu olunca her türlü iftirayı atıyor, her yolu meşru görüyor. Artık FETÖ’cülük bir maymuncuk gibi, herkesin kendi konumunu güçlendirmek için ötekine doğrulttuğu bir silah oldu.
EKONOMİK SEKTÖR OLDU
Yani suçlamalar çıkar ilişkisinden mi kaynaklanıyor? 

Bugün birçok dini cemaat birer ekonomik sektöre dönüştü. Unutmamalı, Türkiye’de dini gruplar kamusal alana sirayet etmeye başladığı, kapalı ve kayıtdışı olup kendilerine göre dini eğitim vermeye başlarsa sorun büyür, FETÖ’deki gibi. Ülke benzeri oluşumlara gebe demektir.
FETÖ’nün yerini yeni cemaatler doldurur mu?
Bazı kesim ve cemaatler FETÖ’den doğan boşluğu doldurabilmek için siyasetle, kamusal alanla, yaygın ve kayıtdışı dini eğitimle kendi kapsam alanlarını genişletme hesabı yapıyor olabilir. Öyle zannediyorum ki Diyanet İşleri’yle uğraşmaları da bu yüzden. Bir dini cemaat kendisini alternatif diyanet olarak görmeye başlarsa, sonra paralel kamu gücü olmaya doğru da gider. Dini cemaat ve tarikatlar siyaset, kamusal alan, yaygın din eğitimi ve ticaretten elini çekip kendi asli ve sivil hizmet alanlarına çekilmezse, kayıtdışılıktan çıkıp şeffaf ve denetlenebilir olmazsa yeni maceralar yaşamamız kaçınılmaz görünüyor.
‘Kendi yanlışlarımıza fetva verir olduk’
İSLAM DİNİ MÜSLÜMANLAR YÜZÜNDEN MAHCUP
‘Yüzleşme’ kitabınızda, Mısırlı âlimlerin “İslam dini Müslümanların yüzünden mahcup durumdadır” sözüne atıfta bulunuyorsunuz. Sizi mahcup eden şeyler var mı?
Ramazanda olmamız nedeniyle hemen oradan örnek vereyim. Şimdi televizyon programlarını izleyeceksiniz. Reytingi en yüksek programlar en çok menkıbenin anlatıldığı, en çok gözyaşının döküldüğü programlar. Din artık melankoli ve gözyaşı olarak sunuluyor ve algılanıyor. Böyle bir din anlayışı sizi dünya sahnesinde yukarı çeker mi? Hazreti Muhammed’in hayatını öyle bir anlatıyorlar ki, öyle bir hayatın örnek alınması ve yaşanması mümkün değil. Bugün İslam dinini gizemli, esrarengiz bir din olarak sunanlar, asılsız kutsallıklar üretenler aslında kendi din ticaretleri için müşteri artırımı peşindeler. Bu da beni mahcup ediyor.
ANADOLU İNSANIMIZA ÜZÜLÜYORUM
Halk neden bu programları izliyor?
Çünkü onları böyle besledik, “Din, acı, gözyaşı, melankoli ve menkıbedir” dedik. Ya geçmişe özlemle ya da bir kurtarıcı bekleyerek vakit geçiriyoruz. Bireyi ve birey bilincini, birey sorumluluğunu yok ettik. Başımıza geleni de hep “ya Allah’ın gazabı ya da ötekinin kötülüğü” diye anlattık. “Sen sadece dua et, hatta en etkili ve gizemli duayı ve zamanı bul yeter, bunlardan kurtulursun” diyerek piyangocu bir anlayışı besledik. Halkı böyle besleyince onlar da buna uygun hoca tipi istemeye başladı.
Bu anlayış insanlara ne yapıyor?
Geniş halk kitlesi istiyor diye menkıbe ve hurafe dolu bir din anlatanlar farkında olmadan dinin toplumları uyuşturduğu tezini de desteklemiş oluyor. Anadolu’dan gelip, bunu dini bilgilendirme sananlara, boynu bükük dinleyen garip Anadolu insanımıza üzülüyorum.
İSLAMOFOBİ MAHALLEMİZE İNECEKTİR
Sırf bu yüzden dinden uzaklaşanlar oluyor mu?
Harika bir konuya değindiniz. Böyle bir dini anlayışın, çocuklarımız, torunlarımız tarafından nasıl karşılanacağından emin değilim. Artık yavaş yavaş yol ayrımına geliyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız sorguluyor, görüyor, biliyor. Bireyin olmadığı, kadın hakkı, insan hakkı, çevre bilinci, bilgi üretimi, sosyal adalet, hukuk, özgürlük, düşünce gibi temel değerlerin yeterince gelişmediği, sadece melankoli, sadece menkıbe, gözyaşı, ötekileştirme ve öfkenin yer aldığı bir din anlatımı İslamofobi’yi mahallemize indirecektir. Bizim çocuklarımız, torunlarımız da büyük sorular soracaktır.
‘Kendi yanlışlarımıza fetva verir olduk’
DİN ANLAYIŞIMIZ SIĞLAŞTI
İslam dünyası neden sanat üretemiyor, bilimde başarılı olamıyor?
Biz Müslümanlığı sadece inanma ve namaz, oruç, hac gibi belli ritüelleri yerine getirme olarak algıladığımız sürece bu mahcup edici durum devam edecektir. Allah, “Dünyaya inanan ve yararlı iş işleyenler egemen olacaktır” diyor. İslam’ın parlak dönemlerinde biz yararlı iş deyince bilim, teknoloji, insanlara faydalı olma, tıp alanında gelişmeyi anladık. Astronomi, denizcilik, haritada, fende birçok alanda en öndeydik. Demek ki, dinin mesajını anlarsak bunlar olur. Bizim din anlayışımız sığlaştı. Dindarlığı dar bir alana hapsettik. Müslümanlar şeklen dindarlaştıkça, dünyevileşmesi de artıyor. İslam, seccadeni ser ibadetle ömrünü geçir demiyor. Düşünce, bilgi, yararlı iş, temizlik, haklının ve mağdurun yanında olma, iyiliği destekleyip kötülüğü önleme, insanı insan olduğu için sevme hepsi ibadettir.

http://www.hurriyet.com.tr/kendi-yanlislarimiza-fetva-verir-olduk-40472669


​ T.C. / M. Kemal Adal