İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

13 Kasım 2017 Pazartesi

AKLIN KUR'AN'I ANLAMAKTA KULLANILMASI YASAKLANMIŞ MIDIR?





(DİNİ ANLAMADA)
KURAN YETER Mİ?



Kashif Ahmed Shehzada
Çeviren: Afşin Bilgili
Redaktör: Mecid Demir

KURAN’IN, DİNİ ANLAMADA YETERLİ OLDUĞU GÖRÜŞÜNE KARŞI GETİRİLEN İTİRAZLARIN İNCELENMESİ – 12


Yanlış İddia 12: Din ile ilgili konularda “akıl”a yer yoktur. Kutsal mesajı ya da atalarımızın yorumlarını akıl ile anlama teşebbüsünde bulunmamalıyız. Bize düşen onların bizi yönlendirdikleri şeye mütevazı bir şekilde boyun eğmektir. Aklın, Kuran ile ilgili konuları anlamakta kullanılması yasaklanmıştır. Bu yasağa uyarak, atalarımızın bize dinen doğru olarak sunduklarını takip etmeli ve aklımızı devreye sokmamalıyız.


 Düzeltme 12

Allah’ın mesajını kavramada, aklın önemsiz olduğunu iddia etmek büyük bir hatadır.


 Kuran birçok ayetinde insan aklına atıfta bulunmuştur. Kuran’da, kutsal mesajı anlamak için düşünme yeteneklerini kullanmayan insanlar kınanırlar:

Çünkü hareket eden varlıkların (yaratıkların) Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.” (8:22)

Bu durum insanın aklını kullanmadığı zaman düşeceği durumu açıkça betimlemektedir. 


 Böyle bir insan, Kuran’a göre, sadece bu dünyada değersiz ve bayağı bir hayat yaşamakla kalmaz, ahiretini de mahveder:

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehenneme mahkûm ettik. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (7:179)


 Furkan Suresi ise Kuran’ın mesajına karşı aldırışsız kalanları şu şekilde nitelendirmiştir:

Yoksa sen bunların çoğunun işittiklerini, akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar.” (25:44)


 Kutsal mesajın, akılcı bir şekilde analiz edilmesinin önemi aşağıdaki ayettekinden daha net vurgulanamazdı. Ayette cehennem halkı, dünyada iken “akıl”a sahip olduklarını ama onu hayırlı bir amaç için kullanmadıklarını, bu yüzden şimdi cehennemde bulunduklarını itiraf ediyorlar:

Ve: ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!’ diye ilave ederler.” (67:10)


 Yasin Suresi’nde, yine bu kişilere akıllarını kullanma görevlerini yerine getirmedikleri hatırlatılır:

Yemin olsun, şeytan, içinizden birçok nesli saptırmıştı. Aklınızı hiç işletmiyor muydunuz? Alın size, tehdit edildiğiniz cehennem!” (36:62-63)

O halde, ayetlerin de gösterdiği gibi Kuran akla düşman değildir ve onu insanların ruhsal gelişiminde bir engel olarak görmez. 


 Tersine, Allah, insanları akıllarını kullanarak Kuran üzerine derin derin düşünmeye teşvik etmiştir. Nitekim, Kuran akla dikkat çeken ayetlerle doludur. Örneğin:

“Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok çelişki bulacaklardı.” (4:82)

Onlar bu sözü hiç düşünmediler mi?” (23:68)

Sana bu mübarek Kitap'ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (38:29)

Yine de düşünmeyecek misiniz?” (6:50)

Derin derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz.” (10:24)

Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki, öğüt ve uyarınız ondadır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?” (21:10)

Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (3:118)  

İşte bunlardır, Allah’ın kendilerine lanet edip kulaklarını sağır, gözlerini de kör ettiği kimseler... Peki bunlar, Kuran'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (47:23-24)

Kuran, defalarca kez akıl ve anlayışa atıfta bulunur. Birçok ayet göstermektedir ki Kuran insan hayatında akla önemli bir yer verir.


 Allah’ın elçisi de insanlardan kendisine körü körüne itaat etmelerini istememiştir. Onun yerine onları düşünmeye ve kafa yormaya çağırmıştır.Aşağıdaki ayetler ve diğer birçok ayet Kuran’ın düşünmeyi teşvik ettiğini gösteriyor:

Size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer ve teker teker ayağa kalkın, sonra da düşünün!” (34:46)

Allah insanlardan düşünmelerini ve anlama yeteneklerini kullanmalarını bekliyor. Eğer insan bunu yaparsa doğru yolu bulacaktır. Dosdoğru yol ancak aklın ve Allah’ın Kitap’ındaki vahyin ortak yardımı ile keşfedilir ve takip edilir. Bu rehberlik kaynakları birbirinin tamamlayıcısıdır. Eğer olması gereken yerlerinde tutulurlarsa aralarında bir çelişki olmaz.


 Bu yüzden Allah’ın elçisine Kuran’da şu söylettirilmiştir:

De ki, ‘Benim yolum şudur: Basiret (akıl) ile kavranabilen açık bir delille Allah’a çağırırım, aynı şekilde beni izleyenler de... Allah Yücedir, ben ortak koşan birisi değilim.’” (12:108)

Kuran bir yandan aklın ve kavrama yeteneğinin önemini vurgularken, bir yandan da insanların dinî konularda bir kutsal rehbere sahip olmamaları durumunda atalarını körü körüne takip edeceklerini belirtiyor. İnsanlar genellikle ebeveynlerinden ve atalarından aldıkları bilgilere inanmayı sürdürüyorlar. Bu bilgileri akıllarını kullanarak analiz etmiyorlar, eleştirel bir değerlendirmeden geçirmiyorlar.

Birçok insan “Nasıl olur da büyüklerimiz ve sevdiklerimiz hatalı olabilir?” diye düşünerek atalarının inançlarını tamamen doğru kabul etmektedir.

Yine bu kişiler, ebeveynleri ve sözü geçen kişiler tarafından dinî inanç ile ilgili soru sormamaya teşvik edilmiştir. Ebeveynler ve sözü geçen kişiler kendilerinin inandıkları ancak hiçbir kanıta dayanmayan öğretileri körü körüne takip etmeleri konusunda yeni nesillere telkinde bulunmaktadırlar. Miras alınan bu inançlar, çoğu zaman Allah’ın mesajını  kabul etmenin önünde bir engeldir, çünkü ataların inançları çoğunlukla Allah’ın mesajı ile çelişmektedir.

Allah’ın doğru ve gerçek olarak sunduğu kendilerine açıklanınca insanların verdikleri tepki şu şekilde olmaktadır: İnsanlar atalarının, Allah’ın doğru ve gerçek olarak sunduğundan başka bir şeye inandıklarını görürler ancak çoğu zaman atalarının inançlarına tutunmayı sürdürürler. Bu insanlara Kuran’ı takip etmeleri söylendiğinde mazeretleri aynı olmaktadır. Geleneğin gücü onları doğruyu aramaktan alıkoyar.

Onlar doğdukları anda üyesi oldukları mezheplerini ya da tarikatlarını körü körüne takip etmeyi, rehberlik için Kuran’a danışmaya tercih ederler.


 Oysa Kuran’ın bu konudaki tavrı son derece nettir. “Geleneksel olmak” çoğu zaman beraberinde “doğru olma”yı getirmez.

Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dendiğinde, ‘Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!” (2:170)


 Ataların inançlarının, çoğu zaman Allah’ın mesajını kavramakta bir engel oluşturduğunu söylemiştik. Nitekim, insanların Allah’ın elçilerine yönelttikleri itirazlar bunu kanıtlamaktadır:


 Nuh Peygamber’e verilen cevap şöyledir:

Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (23:24)


 Hud Peygamber’e verilen cevap ise şudur:

“Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin?” (7:70)


 Salih Peygamber’e verilen cevap şöyledir:

Atalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun?” (11:62)


 Şuayb Peygamber’e verilen cevap şu şekilde olmuştur:

Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?” (11:87)


 İbrahim Peygamber’in sorusuna verilen cevap şöyledir:

Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.” (26:74)


 Yusuf Peygamber’in kavmine uyarısı ise şöyledir:

O'nun yanında nelere kulluk ediyorsunuz? Sadece birtakım isimlere ki, adlarını siz ve atalarınız koymuştur.” (12:40)


 Musa Peygamber’e ve Harun Peygamber’e ise şu karşılık verilmiştir:

“Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmemiştik.” (28:36)


 Muhammed Peygamber de şu tepki ile karşı karşıya kalmıştır:

Bu, sizi atalarınızın taptıklarından alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir.” (34:43)


 Kuran, ebeveynlerin ve ataların inançlarının körü körüne takip edilmesine şiddetle karşı çıkar. Kuran insanları doğruyu ararken akıl ve mantıklarını kullanmaya teşvik eder. Kuran, iddialarını delillerle desteklemekle kalmaz (Bakınız 4:174, 6:104), kendisine karşı çıkanlara da gerekli kanıtları sorar (Bakınız 21:24, 27:64, 2:111, 37:157).Oysa ataların körü körüne taklit edilmesi onların görüşlerinin sorgulanmadan, kanıt aranmadan kabul edilmesi anlamına gelir. Şeytan, insanları ataların inançlarına körü körüne uymaya teşvik eder; çünkü onun asıl amacı, insanları Kuran’dan uzaklaştırmaktır:

Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ dendiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya şeytan; onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!” (31:21)


 Ne yazık ki birçok insan, kutsal rehberlikle ilgili her konuda Allah’ın Kitap’ına yönelmek yerine atalarını takip etmekte ısrar eder:

Yoksa onlara bundan önce bir kitap verdik de ona mı dayanıyorlar? Hayır! Sadece, ‘Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz’ derler. İşte böyle! Senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek oranın servetle şımarmış kodamanları mutlaka şöyle demişlerdir: ‘Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk; onların eserlerine uyarak yol alacağız.’” (43:21-23) 

 Oysa bizlere düşen, aklın gereklerine ve Kuran’a bakarak atalarımızın inancını bir değerlendirmeden geçirmektir. Bize miras kalan bu inançlar Kuran’ın öğretilerini destekliyor mu yoksa Kuran ile çelişiyor mu? Eğer Kuran’ın rehberliğini gerçek anlamda hayatlarımıza taşımazsak ve atalarımızın inançlarını körü körüne, sorgulamadan takip edersek sonumuzun ne olacağını yine Kuran ayetleri söylemektedir:

Sonra kesinlikle onların dönüşü, çılgın ateşe olacaktır. Çünkü onlar, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı. Şimdi de kendileri onların peşlerinden koşturuyorlar.” (37:68-70)


 Allah o son günde şunu soracaktır:

Ateş yüzlerini yakar; orada suratları çirkin ve gülünç bir halde bulunurlar. ‘Ayetlerim size okunmadı mı? Ve siz onları yalanlamıyor muydunuz?’ Derler ki: ‘Rabbimiz! Azgınlığımız bizi alt etti; biz, bir sapıklar topluluğu idik.’” (23:104-106)


 Bu kişiler o gün bir itirafta bulunacaklardır:

Ve ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!’ diye ilave ederler.” (67:10)


 Bizler kendi yaptıklarımızdan ve inançlarımızdan sorumlu tutulacağız, atalarımızın yaptıklarından ya da inançlarından değil:

“Onlar bir toplumdu; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (2:141)

Kuran bizim kendi yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağımızı, atalarımızın yaptıklarından ve inançlarından sorumlu tutulmayacağımızı açıkça ifade ediyor. Bu yüzden atalarımızın dindarlıklarıyla ilgili tartışmalara girmek anlamsızdır.

Genellikle mezheplerinin vefat etmiş büyüklerinin doğru yola kılavuzlanmış olduğunu ve örnek alınması gerektiğini iddia edenler bu insanların kişilikleri hakkında tahmine ve söylentilere dayalı rivayetler ortaya koyarlar. Öte yandan, onların karşıtları bu iddiaları başka bazı rivayetlere dayanarak reddedip bu kişiler hakkında farklı bir resim çizerler.

Tüm bu mezhepçi, hizipçi iddialar bizimle beraber olmayan ve kendilerinden sorumlu tutulmayacağımız atalarımız ile ilgilidir. Bu yüzden onlarla alakalı tartışmaya girmek anlamsızdır.
Eğer atalarımız kutsal değerlere uygun bir hayat sürdülerse ödüllerini alacaklardır. Ancak bizler, haklarında kesin bilgiye sahip olmadığımız ve yaptıklarından sorumlu tutulmayacağımız kişilerin taraftarı olmamalıyız.


 Hakkında bilgiye sahip olmadığımız konularda tartışmak bizi bir yere götürmeyecektir.
Kuran bizden bu tür faydasız tartışmalara girmememizi ister:

Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17:36)

Kuran doğru bilginin önemini vurgular ve bizlerden onu kabul edip ona uygun şekilde davranmamızı ister. Doğru bilginin dışında kalan ve güvenilir bir rehber olmaktan uzak olan sanılar ise reddedilir.


 Kuran’ın bir ayetinde dediği gibi:

“Sanı gerçeğin yerini tutamaz.” (53:28)

Varsayımlarla yetinmek bize verilen aklı reddetmek anlamına gelir.

Bir insan Kuran’a yeni düşüncelere açık bir zihin ile yaklaşmalı, bunu gerçekleştirirken de yerleşmiş fikirleri ve önyargıları bir kenara bırakmalıdır.

Doğruyu araştırırken duygusal eğilimler yerine aklın yeteneklerinden faydalanılmalıdır

Bunlar, Kuran’a göre, kutsal rehberi anlamanın temel gereklilikleridir. Kuran’a bu şekilde yaklaşmayanlar için Kuran mühürlü bir kitap olarak kalacaktır.

 Sonuç olarak, Allah’ın vahyi olan Kuran ile akıl arasında bir çatışma yoktur. Tersine ikisi birbirini tamamlamaktadır.

 Kuran bizden mesajını kavramamız için aklımızı kullanmamızı isterken bize atalarımızı körü körüne taklit etmememiz konusunda uyarıda bulunur.

Bizler doğruya ulaşmak için sanıya ve miras aldığımız geleneğe güvenmek yerine doğrudan Kuran’a gitmeli, dini tek gerçek kaynağından öğrenmeliyiz.



DİP NOT:

Son Güncelleme: 13 Kasım 2017 / İZMİR

​ T.C. / M. Kemal Adal 

12 Kasım 2017 Pazar

HİKMET, KUR'AN DIŞINDA, OKUNMAYAN, PEYGAMBERE VERİLMİŞ VE GELENEK KİTAPLARINDA BULUNAN GİZLİ BİR VAHİY MİDİR?





(DİNİ ANLAMADA)
KURAN YETER Mİ?



Kashif Ahmed Shehzada
Çeviren: Afşin Bilgili
Redaktör: Mecid Demir

KURAN’IN, DİNİ ANLAMADA YETERLİ OLDUĞU GÖRÜŞÜNE KARŞI GETİRİLEN İTİRAZLARIN İNCELENMESİ – 11


Yanlış İddia 11: Kuran, bazı ayetlerinde elçinin, Kitap’ın ve “hikmet”in (yani bilgeliğin) bilgisini vermekle görevli olduğunu belirtir. Kitap ile Kuran kastedilirken, hikmet ile Kuran dışında, okunmayan, peygambere verilmiş ve gelenek kitaplarında bulunan gizli bir vahiy kastedilir.


 Düzeltme 11

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kuran bir kavram verdiği zaman onu havada bırakmaz,  açıklar. 
Bazı Kuran ayetlerinde Allah’ın elçisinin, Kitap’ın ve hikmetin bilgisini vermekle görevli olduğu söylenir.

 İşte bu noktada, Kuran bizlere Kitap’ın ve hikmetin ne olduğunu açıklamaktadır:

“‘Rabbimiz! İçlerinden onlara, senin ayetlerini okuyacak, kendilerine Kitap'ı ve hikmeti öğretecek, onları temizleyip arındıracak bir elçi gönder. Sen, evet sen, Yücesin, Bilgesin.’” (2:129)

Yemin olsun ki, Allah müminlere lütufta bulunup onları minnettar bırakmıştır: Kendi içlerinde onlara öyle bir elçi gönderdi ki, onlara Allah’ın ayetlerini okuyor, onları temizleyip arındırıyor, onlara Kitap'ı ve hikmeti öğretiyor. Oysaki onlar, bundan önce açık bir sapıklığın tam içindeydiler.” (3:164)

Yukarıdaki ayetlerde ve birçok benzerlerinde elçinin Kitap’ı ve bilgeliği vermekle görevli olduğu söyleniyor.


 Kitap ile kastedilenin Kuran olduğunu aşağıdaki ayetler göstermektedir:

Elif. Lâm. Mîm. İşte sana o Kitap! Kuşku yok onda. Bir kılavuzdur o, sakınanlar için.” (2:1-2)

Rabbinin Kitapı'ndan sana vahiy edileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” (18:27)

Ancak gelenekselciler, hikmet yani bilgelik ile kastedilenin Kitap dışında bir kaynak olduğunu ve bu kaynağın elçiye indirilen başka tür bir vahiy olduğunu iddia etmektedirler. Onlara göre hikmet olarak tanımlanan, okunmayan, bu gizli vahiy Kuran’da yer almaz. Bu kişilerin iddiasına göre hikmet olarak tanımlanan vahiy ancak onların mezhepleri tarafından onaylanmış geleneksel kaynaklarda yer alır.

Ne var ki geleneksel kaynakları hikmet yani bilgelik olarak tanımlamak çok hatalıdır. Zira, aşağıda da şahit olacağımız gibi Kuran kendisinden hikmet olarak bahsetmektedir. 


 Kuran’daki kutsal değerleri sıraladıktan sonra Allah şöyle buyurmaktadır:

“İşte bunlar, Rabbinin sana vahiy ettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinme; sonra kınanmış ve uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” (17:39)

Bu ayet Kuran’ın kendisinin hikmet olduğunu göstermektedir.Hikmet, yani bilgelik, Allah’ın Kitap’ının niteliklerinden birisidir.


 Kamer Suresi’nde bu gerçek tekrar edilmiştir:

“Andolsun onlara, kötülüklerini engelleyecek nice önemli haberler gelmiştir. Bu, büyük bir hikmettir. Fakat uyarılar yarar sağlamıyor.” (54:4-5)


 Son olarak, hikmetin Kuran dışında, okunmayan bir vahye karşılık geldiğini iddia edenlerin yanıldıklarını aşağıdaki ayet de göstermektedir. Ayet, hikmetin okunan bir vahiy olduğunu anlatıyor. Ayette peygamberin eşlerine şu hatırlatma yapılıyor:

Evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın. Kuşkusuz, Allah Latîf'tir, Haberdar’dır.” (33:34)  

Yukarıdaki ayet açıkça ortaya koymaktadır ki, hikmet de okunmaktadır, dolayısı ile bu ayet hikmetin okunmayan bir vahiy türü olduğu iddiasını geçersiz kılmaktadır.

Daha önce gördüğümüz gibi Kuran, hikmetin Kuran dışında bir vahiy olmadığını, ancak Kuran’ın niteliklerinden birisi olduğunu ortaya koymaktadır. Allah tüm elçilerine “Kitap”ı, yani toplum için gerekli olan yasa ve emirleri, vermiştir. Bunun yanında Allah insanlara o yasaların ardındaki bilgeliği ve gerekçeyi de vermiştir. Böylece bizi, o kutsal yasayı toplumumuzda uygulamakla elde edeceğimiz faydaları düşünmeye çağırmıştır.


 Bu konuda bir örnek verelim. Örneğin, Kuran bir ayetinde inanan kadınlara iffetli giyinmelerini öğütledikten sonra bu yasanın arkasındaki bilgeliği -yani hikmeti- şöyle açıklıyor:

“Bu (giyim tarzı), onların tanınmaları ve incitilmemeleri için çok daha uygun bir yoldur. Allah Bağışlayan’dır, Esirgeyen’dir.” (33:59)


 Birçok ayet Kuran’dan bilgeliklerle -hikmetlerle- dolu kitap olarak bahseder. Aşağıdaki iki ayet gibi:

Yâ. Sîn. Yemin olsun o hikmetlerle (bilgeliklerle) dolu Kuran'a ki, hiç kuşkusuz, sen, gönderilen elçilerdensin.” (36:1-3)

Elif. Lâm. Mîm. İşte sana, o hikmetlerle (bilgeliklerle) dolu Kitap'ın ayetleri. İyilik ve güzellik sergileyenlere bir merhamet ve bir kılavuz olarak.” (31:1-3)


Ayetlerin de gösterdiği gibi, hikmet Kuran’ın dışında, okunmayan bir vahiy türü değildir. Tersine hikmet, Allah’ın Kitap’ının bir ismidir ve kutsal yasaların arkasındaki akıl ve mantığa karşılık gelir.


Hikmet kavramı ile kastedilenin mezheplerin geleneksel kitapları olduğunu iddia edenlere şu sorulmalıdır: Allah, Kuran boyunca Davut Peygamber’e (2:215), İsa Peygamber’e (3:48), İbrahim Peygamber’in takipçilerine (4:54) ve Lokman Peygamber’e de (31:12) hikmet verdiğini söylemektedir. Eğer Allah gerçekten de hikmet ile geleneksel mezhep kitaplarını kastediyorsa, bu peygamberlere de geleneksel mezhep kitapları mı verilmiştir?



DİP NOT:

Son Güncelleme: 12 Kasım 2017 / İZMİR

​ T.C. / M. Kemal Adal