(DİNİ ANLAMADA)
KURAN YETER Mİ?
Kashif
Ahmed Shehzada
Çeviren:
Afşin Bilgili
Redaktör:
Mecid Demir
KURAN’IN, DİNİ ANLAMADA YETERLİ OLDUĞU GÖRÜŞÜNE KARŞI
GETİRİLEN İTİRAZLARIN İNCELENMESİ – 12
Yanlış İddia 12: Din ile ilgili konularda “akıl”a yer yoktur. Kutsal
mesajı ya da atalarımızın yorumlarını akıl ile anlama teşebbüsünde
bulunmamalıyız. Bize düşen onların bizi yönlendirdikleri şeye mütevazı bir
şekilde boyun eğmektir. Aklın, Kuran ile ilgili konuları anlamakta kullanılması
yasaklanmıştır. Bu yasağa uyarak, atalarımızın bize dinen doğru olarak
sunduklarını takip etmeli ve aklımızı devreye sokmamalıyız.
Düzeltme 12
Allah’ın mesajını
kavramada, aklın önemsiz olduğunu iddia etmek büyük bir hatadır.
Kuran
birçok ayetinde insan aklına atıfta bulunmuştur. Kuran’da, kutsal mesajı
anlamak için düşünme yeteneklerini kullanmayan insanlar kınanırlar:
“Çünkü hareket eden varlıkların (yaratıkların) Allah
katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.” (8:22)
Bu
durum insanın aklını kullanmadığı zaman düşeceği durumu açıkça betimlemektedir.
Böyle bir insan, Kuran’a göre, sadece bu dünyada değersiz ve bayağı bir hayat yaşamakla kalmaz, ahiretini de mahveder:
Böyle bir insan, Kuran’a göre, sadece bu dünyada değersiz ve bayağı bir hayat yaşamakla kalmaz, ahiretini de mahveder:
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehenneme mahkûm
ettik. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla
görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir;
hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (7:179)
Furkan
Suresi ise Kuran’ın mesajına karşı aldırışsız kalanları şu şekilde
nitelendirmiştir:
“Yoksa sen bunların çoğunun işittiklerini, akıl
ettiklerini mi sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca,
hayvanlardan da şaşkındırlar.” (25:44)
Kutsal
mesajın, akılcı bir şekilde analiz edilmesinin önemi aşağıdaki ayettekinden
daha net vurgulanamazdı. Ayette cehennem halkı, dünyada iken “akıl”a sahip
olduklarını ama onu hayırlı bir amaç için kullanmadıklarını, bu yüzden şimdi
cehennemde bulunduklarını itiraf ediyorlar:
“Ve: ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık,
(şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!’ diye ilave
ederler.” (67:10)
Yasin
Suresi’nde, yine bu kişilere akıllarını kullanma görevlerini yerine
getirmedikleri hatırlatılır:
“Yemin olsun, şeytan, içinizden birçok nesli saptırmıştı.
Aklınızı hiç işletmiyor muydunuz? Alın size, tehdit edildiğiniz cehennem!”
(36:62-63)
O
halde, ayetlerin de gösterdiği gibi Kuran akla düşman değildir ve onu
insanların ruhsal gelişiminde bir engel olarak görmez.
Tersine, Allah, insanları akıllarını kullanarak Kuran üzerine derin derin düşünmeye teşvik etmiştir. Nitekim, Kuran akla dikkat çeken ayetlerle doludur. Örneğin:
Tersine, Allah, insanları akıllarını kullanarak Kuran üzerine derin derin düşünmeye teşvik etmiştir. Nitekim, Kuran akla dikkat çeken ayetlerle doludur. Örneğin:
“Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başka
birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok çelişki bulacaklardı.” (4:82)
“Onlar bu sözü hiç düşünmediler mi?” (23:68)
“Sana bu mübarek Kitap'ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı
olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (38:29)
“Yine de düşünmeyecek misiniz?” (6:50)
“Derin derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle
ayrıntılı olarak veriyoruz.” (10:24)
“Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki, öğüt ve
uyarınız ondadır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?” (21:10)
“Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış
bulunuyoruz.” (3:118)
“İşte bunlardır, Allah’ın kendilerine lanet edip
kulaklarını sağır, gözlerini de kör ettiği kimseler... Peki bunlar, Kuran'ın
anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?”
(47:23-24)
Kuran,
defalarca kez akıl ve anlayışa atıfta bulunur. Birçok ayet göstermektedir ki
Kuran insan hayatında akla önemli bir yer verir.
Allah’ın
elçisi de insanlardan kendisine körü körüne itaat etmelerini istememiştir. Onun
yerine onları düşünmeye ve kafa yormaya çağırmıştır.Aşağıdaki
ayetler ve diğer birçok ayet Kuran’ın düşünmeyi teşvik ettiğini gösteriyor:
“Size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer ve
teker teker ayağa kalkın, sonra da düşünün!” (34:46)
Allah
insanlardan düşünmelerini ve anlama yeteneklerini kullanmalarını bekliyor. Eğer
insan bunu yaparsa doğru yolu bulacaktır. Dosdoğru yol ancak aklın ve Allah’ın
Kitap’ındaki vahyin ortak yardımı ile keşfedilir ve takip edilir. Bu rehberlik
kaynakları birbirinin tamamlayıcısıdır. Eğer olması gereken yerlerinde
tutulurlarsa aralarında bir çelişki olmaz.
Bu
yüzden Allah’ın elçisine Kuran’da şu söylettirilmiştir:
“De ki, ‘Benim yolum şudur: Basiret (akıl) ile
kavranabilen açık bir delille Allah’a çağırırım, aynı şekilde beni izleyenler
de... Allah Yücedir, ben ortak koşan birisi değilim.’” (12:108)
Kuran
bir yandan aklın ve kavrama yeteneğinin önemini vurgularken, bir yandan da
insanların dinî konularda bir kutsal rehbere sahip olmamaları durumunda
atalarını körü körüne takip edeceklerini belirtiyor. İnsanlar genellikle
ebeveynlerinden ve atalarından aldıkları bilgilere inanmayı sürdürüyorlar. Bu
bilgileri akıllarını kullanarak analiz etmiyorlar, eleştirel bir
değerlendirmeden geçirmiyorlar.
Birçok insan “Nasıl
olur da büyüklerimiz ve sevdiklerimiz hatalı olabilir?” diye düşünerek
atalarının inançlarını tamamen doğru kabul etmektedir.
Yine bu kişiler, ebeveynleri ve sözü
geçen kişiler tarafından dinî inanç ile ilgili soru sormamaya teşvik edilmiştir.
Ebeveynler ve sözü geçen kişiler kendilerinin inandıkları ancak hiçbir kanıta
dayanmayan öğretileri körü körüne takip etmeleri konusunda yeni nesillere
telkinde bulunmaktadırlar. Miras alınan bu
inançlar, çoğu zaman Allah’ın mesajını
kabul etmenin önünde bir engeldir, çünkü ataların inançları çoğunlukla
Allah’ın mesajı ile çelişmektedir.
Allah’ın doğru ve gerçek olarak
sunduğu kendilerine açıklanınca insanların verdikleri tepki şu şekilde
olmaktadır: İnsanlar atalarının, Allah’ın doğru ve gerçek olarak sunduğundan
başka bir şeye inandıklarını görürler ancak çoğu zaman atalarının inançlarına
tutunmayı sürdürürler. Bu insanlara Kuran’ı takip etmeleri söylendiğinde
mazeretleri aynı olmaktadır. Geleneğin gücü onları doğruyu aramaktan alıkoyar.
Onlar
doğdukları anda üyesi oldukları mezheplerini ya da tarikatlarını körü körüne
takip etmeyi, rehberlik için Kuran’a danışmaya tercih ederler.
Oysa
Kuran’ın bu konudaki tavrı son derece nettir. “Geleneksel olmak” çoğu zaman
beraberinde “doğru olma”yı getirmez.
“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dendiğinde, ‘Hayır!
Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ derler. Peki, ataları bir
şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!” (2:170)
Ataların
inançlarının, çoğu zaman Allah’ın mesajını kavramakta bir engel oluşturduğunu
söylemiştik. Nitekim, insanların Allah’ın elçilerine yönelttikleri itirazlar
bunu kanıtlamaktadır:
Nuh
Peygamber’e verilen cevap şöyledir:
“Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
(23:24)
Hud
Peygamber’e verilen cevap ise şudur:
“Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta
olduklarını bırakmamız için mi geldin?” (7:70)
Salih
Peygamber’e verilen cevap şöyledir:
“Atalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor
musun?” (11:62)
Şuayb
Peygamber’e verilen cevap şu şekilde olmuştur:
“Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da
mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın
mı emrediyor?” (11:87)
İbrahim
Peygamber’in sorusuna verilen cevap şöyledir:
“Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.” (26:74)
Yusuf
Peygamber’in kavmine uyarısı ise şöyledir:
“O'nun yanında nelere kulluk ediyorsunuz? Sadece birtakım
isimlere ki, adlarını siz ve atalarınız koymuştur.” (12:40)
Musa
Peygamber’e ve Harun Peygamber’e ise şu karşılık verilmiştir:
“Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmemiştik.” (28:36)
Muhammed
Peygamber de şu tepki ile karşı karşıya kalmıştır:
“Bu, sizi atalarınızın taptıklarından alıkoymak isteyen
bir adamdan başkası değildir.” (34:43)
Kuran,
ebeveynlerin ve ataların inançlarının körü körüne takip edilmesine şiddetle
karşı çıkar. Kuran insanları doğruyu ararken akıl ve mantıklarını kullanmaya
teşvik eder. Kuran, iddialarını delillerle desteklemekle kalmaz (Bakınız 4:174, 6:104), kendisine karşı çıkanlara da gerekli kanıtları sorar
(Bakınız 21:24, 27:64, 2:111, 37:157).Oysa
ataların körü körüne taklit edilmesi onların görüşlerinin sorgulanmadan, kanıt
aranmadan kabul edilmesi anlamına gelir. Şeytan, insanları ataların inançlarına
körü körüne uymaya teşvik eder; çünkü onun asıl amacı, insanları Kuran’dan
uzaklaştırmaktır:
“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ dendiğinde, ‘Hayır,
biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya şeytan; onları
alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!” (31:21)
Ne
yazık ki birçok insan, kutsal rehberlikle ilgili her konuda Allah’ın Kitap’ına
yönelmek yerine atalarını takip etmekte ısrar eder:
“Yoksa onlara bundan önce bir kitap verdik de ona mı
dayanıyorlar? Hayır! Sadece, ‘Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de
onların izinde gidiyoruz’ derler. İşte böyle! Senden önce de hangi kente bir
uyarıcı göndermişsek oranın servetle şımarmış kodamanları mutlaka şöyle
demişlerdir: ‘Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk; onların eserlerine uyarak
yol alacağız.’” (43:21-23)
Oysa
bizlere düşen, aklın gereklerine ve Kuran’a bakarak atalarımızın inancını bir
değerlendirmeden geçirmektir. Bize miras kalan bu inançlar Kuran’ın
öğretilerini destekliyor mu yoksa Kuran ile çelişiyor mu? Eğer Kuran’ın rehberliğini
gerçek anlamda hayatlarımıza taşımazsak ve atalarımızın inançlarını körü
körüne, sorgulamadan takip edersek sonumuzun ne olacağını yine Kuran ayetleri
söylemektedir:
“Sonra kesinlikle onların dönüşü, çılgın ateşe olacaktır.
Çünkü onlar, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı. Şimdi de kendileri
onların peşlerinden koşturuyorlar.” (37:68-70)
Allah
o son günde şunu soracaktır:
“Ateş yüzlerini yakar; orada suratları çirkin ve gülünç
bir halde bulunurlar. ‘Ayetlerim size okunmadı mı? Ve siz onları yalanlamıyor
muydunuz?’ Derler ki: ‘Rabbimiz! Azgınlığımız bizi alt etti; biz, bir sapıklar
topluluğu idik.’” (23:104-106)
Bu
kişiler o gün bir itirafta bulunacaklardır:
“Ve ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık,
şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!’ diye ilave ederler.”
(67:10)
Bizler
kendi yaptıklarımızdan ve inançlarımızdan sorumlu tutulacağız, atalarımızın
yaptıklarından ya da inançlarından değil:
“Onlar bir toplumdu; gelip geçti. Onların kazandıkları
kendilerine, sizin kazandıklarınız da size aittir. Siz onların yaptıklarından
sorguya çekilmezsiniz.” (2:141)
Kuran
bizim kendi yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağımızı, atalarımızın
yaptıklarından ve inançlarından sorumlu tutulmayacağımızı açıkça ifade ediyor. Bu
yüzden atalarımızın dindarlıklarıyla ilgili tartışmalara girmek anlamsızdır.
Genellikle mezheplerinin vefat etmiş
büyüklerinin doğru yola kılavuzlanmış olduğunu ve örnek alınması gerektiğini
iddia edenler bu insanların kişilikleri hakkında
tahmine ve söylentilere dayalı rivayetler ortaya koyarlar. Öte yandan, onların
karşıtları bu iddiaları başka bazı rivayetlere dayanarak reddedip bu kişiler
hakkında farklı bir resim çizerler.
Tüm
bu mezhepçi, hizipçi iddialar bizimle beraber olmayan ve kendilerinden sorumlu
tutulmayacağımız atalarımız ile ilgilidir. Bu yüzden onlarla alakalı
tartışmaya girmek anlamsızdır.
Eğer atalarımız kutsal değerlere uygun bir
hayat sürdülerse ödüllerini alacaklardır. Ancak bizler, haklarında kesin
bilgiye sahip olmadığımız ve yaptıklarından sorumlu tutulmayacağımız kişilerin
taraftarı olmamalıyız.
Hakkında
bilgiye sahip olmadığımız konularda tartışmak bizi bir yere götürmeyecektir.
Kuran
bizden bu tür faydasız tartışmalara girmememizi ister:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak,
göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17:36)
Kuran
doğru bilginin önemini vurgular ve bizlerden onu kabul edip ona uygun şekilde
davranmamızı ister. Doğru bilginin dışında kalan ve güvenilir bir rehber
olmaktan uzak olan sanılar ise reddedilir.
Kuran’ın
bir ayetinde dediği gibi:
“Sanı gerçeğin yerini tutamaz.” (53:28)
Varsayımlarla
yetinmek bize verilen aklı reddetmek anlamına gelir.
Bir
insan Kuran’a yeni düşüncelere açık bir zihin ile yaklaşmalı, bunu gerçekleştirirken
de yerleşmiş fikirleri ve önyargıları bir kenara bırakmalıdır.
Doğruyu
araştırırken duygusal eğilimler yerine aklın yeteneklerinden faydalanılmalıdır.
Bunlar, Kuran’a göre, kutsal rehberi anlamanın temel gereklilikleridir. Kuran’a bu şekilde yaklaşmayanlar için Kuran mühürlü bir kitap olarak kalacaktır.
Bunlar, Kuran’a göre, kutsal rehberi anlamanın temel gereklilikleridir. Kuran’a bu şekilde yaklaşmayanlar için Kuran mühürlü bir kitap olarak kalacaktır.
Sonuç olarak, Allah’ın
vahyi olan Kuran ile akıl arasında bir çatışma yoktur. Tersine ikisi birbirini
tamamlamaktadır.
Kuran
bizden mesajını kavramamız için aklımızı kullanmamızı isterken bize atalarımızı
körü körüne taklit etmememiz konusunda uyarıda bulunur.
Bizler doğruya ulaşmak için sanıya ve miras aldığımız
geleneğe güvenmek yerine doğrudan Kuran’a gitmeli, dini tek gerçek kaynağından
öğrenmeliyiz.
DİP NOT:
Son Güncelleme: 13 Kasım 2017 / İZMİR
T.C. / M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder