ALLAH'IN SELAM, RAHMET VE BEREKETİ İLE HİDAYET VE MAĞFİRETİ, DİLEYENLERİN ÜZERİNE OLSUN İNŞALLAH.
İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.
“Ali Şeraiti (1933- 1977), İranlı Müslüman sosyolog, aktivist,
düşünür ve yazardır. Mevlâna ve Muhammed İkbal’den büyük ölçüde etkilenen
Şeraiti, özellikle din sosyolojisi ve çağdaş İslam düşüncesi üzerine eserler
vermiştir.
Şeraiti, modern sosyoloji ve felsefenin bakış açısı ve bunun
geleneksel İslâmî prensipler ile harmanlanmasıyla, Müslüman toplum ve
toplulukların karşılaştığı sorunları açıklamaya ve çözümler bulmaya
çalışmıştır.
Devrim öncesi İran’ ın en önemli ve etkili felsefi liderlerinden
sayılan Şeriati’ nin görüşleri bugün hâlâ İran toplumunda popüler ve etkindir.
Özellikle bugünkü İslâmî Cumhuriyet rejiminin biçimi ve ruhban sınıfının
konumuna karşı çıkan kesimler tarafından beğenilmektedir.
“ 19. yüzyılda söylenmiş
olan şu söz doğrudur: Din halk kütlelerinin afyonudur. Böylece halk,
ahiret ümidi ile dünyadaki mutsuzluk ve yoksulluğa katlanır. Toplumda olan her
şeyin ilâhî irade ile gerçekleştiğini; dolayısıyla da statükoyu değiştirmek ve
halkın durumunu iyileştirmek için çalışmanın Tanrı’nın iradesine karşı çıkmak
demek olduğunu telkin eden inanç/ din halkın afyonu demektir.
Yine 18- 19 yüzyıl
bilginlerinin şu sözü de doğrudur: Din, insanların bilimsel
sebepler (nedenler) karşısındaki bilgisizliklerinin ürünüdür.
Yine şu söz de doğrudur: Din, halkın evham, boş ve
kuruntudan ileri gelen korkusunun ürünüdür.
Şu söz de doğrudur: Din, feodal dönemin
ayrıcalıklarının ve ayrımcılığının, servet sahipliği ve yoksulluk biçiminde
beliren iktisadî ilişkilerinin ürünüdür.” ( Bu Belde, İhsan Eliaçık, 2 nci
Baskı, İnşa yy, İstanbul, 2012, Sayfa 169)
Yukarıdaki ifadeler Ali Şeraiti’nin…
Ali Şeraiti, İran’da, 1973 yılında, Hüseyniye-i İrşad adlı kültür
merkezinin konferans salonunda,
“Dine Karşı Din” konulu konferansına bu sözlerle başlamıştı.
Ortalama bir Müslüman’ın zihnini allak bullak eden yenilir yutulur
cinsten olmayan bu sözler üzerine doğal olarak salondan “Ne diyor bu adam” diye
sesler yükselmeye başlamıştı.
Ali Şeraiti, salondan yükselen seslere aldırış etmeden “Devrimci
Tevhid Dini” ile “Statükocu Şirk Dini” ni anlatmaya başladı.
Ardından da sordu: “Hangi Din?”
Eğer din
konusuna ilgi duyuyorsanız, siz de bu soruyu kendi kendinize sorun.”
Onun iki akşamda yaptığı konuşmasından oluşan [DİNE KARŞI DİN E- KİTAP (ALİ ŞERİATİ)] kitabının içindeki bilimsel, sosyolojik, dini ve tarihi tespit ve görüşlerini, Kur’an
İnananlarıyla birlikte, hangi dinden ve ister mümin, ister teist, ister deist,
ister agnostist, ister ateist, ister materyalist vs. hangi inançta ve hangi siyasi
görüşte olursa olsun, “DİN hakkında söylenecek bir sözü olan”,Sorumluluğunun bilincinde
ve gerçeklere
dayalı fikir ve çözüm üretmeyi benimseyen tüm AYDINLARIMIZIN özel
dikkat, tetkik ve değerlendirmesine sunuyorum. DİNE KARŞI DİN E- KİTAP (ALİ ŞERİATİ) - MKA - İNDİR https://drive.google.com/file/d/0B7OnMyZUD2CIUkpWcVFkUDJLUW8/view?usp=sharing
Bazı
konularda niçin tarafsız değil de taraf olduğumu, bir kez daha ve altını
çizerek belirteyim.
Hatta manifesto gibi madde madde yazayım.
Zira tam zamanıdır diye düşünüyorum.
* * *
Atatürk ilke ve devrimlerine, laik, demokratik
Cumhuriyet'e, üniter devlete, bayrağıma, Anayasa'nın değiştirilmez maddelerine
yürekten bağlıyım ve onlardan yana tarafım.
* * *
Çoğulcu parlamenter sistemin tüm kurum
ve kuruluşlarıyla çalıştırılmasından ve daha güçlü bir demokrasiden yana
tarafım.
* * *
İnanç ve düşünce özgürlüğünden yana tarafım.
* * *
İktidar borazanlığı yapmayan, siyasi
baskıya boyun eğmeyen, ihale kapma aracı olarak kullanılmayan bağımsız
basından, evrensel gazetecilik ilkelerinden ve gazetecilerin mesleki
faaliyetleri nedeniyle tutuksuz yargılanmalarından yana tarafım.
* * *
Yargı bağımsızlığından, hukukun üsünlüğünden ve yargı
kurumları üzerindeki iktidar baskısının kalkmasından, hak, hakuk ve adaletten
yana tarafım.
* * *
Bilimden, akılcılıktan, aydınlanmadan,
çağdaş laik eğitimden yana tarafım.
* * *
Her türlü kandırılmaya, yalan dolana, istismara,
kadın, çocuk ve yaşlılara şiddet uygulanmasına, zalimlere ve zulümlere karşı
tarafım.
* * *
Hırsızlıklara, yolsuzluklara ve tüyü
bitmemiş yetim hakkının hangi gerekçe ile olursa olsun yenilmesine karşı
tarafım.
* * *
Haktan, ulusal gelirin hakça paylaşımından,
ezilenlerden ve mazlumdan yana tarafım.
* * *
Emperyalizme, küresel sömürü düzenine
karşı tarafım.
* * *
Atatürk'ün “Yurtta barış, cihanda barış” olarak
özetlenebilecek dış politikasından ve tam bağımsız Türkiye ülküsünden yana
tarafım.
* * *
Şimdi
bana “Tarafsız
ol” diyenlere, yazısından esinlendiğim
M. Kemal Adal gibi soruyorum:
Atatürk sevdalılarından Saygın ve Usta gazeteci UĞUR DÜNDAR'ın Sözcü gazetesindeki bu güncel yazısında, nezaket ve tevazu ile yazımdan (M. Kemal Adal, HAKKIMDA, "Tarafsız Değil Tarafım," https://kemaladal.blogspot.com.tr/ ) esinlendiğini belirtmesinden büyük mutluluk duyduğumu vurgulayarak kendisine aleni teşekkürlerimi sunarım.
Yozlaşma, bir şeyin gerçek özelliklerinden uzaklaştırılması ya da uzaklaşmasıdır. Diğer bir deyişle "özünden ayrılma" dır. Bir şey, gerçeğine bağlı kalmadığında, aslından uzaklaştığında, özündeki iyi şeyleri kaybettiğinde yozlaşmış olur.
Yozlaşma hayatın her alanında meydana gelebilir. Kültürel yozlaşma, Politik yozlaşma, Yönetsel yozlaşma (adam kayırmacılığı, siyasal kayırımcılık, hizmet kayırımcılığı, hatır yapma vs.), Bilimsel yozlaşma vb. birçok türleri vardır.
Din alanında da, Dini değerlerin özel çıkarlara yönelik olarak kullanılması ve suiistimali, Dinde aşırılığa gitme ve Dinde zorlama yollarından yapılan Dindeki her türlü saptırmalar, sonuçta Dinde ve Dini değerlerlerde yozlaşmaya sebep olur.
Toplumlardaki bu yozlaşmalar sebebiyle Sünnetullah gereği oluş şudur:
Allah katındaki tek Din İslamdır (1).
Din koyucusu ve “Kitap”ın koruyucusu olan Allah’tır (2).
Allah’a teslim olan ve nebi/resullere uyanlarının hepsi Müslümandır (3).
Tarihi süreçte, özü “Tevhid” esaslı önceki semavi dinlerdeki toplumlarda, dinde yozlaşmalar olmuştur.
Bu yozlaşma sonraki zamanlarda, Allah, insanların “katındaki Dinin” özüne dönebilmelerine imkan sağlamak için:
Kendi zamanları için Müslümanların ilki olmakla emrolunmuş peygamberleri(4) , kendi içlerinden kendi dilleriyle konuşan(5) resuller / elçiler olarak, bu toplumlara / ümmetlere (6) göndermiş ve onlara, öncekilerde insan eliyle yapılmış saptırma ve değişiklikleri düzelterek öncekilerini tasdikleyen “Kitap”lar indirmiş, her topluma da ayrı bir yol / şeriat ve bir yöntem(7) belirlemiştir.
Böylece Hz. Muhammed’de gelinceye kadar birbiri ardınca gönderilen peygamberler ve indirilen “Kitap”larla, katındaki din olan İslam’da insan eliyle yapılan özünden uzaklaştırmalar, yozlaşmalar giderilmiştir. Böylece bizzat dinin koyucusu ve koruyucusu olan Allah tarafından, Din / İslam, özüne döndürülmüştür.
Hz. Muhammed “…Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur…”(33 / Ahzap / 40). Onun ölümüyle, peygamberler vasıtasıyla Allah katındaki Dindeki / İslam’daki, insan ürünü yozlaşmaları, Allah’tan aldığı yeni mesajlarla düzelten peygamberlerin arkası kesilmiştir.
B.KURAN RESÜLDÜR:
Hz. Muhammed’ ten sonra,“Sünnetullah” gereği olarak, sonraki gelecek toplumların Dini yozlaştırma faaliyetlerinde, bu toplumlara doğruyu göstermek ve insanları irşad etme (aydınlatma) görevi de, koruyuculuğunu Allah’ın üstlendiği Kuran’a ve Kuran’ın ana dildeki çevirilerine (Toplumun diliyle konuşan meallere) kalmıştır.
Bu bağlamda peygamberlerin sonuncusuna indirilen “Kitap”; “Kur’an”, günümüzde, Allah’ın değişmez mesajı insanlara ulaştıran ve katındaki din olan İslamın tebliğcisi olan resuldür /elçidir.
Toplumlara peygamberlerin gönderilip, kitapların indirildiği dönemlerde de, son peygamber olan Hz. Muhammed zamanında da, Allah’ın resulleri / elçileri, sadece tebliğ ile mükellef ve yetkilidir. İnsanları hidayete erdirme güçleri yoktur. Hidayete erdiren Hadi, yalnız ve ancak Allah’tır.
Bu sebeple, Hz. Muhammed sonrası kıyamete kadar risalet (peygamberlik / elçilik) görevini, Allah’ın korumasındaki son kitap olan “Kuran” ve onun ana dildeki doğru mealleri / çevirileri yapacaktır.
C.DİNDE YOZLAŞMANIN ÖNLENMESİ VE ATATÜRK’ÜN KATKILARI:
İnsan ürünü olarak Dinde yapılan ve yapılacak olan saptırma ve yozlaştırmalar da, yeni peygamberler yerine, inanan insanların “Kuran’daki İslam”a dönmeleri halinde, engellenip önlenmiş olacaktır. Çünkü:
“Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!" Onları çağırdığın bu tutum, şirke bulaşanlara çok ağır gelmiştir. Allah, dilediğini kendisi için seçer ve hakka yönelenleri kendisine iletir.” (42 / Şura/ 13) Buyrulmuştur.
İnsanların algılama ve anlama farklarından doğan, insan eliyle ve insan ürünü olarak “Kuran’daki İslam” a yapılan saptırmaların ve dindeki yozlaştırmaların, kendine rehber olarak, yol gösteren kılavuz olarak “Kuran”ı seçip, Kuran’a uyan ve uygulayan, Allah’ın ipine yapışmış olarakhakka yönelen insanları etkileyemeyeceği aşikârdır.
Bu çerçevede, günümüzde yine aşikardır ki, toplumumuzda da zaman içindeki öğreti ve uygulamalar sebebiyle; İnsanlar, Kuran’ın bildirdiği ve Hz. Muhammed’in de tebliğ ederek uyguladığı, Allah katındaki tek din olan İslam’ın “Kuran’daki İslam” esaslarından, “Emevi İslam anlayış ve uygulamaları” ile uzaklaşılmıştır.
Bugün dünyada ve ülkemizde az kişi hariç, farkına varamadığımız / varmak istemediğimiz veya varıp da bir türlü açıklayamadığımız / açıklamaktan çekindiğimiz bir durum var.
Nedir bu durum?
D.DİN YOZLAŞMASI…
1.GENEL ÇERÇEVEDE; DİNDEKİ GERÇEKLE RİVAYETLERİ, TOPLUMDA DA SÖYLENENLERLE YAŞANANLAR ARASINDAKİ TUTARSIZLIĞI VE ÇELİŞKİYİ ANLATMA GEREĞİ DUYUYORUM:
Günümüzde gerek “İslami devlet modeli” diye isimlendirilen modellerle yönetilen İslam devletlerindeki dini inanç ve uygulamalar, gerekse laik Türkiye Cumhuriyetinin İslam vatandaşlarınca algılanıp uygulanan bireysel ve cemaate tabi İslam dini inanç ve uygulamaları, farklıdır. Bunlar, “Kuran’daki İslam”a uyup uymadığına bakılmaksızın, “Allah indindeki tek din olan İslam” a maledilmektedir ki bu anlayış, dini yozlaştıran en önemli etkenlerden biridir.
Kuran’daki bildirilene uymayan, Kuran’daki gerçeklerle örtüşmeyen, Kuran’ın özüne ters düşen ve bu haliyle Hz. Muhammed’in uygulamasıyla da sabit olması mümkün olmayan, hiçbir dini inanç ve uygulamanın adı ne olursa olsun, “Kuran’daki İslam” olarak kabulü, değerlendirilmesi ve tenkidi, Dini aslından uzaklaştıracağı gibi İnsanları da Din’den soğutur, saptırır ve uzaklaştırır.
Örneğin, İnanç ve dini uygulamalarda yapılan her tür zorlamalar; Şeyhten, şıhtan medet umarak yardım dilemek; Yatırdan, ölülerden, Allah’tan gayrisinden istemek; Zina suçunda recim ederek (taşlayarak) öldürmek; “Her kime saltanat müyesser ola, Nizam – ı alem için karındaşın katlede” diyen kanunname ve bu kanunname hükmüne verilen caizdir fetvası vb. yüzlercesi gibi…
Kuranda yazılı inanç esasları ve özündeki din uygulamasının (Ki Hz. Peygamber’in dini uygulaması da bundan başka bir şey değildir) dışında kalan, Dini aslından ve amacından uzaklaştıran, Dinin özündeki iyi şeyleri kaybettiren inanç ve uygulamaların, insana ve topluma getirecekleri ve götürecekleri, Kuran’a, Allah katındaki tek Dine, “Kuran’daki İslam” a yüklenemez. Yüklenmez.
Bu sebeple İnsanlar Din olarak İslamı seçmişlerse ve / veya İslam Dininin ne olduğunu doğru olarak öğrenmek istiyorsalar, İslam Dininin İnanç ve Uygulama esaslarını, Kuran’dan, Arapça bilmiyorlarsa ana dillerine çevrilmiş meallerden okuyarak, akıl ve gönülleri çalıştırıp, düşünerek; tefsirleri inceleyip, sorgulayıp, tahkik edip, anlayarak öğrenmelidir.
Başkalarının söylediği bir şey ve / veya senin dilinle söylediğin bir şey, Kalbin doğrulamayıp, tasdik etmediği şey ise, bu “İman”dan değildir. İmansız (inanmadan) yapılandan da kişiye dini bir hayır / güzellik olmaz.
2.ÖYLE UZAKTAN BAKIP, KULAK DOLGUNLUĞU İLE DİN HAKKINDA BİR YOL TUTMANIN, GECENİN ZİFİRİ KARANLIĞINDA ORMANDA EL YORDAMIYLA YOL BULMAKTAN FARKI YOKTUR.
a)Çünkü Kuran’da Allah:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/ İsra/36) Buyurmuştur.
b)Tam bu konuda Atatürk diyor ki:
“Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın”(Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41)
Ve Atatürk'ün Diyanet İşleri Başkanlığı'na verdiği talimatı üzerine Elmalılı Hamdi Yazır’ın, günümüzde de önde gelen İslam alimleri tarafından da hala en güvenilir tefsir olarak kabul edilen, Hak Dini Kur'an Dili (Kuran'ı Kerim'in Türkçe Tefsiri), yazdırılıyor.
Niçin ?
Elbette ki “Kuran’daki İslam”ın anlaşılıp, dinin yozlaştırılmasını önlemek için.
Kuran’da, Her mescitte” Dini yalnız ve sadece Allah’a özgüleyerek ibadet edilmesi emredilmiştir (7/29). Ayrıca Dinin özüne zarar veren, nankörlük eden, inananları fırkalara bölen, dini ve uygulamalarını istismar ederek kendi çıkarı için kullanan kişilerin yaptığı mescitlerde / camilerde ibadet ise kesinlikle yasaklanmıştır (9/107-108).
Hz. Muhammed’ in zamanında, mezhepler ve de tarikatlar yokken müslümanların hepsi “Kuran’daki İslam”ı, Allah’ın elçisinden öğrenen, mescide giden müminlerdi, tabir caizse “Muhammedi” lerdi.
Mescitler toplu ibadet yeri olmanın yanında aynı zamanda Müslümanlar için “Kuran’daki İslam”ı öğrendikleri birer “okul”du.
Ne zaman ki “Kuran’daki İslam” yozlaştırılarak “Emevi İslam Anlayışı” hâkim kılınmaya çalışıldı, Toplumsal ihtiyaçtan, “Kuran’daki İslam” ı kendi anlayışlarınca yorumlayan din âlimleri (mezhep imamları) ortaya çıktı ve bunların yorumlarına uyan kişilerce de “mezhepler” oluşturuldu.
Sonrasında da bu mezheplerin yolları olan “tarikatlar” ve tarikat lideri şeyhler zuhur etti.
c)Hal böyle iken ve Kuran da:
“Hiç kuşkusuz, mescitler / secdeler Allah içindir. O halde, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın / Allah'ın yanında bir başkası için çağrıda bulunmayın.” (72/18) denmesine rağmen, bu tarikatlar, adı tekke / dergah, zaviye vs. ne olursa olsun bu yerleri, mescitlerinin yerine kendi amaç ve faaliyetleri için “okul” yaptılar ve kendilerine uyan cemaati de buralarda topladılar.
Bu ise zaman içersinde, iyi niyetle başlatılan yorum ve faaliyetlerin dönüştürülerek, İslam dinini fırkalara bölen bir anlayış ve düzene; çeşitli hiziplerin oluşmasına sebep oldu.
“Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın…” (3/103).
“Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın…” (3/105).
“…Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp çeşitli zübürlere / kutsallaştırmış hizip kitaplarına ayırdılar. Her hizip, yalnız kendi yanındakiyle sevinip övünmektedir. Artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak….” (23/52-56).
“Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!..." (42/13 -14).
F.İNSANLARIN YAPTIKLARI
Kuran’ın bunları demesine rağmen, tekke / dergah ve zaviye vs. yerleri, mescitlerinin yerine kendi amaç ve faaliyetleri için “okul” yapan ve kendilerine uyan cemaati de buralarda toplayan bu tarikatlar, zaman içinde kendi mezhep ve tarikatlarına göre Kuran’ın yanında çeşitli “zübürlere / kutsallaştırılmış hizip kitaplarına” da yapışarak, yaptıklarıyla sevinip övünerek, sonu şirke kadar varabilen işlere giriştiler.
“Onlara, iş ve yönetime ilişkin açık seçik belgeler verdik. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden ihtilafa düştüler. Hiç kuşkusuz, Rabbin, onlar arasında, tartışıp durdukları şeyle ilgili olarak kıyamet günü hüküm verecektir.” (45/17) ayetinde belirtilen tutum ve davranış içindekilere benzer hale gelenler, Dini yozlaştırdılar.
G.ATATÜRK’ÜN YAPTIKLARI:
1.ATATÜRK, HZ. PEYGAMBER ZAMANI UYGULAMASINDA OLMAYIP, SONRADAN BİR “BİDAT” OLARAK ÇIKAN, TARİKATLARA AİT “TEKKE VE ZAVİYELERİ” KANUNLA KAPATTIRMIŞTIR.
Niçin?
Elbette ki “Kuran’daki İslam” da yeri olmayan ve sonu şirke (Allah’a ortaklık koşma) kadar varabilen uygulamaları engelleyerek, dinin yozlaştırılmasını önlemek için.
Atatürk, Tekke ve Zaviyeleri kanun yoluyla kapattırmakla, “dinlerini parçalayıp hizipler / fırkalar haline gelenleri” engellemekle, dinin yozlaşmasını da önlemiş ve aslında İslam Dinine çok büyük bir hizmet vermiştir.
Bunların tekrar açılması “Kuran’daki İslam”dan da gaflettir. Bidatların birçoğu gibi bunları da “Bid’at - ı Hasene” (güzel bidat) olarak nitelendirmeye çalışanlar, Hz. Muhammed’ in: “Dinimizde olmayan herhangi bir şeyi uyduranın ortaya koyduğu merduttur (dince reddedilmiş, dışarı atılmıştır). Her bidat dalalettir(sapkınlık, doğru yoldan ayrılmak).” (Sahih – i Müslim, Cuma/43) hadisini dikkate almıyor demektir. Sünnete uymuyor demektir. Çünkü “Bidat” sünnetin zıddıdır.
Hz. Muhammed kendisine Kur’an ile vahyedilen ne ise sadece onu duyurmakla görevli ve yetkilidir. Bu sebeple, Hz. Muhammed dâhil hiç kimse, hiçbir sebeple Kur’an’a ilave ve eksiltme yapamaz. Kur’an’da olmayan din dışı olandır /alandır (sahadır).
2.DİNDE YOZLAŞMANIN, DİNDE ZAYIFLAMANIN HIZLA YAŞANDIĞI BİR ORTAMDA MÜSLÜMANLARIN DİN GÜVENLİĞİNİ KORUMA MASLAHATINI ÖNE ALMALARI GEREKİR.
BU MÜSLÜMAN OLANA DÜŞEN BİR GÖREVDİR.
Kurandaki İslam’ın, Emevi İslam Anlayış ve Uygulamaları ile yozlaştırılması ile ilgili olarak
3.ATATÜRK’ DE GÖRÜŞ VE AMACINI ŞÖYLE ORTAYA KOYMUŞTUR:
“Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey kapsamıyor. Halbuki, Türkiye’ye bağımsızlığını veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni, boş inançlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu güçsüzler (zavallılar) sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa yaklaşmazlarsa, kendilerini yok ve mahkum etmişler demektir. Onları Kurtaracağız.” (Atatürkçülük, Birinci Kitap, Genkur. Bşk.lığı yayını 1983,Sh.457) .
CAHİLLERİN AYDINLATILIP KURTARILMASI DA ATATÜRKÇÜYÜM DİYENLERE DÜŞEN BİR GÖREVDİR.
4.ATATÜRK DİYOR Kİ:
“Her şeyden önce şunu en basit bir dini gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur. Ruhbanlığı (din adamları sınıfını) reddeden bu din, dinde tekelciliği kabul etmez. Mesela din bilginleri, mutlaka aydınlatma vazifesi din bilginlerine ait olmadıktan başka, dinimiz de bunu kesinlikle yasaklar. O halde biz diyemeyiz ki, bizde özel bir sınıf vardır; Diğerleri dini yönden aydınlatma hakkından yoksundur. böyle düşünecek olursak kabahat bizde, bizim cahilliğimizdedir. hoca olmak için yani dini gerçekleri halka telkin etmek için, mutlaka hoca elbisesi şart değildir. Bizim yüce dinimiz her erkek ve kadın müslümana genel olarak araştırmayı farz kılar ve her erkek ve kadın müslüman, toplumu aydınlatmakla mükelleftir.” (Atatürkçülük, Birinci Kitap, Genkur. Bşk.lığı yayını 1983,Sh.463) .
H.SONUÇ:
İnananlardansanız şeyhe – şıha, tekkeye – zaviyeye ihtiyacınız yoktur. İnananlara “Kuran” yeter. Şüphesiz ki Allah size şah damarınızdan yakındır ( 50/16) ve şüphesiz ki “Allah, hakka yönelenleri kendisine iletir.” (42/13). Bu Sünnetullah’ tır ki, “…Allah'ın yol ve yönteminde değişme asla bulamazsın! Allah'ın yol ve yönteminde döneklik de bulamazsın!” (35/43)
Günümüzde, Allah katındaki tek Din olan İslam’ın özünden saptırılmasını, aslından uzaklaştırılmasını ve yozlaştırılmasını önlemenin yolu, “Kuran’daki İslam”a bakıp, oradakileri oradan öğrenip, bilmektir.
1.DİNDE YOZLAŞMAYI ENGELLEYİP ÖNLEMEK, KURAN’DAKİ İSLAMI ÖĞRENMEK VE BİLMEK, HEM HER MÜSLÜMANIN GÖREVİDİR VE HEM DE MÜSLÜMAN OLSUN VEYA OLMASIN HER ATATÜRKÇÜNÜN GÖREVİDİR.
2.KURAN’DAKİ İSLAM’ A İNANIP UYGULAMAK İSE, ATATÜRKÇÜ OLSUN VEYA OLMASIN SADECE HER MÜSLÜMANIN AYRICALIĞIDIR.
“İnsanlardan bazısı şöyle der: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada ver." Böylesi için ahirette bir nasip yoktur. Onlardan kimi de şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru. İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür." (2/200 – 202)
Allah, seçim ve tercihi size bırakmıştır.
Rabbim dileyeni Müslüman Atatürkçü / Atatürkçü Müslüman yapsın İnşallah.
Dip Notlar:
(1). “Allah katında din İslam'dır/ barış ve esenlik için Allah'a teslim olmaktır…”(3/19)
(2). “Hiç kuşkusuz, o zikiri/Kur'an'ı biz indirdik, biz; her hal ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz.” (15/9)
(3). “…Allah sizi, önceden de şu Kitap'ta da "Müslümanlar/ Allah'a teslim olanlar" diye adlandırdı ki…” (22/78)
Peygamberlerin hepsinin çarpıtılmamış daveti yalnız ve ancak Allah'a teslimiyettir, şirksiz tevhittir. Allah’ın seçtiği peygamberlere (hangisi olursa), Allah’ın çarpıtılmamış mesajında buyurduğu gibi uymuş olanlar ve uyanlar Müslüman'dır./ Allah'a teslim olandır. (2/128, 131- 133; 3/52, 67; 5/111; 7/126; 10/72, 84; 12/101; 22/78; 27/31, 38, 42; 37/103; 38/24, 30;)
(4). Peygamberlerin hepsi (yaşadığı dönemde), Müslümanların/ şirksiz olarak Âlemlerin rabbine teslim olanların ilki olmakla emrolunmuşlardır. (2/131; 6/71, 163; 10/72; 27/91; 39/12)
(5).“Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık seçik beyanda bulunsun…” (14/4)
(6). “Her ümmet için bir resul öngörülmüştür. Resulleri gelince, aralarında adaletle hüküm verilir. Hiçbir zulme uğratılmazlar.” (10/47)
(7) “Sana da Kitap'ı hak olarak indirdik. Kitap'tan onun yanında bulunanı tasdikleyici ve onu denetleyip güvenilirliğini sağlayıcı olarak... O halde onlar arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, Hak'tan sana gelenden uzaklaşıp onların keyiflerine uyma. Sizden her biri için bir yol / şerîat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle yapmamıştır. O halde hayırlarda yarışın. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O size, tartışmış olduğunuz şeylerin esasını bildirecektir.” (5/48)