İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

18 Mayıs 2018 Cuma

"KUR'AN'DAKİ İSLAM" ve "ÇIPLAK UYARI" - YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

Bu Blokta ilk yayım tarihi: 10 Mayıs 2017 Çarşamba


"KUR'AN'DAKİ İSLAM" ve "ÇIPLAK UYARI" - YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK
(Allah Rahmet eylesin, ruhu şad olsun İnşallah.)

UYDURULAN DİN, KUR'AN'DAKİ DİN. XIV. BÖLÜM: MEZHEPLER' DEN ALINTIDIR.



D.               MEZHEPLERDEN KURAN'IN İSLAMI İLE KURTULURUZ.



Mezhep taklitçiliğinin dine verdiği zararları Yaşar Nuri Öztürk "Kuran'daki İslam" kitabında şu şekilde açıklamaktadır:

"Allah adına yalan uydurmanın bir yolu da mezhepleri din haline getirmek olmuştur.

 Mezhepler birer din, mezhep imamları tenkit üstü birer Peygamber haline getirilince İslam adıyla ortaya konan karışımın kaçta kaçının Allah'a, kaçta kaçının şuna buna ait olduğunu belirle­mek, halk kitleleri için imkan dışına çıkar ve bu durum din adı al­tında bir kaosu insanlığın başına musallat eder.

 Aradan yüzlerce yıl geçmesine, insanlık boyut değiştirmiş olmasına rağmen hiç kimse bu eskimiş ve bir kısmı komedi haline gelmiş yorumlara dokunamaz. işte zulüm ve Allah'a iftira budur.

 Bu zulüm yüzündendir ki gerçek İslam bilginleri, samimi din görevlileri Allah'ın saf ve berrak Kuran dinini yüzyılımızın insanına olduğu gibi anlatmaya kalktık­larında sadece zorluklarla değil engeller, iftiralar ve suçlamalarla karşılaşabilmektedirler.

 Çare Kuran'a gidişimizi engelleyen bütün putları, patentlerine bakmadan devirmek ve hükmü yalnız ve yalnız Allah'a bırakmaktır.

 Buna karşı çıkanlar, görünüşte dini kabul ettik­lerini söyleseler de inkârcıdırlar. Çünkü ak ve berrak din yalnız Al­lah'ın tekelindedir (39-Zümer Suresi-3). Ve bu tekelden rahatsız olup Allah'ın hüküm yetkisine şu veya bu şekilde karışanlar, Allah'a karşı gelmiş olurlar."


E.                 ÇIPLAK UYARI



Kitaplarında mezheplerin oluşturduğu İslam’ın, Kuran'ın dini­nin önünde oluşturduğu engeli gören Yaşar Nuri Öztürk "Çıplak Uyarı" kitabında devşirme dinin kaosu başlığıyla somut örnekler vererek mezheplerin oluşturduğu felaketişöyle anlatır:

 "Sıkıntı, Al­lah'ın dini ile Allah'a fatura edilen devşirme dinin karıştırılmasın­dan kaynaklanıyor.

 Allah'ın dini bizzat Allah tarafından İslam diye adlandırılan ve apaçık, kuşkusuz, detaylı bir kitapla insanlığa öğre­tilen dindir. Kaynağı Kuran, tebliğcisi Hz. Muhammed'dir bu di­nin. Kuran'daki İslam’dır bu.

Devşirme dine gelince onun kaynağı tek olmadığı gibi kitabı ve tebliğcisi de tek değildir. O, Kuran'daki İslam’ın tevhidine karşı bir şirket dinidir. Kitabı birkaç tane, önde­ri birkaç tane, hatta ümmeti birkaç tanedir. Bir tür anonim şirket gibidir.

Bunun içindir ki devşirme dinde birlik ve ahenk yerine tef­rika ve kaos vardır.

Devşirme dinin tüm rahatsızlığı, ondaki hüküm kaynağının tek olmayışıdır.

Devşirme dinde tam bir otorite boşlu­ğu vardır. Ona göre, buna göre, falancanın kavlince, filancanın ri­vayeti mucibince, üstadın beyanına göre, hazretimizin fermanı ge­reğince v.s. devşirme dini bir yamalı bohça haline getirmiştir.

Al­lah'ın dinindeki: Hüküm Allah'ındır. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir. (5-Maide Suresi-44,45, 47,50) ilkesi saf dışı edildiği için bu şirket dinin ortaya koyduğu tab­loda hakim özellik didişme ve bozgundur.

Bu bozgunda hüküm yet­kisinin mezhepler, hizipler, gruplar, partiler, tarikatlar ve daha bil­mem neler tufanında kime veya kimlere ciro edildiği belli değildir. Bunun içindir ki bu tufanda aynı din kimliğini taşıyanların aynı ni­yetle icra ettikleri aynı fiil, şirketin bir elemanına göre sevap olur­ken, bir başka elemanına göre büyük günah olabilmektedir.

 İki va­tandaşımız, bir gazetede din adına verilmiş bazı fetvaların kupürle­rini de ekledikleri mektuplarında, bu fetvaları değerlendirdikten sonra soruyorlar.

Bu nasıl şey? Allah'ın dinine fatura edilen bu fet­vaların bazılarını Allah'ın dinini tenzih ederek dikkatlerinize sun­mak istiyorum:

Namazda Ettehiyyat okunurken Şafiler'in şehadet parmağını kaldırması sünnet, Hanefilerin kaldırması ise bazılarına göre mekruh, bazılarına göre harammış. Bu bakımdan, Hanefiler'in Ettehiyyat okunurken parmak kaldırmamaları gerekirmiş.

 İfadeye konulusu bile bir kaos sergileyen bu fetvanın vermek istediği aca­yiplik şudur:

Aynı dinin iki mensubu aynı kitabın buyruğu olan bir ibadeti icra ederken aynı duayı okuyorlar ve o duanın aynı yerinde şehadet parmaklarını kaldırıyorlar. Gel gör ki, bunu yapmakla biri sevap kazanıyor, biri haram işliyor, yani büyük günaha giriyor. Ve bunun adı İslamiyet oluyor, öyle mi?

 Şu fetvayı da bir okuyucunun sorusuna verdikleri cevaptan izleyelim:

Dişlerinde dolgu veya kap­lama olan kişiler eğer Hanefi mezhebinde iseler onların gusül (boy) abdestleri geçersizdir. Başka mezhepten iseler problem yok.

Bu fet­vanın önümüze koyduğu gerçek şu:

Allah'ın kitabı Kuran'a bağlı ol­duğunu istediği kadar söylese de, eğer bir insan yakasını Hanefi keyfine kaptırmışsa, dişlerini doldurtamaz, kaplatamaz. Aksi halde ömür boyu cenabet gezmiş olur. (Kıldığı namazlar da geçersiz olur)

Yok eğer her nasılsa Şafii kampına kapılanmışsa sorun yok dişlerini doldurtabilir, kaplatabilir.

 Şimdi sormak lazım:

Dinin temel ama­cından biri nefsi yani insanın varlığını, sağlığını korumaktır. İnsa­nın kendisini tehlikeye atmaması ise Kuran'ın emirlerinden biridir.

Şimdi Müslüman, bu temel emirlere uyarak sağlığını korumak için dişlerini doldurtma, kaplatma yoluna mı gitsin, yoksa mezhep hatı­rı için Kuran'a ters düşmek veya ömür boyu cenabet gezmek şıkla­rından birini mi seçsin?

Hayır efendim, Şafii olup kurtulsun diyor­sanız, o zaman Hanefilik sıkıntısıyla cebelleşmek niye?


Peki bütün bu hengameye dalmak yerine tek ve dosdoğru yolu çizen Kuran'a bağlı kalsak ne kaybederiz?

Bizzat Kuran'ın sorduğu gibi: Allah, ku­luna kafi gelmiyor mu?

Diyeceksiniz ki Kuran'da diş doldurtmakla ilgili hiçbir bahis yoktur. Peki öyle ise, size ne oluyor da Allah'ın di­nin kaynağı yaptığı kitaba koymadığı bir şeyi din bünyesi içine çe­kip ikinci bir ilah gibi insanın karşısına buyruklar, tartışmalar çıka­rıyorsunuz?

Allah bazı şeyleri eksik mi bıraktı da siz düzeltiyorsu­nuz?"

11 Mayıs 2018 Cuma

PEYGAMBERİN PUTLAŞTIRILMASI


SÖZÜN ÖZÜ:

"Kuran'ın insanı; düşünen, akleden, Allah'ın mesajı Kuran'a sıkı sıkıya sarılan, Peygamber'i ca­nından çok seven fakat hiçbir şirke bulaştırmayan, Allah'ın gücünü, hüküm yetkisini hiçbir kişiye paylaştırmayan insandır.

Müslümanlar'ın görevi Allah'ı, Kuran'ı, Peygamber'i tam yerli yerine oturtmaktır.

Allah'ın yetkisinde olan hüküm koymayı, kutsal olanı istismar ederek Peygamber'e verenler, daha sonra uydurduk­ları hadislerin sahibini Peygamber olarak göstermiş, böylece dini bozmuşlardır."

M. Kemal Adal.



Kuran Araştırmaları Grubu
http://www.kurandakidin.net/


XXVIII. BÖLÜM: PEYGAMBERİN PUTLAŞTIRILMASI


 Allah'ın dinini bozmak isteyenlerin en büyük hilelerinden biri de kutsal olanı putlaştırıp insanları aldatmaları olmuştur. Dinin övdüğü Peygamberler'i putlaştırmak bunun en önemli örneğidir.

O size melekleri ve Peygamberler'i Rabler edinmenizi em­retmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size kafir olmayı mı emredecek?
3- Ali İmran suresi 80

Kutsalı putlaştıranlar " Yoksa sen Hz. İsa'yı sevmiyor musun? Sen Hz. Muhammed'i yok mu sayıyorsun?" tarzındaki sorularıyla saf dinin ortaya çıkmasına çalışanları yıldırmaya çalışırlar.

Kutsala saygısı olan, Peygamberler'i seven birçok saf insansa, ne yazık ki bu sorularla gerilemektedir. Zaten kutsalı putlaştırmanın hedefi de bu­dur: Allah dışındaki ilahların hiçbirini kabul etmeyen dindar kitle­ye, kendi kutsallarını putlaştırıp, zayıf oldukları yerden yaklaşmak suretiyle dini bozmak.

 Hz. İsa gibi Allah'ın sevgili bir kuluna ilahlık makamının verilmesinin Hıristiyanlık dünyasındaki sonuçları ortadadır.

 Peygamberimizle ilgili uydurmalar ise (Bu bölüme kadar gördüğümüz ve ilerideki bölümlerde göreceğimiz gibi) Peygamberimiz'e Allah'ın yanında ikinci bir hüküm oluşturucu sıfatının veril­mesiyle olmuştur.

 Bu sıfatla gelenekçi kitleler, Allah'ın vahyi olan Kuran'da olmayan hükümleri, kendi uydurdukları veya yanlış yo­rumladıkları hadis ve sünnet adını verdikleri Peygamber'e iftiralar­la dolu kitaplarda toplamışlardır.

 Oysa Peygamberimiz'e Kuran'da şunlar söyletilir:

De ki "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da (algılanamayanı da) bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyedilenden başkası­na uymam."
6-Enam suresi 50

 Görüldüğü gibi Peygamberimiz de aynı bizim gibi vahye, yani Kuran'a uymakla yükümlüdür. Ve bu vahiy dışında başka bir şeye uymayacağına göre, bu vahiy dışında bir hüküm oluşturması da mümkün değildir.

 Peygamber'e sünnet, hadis gibi Kuran'ın belirt­mediği başlıklarla hükümler atfedenler, uydurdukları din rağbet görsün diye Peygamberimiz hakkındaki birçok ayete aykırı yargılar ortaya atmışlardır.


A.                PEYGAMBERLERİ YARIŞTIRMA


O'nun elçileri arasında hiçbirini ayırt etmeyiz.
2- Bakara suresi 285

 Kuran'ın bu ayetine göre bizim Peygamberimiz'i, Hz. İbra­him'i, Hz. Musa'yı, Hz. Nuh'u, Hz. İsa'yı yarıştırmamız yasaktır." Bizim Peygamberimiz en üstündür." dememiz yasaktır.

 Museviler'in ve Hıristiyanlar'ın düştükleri bu hataya, Kuran'ın bu açık aye­tine rağmen ne yazık ki düşülmüştür.

Peygamberimiz'in sayesinde tüm insanların yaratıldığı, Peygamberimiz olmasa ne dünya, ne de daha bir çok mekanın yaratılmayacağı şeklindeki meşhur uydurma, hadis başlığıyla insanlara yutturulmuştur. Oysa Kuran'da böyle bir ifade geçmemektedir.

Peygamberimiz'in hammaddesinin diğer in­sanlardan ayrı olup nurdan yaratıldığı, Kuran'da anlatılmayan yüz­lerce mucizesinin olduğu, namaz vakitleri için adeta Allah'la pazar­lık yaptığı şeklindeki uydurmalar hep Peygamber putlaştırma gayretlerinin neticesidir.

Bu gayret sonucu Peygamberimiz'e utanç kaynağı olacak şekilde cinsel mucizeler yakıştırılmış, kişileri kötürüm etmek için beddualar ettiği iftiraları ileri sürülmüştür.

Tüm bu iftiralar hep uydurulmuş hadislerle halka sunulmuştur ki, kutsala karşı gelme korkusunu içinde taşıyan ve dini az bilen halk, bu uy­durmaları itirazsız kabullensin.

 Diğer dinlerin düştüğü hataları Kuran'da okuyup, onları hem eleştirip, hem de aynı hataya düşmek ne acıdır!

 Diğer bir uydurma hadise göreyse tüm Peygamberler kıya­met günü kendi dertlerine düşmüşken, Peygamberimiz "ümmetim, ümmetim" diyerek ümmetini düşünecektir.

Bu uydurma kaş yapa­yım derken, göz çıkarmanın çok güzel bir örneğidir. Peygamberimiz'i yüceltmek isteyenler, diğer Peygamberler'in bencilliği mana­sına gelebilecek yukarıdaki hadisi uydurmuşlardır.

Bunlar Peygamberimiz'i diğer Peygamberlerle yarıştırmakla kalmamış; 1-Hz.Muhammed 2-Hz. İbrahim, 3-Hz. Musa, 4-Hz. İsa şeklinde diğer Peygamberler'i de üstünlük sırasına göre dizerek hadlerini iyice aşmış­lardır.

Seni sapmış bulup doğru yola iletmedi mi?
93-Duha suresi 7

Bu ayete göre Peygamberimiz vahiy gelmeden önce sapmış bir haldedir. Allah'ın gönderdiği vahiy ile düzelmiştir. Allah'ın açıkça söylediği bu gerçeğe Şura suresi 52. ayette de rastlıyoruz.

İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen ki­tap nedir, iman nedir bilmezdin.
42-fiura suresi 52

Bazı gelenekçiler Peygamberimiz'in vahiy almadan önce de hak bir dine mensup olduğunu söyleyerek ayetlerle açıkça çelişmekte­dirler.

Bu ayetlerin birinden Peygamberimiz'in evvelden sapmış ol­duğu, diğerinden ise imanı, kitabı evvelden bilmediğini anlıyoruz.

Hak bir dine mensup olan nasıl imanı bilmez, nasıl kitabı bilmez, nasıl sapmış olur?

Peygamber'i Kuran'da anlatıldığı gibi değil de kafalarında şekillendirdikleri gibi bulmak isteyenlerin bu çelişkilere düşmeleri hiç de sürpriz değildir.

Gelenekçilerin düştükleri çelişki­lerden biri de Peygamberimiz'in atalarında hiç putperest olmadığı ve bunun Hz. Adem'e kadar böyle gittiği izahıdır.

Oysa Kuran'dan Hz. İbrahim'in babasının putperest olduğunu anlıyoruz. Hz. İbra­him'in Peygamberimiz'in atası olduğunu düşünürsek bu iddia da dayanaksız kalır.

Gerçi gelenekçi zihniyet, Hz. İbrahim'in babasın­dan kasıt gerçek babası değil, üvey babasıdır veya amcasıdır şeklin­de saptırmalara gitmektedir.

Ama Kuran'da açıkça babası denmek­tedir.

Bu çekiştirme gelenekçilerin dini bozucu zihniyeti için bir delil niteliğindedir.


B.                ALLAH'IN PEYGAMBER'E ÖVGÜLERİ


 Mezhepçilerin anlamadığı nokta Peygamberimiz'in tüm bu uy­duruk sözde yüceltmelere ihtiyacı olmadığıdır.

Kuran'da Allah Peygamberimiz'i övmekte, onun üstün bir ahlak üzerinde olduğu­nu söylemektedir. Allah'ın kendisine elçilik görevi vermesi, kitabın­da kendisini övmesinden daha büyük yüceltme ne olabilir?

Vahiy almadan önceki Peygamber'in durumu veya Peygamber'in ataların­dan birinin putperestliği Peygamber'i küçültmez. 

Kuran'dan her­kesin kendi davranışlarından sorumlu olduğunu anlıyoruz. Ne Pey­gamber oğlu olan yücelir, ne de kafir babası olan küçülür.

Nitekim Hz. İbrahim'in babası da Peygamber babasıydı, ama sapkınlığı Kuran'da geçmektedir.

 Kişileri soyuna sopuna göre değerlendiren ge­lenekçi kafa, Peygamberimiz'i de böyle değerlendirmeye kalkmış ve uydurma hadisler türetmiştir. Bu uydurmalar Kuran'la, gelenekçi­lerin bu zihniyeti İslam'la çelişmektedir.

Allah Peygamberimiz'i seçti ve ona büyük bir iyilikte bu­lundu. (4 -Nisa Suresi 113)

Onu güzel ve büyük bir ahlak sahi­bi kıldı. (68-Kalem Suresi 4) 

Onu alemlere rahmet yaptı. (21-Enbiya Suresi 107) ve 

Peygamberimiz'in tüm günahlarını bağış­ladı (48- Fetih Suresi 2)

Görüldüğü gibi Kuran'da Peygamberimiz en güzel şekilde övülmektedir.

Örneğin Enbiya suresi 107. ayette Peygamberimiz'in alemlere rahmet olduğu söylenmektedir.

Eğer tüm alemlerin Pey­gamberimiz için yaratıldığı doğru olsaydı, bu da Peygamberimiz'in alemler için rahmet oluşu gibi söylenirdi. Çünkü bu izah doğru ol­saydı tüm bu izahlardan daha önemli bir bilgi olurdu.

Gerçek olsay­dı, Kuran, bu daha da önemli olan bilgiyi hadis gibi Kuran'da belir­tilmeyen bir kaynağa elbette bırakmaz, kendisi belirtirdi.


C.                KIL TAPINMACILIĞI


 Allah en güzel şekilde Peygamberimiz'i övmüşken, Kuran'ın onay vermeyeceği kıl tapınmacılığı görüntüleri verenler akılları sıra Peygamberimiz'e saygı göstermektedirler.

 Camilerde Peygam­ber'in sakalı diye bir sürü beze dolandırılıp, sarılmış kılları büyük bir tören havasında açıp, halka bu kılları öptürenler bu yazılarımızı okuduklarında elbette rahatsız olacaklardır. Onlara göre bu kıl öptürme törenleri Peygamber sevgisidir, Peygamber'e saygıdır. Ne yazık ki Peygamber'in olduğu iddia edilen kılları dini bir ibadet havasında insanlara öptürme faaliyeti hâlâ devam etmektedir. Hristiyanlığı ikonlarından dolayı kınayanlar, benzer hurafeleri dinimize kendileri sokmuşlardır.

 Peygamberimiz Kuran'da iki sıfatla anılır. (Peygamber kelimesi bu iki sözcüğe de karşılık kullanılan, Farsça'dan dilimize geçmiş bir kelimedir.):

Birinci kelime "nebi" kelimesidir ve haber getiren manasındadır. Kuran'da bu kelime aynı Türkçe'deki Peygamber kelimesi gibi yalnız Allah'tan haber getiren insanlar için kullanılmıştır.

İkinci kelimeyse "resul" kelimesidir ki Türkçemiz'deki elçi kelimesinin karşılığıdır ve Kuran'da Peygamberler en çok bu kelimeyle anlatılırlar. Bu kelime aynı Türkçe'deki gibi hem Allah'ın elçileri, hem diğer elçilikler için kullanılır.

Peygamberimiz'i ve diğer Peygamberler'i tarif ederken kullanılan bu kelimeler Peygamber'in nebi (haber getirici), resul (elçi) olduğunu gösterir. Yani Peygamber Allah'tan aldığı mesajı insanlara ileten kişidir,

Peygamber %1 bile kendinden dine bir şey katamaz. O zaman din, haşa Allah'ın olmaz. O zaman din, Allah ve Peygamber ortak yapımı bir müessese olur.

 Peygamberimiz'e gelen vahiy Kuran'dır. Bunun dışında bir hadis, bir mezhep izahı, birisinin içtihadı dinin bir hükmü veya bir bölümüdür demek Allah'ın olan dini Allah, Peygamber (elçi, haber getiren) ortaklığına veya Allah, mezhep imamı, Peygamber ortaklı­ğına çevirmek olur. Kısacası Peygamber'i doğru yere oturtmak, di­ni doğru kavramanın bir şartıdır.

Peygamberimiz sadece ve sadece aldığı haberi (Kuran'ı) insanlara iletir.

Din, bu haberdir.

Elçilik (resullük), nebilik (haber getiricilik) bu mesajı (Kuran'ı) insanlara ulaş­tırmaktır. Allah'ın elçisi olmak çok büyük bir onurdur. Peygambe­rimiz açısından düşünürsek, bir insanın milyarlarca insana öncülük etmesidir.

(BAKINIZ- MKA: https://kemaladal.blogspot.com.tr/2016/01/evet-gunumuzde-kuran-resuldur-elcidir.html )

 Ne yazık ki bazıları Kuran'dan anlaşılan bu Peygamber tarifini yaptığımızda "Siz Peygamber'i çok basit görüyorsunuz" de­mektedirler.

 Ne yazık ki bu davranışlarıyla bundan sonraki 29. Bölüm'de inceleyeceğimiz Hıristiyanlar'a benzemektedirler.

 Peygam­berler hakkında aşırıya gitmek sadece Peygamber'i Allah'ın oğlu ilan etmekle olmaz. Sadece Allah'ın olan din oluşturma yetkisi; sün­net, hadis gibi süslü, sözde Peygamber sever tavırlarla Peygamber'e de veriliyorsa o da dinde bir sapmadır.


D.               GÜDÜLEN SÜRÜ OLMAYALIM


 Biz Peygamber'i putlaştırmayalım diye feryat ederken, ne yazık ki birçok tarikatta evliya, şeyh, ulema gibi yaftalar yapıştırılmış adamlar bile putlaştırılmaktadır.

 Peygamber'in bile putlaştırılmaması gerekir dedikten sonra herhalde bunlar için ilave bir açıklama­ya gerek yoktur.

Bakara suresi 104. ayete değinerek bu konuyu bi­tirmek istiyoruz. 
Bakara suresi 104'te: "Ey iman sahipleri raina (bizi çobanın sürüyü güttüğü gibi güt) demeyin." denmektedir.

Bu ayette Peygamber'e bile "Raina" denmesi yasaklanmaktadır. Kuran toplumun sürü, bireyin ise onların güdücüsü olmasını iste­memektedir.

Buna karşın tarikatlardaki uygulamalarda, mezhep bağlılığında tam bir sürü psikolojisi hakimdir.

Hatta tarikatlardaki müritleri ifade eden "sufi" kelimesinin kökünün, "koyun yünü, ko­yun postu" tipi manalar taşıması da ilginçtir.

 Tarikatın sufileri Kuran'ın güdülen sürü olmamamızı söylemesine rağmen tam "sufi" is­minin hakkını vererek yaşamaktadırlar.

 Kuran'ın insanı; düşünen, akleden, Allah'ın mesajı Kuran'a sıkı sıkıya sarılan, Peygamber'i ca­nından çok seven fakat hiçbir şirke bulaştırmayan, Allah'ın gücünü, hüküm yetkisini hiçbir kişiye paylaştırmayan insandır.

 Müslümanlar'ın görevi Allah'ı, Kuran'ı, Peygamber'i tam yerli yerine oturtmaktır.

 Allah'ın yetkisinde olan hüküm koymayı, kutsal olanı istismar ederek Peygamber'e verenler, daha sonra uydurduk­ları hadislerin sahibini Peygamber olarak göstermiş, böylece dini bozmuşlardır.

 Dini bozmada kullanılan araç Peygamber olunca, Kuran'la ters düşen hadisler uydurulmuş, her şeyin Peygamberimiz için yaratıldığı şeklinde saçma iddialar, Peygamberler'i yarıştırmak gibi haddini bilmezlikler olmuştur.

 Hiç şüpheniz olmasın ki, nasıl kendisi hakkındaki aşırı izahları görse en çok kızan Hz. İsa olacak­sa, Kuran'ın ruhuna aykırı şekilde kendisi hakkında uydurulan ha­disleri, Allah'la miraçta pazarlık ettirmeleri görse bunları uyduran­ları ilk kınayan, bu hadis kitaplarını ilk yakan Peygamberimiz olur­du.



"UYDURULAN DİN, KUR'AN'DAKİ DİN. XXVIII. BÖLÜM - PEYGAMBERİN PUTLAŞTIRILMASI" KİTABINDAN ALINTIDIR.

Selam...

​ T.C. / M. Kemal Adal