YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’ÜN YORUMUYLA
ŞİRK-2
Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün “İslam
Nasıl Yozlaştırıldı” isimli kitabından alıntıdır.
www.hanifdostlar.net
www.kuranmuslumani.com
KONU BAŞLIKLARI
- Şirkin Temel Görünümleri
a) “Yaklaştırıcılar” kabul etmek
b) Şefaatçılar kabul etmek
c) Fırkacılık, hizipçilik
d) Ecdat (atalar) kabullerinin dinleştirilmesi
ŞİRKİN TEMEL GÖRÜNÜMLERİ
a. “Yaklaştırıcılar” Kabul Etmek:
Tevhidin omurga
noktalarını tanıtan Zümer Suresi’nin üçüncü ayeti şirkin bu niteliğini ortaya
çıkarmaktadır:
“Gözünüzü açın! Arı-duru Din yalnız ve
yalnız Allah’ındır. O’nun yanında birilerini daha veliler edinerek: “ Biz
onlara, bizi Allah’a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz”
diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında, tartışıp durdukları
konuyla ilgili hükmü verecektir.” (Zümer Suresi 3. Ayet)
Şirkin, insanı Allah’a
yaklaştırıcı araç ve aracı ilahları gerekli gören anlayışına Kur’an iki yanıt
vermiştir:
Birincisi Kaf Suresi 16. ayettir ki, Allah’ı insana şah damarından
daha yakın göstermekle değil aracının, aranın bile olmadığını ortaya koymuş,
şirkin temel kanıtını geçersiz ve gereksiz kılmıştır.
İkinci beyyine, insanlık dünyasına ilk inen
surelerde ifadeye konmuştur: 3. Sure olan Müzzemmil ile 4. sure olan
Müddessir’de… İlginçtir, bu beyyine bu surelerin ikisinde de 11. ayettir.
“Benimle o nimete boğulmuş
yalancıları baş başa bırak!” (3/11)
Ve
“benimle yarattığım kişiyi baş
başa bırak!” (4/11)
Aynımesaj iki ayrı
espri içinde verilmiştir: İnsan ister imanlı, ister inkarcı olsun, heriki halde
de Allah ile insan arasında yaklaştırıcı söz konusu edilemez.
Yaklaştırıcılar
kabul edilmesinin din hayatındaki uzantıları da gözden
kaçırılmamalıdır: Din sınıfının, Din kıyafetinin,
ibadette lider zorunluluğunun, ibadet için mekan-mabet zorunluluğunun, vaftiz
ve aforoz’un bulunmaması, tüm yeryüzünün mabet kabul edilmesi bu uzantıların
önde gelenleridir.
b. Şefaatçılar Kabul Etmek:
Yunus suresi 18. ayet şirkin bu niteliğine dikkat çekmektedir.
Burada da, tıpkı Zümer Suresinde olduğu gibi, şirkin niteliği, şirk çocuklarının
kendi ağızlarından verilmektedir. Cenabı Hakk şirkin sloganlarını, eleştiri
için bile kendi dilinden veya muvahhit kullarının dilinden ifadeye koymamaktadır. Ayeti okuyalım:
“Allah’ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk-kölelik ediyorlar
ve şöyle diyorlar: “Bunlar bizim Allah
katındaki şefaatçılarımızdır…”
Kur’anın bu şirk sloganına cevabı
Zümer Suresi 44. ayette verilmiştir:
“Şefaat tümden ve sadece Allah’ın elindedir.”
c. Fırkacılık, hizipçilik:
Buna “dinde bölücülük” de diyebiliriz. Kur’an bu illeti
tanıtmada “fırka” (hizip, grup, klik) kökünden isim ve filler kullanır.
Her şeyden önce, Allah ile peygamberler arasında fırkacılık yasaklanmıştır. (bk. Nisa 150)
Dini ikiye bölerek “bu Allah için, bu da peygamber
için” mantığıyla hareket etmek bir
fırkacılıktır. Esasında fırkacılığın zihniyet zemini böyle atılmaktadır. “Falan ibadetin şu kadarını Allah rızası için, şu kadarını da
peygamberin şefaati için yerine getiriyorum” diyen anlayış bu fırkacılığı çok güzel
fotoğraflamaktadır.
Bu fırkacılığı kırmak içindir ki Kur’an, Cin Suresi 18. ayet başta olmak üzere bir çok yerde, “Allah’a ibadette herhangi bir kişiyi ortak
yapmayın!” emrini vermiştir. Herhangi bir kişi tabirinin içine peygamberlerin
girmediğini söyleyemeyiz.
İkinci olarak, peygamberler
arasında fırkacılık yapmak yasaklanmıştır.
Kur’anın tanıttığı ve istediği imanın özelliklerinden biri
de peygamberler arasında ayrım ifade edecek tavırlara girmemektir. (bk. Bakara
136,285 ve Ali İmran 84)
Hz. Peygamber herhangi bir peygamberle kendisinin
karşılaştırılmasını, hele hele kendisinin onlardan herhangi birisine üstün
gösterilmesini şiddetle yasaklamıştır.
Üçüncü olarak, kitapta
fırkacılık yasaklanmıştır.
Kitap tabiri hem hem tüm vahyi hem dört büyük peygambere
inen dört büyük kitabı hem de bizzat Kur’anı ifade etmek için kullanılmaktadır.
Ayrıca insan ve evren de ayetlerle dolu olarak tanıtıldığı
için, birer kitap hükmündedir.
Kitapta fırkacılık işte
bu “kitap”lar arasında bölücülük yapmaktır.
Kur’an tüm evrenin ve insanın taşıdığı ayetlerin
incelenmesini isteyerek insan ve evren kitaplarının göz ardı edilmemesini,
,iman dışında tutulmamasını ister.
Kur’an ayrıca, kendisinin temsil ettiği din birliğinin
parçalanmamasını, dinde kaynak olarak öne sürülecek alt-kutsal kitapların vücut
bulmamasını da emreder. Bu alt kitaplara Kur’an “zübür” diyor. Peygamberimiz bunları “mişna” diye anmış ve mişnaların ortalığı sarmasını bir çöküş
belirtisi olarak göstermiştir.
Dini hizip kitaplarına
bölmek “takattu” olarak ifade edilmiştir ki,
kesip parçalara ayırmak, doğramak demektir.
Dini zübürlere bölmeyi açığa çıkaran temel ayetler Muminun Suresi’nin 52-54. ayetleri ile Enbiya Suresinin 92-93. ayetleridir. Şöyle deniyor:
“İşte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ve ben de sizin
Rabbinizim; o halde benden sakının! Fakat onlar işlerini aralarında parçalayıp
çeşitli kitaplara ayırdılar. Her hizip yalnız kendi yanındakiyle sevinip
övünmektedir. Artık sen onları bir süreye kadar kendi gafletleri içinde
bırak.!” (Müminun 52-54)
Kitapta bölücülük, her
fırkanın kendi başı veya lideri (efendi, şeyh, hazret, üstat vs.)
tarafından yazılan kitapların dokunulmaz, eleştirilmez, değiştirilmez,
sadeleştirilmez kılınması şeklinde alt putçuklara da vücut verir.
Tanrısal kitabın
bile yoruma açık olduğu bir dinde bir takım insanların yazdıklarını
dokunulmaz, eleştirilmez kılmaktan daha büyük bir çürüme gösterilemez.
Dinde bölücülüğün şirkin bir görünümü olduğuna dikkat
çekilerek bu bölücülüğe gitmeyi önlemek için uyarı yapılmaktadır:
“Sakın şirke sapanlardan olmayın! Onlardan ki dinlerini
parçalayıp hizipler / fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle
sevinip övünür.” (Rum Suresi 31, 32)
Bu ayetlerde bölücülük yasaklanırken isim olarak “şiye” fiil olarak da “ferraku”
sözcüğü
kullanılmıştır ki, Arapça’da klikleşmeyi, parçalanıp bölünmeyi ifade eden temel kelimelerdir. “Şiye” hizipler, klikler demek. “Ferraku” ise “fırkalara, parçalara, partilere ayrıldılar” anlamında bir fiildir.
Aynı sözcükler, az sonra vereceğimiz ayette de kullanılmış ve Hz. Peygambere dinde fırkacılık yapanlarla hiçbir ilgisinin olmadığı
açıkça bildirilmiştir:
“Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var
ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah
onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.” (Enam Suresi 159)
Bu ayetten anlaşılır
ki, dinde fırkacılık edenlerin, din
ve peygamber hakkında sloganları ne olursa olsun, gerçekte Hz. Muhammed ile
aralarında bir iman ve sadakat bağı olduğu düşünülemez. Bunlar ya kendi
kendilerini aldatan basireti bağlanmış gafillerdir, yahut da din ve peygamber
sloganlarıyla dünyalık menfaat ve saltanat devşiren ikiyüzlülerdir. Enam
159. ayetin bunun dışında bir mesaj taşıdığını söylemek mümkün değildir.
Tefrika sözcüğünün kullanılmasıyla dikkat çekilen bölücülüğün geçtiği
birçok yerde, bu bölücülüğün, Allah’ın ayetleri geldikten sonra ve hatta bu ayetleri
taşıyanlar tarafından sergilendiğinin altı çizilmektedir ki bu da ayrı bir
mesajdır. (bk. Ali İmran 105, Şura 14, Beyyine 4)
Dördüncü olarak
da yolda
fırkacılık gündeme getirilmiştir.
Bilindiği gibi Kur’an ısrarlı bir biçimde insanı sırat-ı müstakim’e yani dosdoğru yola çağırmaktadır.
Namazda okunan Fatiha Suresinin temel niyazlarından biri
de “bizi sırat-ı
müstakime kılavuzla” isteğidir.
Yol anlamında hem sırat
sözcüğü hem de sebil sözcüğü kullanılmaktadır. Kur’an, işte bu iki sözcükle tefrika
sözcüğünü birlikte kullandığı beyyinesinde yol olarak sadece Allah’ın yolunu
izlememizi, başka yollara girerek “yolda fırkacılık” yapmamamızı emrediyor:
“Benim dosdoğru yolum budur; onu izleyin!
Başka yolları izlemeyin ki bu yollar sizi O’nun yolundan ayırıp fırkalara
bölmesin. Sakınıp korunasınız diye O size bunu önermiştir.” (Enam 153)
Fıkıh metodolojisinin büyük ustalarından sayılan Şatıbi (ölm. 790/1388)ye göre, Fatiha Suresi son ayetteki “mağdubun aleyhim: kendilerine gazap edilenler” ile “dallin: karanlığa, sapıklığa düşenler” ifadesi, tevhit yolundan
sapan tüm İslam içi ve İslam dışı fırkaları kapsar.
Bunlar yine Şatıbi’ye göre, Enam Suresi 153. ayette
gösterilen Allah’ın tek yolundan sapıp yine o ayette dikkat çekilen “öteki yollar”a koyulanlardır. Anılan ayet bize
göstermektedir ki, tek olan yoldan sapıldığında “teferruk” yani parçalanma kaçınılmaz olur.
Bu ayetin bize verdiği
tevhit ölçüsü şudur: Fırkacılık veya tefrika varsa
tek yoldan sapma tartışılmaz bir biçimde vardır. Şöyle de diyebiliriz: Tek yoldan sapılmışsa fırkacılık kaçınılmaz bir bela haline gelir.
Yolda fırkacılık, sırat-ı müstakim olan
Kur’an yolunun yanında tarikat (yol), mezhep (bir
anlamı da yol) adlarıyla yeni dinler oluşturmak biçiminde vücut bulmaktadır.
Ancak burada şunu
ifadeyi bir insanlık borcu sayarız:
Bugün her biri bağımsız bir din haline getirilen
mezheplerin ve tarikatların ilk önderlerinin bu mezhep ve tarikatları
dinleştirenlerden ilke olarak ayrı tutulması gerekir. O insanlar, en azından
büyük kısmıyla bilim ve düşünce üreten ve bu yolla hizmet vermek isteyen
aydınlardı. Hiçbirinin, dinleşmiş bir takım mezhep ve tarikatlara öncülük etmek
gibi bir niyeti yoktu. Bilim ve düşünce adamı olarak yorum yapıyorlardı ve bu
yorumları kendilerine nispet ediyorlardı; bunları Kur’anın yerine koymaya çalışmıyorlardı.
Sonraki zamanların hazırcı, taklitçi zümrelerdir ki, bu
insanları ve yorumlarını dokunulmaz kılıp yedek dinler ve peygamberler
oluşturdular. Bunu bildiğimiz içindir ki biz dinde taklitçiliği şirkin giriş kapısı sayarız.
Bu kapıdan belki hepimiz bir şekilde girmekteyiz. Önemli
olan, kapının arkasını görüp yolun nereye çıkacağını fark ederek hemen geri
dönmektir. Geri dönenler mazurdur; dönmeyenlerse ilerde mazeret bildirme
hakkını yitirir. Felaketin bütün sonuçlarına katlanırlar.
Fırkacılığın dehşet ve
felaketinden uzak kalmanın yolu-yöntemi de gösterilmiştir. Hep birlikte ve
sadece Allah’ın ipine yapışmak, fırkalara son vermek. Bu kurtuluş reçetesini veren Ali İmran 103.
ayet “Allah’ın ipi” ve “teferruk” sözcüklerini kullanmıştır. Buyruk şudur:
Allah’ın ipine sarılın, fırkalara bölünmeye son verin!..
Bizim, Kur’andan
aldığımız ışık ve imanla geldiğimiz nokta şudur: Bugün, dinadına gerekçesi ve
sloganı ne olursa olsun, oculuk-buculuk diyerek fırkacılık yapanlar, Müslüman toplumları şirke götürmektedir.
Bunların peygamberimizle ilgilerinin olmadığını Kur’an söylüyor.
Fırkacı sömürü
zihniyetlerinin Müslüman kitlelere Kur’anı kendi dillerinde okutmamalarının
arka planını artık görmek zorundayız.
d. Ecdat (atalar) kabulleninin dinleştirilmesi:
Bu şirk belirişinin esası, atalardan görüleni ve duyulanı
dokunulmaz-kutsal ve gerçeğin göstergesi ilan etmektir. Kur’an bu şirk
belirtisinin altını elliyi aşkın yerde doğrudan, yüzü aşkın yerde de dolaylı
olarak çizmektedir.
En önemli dikkat çekişler, atalar-dedeler anlamındaki “aba” sözcüğünün
kullanımıyla sergilenmiştir.
Ataları
dokunulmaz kılan şirk zihniyetine göre, ataların kendileri
ve kabulleri tartışmasız kanıttır, gerçeğin şaşmaz göstergesidir.
İyinin,mutluluğun, güzelin, barış ve esenliğin ölçüsü ataların kabullerine
uygunluktur. (bk. Muminun 24, Kasas 36, Duhan 36. Casiye 25). Ataların kabullerine sataşma,
onları sorgulama ve yargılama, toplumun toptan karşı çıkması gereken bir felakettir.
(Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. KTK. “aba” maddesi)
Toplumu içinden inkârcı kodaman grup şöyle dedi: "Bu
adam,sizin gibi bir insandan başka şey değil; size üstünlük taslamak istiyor.
Eğer Allah dileseydi, melekler indirirdi. Biz ilk atalarımız arasında böyle bir
şey duymadık." Muminun 24.
Bunun ardından Musa onlara açık-seçik ayetlerimizi
getirdiğinde onlar şöyle dediler: "Uydurulmuş bir büyüden bakası değil bu.
İlk atalarımız arasında bunu hiç duymadık." Kasas 36.
"Eğer doğru sözlülerseniz, atalarımızı geri
getirin!" Duhan 36.
Ayetlerimiz, karşılarında açık-seçik mesajlar halinde
okunduğunda, delilleri sadece şöyle demek olmuştur: "Doğru
sözlüler iseniz atalarımızı getirin." Casiye 25.
(3 YAZININ 2.YAZISIDIR)
T.C. / M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder