DİNE KARŞI DİN
İKİNCİ BÖLÜM
Birinci bölümde, “dine karşı din” ifadesinden neyi
kastettiğimi söyledim. Orada
söylediğim, aslında karmaşık felsefî bir konu değil, basit bir konudur. Fakat
pek çok basit konu vardır ki, onları ihmal ettiğimizde sonuçları çok ağır
olmaktadır. İşte benim de yeni fark ettiğim gerçek şudur:
Kafalarımızdaki
anlayışın aksine, tarih boyunca din, küfürle yani dinsizlikle savaşmamıştır.
Çünkü tarih, sosyoloji, din sosyolojisi ve antropoloji bilimlerinin de
gösterdiği gibi tarihte tanrısız hiçbir toplum yoktur ve insanların toplumsal
yaşamları din merkezli olmuştur.
Yine şunu söyledim: Geçmişteki bütün
toplumlar, hangi ırktan ve hangi dönemde olursa olsun, dinî toplumlardır. Yani
tarihteki her toplumun düşünce ve kültürünün temelinde din vardır. Kültürleri
ve medeniyetleri inceleyen ya da üniversitede okutan bir tarihçi, görür ve
bilir ki, aslında tek toplum ve tek millet vardır; değişen, sadece din ve
kültür anlayışlarıdır. Kim Vedalar[21] ve Buda dinlerini dikkate almadan Hint
kültüründen söz edebilir? Kim antik Çin’i değerlendirirken, Çin kültürünün özü
ve temeli olarak değil de sadece bu kültürün büyük şahsiyetlerinden birileri
olarak Laf Tse[22] ve Konfüçyüs’ten söz edebilir?
Bu gerçeklerden anlıyoruz ki, tarih[23] boyunca
bütün toplumlar, dine bağlı olarak yaşamışlardır. Toplumlar, sadece bir dine
inanmakla kalmamış, yaşamlarında da dini esas almışlardır. Din, sadece onların
manevî, ahlâkî ve düşünsel hayatlarını değil, maddî ve ekonomik hayatlarını,
hatta şehirlerinin mimarî yapılarını bile yüzde yüz etkilemiştir. Daha önce de söylediğim gibi antik şehirlerin çoğu,
sembolik şehirler olup bir mabet etrafında kurulmuştur. Zamanla bu mabet, o
şehir için bir sembol haline gelmiştir. Bu gün Eyfel kulesi Paris’in sembolü
olduğu gibi, geçmişte de mabetler şehirler için bir semboldü.
İlk insan Hz. Âdem’den son peygambere kadar İbrahimî
dinlerin/İslam dininin bütün peygamberleri, hangi cepheye, hangi düşünceye ve
hangi sosyal yapıya karşı çıkmışlardır ve hangi cephe onlara karşı durup
direnmiştir? Bu cephenin,
küfür cephesi olduğunu biliyoruz; fakat küfür, dinsizlik değildir.
Zaten peygamberler de insanları salt anlamıyla dine davet etmek ya da onlarda
dinî duyarlılık oluşturmak için gelmemişlerdir. Peygamberler,
fertler ve toplumlar, illaki bir dine inansınlar diye de çalışmamışlardır. Yine
peygamberler, toplumda ibadeti yaygınlaştırmak için de gelmemişlerdir; çünkü
ibadet, dinî duygu, gayba ve bir tanrıya, ya da tanrılara inanma kişilerde ve
toplumlarda daima var olagelmiştir.
Tarihte, peygamberlere, daha çok da İslâm kelamcıları
ve filozoflarına karşı çıkan zındıklar ve dehrîlere[24] gelince, bunlar, başka bir dinî anlayışa
sahiptiler ve farklı bir metafizik inanışları vardı. Ayrıca dehrîlik olgusu, geç dönemde ortaya çıkmış olan bir
olgudur. Felsefe ve akılcı düşüncenin gelişmesi ile birlikte nadir de olsa
bazı kimseler, din ve maneviyat konularında bazı şüpheler ortaya attılar.
İşte dehrîler, bu çerçevede ortaya çıkan kimselerdir. Demek ki dinsizlik,
tarihte kelime anlamıyla hiçbir zaman var olmamış, herhangi bir toplum
oluşturmamış ve herhangi bir döneme damgasını vurmamıştır.
Daha öncede söylediğim gibi insanlık tarihinde sosyal yapısı, tarihi,
ekonomisi, kültürü ve medeniyeti bir birinden farklı pek çok toplum yaşamıştır
ve bunların tümü de dinî toplumlardır. Bunun
içindir ki peygamberlerimiz, insanlık tarihinin başlangıcından beri,
toplumlarının ihtiyaçları ve sorunlarına göre dinî hareketlerini şekillendirip
toplumun mevcut dinine ve onun koruyucularına karşı harekete geçmişlerdir.
Buna mukabil, her zaman bir güç,
peygamberlere karşı çıkmış ve bizim inandığımız dinî hareketi engellemek, onu
yok etmek ya da tahrif etmek için bütün gücünü ve imkânını kullanmıştır. Bunu,
dinsizlik değil küfür yapmıştır.
Öyleyse bizim inandığımız manada
din, insanlık tarihi boyunca, başka bir dine karşı çıkmış ve peygamberlerin
mücadelesi, dinsizliğe karşı değil, küfre karşı olmuştur. Zira toplumlarda dinsizlik vücut
bulmamıştır. Dolayısıyla da mücadele, toplumun ve zamanın dinine karşı
yapılmıştır.
KÜFÜR DİNİ VE İSLÂM DİNİ
TARİHE KÜFÜR DİNİ EGEMENDİR
KÜFÜR DİNİ VE İSLÂM DİNİ
Allah
(c), Peygamber’e (s) şöyle diyor: “De ki: Ey kâfirler,[25].” [26] Bu ayetin geçtiği Kâfirûn suresindeki tekrara ve
Peygamber’e (s) söylemesi emredilen “Ben sizin taptıklarınıza tapmam!” ayetindeki
inceliğe dikkat edin. “Ben sizin
taptıklarınıza tapmam!” ayeti “Ey Muhammed, sana karşı gelenlere söyle: Ben,
siz kâfirlerin ibadet ettiği şeye ibadet etmem!” demektir. Kullanmak istediğim
her kelime, bu surede mevcuttur. Bu ayette, ibadet meselesinin karşısında
ibadetsizlik değil, ibadet yer almaktadır. Yani Peygamber’in (s) karşısında yer
alan kimseler ibadete inanmayan tanrıtanımaz kimseler değildi; bilakis ondan
daha çok tanrıya sahiptiler. Görüldüğü gibi tartışmaya konu olan asıl mesele,
din meselesi değil tanrı meselesidir. Daha sonra gelen “Siz de benim
taptığıma tapacak değilsiniz”[27] ayeti, anlam bakımından bir önceki ayetin aynısıdır. Bu tür
tekrarlarla Kur’an, önemli meseleleri farklı boyutlarıyla tam olarak zihinlere
yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Bundan dolayıdır ki “Ben sizin taptıklarınıza tapmam!”
ayetinden hemen sonra “Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.” ayeti nazil
olmuştur. Nihayetinde sure,
şöyle bir açıklama ile bitmektedir: “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”[28] Yani din, din ile savaşır.
TARİHE KÜFÜR DİNİ EGEMENDİR
Peki, birinci bölümde sözünü ettiğimiz savaşta hangi taraf
galip oldu? Tevhid / (benim dinim banadır) dini mi, yoksa kâfirlerin dini mi? Tarih boyunca kâfirlerin dini galip olmuştur. Toplumlara
baktığımızda, hak olduğuna inandığımız peygamberler, tarihin hiçbir döneminde
dinlerini, istendiği gibi tam olarak topluma hâkim kılamamışlardır.
Peygamberler, daima kendi dönemlerindeki mevcut dinlere karşı bir devrim
şeklinde dinlerini ortaya koymuşlardır. Ancak ellerinde güç olan
kâfirler, her seferinde statükoyu muhafaza eden dinlerini toplumda daha
kuvvetli bir şekilde hâkim kılmışlardır. Çünkü
ekonomik, sosyal ve siyasî güç daima onların elinde olmuştur. Tarihin
başlangıcından şimdiye kadar hak din, toplumda tam olarak yaşama imkânını
bulamamıştır. Bundan ötürü de toplumlar, tarih boyunca küfür dininin
tasallutu altında yaşamak zorunda kalmışlardır.
Peki, bu din, hangi dindir ve bu dinin mensupları
kimlerdir? Dinin
mahiyetini aydınlığa kavuşturmak ve daha basit ve anlaşılır bir açıklama yapmak
için dinî metinlerden farklı isimler ve sıfatlar da çıkarılabilir, fakat Peygamber (s), bu dinler için “Sizin
dininiz size, benim dinim banadır.” ifadesini kullanmıştır. Muhatap bakımından ‘insan dini’, öz, eksen ve davet yönü
bakımından ‘Allah'ın dini’ olarak nitelendirilebilecek dini, Peygamber (s),
“Benim dinim banadır!” şeklinde ifade etmiştir. Tarih boyunca
mevcut dine karşı bir itiraz ve devrim şeklinde ortaya çıkan ve peygamberler
tarafından tebliğ edilen hak dinin muhatabı insan, ulaşmak istediği hedef ise
Allah’tır.
KİTAPTAKİ DİPNOTLAR:
[21] Hinduizmin en eski ve en önemli kutsal literatürü.
Bu dinsel literatürün on bin yıllık bir tarihi olduğuna inanılır. Vedalar,
uzun zaman ezber yoluyla nesilden nesile aktarılmıştır. Veda, kutsal bilgi
anlamına gelir. Genellikle tanrılara methiyeyi konu alan ilahilerden oluşur.
(Gündüz, s. 383)
[22] Lao Tse/Lao Tze: M.Ö. 604 yılında ortaya çıktığı
sanılan Taoizm’in kurucusu. Chou’da imparatorluk arşivinde çalışan ve emekli
olan Lao’nun mitolojik bir figür de olduğu düşünülür. Taoizm’in kutsal kitabı
Tao Te Ching (Yol ve Onun Gücü Klasiği) ona atfedilir. Yaşamının sonlarına
doğru Lao’nun, bir öküz üzerinde dağlara doğru gittiğine ve orada kaybolduğuna
inanılır. (Gündüz,s. 233.)
[23] Tarihten kastımız, tarihin ıstılahî anlamı olan
insan toplumunun yaşam macerası ve onun başından geçenlerdir. (Müellif)
[24] Mutlak zaman anlamına gelen dehr kelimesine
nisbet olan dehrî
kavramı, İslâm dünyasında genel olarak materyalist ve ateist düşünce
akımları için kullanılır. İslâm’dan önce bazı Cahiliye Arap larının da bu
düşünceye sahip olduğunu Kur’an şöyle ifade etmektedir: “Hem dediler ki: Hayat
ancak bizim şu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak
zaman (dehr) yok eder! Hâlbuki bu hususta bir bilgileri yoktur. Onlar sadece
zannederler.” (Câsiye, 24) Ayette geçen dehr kelimesinin dehrî şeklinde
kullanımı ise sonraki bir gelişmedir. (TDVİA, Dehriyye mad, cilt 9.)
Dehrîler, bütün
metafizik gerçekleri inkar ederler. Dinleri ve peygamberleri lüzumsuz görürler. Bundan
dolayı da kendilerine zenadıka adı verilmiştir. (Şamil İslâm Ansiklopedisi,
Zındık maddesi, cilt 6.)
[25] Kafir, dini olan insandır, dinsiz insan değildir.
İbrahim (a.s), Musa (a.s) ve İsa (a.s) ile savaşanlar, din muhafızları idiler;
dinî duyguları olmayan kimseler değillerdi ve din adına yeni dinin
peygamberiyle savaşıyorlardı. (Müellif)
(NASİPSE DEVAM EDECEK)
T.C. / M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder