SADIK
KEMAL TURAL
24-31
Ekim 2016
Bir varlığın / bütünlüğün
devamlılığını veya işlevini sürdürmesi için gerekli olan desteklerin, eklemelerin,
bazen de çıkarmaların, eksiltmelerin, değiştirmelerin her birine ve / veya tamamına
i h t i y a ç denir.
Her varlık, başka varlıklara muhtaçtır, ilgili, ilişkili, bağlı veya
bağımlıdır. Her varlık için, muhtaç olmak, destek, yardım beklemek, istemek mutlak
bir gerçekliktir. Diğer yandan her varlık, bütünlüğünün bir kısmında yahut
tamamında oluşan değişmeler yüzünden, d u r u m u
bozulmaktan, işlevini, işleyişini kaybetmekten, yok olmaktan kurtulamaz. Kâinattaki
bütün varlıklar, önce yetersizlikleri, en sonunda ölüm’ü
yaşamaya mahkûmdur. Yarattıklarına sınırlı birer ömür belirlemiş
bulunan,*
Samed olan
(ihtiyacı bulunmayan) ALLAH ise, hiçbir yaratılmışa muhtaç değil.
İnsan, bir arada yaşama ihtiyacı duyan, bundan
dolayı da, aile başta olmak üzere çeşitli büyüklükteki, toplaşmalar, topluluklar
oluşturan bir canlı. İnsanlar, benzeşmeyi, birlikte olmayı tercih etme ölçütüne
bağlı olarak, d i ğ e r i n i yabancı / ecnebi
saymaya dayalı, bütünlükler oluşturmuşlardır. İnsanlık, diğer / başka saydığı ile
kendileri arasındaki farklılıklarla temellenmiş ayrışmalarla, sosyal, kültürel,
siyasal birlikler, bütünlükler gerçekleştirmiştir.
Toplumlar, birlik
oluşturmayı ve bütünleşmeyi devamlılığa dönüştürmek, iç ve dış düşmanlarına karşı,
varlığını korumak üzere, bunları sağlayıcı kurumlara ihtiyaç duymuştur. Topluluklar,
başkalarının aşağılama ve sömürmelerinden korunma ihtiyacıyla, devlet başta
olmak üzere, birçok örgütlenmeler gerçekleştirmiştir.
Devlet,
insanlara ait örgütlenmelerin en üstündeki yapılanmadır.
Devlet, üyesi / vatandaşı olmayı kabul edenler (rızâ)in, benzeşmesini,
bütünleşmesini, birliğini ve vatanın parçalanmazlığını sağlayıcı kurumlar
toplamıdır. Devlet, yasama, yürütme ve yargı ile eğitim ile ticaretin
nasıl biçimlendirileceği, hangi değer ve davranışların vazgeçilmez ihtiyaç sayılacağı,
yönetimin denetime açık olması gibi açılardan farklı adlar alır: En eski
devlet yapılanması,
en üst yönetimin / iradenin, bir kişiye ve ailesine bağlı bulunmasının, halkın
da, vatanın da, o kişi ve ailesinin malı sayılmasının esas olduğu monarşi / mutlakıyet
(firavun, kral, şah, padişah, imparator) türünden olanıdır. Yasama, yürütme,
hukuk ve eğitim ile ticaretin oluşup biçimlenmesinde vatandaşların oluşumlara katılım ve
denetleme yetki ve işlevlerine göre biçimlenen devlet ve rejimler,
son 150-200 yılın kazançlarıdır.
Tarih,
toplulukların ve toplumların Allah, ahlâk, devlet, bağımsızlık, adalet, emek, uzmanlık, bilim, bilgelik ve sanat kavramlarını nasıl tanımlayıp hangi ölçüde değerli saydığını;
hangi sosyal ve kültürel kurumlaştırmaları, hangi ürün ve teknolojileri hayata
geçirdiklerini; hangi tür dış ve iç düşmanlarla savaştıklarını; varlıklarını
sürdürme mücadelelerinde neleri mutlak ihtiyaç saydıklarını anlatıyor.
İnsan,
zekâ adlı bir servetle doğuyor; bu servetin, duygu, akıl, hayal, hafıza, öğrenme, iman,
ilham, sezgi, zevk ve ümit adlı bileşenleri bulunuyor. Bu
bileşenlerin yardımıyla insan, bilgi edinme, edindiği bilgileri öncelikle
beslenme, barınma, korunma için kullanabilme; bir arada yaşatıcı kurallar koyup
bunlara uyma; kavram, terim, yöntem bulup kullanma; âlet yapabilme, teknolojiyi
geliştirme; sevdikleri ve sevenleri ile mutlu olma; iyi veya faydalı yahut
güzel kavramlarından birini esas alarak, farklı malzemeler aracılığıyla farklı
bütünlükler elde etme; kurumlar oluşturup işletme gibi göstergeleri bulunan
gerçekliklere imza atıyor.
İnsan zekâsının,
bileşenleri aracılığıyla hangi toplumlarda, hangi ihtiyaçların nasıl karşılanıp, ne ölçüde bilinebilir gerçeğe dönüştürüldüğünün
muteber bilgilerle kronolojik olarak nakledilmesi, tarih dediğimiz bilgi alanını meydana getirir.
Her toplumun, kökenine
sahip çıkması da, milletleşme ve / veya devletleşme süreçleri de, bağımsızlığını
koruma bilinci ve buna bağlı kurumlaştırma süreçleri de, büyük ölçüde kendine özgüdür.
Vatan,
devlet, bağımsızlık ile dil ve ortak tarih kavramlarının halktaki
yansımaları ne ölçüde güçlü ise, bütünleşme de, o oranda güçlü olacaktır.‘Vatan’ sayılan topraklardaki insanların, bir
ortak payda etrafında benzeştirilerek bütünleştirilmesi, mahallî kimliklerin ve
mahallî liderlerin engellemeleri ile komşu devletlerin tuzakları yüzünden zaman
zaman zorlaşır. Devletleşme ve bütünleşme çalışması yapılan ülkelerde, inanç ve
/ veya toprak ağalarının bu bütünleşmeyi tökezletmek için her türlü olumsuzluğu
yaptıkları görülmüştür. Ortak paydayı oluşturan değer, inanış ve davranışların,
her vatandaşta benzeşme / bütünleşme sonucunu vermesi için, aydınların, paydaş /
bölen kavramlarını matematik ifade dışında anlamaları ve algılamaları
gereklidir. Ortak payda, çeşitli farkların üstündeki, derinlerindeki
aynılık, benzeşirliktir.
Fark kelimesi,
diğerinden ve / veya benzerlerinden bazı açılardan yahut bütünüyle ayrı
özellikleri bulundurma / taşıma anlamına geliyor. Bu farklar insanın beş
duyusunun yardımı ile algılayabileceği oranda olabileceği gibi, uzmanların veya
özel teknolojili aygıtların belirleyebileceği ölçülerde de olabilir.
Her insanın toplum
içindeki konumu da, akrabalar da birbirine göre, fark kelimesine bağlı ayrılıklar, aykırılıklar taşır. Aynı ailenin
üyeleri arasında, aynı sülaleden olanlar arasında da, aynı köy, kasaba veya şehirdeki,
aynı bölgedeki ve aynı vatandaki insanlar arasında da farklılıklar bulunması
kaçınılmazdır. İnsanlar arasında, en az yüz açıdan farklılık tespit edilebilir;
ilk akla gelenleri sıralayalım: Ad, doğum yeri, yılı; yaş; cinsiyet; mizaç; cild,
saç ve göz rengi; boy, kilo; geçirilmiş bedeni ve ruhi hastalıklar, tedavi
amaçlı müdahaleler; anne ve babanın eğitim / öğrenim durumu; evdeki çocuk
sayısı ve kişinin kaçıncı çocuk olduğu; ailenin düzenli gelirleri; inanç, din, mezhep
kavramlarına bağlı kabuller ve ritüeller; eğitim ve öğrenim görülen okullar; ilk
yirmi yılın geçtiği ortamlar; kazanılan diploma ve meslek… Bu kanaat ve görüntü
farklarının üzerinde ise, matematiğin terimleri olan en büyük ortak bölen ve en büyük ortak payda
kavramları ile anlayabileceğimiz, mensupluk duygusu / bilinci ve benzeşirlik /
ortak kimlik bulunmaktadır.
Türk genel adı altında toplanabilen
halklar, devletleşme, bağımsızlık oluşturma ile savunma,
yasama, yürütme, adalet ve ticaret ile bilim ve sanat alanlarında kendi
zekâlarının ürünü olan yapılar oluşturdukları gibi, komşularından da
etkilenmişlerdir. Gerek tarihin tanıklığına, gerek çağdaş-laik hukuk
normlarının yansıdığı resmi belgelerdeki tanımlarına dayanılsın, Türk
ve Türklük
sosyo-psikolojik bir gerçekliğin adıdır.
Şu, beş –artırılabilir-
en büyük ortak bölen ise, yalnızca yetmiş milyonluk Türkiye’nin değil, 240
milyon Türk kökenli halkların bilinçaltındaki servettir:
1. Allahtan
ve atalardan utanma; 2. vatanın kutsallığı; 3. bağımsız devletin kutsallığı; 4.eşit
ve hızlı olabildiği ölçüde kutsallığı artan adalet; 5. emek’in kutsallığı… Bunlar, toplumu güç ve kader
birliğine taşıyan birer benzeştirici, ortak kimlik oluşturucu, bunlar ortak paydanın
DNA taşıyan hücreleridir. Mahallî kimlikçi,
mezhep, tarikat, cemaat, mafya mensubu, sığ, öfkeli, ayrıştırıcı, yasa tanımaz kişi
ve odaklar, bu beş en büyük ortak böleni ve eğitim ile ticareti kirlettiklerinde,
onlar -adaletten ayrılmadan- en sert uygulamalarla etkisizleştirilmelidir. Öncelikle vatan.
Vatan,
her insanın paydaşı olduğu en büyük ortak bölendir.
Bağımsız devlete sahip bir toplumun gayrisafi millî hâsılasının büyüklüğü,
vatanını ve bağımsızlığını koruması ile benzeşerek bütünleşmesi bakımından çok
önemlidir. Bir toplumun “vatan” adını
verdiği toprak parçasındaki yer altı ve yer üstünden kazanılan birikim ile
bilgi ve teknoloji üretiminin toplamı, gayrisafî millî hâsılayı oluşturur. Gayrisafi millî hâsıla, bir toplumun belirli bir zaman
aralığında (altı ay, bir yıl veya beş yıl) üretebildiği, bilgi, teknoloji, mal,
hizmetlerin -aşınmaları dikkate alıp- ülkenin parası ve piyasa fiyatları
üzerinden hesaplanmasıdır.** Gayrisafi millî hâsılanın üretici
tarafı, elde ettiğinin, gelir sayılanların çektiği zahmet ve beklentilerinin
altında olduğunu düşünürse, yaptığı iş ve işlemlerden vaz geçer. Üretici
emeğinin / çabasının karşılığını alamadığında, beklentisini bulamadığında, bunu
sömürülme sayarak, yaptığı işten vazgeçerse, millî pazarda açıklar meydana
gelir.
Millî üreticiler ile pazarlamacılar arasında,
millî duyarlılığa bağlı bir uyumlanma ve uzlaşma oluşturulabilir ise, iki
tehlikeli sömürgen grubun etkisi azaltılmış olur: İçerideki inanç ve/veya
toprak yahut sermaye feodalitesinin temsilcilerinin; dışarıdaki kapitalist
devlet ve toplumların sömürgeci zihniyetli oyun kurucuların çeşitli örtülü
faaliyetleri. İçerideki sermaye feodalleri
de hastalıklı pazar ekonomilerinin kanını emen küresel
kapitalizm de emeğin kutsallığına emekçinin saygıyı ve karşılığını
almayı hak ettiğine inanmazlar. Onların egosantrizminin kendilerine göre
binlerce gerekçesi vardır.
Kendisini 240 milyonluk
Türk kültür dairesinin ayrılmaz bir parçası sayan kişi ve topluluklar,
öncelikle Türkiye’de, sonra da Türk kökenli halkların dünyasında, şu anlayışı yaygınlaştırmak
zorundadır: Türk damgalı üretim ve ticaret ahlâkını övünülür kimliğe dönüştürmek; her türlü mal ve hizmetlerde Türk
sermayesine dayalı adlar ve markalar oluşturmak… Bu konularda, ticaret ve sanayi odaları ile
üniversiteler elele vermelidir.
Dünyanın son 250 yıllık
tarihi içinde, vatan, bağımsız devlet
ve emek kavramlarına âdeta düşmanlık eden, bunların
gündemde olmasını istemeyen gruplar bellidir: İnanç ve / veya
toprak feodalitesi; uluslararası
zeminde hastalıklı ekonomilerin bütünleşmesi sıkıntıya girmiş toplumların zayıf
halkalarını yakalayıp sömürmekten çekinmeyen küresel sermayenin kurumlaşmış
temsilcileri…
Her iki sömürgen grup da,
muhatap saydıkları devletten ve toplumdan, örtülü veya açıkça şu üç şeyi
istiyor / bekliyor:
1-
Bulunmayan / yetersiz olan bilgi ve
teknoloji ile uzmanlık ihtiyacınızı, kayıtsız şartsız bizim
sunduğumuz bilgi ve teknolojilerle karşılayacaksınız.
2-
Eğitim, öğretim ve bilgiye erişim süreçlerinde,
bizim oluşturacağımız değiştirme ve dönüştürmelere, kayıtsız şartsız boyun
eğeceksiniz; size
lazım olan demokratik eğitimin ve demokrasinin sınırlarını biz
çizeceğiz.
3-
Üretim ve tüketim ögelerini de, millî pazar
saydığınız alandaki her türlü emek, pazarlama ve fiyat hareketliliğinin
biçimlenmesini bize bırakacaksınız…
250 yıllık insanlık
tarihinde, toplumları, devletleri dertten derde sokan; soğuk ve sıcak
savaşların belâlarıyla boğuşturan bu üç paragraftır.
Siyasî, askerî, iktisadî ve diplomatik oyunların, anlaşmaların hedefi ve sonucu,
bu üç sömürgeleştirici beklentilerin sahipleri ile muhatapları arasındaki
genellikle örtülü, bazen açıkça yaşanan kavgalardır.
Mal-mülk sahipliğiyle
veya mafya türünden kanun ve hukuk tanımazlıkla yahut inanç ve ibadetle ilişkili
sömürgenler, dış sömürü odakları ile yakınlaşmaya yatkındırlar. İçerideki sömürgen
kişi ve odaklar, devlet ve millet düşmanlarıyla işbirliği yapmışlardır, yaparlar.
Millî benlik ve kimlik konusunda bilinçsiz olan kişi ve odaklar,
adaletsizlik, yolsuzluk, haset, iftira, bozgunculuk gibi ahlâksızlıkları,
kendileri için mubah sayarlar.
İmanını, aklını, zevkini
ve emeğini sömürtmemeye kararlı, uzmanlığa, bilginliğe ve bilgeliğe aday olan bir genç kuşak yetiştirmek,
en önde gelen hedef olmalıdır. Benliğini ve kimliğini oluşturan değer ve davranışları
şahsiyetinin belirgin ögeleri haline getirmenin ön şartı ise, imanının,
aklının, zevkinin ve emeğinin sömürülmesine karşı çıkmaktır.
Büyük Nutuk bir “durum
tespiti” ile başlar. Türkiye Cumhuriyeti ise, o köhne ve çok
parçalı yapıyı bütünleştirmenin adı. 1923’ten itibaren tam onbeş yıl, Gazi
Paşa, Mustafa Kemal Atatürk, ortak paydayı güçlendirmek üzere, hem benzeştirme ve
bütünleştirme, hem de sömürülmeme adına bilinçlenme seferberliğinin
liderliğini yaptı.***
Allah ona rahmet etsin.
Âcil ihtiyacımız,
ordumuzun gücüne güvenme konusundaki, hukukun işleyişindeki, öğretim ve eğitim
veren kişi ve kurumlardaki, gayrisafi millî hâsılanın oluşum ve paylaşımındaki kirlenmelerin
temizlenmesi için mücadele edilip, uzmanlığın, bilginin ve bilgeliğin, devlete de millete de hâkim kılınmasıdır.
24-31 Ekim 2016 S. K. T U R A L
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder