İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

4 Kasım 2016 Cuma

İHTİYAÇLARIMIZA VE ORTAK PAYDAMIZA DÂİR

   

SADIK KEMAL TURAL
24-31 Ekim 2016

Bir varlığın / bütünlüğün devamlılığını veya işlevini sürdürmesi için gerekli olan desteklerin, eklemelerin, bazen de çıkarmaların, eksiltmelerin, değiştirmelerin her birine ve / veya tamamına i h t i y a ç denir. Her varlık, başka varlıklara muhtaçtır, ilgili, ilişkili, bağlı veya bağımlıdır. Her varlık için, muhtaç olmak, destek, yardım beklemek, istemek mutlak bir gerçekliktir. Diğer yandan her varlık, bütünlüğünün bir kısmında yahut tamamında oluşan değişmeler yüzünden, d u r u m u bozulmaktan, işlevini, işleyişini kaybetmekten, yok olmaktan kurtulamaz. Kâinattaki bütün varlıklar, önce yetersizlikleri, en sonunda ölüm’ü yaşamaya mahkûmdur. Yarattıklarına sınırlı birer ömür belirlemiş bulunan,* Samed olan (ihtiyacı bulunmayan) ALLAH ise, hiçbir yaratılmışa muhtaç değil.

İnsan, bir arada yaşama ihtiyacı duyan, bundan dolayı da, aile başta olmak üzere çeşitli büyüklükteki, toplaşmalar, topluluklar oluşturan bir canlı. İnsanlar, benzeşmeyi, birlikte olmayı tercih etme ölçütüne bağlı olarak, d i ğ e r i n i yabancı / ecnebi saymaya dayalı, bütünlükler oluşturmuşlardır. İnsanlık, diğer / başka saydığı ile kendileri arasındaki farklılıklarla temellenmiş ayrışmalarla, sosyal, kültürel, siyasal birlikler, bütünlükler gerçekleştirmiştir.

Toplumlar, birlik oluşturmayı ve bütünleşmeyi devamlılığa dönüştürmek, iç ve dış düşmanlarına karşı, varlığını korumak üzere, bunları sağlayıcı kurumlara ihtiyaç duymuştur. Topluluklar, başkalarının aşağılama ve sömürmelerinden korunma ihtiyacıyla, devlet başta olmak üzere, birçok örgütlenmeler gerçekleştirmiştir.

Devlet, insanlara ait örgütlenmelerin en üstündeki yapılanmadır. Devlet, üyesi / vatandaşı olmayı kabul edenler (rızâ)in, benzeşmesini, bütünleşmesini, birliğini ve vatanın parçalanmazlığını sağlayıcı kurumlar toplamıdır. Devlet, yasama, yürütme ve yargı ile eğitim ile ticaretin nasıl biçimlendirileceği, hangi değer ve davranışların vazgeçilmez ihtiyaç sayılacağı, yönetimin denetime açık olması gibi açılardan farklı adlar alır: En eski devlet yapılanması, en üst yönetimin / iradenin, bir kişiye ve ailesine bağlı bulunmasının, halkın da, vatanın da, o kişi ve ailesinin malı sayılmasının esas olduğu monarşi / mutlakıyet (firavun, kral, şah, padişah, imparator) türünden olanıdır. Yasama, yürütme, hukuk ve eğitim ile ticaretin oluşup biçimlenmesinde vatandaşların oluşumlara katılım ve denetleme yetki ve işlevlerine göre biçimlenen devlet ve rejimler, son 150-200 yılın kazançlarıdır.

Tarih, toplulukların ve toplumların Allah, ahlâk, devlet, bağımsızlık, adalet, emek, uzmanlık, bilim, bilgelik ve sanat kavramlarını nasıl tanımlayıp hangi ölçüde değerli saydığını; hangi sosyal ve kültürel kurumlaştırmaları, hangi ürün ve teknolojileri hayata geçirdiklerini; hangi tür dış ve iç düşmanlarla savaştıklarını; varlıklarını sürdürme mücadelelerinde neleri mutlak ihtiyaç saydıklarını anlatıyor.
İnsan, zekâ adlı bir servetle doğuyor; bu servetin, duygu, akıl, hayal, hafıza, öğrenme, iman, ilham, sezgi, zevk ve ümit adlı bileşenleri bulunuyor. Bu bileşenlerin yardımıyla insan, bilgi edinme, edindiği bilgileri öncelikle beslenme, barınma, korunma için kullanabilme; bir arada yaşatıcı kurallar koyup bunlara uyma; kavram, terim, yöntem bulup kullanma; âlet yapabilme, teknolojiyi geliştirme; sevdikleri ve sevenleri ile mutlu olma; iyi veya faydalı yahut güzel kavramlarından birini esas alarak, farklı malzemeler aracılığıyla farklı bütünlükler elde etme; kurumlar oluşturup işletme gibi göstergeleri bulunan gerçekliklere imza atıyor.

İnsan zekâsının, bileşenleri aracılığıyla hangi toplumlarda, hangi ihtiyaçların nasıl karşılanıp, ne ölçüde bilinebilir gerçeğe dönüştürüldüğünün muteber bilgilerle kronolojik olarak nakledilmesi, tarih dediğimiz bilgi alanını meydana getirir.

Her toplumun, kökenine sahip çıkması da, milletleşme ve / veya devletleşme süreçleri de, bağımsızlığını koruma bilinci ve buna bağlı kurumlaştırma süreçleri de, büyük ölçüde kendine özgüdür. Vatan, devlet, bağımsızlık ile dil ve ortak tarih kavramlarının halktaki yansımaları ne ölçüde güçlü ise, bütünleşme de, o oranda güçlü olacaktır.‘Vatan’ sayılan topraklardaki insanların, bir ortak payda etrafında benzeştirilerek bütünleştirilmesi, mahallî kimliklerin ve mahallî liderlerin engellemeleri ile komşu devletlerin tuzakları yüzünden zaman zaman zorlaşır. Devletleşme ve bütünleşme çalışması yapılan ülkelerde, inanç ve / veya toprak ağalarının bu bütünleşmeyi tökezletmek için her türlü olumsuzluğu yaptıkları görülmüştür. Ortak paydayı oluşturan değer, inanış ve davranışların, her vatandaşta benzeşme / bütünleşme sonucunu vermesi için, aydınların, paydaş / bölen kavramlarını matematik ifade dışında anlamaları ve algılamaları gereklidir. Ortak payda, çeşitli farkların üstündeki, derinlerindeki aynılık, benzeşirliktir.

Fark kelimesi, diğerinden ve / veya benzerlerinden bazı açılardan yahut bütünüyle ayrı özellikleri bulundurma / taşıma anlamına geliyor. Bu farklar insanın beş duyusunun yardımı ile algılayabileceği oranda olabileceği gibi, uzmanların veya özel teknolojili aygıtların belirleyebileceği ölçülerde de olabilir.

Her insanın toplum içindeki konumu da, akrabalar da birbirine göre, fark kelimesine bağlı ayrılıklar, aykırılıklar taşır. Aynı ailenin üyeleri arasında, aynı sülaleden olanlar arasında da, aynı köy, kasaba veya şehirdeki, aynı bölgedeki ve aynı vatandaki insanlar arasında da farklılıklar bulunması kaçınılmazdır. İnsanlar arasında, en az yüz açıdan farklılık tespit edilebilir; ilk akla gelenleri sıralayalım: Ad, doğum yeri, yılı; yaş; cinsiyet; mizaç; cild, saç ve göz rengi; boy, kilo; geçirilmiş bedeni ve ruhi hastalıklar, tedavi amaçlı müdahaleler; anne ve babanın eğitim / öğrenim durumu; evdeki çocuk sayısı ve kişinin kaçıncı çocuk olduğu; ailenin düzenli gelirleri; inanç, din, mezhep kavramlarına bağlı kabuller ve ritüeller; eğitim ve öğrenim görülen okullar; ilk yirmi yılın geçtiği ortamlar; kazanılan diploma ve meslek… Bu kanaat ve görüntü farklarının üzerinde ise, matematiğin terimleri olan en büyük ortak bölen ve en büyük ortak payda kavramları ile anlayabileceğimiz, mensupluk duygusu / bilinci ve benzeşirlik / ortak kimlik bulunmaktadır.

Türk genel adı altında toplanabilen halklar, devletleşme, bağımsızlık oluşturma ile savunma, yasama, yürütme, adalet ve ticaret ile bilim ve sanat alanlarında kendi zekâlarının ürünü olan yapılar oluşturdukları gibi, komşularından da etkilenmişlerdir. Gerek tarihin tanıklığına, gerek çağdaş-laik hukuk normlarının yansıdığı resmi belgelerdeki tanımlarına dayanılsın, Türk ve Türklük sosyo-psikolojik bir gerçekliğin adıdır.

Şu, beş –artırılabilir- en büyük ortak bölen ise, yalnızca yetmiş milyonluk Türkiye’nin değil, 240 milyon Türk kökenli halkların bilinçaltındaki servettir: 1. Allahtan ve atalardan utanma; 2. vatanın kutsallığı; 3. bağımsız devletin kutsallığı; 4.eşit ve hızlı olabildiği ölçüde kutsallığı artan adalet; 5. emek’in kutsallığı… Bunlar, toplumu güç ve kader birliğine taşıyan birer benzeştirici, ortak kimlik oluşturucu, bunlar ortak paydanın DNA taşıyan hücreleridir. Mahallî kimlikçi, mezhep, tarikat, cemaat, mafya mensubu, sığ, öfkeli, ayrıştırıcı, yasa tanımaz kişi ve odaklar, bu beş en büyük ortak böleni ve eğitim ile ticareti kirlettiklerinde, onlar -adaletten ayrılmadan- en sert uygulamalarla etkisizleştirilmelidir. Öncelikle vatan.

Vatan, her insanın paydaşı olduğu en büyük ortak bölendir. Bağımsız devlete sahip bir toplumun gayrisafi millî hâsılasının büyüklüğü, vatanını ve bağımsızlığını koruması ile benzeşerek bütünleşmesi bakımından çok önemlidir. Bir toplumun “vatan” adını verdiği toprak parçasındaki yer altı ve yer üstünden kazanılan birikim ile bilgi ve teknoloji üretiminin toplamı, gayrisafî millî hâsılayı oluşturur. Gayrisafi millî hâsıla, bir toplumun belirli bir zaman aralığında (altı ay, bir yıl veya beş yıl) üretebildiği, bilgi, teknoloji, mal, hizmetlerin -aşınmaları dikkate alıp- ülkenin parası ve piyasa fiyatları üzerinden hesaplanmasıdır.** Gayrisafi millî hâsılanın üretici tarafı, elde ettiğinin, gelir sayılanların çektiği zahmet ve beklentilerinin altında olduğunu düşünürse, yaptığı iş ve işlemlerden vaz geçer. Üretici emeğinin / çabasının karşılığını alamadığında, beklentisini bulamadığında, bunu sömürülme sayarak, yaptığı işten vazgeçerse, millî pazarda açıklar meydana gelir.


Millî üreticiler ile pazarlamacılar arasında, millî duyarlılığa bağlı bir uyumlanma ve uzlaşma oluşturulabilir ise, iki tehlikeli sömürgen grubun etkisi azaltılmış olur: İçerideki inanç ve/veya toprak yahut sermaye feodalitesinin temsilcilerinin; dışarıdaki kapitalist devlet ve toplumların sömürgeci zihniyetli oyun kurucuların çeşitli örtülü faaliyetleri. İçerideki sermaye feodalleri de hastalıklı pazar ekonomilerinin kanını emen küresel kapitalizm de emeğin kutsallığına emekçinin saygıyı ve karşılığını almayı hak ettiğine inanmazlar. Onların egosantrizminin kendilerine göre binlerce gerekçesi vardır.

Kendisini 240 milyonluk Türk kültür dairesinin ayrılmaz bir parçası sayan kişi ve topluluklar, öncelikle Türkiye’de, sonra da Türk kökenli halkların dünyasında, şu anlayışı yaygınlaştırmak zorundadır: Türk damgalı üretim ve ticaret ahlâkını övünülür kimliğe dönüştürmek; her türlü mal ve hizmetlerde Türk sermayesine dayalı adlar ve markalar oluşturmak… Bu konularda, ticaret ve sanayi odaları ile üniversiteler elele vermelidir.  

Dünyanın son 250 yıllık tarihi içinde, vatan, bağımsız devlet ve emek kavramlarına âdeta düşmanlık eden, bunların gündemde olmasını istemeyen gruplar bellidir: İnanç ve / veya toprak feodalitesi; uluslararası zeminde hastalıklı ekonomilerin bütünleşmesi sıkıntıya girmiş toplumların zayıf halkalarını yakalayıp sömürmekten çekinmeyen küresel sermayenin kurumlaşmış temsilcileri…


Her iki sömürgen grup da, muhatap saydıkları devletten ve toplumdan, örtülü veya açıkça şu üç şeyi istiyor / bekliyor:

1-                 Bulunmayan / yetersiz olan bilgi ve teknoloji ile uzmanlık ihtiyacınızı, kayıtsız şartsız bizim sunduğumuz bilgi ve teknolojilerle karşılayacaksınız.
2-                 Eğitim, öğretim ve bilgiye erişim süreçlerinde, bizim oluşturacağımız değiştirme ve dönüştürmelere, kayıtsız şartsız boyun eğeceksiniz; size lazım olan demokratik eğitimin ve demokrasinin sınırlarını biz çizeceğiz.
3-                 Üretim ve tüketim ögelerini de, millî pazar saydığınız alandaki her türlü emek, pazarlama ve fiyat hareketliliğinin biçimlenmesini bize bırakacaksınız…

250 yıllık insanlık tarihinde, toplumları, devletleri dertten derde sokan; soğuk ve sıcak savaşların belâlarıyla boğuşturan bu üç paragraftır. Siyasî, askerî, iktisadî ve diplomatik oyunların, anlaşmaların hedefi ve sonucu, bu üç sömürgeleştirici beklentilerin sahipleri ile muhatapları arasındaki genellikle örtülü, bazen açıkça yaşanan kavgalardır.

Mal-mülk sahipliğiyle veya mafya türünden kanun ve hukuk tanımazlıkla yahut inanç ve ibadetle ilişkili sömürgenler, dış sömürü odakları ile yakınlaşmaya yatkındırlar. İçerideki sömürgen kişi ve odaklar, devlet ve millet düşmanlarıyla işbirliği yapmışlardır, yaparlar. Millî benlik ve kimlik konusunda bilinçsiz olan kişi ve odaklar, adaletsizlik, yolsuzluk, haset, iftira, bozgunculuk gibi ahlâksızlıkları, kendileri için mubah sayarlar.

İmanını, aklını, zevkini ve emeğini sömürtmemeye kararlı, uzmanlığa, bilginliğe ve bilgeliğe aday olan bir genç kuşak yetiştirmek, en önde gelen hedef olmalıdır. Benliğini ve kimliğini oluşturan değer ve davranışları şahsiyetinin belirgin ögeleri haline getirmenin ön şartı ise, imanının, aklının, zevkinin ve emeğinin sömürülmesine karşı çıkmaktır.

Büyük Nutuk bir “durum tespiti” ile başlar. Türkiye Cumhuriyeti ise, o köhne ve çok parçalı yapıyı bütünleştirmenin adı. 1923’ten itibaren tam onbeş yıl, Gazi Paşa, Mustafa Kemal Atatürk, ortak paydayı güçlendirmek üzere, hem benzeştirme ve bütünleştirme, hem de sömürülmeme adına bilinçlenme seferberliğinin liderliğini yaptı.*** Allah ona rahmet etsin.

Âcil ihtiyacımız, ordumuzun gücüne güvenme konusundaki, hukukun işleyişindeki, öğretim ve eğitim veren kişi ve kurumlardaki, gayrisafi millî hâsılanın oluşum ve paylaşımındaki kirlenmelerin temizlenmesi için mücadele edilip, uzmanlığın, bilginin ve bilgeliğin, devlete de millete de hâkim kılınmasıdır.   

24-31 Ekim 2016 S. K. T U R A L





* Mülk Sûresi,1-2.âyetler

** Tam bir rakamlandırma mümkün olamadığından ve farklı alanlara ait fiyatlandırmaların toplamı olduğundan, bu birikime gayrisafi millî hâsıla denmiştir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder