GÜNDEM
Ali Bardakoğlu: Din adamları yaşadığımız çağın sorunlarının farkına varmalı
Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ile 21. yüzyılda İslam
dünyasının yaşadığı sorunları konuştuk...
08 Ocak 2017 Pazar, 03:52:37 Güncelleme: 03:54:44
·
İslam Işığında Müslümanlığımızla
Yüzleşme’ adında çarpıcı bir kitap yazan eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr.
Ali Bardakoğlu ile 21. yüzyılda İslam dünyasının yaşadığı sorunları konuştuk...
Kitabınızın adını neden “Müslümanlığımızla Yüzleşme” koydunuz?
İslam ile Müslümanlık aynı şey değildir.
Müslümanlar 14 asırdır tarih sahnesindeler ve farklı coğrafyalarda farklı
Müslümanlık tarzları ortaya çıktı. Kendi kavgalarımızın, zaaflarımızın, tarihi
ve sosyal şartların yol açtığı sıkıntılar vardır. Bu yüzden Müslümanlığımızın
sürekli İslam ışığında gözden geçirmek ve yüzleşmek zorundayız.
Bugün İslam dünyası denildiğine bir Batılının aklına terör, savaş, geri
kalmışlık, kadınların aşağılanması, otoriterlik, bilim sanatta geri kalmışlık
ve körfez ülkelerindeki abartılı lüks tüketimi geliyor. Neden böyle bir
manzara ortaya çıktı?
Batılıların da bizim de görme biçimimizde
biraz yanlılık var. İslam tarihinde bilimde, teknolojide, bilgi üretiminde
başarılı olunan altın dönemler var. Ama bugün İslam dünyasında şiddetin, terörün,
nefretin olduğu doğrudur. Bununla yüzleşmemiz gerekiyor. Kadın hakları, kız
çocuklarına ayrımcılık, eğitim, sağlık, çevre gibi temel açılardan gerideyiz.
Mesela milli gelirlerin İslam ülkelerindeki dağılımı ve sosyal adalet konusu...
İslam adaletten çok söz eder, fakirin yanında olmaya teşvik eder ama bugün
İslam dünyasında insan değeri çok aşağılarda.
İslam dünyası niye bu noktaya geldi?
İslam dünyasının geri kalmışlığını
sadece dinle ilişkili olarak açıklayamayız. “Dinimizi yanlış anladığımız için
bu noktaya gedik” diyemeyiz çünkü din tek başına toplumların kalkınmasının ya
da geri kalmasının amiri değildir. İslam’ın ilk dönemlerinde büyük bir
medeniyet kurduk ama bunu sadece dini iyi anladığımız için kurmadık. Din bir
motivasyondu ama dünyayı iyi anladık, gerçeklerle yüzleştik, çalıştık,
çabaladık... Ama son yüzyıllarda geri kaldık. Müslümanlık tarzımız kadar,
iktisat biliminin, bilimsel düşüncenin, kalkınmanın, refahın, mutluluğun
sağlanması lazım. İyi dindar olduğumuz vakit sağlıklı olur muyuz?
Olmayabiliriz. Zengin olur muyuz? Olmayabiliriz. Onların kendilerine has
kuralları vardır. Din ile dünya hayatında önem verdiğimiz şeylerin arasında
sıkı bir bağ kurmamız yanlış olur.
‘ZEMİN ÇOK KÖTÜYSE DİNİN YAPACAĞI KATKI SINIRLIDIR’
Toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal
hayatında çok büyük çatlaklar, zaaf noktaları varsa ve fırsat eşitliği yoksa,
insanlar tüm sorunlarını dini alana taşıyıp, öfke ve kavgalarını din üzerine
yapabiliyorlar. Bir toplumda milli gelir, yer altı kaynakları yöneticilerin
tekelinde oluyor da halkın % 95’i fakirlik sınırının altında yaşıyorsa ve o
insanların ortak değeri Müslümanlıksa elbette bu insanlar tepkisini din
üzerinden ifade edecektir. Sorunlar giderilmeden “İslam barış dinidir” demeniz
karın doyurmaz. Zemin çok kötüyse dinin yapacağı katkı sınırlıdır.”
‘DİN, AYRINTILI BİR HAYAT REÇETESİ
DEĞİLDİR’
“İnsanlar
kendi mesleklerine, evliliklerine, kaç çocukları olacağına kendi karar verir.
Din sadece işin kıvamını, ahlaki ve insani tarafını hatırlatır. Biz dini çok
ayrıntılı bir hayat reçetesi olarak görüyoruz. Sabahtan
akşama kadar tüm davranışlarımızı din belirlemiş diye kabul ediyoruz. Öyle
değil. Din sadece yaşadığınız hayatta ahlakiliği sağlıyor. İlk geldiği dönemde
de o ahlakiliği sağladı. Bugün de iyi anlarsak o ahlakiliği sağlayabiliriz.”
‘İSLAM ÂLİMLERİ ÖFKELİ VE HIRÇIN, DİN
DİLİ İDEOLOJİK VE AYRIŞTIRICI OLDU’
Peki, Müslüman ülkelerin çoğunda
otoriter yönetimlerin ve toleranssız toplumların olması tesadüf mü? Hak ve
özgürlükler meselesinin bu kadar aşağıda olmasının sebebi nedir?
Müslüman ülkelerdeki sorunlar İslam’ın
özünden kaynaklanmıyor. Her birinin kendi tarihleriyle ilgili sebepleri var.
Ama haklı olduğunuz bir nokta var; İslam bu otoriterliği, adil olmayan yönetim
biçimlerini düzeltmede çok fazla role sahip değil. Din bu noktada neden çok
etkili olamıyor? Bu da ulemanın sorunu. Yani dinin değil, din algısının ve
ulemanın sorunu... Din adamları çok arkaik kaldı. Tarihe takıldılar. 21.
Yüzyıla girdik ama hâlâ hicri 3. ve 4. asırdaki yorumları bize gerçek din
olarak sunma yanlışını sürdürüyorlar. Halbuki din bilginlerinin toplumun önünü
açması, toplumun sorunlarının giderilmesinde iyileştirici unsur olarak işe
yaraması gerekiyordu.
Bir ilahiyatçı olarak diyorum ki; ulema,
din ve İslam bilginleri bu konuda engel olmaktan vazgeçsinler. Siyasetçiler,
kadın ve kız çocuklarının hakları konusunda adım atmak istiyorlar ve ulema da
“Bu dinimizde zinhar doğru değildir” diyorsa, bu büyük vebaldir. Ulemanın ilk
görevi, çağdaş dünyanın gereği olarak insanımızın daha özgür ve insani bir
hayat standardına doğru yürümesiyse, “Eski kitaplarda böyle okuduk” diyerek
engel olmaktan vazgeçip, hayatın akışını anlamaları, teşvik edici olmaları
lazım. Bir gözü Kur’an’da ve Sünnette bir gözü de toplumda olacak. Söylediği
şeyin insanları ne kadar mağdur edip etmeyeceğini görecek. Örneğin küçük
çocukların evliliğini din adına elbette savunamazsınız. Kitap böyle yazıyor
diyerek olayın geçiştirilmesi savunulmaz. Bu duruma ilk onların karşı çıkması
gerekir. Fakat bazen önde yürümek yerine, önde yürüyenlere mani olup, din adına
karşı çıkabiliyorlar. İslam âlimleri öfkeli ve hırçın. Din dili ideolojik ve
ayrıştırıcı oldu. Anlattığımız dinin toplumda karşılığının olmadığını gördükçe
hırçınlaşıyoruz. Hâlbuki Allah bu dini bütün insanlığa gönderdi. Bizim
Allah’ın kitabını, Peygamber’imizin sünnetini bu insanlara güncelleyerek ve
insanların gönül dünyalarına hitap ederek anlatmamız gerekiyor.
‘İSLAM’IN SİYASALLAŞMASI VE İDEOLOJİK
HALE GELMESİ DİNE BÜYÜK ZARAR VERDİ’
İslam üzerinden siyaset yapılması, İslam’ın ideolojik bir düzleme
çekilmesi, İslam’ın kendisine zarar verdi mi?
Büyük zarar verdi. Gençlik yıllarımızda
kapitalizm ve sosyalizmin alternatifi olarak İslam’ı koyuyorduk. Yeni
nesillerin hoşuna gidiyordu. Oysa İslam bir ideoloji değildir. Demokrasiyle yarıştırılacak bir siyasal tercih değildir İslam’ı ancak Yahudilik ya da
Hıristiyanlıkla mukayese edebilirsiniz. Siyaset ve İslam’ın iç içe olması
İslam’a büyük haksızlıktır. İnsanlar artık siyasete olan ilişkilerine göre
dinle ilişkilerini ayarlıyorlar. Siyasete kızan dine de kızmaya başlıyor.
Siyasetin yanlışı dine ait olmaya başlıyor.
İslam’ın yaşatılması adına İslami yönetimlerin kurulması kötü bir şey mi?
İslam’ın bir siyaset modeli önerip,
önermediği çok tartışıldı. İslam evrensel bir dindir. Afrika’daki bir kabile
Müslüman olduğunda kabile hayatını bırakıp, demokrasiye mi geçmesi gerekiyor?
Kuran-ı Kerim’de bolca krallıklardan söz edilir. İslamiyet’te sizi kimin
yönettiği önemli değildir. İslam için adaletin sağlaması ve hakka hukuka riayet
edilmesi önemlidir.
Peki ya İslam’ın ulu’l emr’e itaat yani siyasilere itaat argümanı?
İslam Abbasi döneminde oluşmuştur.
Yönetim Abbasi Halifesi ve vezirlerindedir. Kitaplar bu veri üzerine oturur.
Özgürlük temasından çok adaletten bahsedilir. Yani bu sözler kendi konjonktürü
içinde anlaşılamadı. Abbasi dönemindeki bu telkinler o dönem için anlamlıydı.
İki de bir halifeye başkaldırı olursa toplumda huzur olmazdı. İslam bilginleri
“Haklı olan kılıca sarılmasın. Huzur içinde yaşamayı öğrenelim” dedi. Her
ihtilal kaos ve binlerce insanın ölmesi demektir.
İslam ve otoriterlik arasında bir ilişki
var mı sizce?
14 asırlık İslam tarihinde krallık ve
halifelik var. Otoriter örnek fazladır. Bu dinle değil tarihle alakalıdır. Tarihi
realiteyi dinin kendisi sayamayız.
Peki, Batı tipi demokrasiler neden İslam dünyasında pek tutunamıyor?
Mevcut klasik din anlayışını koruduğumuz
sürece Batı tipi özgürlük anlayışının yerleşmesi çok zor. Abbasi döneminde
olmuşmuş biat kültürü varken günümüzdeki vatandaşlık, insan hakkı ve özgürlük
kavramlarını yeşertmek zor. Müslümanlar çevre sorunlarına uzun süre yabancı
kaldı, kadın haklarını çok zor kabullendi, temel hak ve özgürlükler ve
ötekinin dini inancı konusunda hala tereddüt yaşıyor. Bütün hakları konuşmamız
gerekiyor. Kimi İslam ülkelerinde nüfusun % 90’ı açlık sınırında yaşarken,
kimileri parayı nereye harcayacaklarını bilemiyor. İslam dünyası bunları
konuşmaya başladığı vakit canı acıyacak ve sorumluluklar gelecek. Paylaşmayı
öğrenecek. Fakat sorumluluktan kaçmak için bunlarla yüzleşmiyor.
‘KUR'AN O GÜNKÜ TARİHSEL ARKA PLAN VE SOSYAL GERÇEKLER DÜŞÜNÜLMEDEN
ANLAŞILAMAZ'
‘İşlerine gelen ayeti ya da hadisi seçip, insanların dindarlıklarını
sömürüyorlar'
Kuran’da o günkü güncel olaylara ilişkin ayetleri bugün nasıl
yorumlamalıyız? 14 asır önce inmiş bir kutsal kitap ve hadisler 21. yüzyılın
gerçekleriyle nasıl örtüşecek?
Bu harika bir soru. İşte bu noktada din
bilginlerinin elini taşın altına koyması ve “Allah Kuran’da kime ne dedi? Biz
bugüne nasıl aktaracağız?” sorusunu ciddiye alması gerekiyor. Kuran-ı Kerim ve
Peygamber Efendimiz ‘in 23 yıllık hayatı önümüzde sabit bir gerçek olarak
duruyor. Peki, biz bunu nasıl anlayacağız? Allah bu dini sadece 3. ve 4.
yüzyıldaki Abbasi toplumlarına göndermedi. İnsanların yaşam şekillerini
değiştirerek hayatlarını sürdüreceğini bildiğine göre Müslümanlara düşen
toplumların ihtiyaçlarına göre ana metinleri ve olayları yorumlamaktır.
IŞİD gibi terör örgütleri Kuran’daki “Kâfirleri gördüğünüz yerde öldürün”
ayetini referans aldıklarını söylüyorlar. Bunun dinle çelişen tarafı nedir?
Hristiyan ve Yahudilerin olduğu
ayetlerin bir kısmı ilişkilerin daha iyi olduğu dönemde bir kısmı da gerilimli
dönemlerde inmiştir. Her bir ayetin o günkü tarihsel arka planı, sosyal gerçeklerle
örtüşmesi vardır. Onları tarihinden koparıp bugüne metin olarak taşırsanız,
doğru anlaşılmaz. İşlerine ne geliyorsa onu seçip, kendilerine kalkan edip
insanların dindarlıklarını sömürüyorlar. Bu olmaz. Arapça bilmekle Kuran’ı
anlamış olsaydık, bir tercüme birimine verip Kuran’ı anlayabilirdik. En sığ ve
yanlış anlayış budur.
‘KURAL OLARAK YILBAŞI KUTLAMAK GÜNAH DEĞİLDİR AMA DİYANETİN
SUÇLANMASINI DA DOĞRU BULMUYORUM’
Bu sene yılbaşı gecesi bir eğlence mekanına yapılan terör saldırısı
Türkiye’deki yılbaşı kutlama tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Saldırının
öncesinde ve sonrasında Diyanet’in iki açıklaması oldu. Siz yılbaşı meselesine
nasıl bakıyorsunuz?
Reina’daki katliam tam bir vahşettir.
Bunu yapan hangi dine mensup olursa olsun tasvip edilecek tarafı olmadığı gibi
milletin yeni yıla girme umutlarını da havaya uçurdu. Hayatını kaybedenlere
Allah’ın rahmetini diliyorum. Diyanetin hutbesinin suçlanmasını haklı bulmuyorum.
Hutbenin yılbaşını kutlayanlara yönelik eleştiri olarak hazırlandığını
düşünmüyorum. Belli haramları hatırlatan bir hutbeydi. Diyanet İşleri
Başkanımızın “Mabet ile eğlence mekanına yapılan vahşet aynıdır” cümlesine
katılıyorum. İki olay yan yana gelince algı yönetimi sorunu oldu. Bu katliam
olmasaydı hiçbirimiz o hutbeyi konuşmayacaktık.
Siz yılbaşı meselesine nasıl bakıyorsunuz? Yılbaşı kutlamak günah mıdır?
Kutlama günah olmaz. Yılbaşını, hicri
yılı ya da miladi yılı kutlamak da günah değildir. Hatta güzel bir davranıştır.
İnsanların yeni yılı kutlamasına diyanet ve din bir şey demez. Diyanetin ve
din hocalarının demesi gereken şey “Kutlamana haram bulaştırma. Kutlamana
içkiyi, kumarı karıştırma” olmalıdır. Bizim tarihimizde nice güzel eğlenceler,
sanat, musiki var. 14 asırı ağlayarak, başımız önde geçirmedik. Asıl suratlı
dindar profili oluşturuldu. Sorun eğlence değildir. Eğlenenleri kınayarak
kutuplaştırmaya yol açmak yanlıştır. Toplumsal sinirlerimiz gevşedi. En küçük
şeyde alev alacak gibiyiz. Siyasetçilerin, din ve üniversite hocalarının,
aydınların, gazetecilerin sözlerine dikkat etmesi gerekiyor. Kutuplaşmayı
besleyecek gibi görünen masum cümlelerden dahi kaçınmamız gerekiyor.
SATRANÇ YORUMU: ‘KİMSENİN GÜNAH ÜRETME
HAKKI YOKTUR’
‘Satranç günahtır’ tartışmasına ne
diyorsunuz?
Allah’ın haram dediği haramdır. Haram
demediği helaldir. Kimsenin günah ve haram üretme hakkı yoktur. Maalesef din
adamları “Benim yorumum” demiyor da “İslam’a göre”, “Allah’a göre” diyor. Bunu
dinleyen gariban vatandaş birden fazla İslam’la karşı karşıya kalıyor. Birinin
başında fes diğerinin yüzünde sakal var. Kılık kıyafetine mi bakacaksın?
Dediğine mi bakacaksın? Allah’ın haram kıldıkları bellidir. Bunu
anlayabilselerdi yaşam tarzlarına müdahale etmezlerdi, farklı görüşlere
tahammül ederlerdi.
‘MEZHEPLER TEK HAKİKATÇİ VE TAHAMMÜLSÜZ’
Ya mezhep tartışması?
Devletlerin belli mezheplere sahip
çıkmasının kaoslara ve şiddete yol açtığını görüyoruz. Ortadoğu’da olanlar da
bunu bize anlattı. Din dili hoşgörülü ve mütevazı karakterini kaybetti. Mesela
günümüzde Selefiliğin öne çıkan tezi “Kur’an ve Sünnet’e dönmek” ise de bu
söylem slogandan öteye gitmez. Asıl sorun onların din adına tek haki katçı ve
tahammülsüz tutumudur. Şia dünyası da hiyerarşi içinde bir din söylemi
geliştirdi. Din uleması adeta bir ruhban sınıfına dönüştü. Sünni kesimde de
dini bilgide tek hakikatçılığın benimsendiğini görüyoruz. Gerek Şii gerekse
Sünni kesimin sivil ve çoğulcu söylemler yerine siyasal ve ideolojik bir din i
söyleme ağırlık vermesi dine zarar veriyor
‘LAİKLER DE DİNDARLAR DA KADINI ŞEKLEN ÖNE ÇIKARDILAR’
“Alnı secdeden kalkmayan Müslümanlar
dünyevileşmeye meydan okuyarak dünyevileşiyor. Şekli bir dindarlıkla yetinerek
hızla dünyevileşiyoruz” demişsiniz. Şekli dindarlıktan kastınız nedir?
Günümüzde dindarlık şekil yönüyle
arttıkça içi boşalmaya başladı. İbadete yoğunlaşan bir dindarlık anlayışımız
var. Namaz kılıyoruz, sık sık Umre’ye gidiyoruz, Kuran-ı Kerim’i okuyoruz,
gözümüzden yaşlar akıyor. Bir diyeceğim yok, yapalım ama o seccadeden
başımızı kaldırıp, ticarete başladığımızda, trafikte, ilişkilerimizde başka
bir insan oluyoruz. Biraz önce Allah’la buluşan, insan gidiyor, acımasız ve
kibirli bir insan geliyor.
Türkiye’de ötekine karşı hoşgörüsüzlük ve toplumsal kutuplaşma yaşanmasında
dindar kesimin hataları oldu mu?
Herkesin hatası oldu. Laiklik ve
modernleşme adına büyük yanlışlar yapıldı. Modernleşme kadın üzerinden
yapıldığı için bunun rövanşı da kadın üzerinden alınıyor. Erkekler kurulu ataerkil
düzenlerini değiştirmeksizin sürekli kadının şeklen batılılaşmasını öne
çıkardılar. Bu durumun muhafazakâr kesimle uyuşmayan tarafları vardı. Dindar
kesim de ataerkil yapıdan taviz vermeksizin kadın üzerinden dindarlaşmayı
sağlamaya çalışıyor. İki durum da kötü...
İslam laikliğe karşı mıdır?
Laiklik tartışmaları İslam dünyasına
hoyratça ve dışarıdan dayatma ile girdi. Katı Batıcıların emri vakisi ve
stratejik hatalar da olunca muhafazakâr kesimde değişmez bir önyargı oluştu.
Laik kesimde de dindarlık ve din hakkında olumsuz bir yargı oluştu. Yobaz
çizgide bir din eğitimi verirseniz adam onu dinin gereği zanneder. Çocuğunu da
döver insanlara da sataşır. Tarihimizde farklı yaşam tarzlarına devlet eliyle
sistematik bir müdahale yoktur. Ama son dönemde din siyasal ve ideolojik bir
tavır haline gelmeye başladı. Dinin neye izin verip, neye vermediği konuşulmaya
başlandı. Din adına konuşma Allah’a ve peygambere aittir. Din bilginlerinin din
adına konuşması son derece yanlış ve tehlikelidir.
‘21. YÜZYIL MÜSLÜMANLIĞINI İNŞA ETMEK GEREKİYOR’
Müslüman modern olabilir mi? Modernite ve İslam arasında çelişki var mıdır?
Modernizm ve moderniteyi birbirinden
ayırıyorum. Modernite içinde yaşadığımız gerçekliklerdir. Hem dindar hem modern
dünyanın gereklerine cevap veren insan olabilir. Biz 21. yüzyılı yaşamak üzere
Allah tarafından gönderildik. Bu yüzyılın dayattığı her şey doğru olmayabilir
ama gerçekleri var. Modernitenin esiri olmadan 21. yüzyıl Müslümanlığını inşa
etmek gerekiyor. Bu yüzyılda yaşadığımızın farkında olarak hesaplaşmak, alt
etmek, kabullenmek, onarmak gerekiyor.
‘İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDE ANTROPOLOJİ VE KÜLTÜR TARİHİ OKUTULMALI’
İslam, kadının kocasına hizmet eden, kocasının çizdiği sınırlar içinde
yaşayan, işleriyle ve çocuk bakımıyla ilgilenen, mahreme bulaşmamak için iş
hayatına fazla katılmayan bir kadın modeli mi istiyor?
Kültür tarihimizin kitapları böyle bir
kadın çiziyor. Kuran’dan bahsetmiyorum. Eski alimlerin kadın tasavvuru
böyledir. Hani bu din kıyamete kadar var olacaktı? Bu dinin anlaşılmasını 2.
asırdaki alimlere bırakırsanız, onların anladıklarına İslam derseniz, bizim
dediklerimize reform derseniz olmaz! Bu antropoloji ve kültürdür. Konuşmamız
gereken de bugünkü Müslümanlıktır. İlahiyat fakültelerinde antropoloji ve
kültür tarihi eksiktir. Din ilimlerinin okutulma biçiminde yanlış yok ama
eksiklik var. Dini tarihten, toplumdan koparamayız. Antropolojiyi, kültür
tarihini, medeniyet tarihini göz ardı ederek anlayamayız. Kuran’ı Kerim’deki
bir hüküm hiç yoktan mı geldi yoksa tarihi bir arka planı var mı? Dini kültür
tarihinden bağımsız tuttuğunuz zaman anlamsızlaşıyor. Kuran’ı Kerim’i anlama başlı
başına önemli bir iş. İslam uleması dini anlama üzerine çok konuşmalı.
Ya “Niye kadına çok evlilik verilmiyor da erkeğe veriliyor?” “İçkiyi
yasaklıyor da cariyeliği neden yasaklamıyor?” gibi tartışmalar?
Allah dini 21. yüzyıl İstanbul’una
gönderecek olsaydı. Kolay olurdu. Ama öyle bir din ki ilkel kabilesi var,
büyüye inananı var, tarım toplumu var. Çok geniş bir perspektif olduğu için
birçok gevşek bırakıldı. O günkü toplumda bunu yasaklamak kolay bir şey
değildi.
Röportaj: Kübra Par
Fotoğraflar: Ece Oğultürk
Proje Asistanları: Sema Köksal
ve İlayda Şen
Video ve Kurgu: Melik Demirel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder