Bu yazı, ilke bazında çok
önemi gördüğüm ve benimsediğim bir anlayışımı Atatürkçü görüş sahipleri ile
paylaşmak amaçlıdır.
Her hangi bir kişi, dini inanç
ve meslek grubu muhatap alınmamıştır. Lütfen bu çerçevede değerlendiriniz.
Asker kökenli olanlar bilir. Bir birliğe “vazife” ya üst komutanlıktan verilir ya da durumdan vazife
çıkarılır. Her iki halde de “vazife”sini öğrenen o birliğin komutanı, ilk
olarak o vazifeyi en iyi bir şekilde nasıl yapacağına dair bir “karar”
vermek durumundadır.
“Karar “ vermek için bir “Durum muhakemesi”
yapılması gerekir.
“Durum
Muhakemesi”nde amaç, vazifenin başarılmasında olası hal
tarzlarının tespit ve mukayesesi ile en uygun hal tarzının seçilerek, birliğe verilecek icra emrine
esas olacak doğru “Karar”ı oluşturmaktır.
Fazla uzatmadan ve tekniğine girmeden öz ve özet olarak söylemek
gerekirse:
Önce “ne yapılacak” sonrasında da “nasıl yapılacak” sorularının en uygun cevapların
arandığı “zihni durum muhakemesi”
kesintisiz devamlı yapılması gereken bir işleyiştir.
“Durum muhakemesi” aslında
sadece Askerlik Sanatının uygulanmasında değil, hayatın her alanında (askeri
tekniği ve formatına bağlı olmasa da özünde aynı amaç ile) “Kim, neyi, ne zaman, nasıl, nerede, ne şekilde”
yapacak sorularına cevap ararken düşünen insanların sürekli yaptıkları bir akıl
yürütme uygulamasıdır ve “vazifeyi başarmada”
icra / uygulama için bunun doğru olarak yapılması hayati öneme haizdir.
Durum muhakemesinin de doğru karara varmak için de “vazife”
yi verenin ve/ veya “Vazifeyi Durumdan çıkaranın” niyet
ve maksadını tam olarak doğru teşhis edip, anlamak esastır.
Bu vazifenin lafzından / ifadesinden ziyade “Hedef Amaç”ı kavramak, özümsemek, anlamak ve
bilmekle mümkündür. Zira vazife ifadesinin lafzından anladığımızın, vazifeyi
verenin ifade etmek istediği mana ve hüküm olduğunun sağlaması budur.
Kuran sevdalıları: “Kuran’a
nispet ettiğimiz dar anlayışımız veya Kuran’dan anladığımız, Kuran’ın mutlak
manası ve hükmü gibi gösterilemez” derler ve bir kural olarak “Kuran’ın
bütününü bilmeden bir kısmını, bir ayetini ihmal ederek de diğer ayetlerini
doğru anlayamayız.” ilkesini benimserler. Böyle düşünüp davrananlar, Ana amaçta
bir olanları ayrıştırmaktan öteye İrşad ile bütünleşip sağlamlaşmaya katkıda
bulunur.
Türk ve Atatürk
sevdalıları da, Atatürk’ümüzün söylev ve demeçlerindeki ifadelerin lafzındaki mana
ve hükmü, insan fıtratı gereği olarak kendi anlayışına göre algılar.
Algıladıklarının Atatürk’ün ifade etmek istediği mana ve hükümle bire bir
örtüştüğü iddiası ise kanıtlanamadığı sürece doğru değildir. Bu İddianın
kanıtlanması ancak Atatürk’ün amacına yönelik niyet ve maksadının
doğru anlaşılmasıyla mümkündür.
Atatürk’ün söylemelerinin bütününü bilmeden
bir kısmını, bir söylemi ihmal ederek de diğer söylemlerini doğru
anlamak mümkün mü? Üstelik söylendiği koşullar ve ortam değerlendirme dışı
tutularak…
Bu çerçevede: Amacı bir olanların görüşlerini
ifade ederken veya bir ifadeyi yorumlarken, bütününden cımbızlayıp referans
verdiği Atatürk sözün yorumunun müspet değeri, ancak Atatürk’ün ana amacındaki
niyet ve maksadına uygunluğu nispetindedir. Bunun aksine hareket Türk ve
Atatürkçülüğü ayrıştırır, fırkalara ayırır, Türk ve Atatürk düşmanlarının işine
yarar.
Türk, bir ırkın adı
olmanın yanında bir milletinde adıdır. Atatürk Türk’tür. Irkçı değil, Türk
Milliyetçisidir. Türkiye Cumhuriyetini “Türk Milleti” diye tanımladığı halkla
kurmuş ve “Ne mutlu Türküm Diyene” diyenlerin ve diyebilenlerin
“damarlarındaki asil kandan” alacakları kudretle muhafazalarına emanet
etmiştir.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE VE DİYEBİLENE.
T.C. / M. Kemal Adal (E). TOP. ALB.İZMİR
17 Aralık 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder