Sayın İhsan Eliaçık'ın Kur’an'dan değişik bir bakış açısıyla nasiplenilme yolunu gösteren eski tarihli bir yorumunu, okumamış olan değerli dostlarımın dikkat, bilgi ve değerlendirmelerine sunarım. MKA.
R. İhsan Eliaçık
18 Ocak 2012
KUR'AN'A BİR DE BU GÖZLE BAKIN
(imgeler-simgeler-semboller)
Bu makalede sizi Kur’an’ın engin
sembolik dünyasında bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.
Çünkü Said Nursi’nin “Mecaz avama inince hakikate dönüşür” demesinden de anlaşılacağı gibi bu konuda nice çamlar devrildiğini görüyoruz.
Çünkü Said Nursi’nin “Mecaz avama inince hakikate dönüşür” demesinden de anlaşılacağı gibi bu konuda nice çamlar devrildiğini görüyoruz.
Kur’an’da imgeler, simgeler ve semboller konusuna Fransız kimileri Kitab’ı hurafeler, mucizeler ve harikalar diyarına çevirmiş durumda…
Kitab “Ekmek aslanın ağzında” diyor, bizim ‘molla’ gidip hayvanat bahçesindeki aslanın ağzında ekmek arıyor.
Kitab “Göle maya çalınmaz” diyor, bizim ‘molla’ unla, değirmenle, gölle uğraşıyor.
Kitab “Herkes gider Mersin’e, o gider tersine” diyor, bizim ‘molla’ otogarlarda mersin yolcusu arıyor.
Bu konuda vahim yanlışlara bizzat şahit olduğum için Kur’an’ın sembolik tabir ve deyimleri hakkında yazmak vacip oldu.
Kur’an’da sembolizm vardır, evet, ama bu helallerde ve haramlarda değil; daha çok metafizikî konuları kavratmada, kimi kıssalarda ve hatta kıssaların kimi tabir, kelime ve deyimlerindedir.
Bu konular tefsir usulü kitaplarının mecaz-hakikat, muhkem-müteşabih bölümlerinde uzun uzun ele alınır.
Bizim buradaki yaklaşımımız olaya daha “sosyal” pencereden bakmaktan ibaret.
Çünkü İslam’ı, “bireysel kurtuluşçu” ve “terapik din” olarak değil; toplumsal kurtuluşçu, devrimci, sosyal bir din olarak ele alıyoruz. Bunun böyle olduğunu bizzat Kur’an’ın kendisi bize öğretiyor.
Aşağıda “avamın elinde hakikate dönüşen” Kur’an’ın 25 imgesel ve simgesel tabir ve deyimini sıraladım. Kur’an’ın engin ve zengin sembolik dünyasında yapacağımız bu kısa yolculuk umarım işinize yarar…
***
Kur’an’da imgesel ve simgesel anlatım en yoğun şekilde Âdem kıssasında görülür. O halde buradan başlayalım.
“ÂDEM” biz insanları,
“ŞEYTAN” içimizdeki Allah’tan uzaklaştırıcı
kötülük dürtülerini,
“ATEŞ” hırs, şehvet, haset gibi
dürtüleri,
“İBLİS” Allah’a
güvenemeyen yanımızı, (Bence, kendimizi beğenmişliğimizi,
kibrimizi – MKA)
“MÜLK-İ LA YEBL” (yıkılmayacak servet ve
iktidar) sahip olma hırsımızı,
“ŞECERE-HULD” (sonsuzluk ağacı) bunun
için son sınırına kadar (bilgiyi, serveti ve iktidarı) toplamayı, biriktirmeyi
ifade eder.
Çünkü Allah’a (doğaya, rızka, topluma, kamuya, cemaate) güvenmeyen yanımız (iblis), bunlardan ümidini kesmekte ve böylece bizi bunlardan uzaklaştırmaktadır.
Çünkü Allah’a (doğaya, rızka, topluma, kamuya, cemaate) güvenmeyen yanımız (iblis), bunlardan ümidini kesmekte ve böylece bizi bunlardan uzaklaştırmaktadır.
Bundan dolayı da içimizdeki
güvensizliği ve tatminsizliği gidermek için son sınırına kadar her şeyi
(servet, siyaset, şehvet, şöhret) kendimizde toplamak ve böylece yıkılmayacak
bir mülke kavuşmak istemekteyiz.
“Şecere” toplama, “huld” da bir şeyi son sınırına kadar götürmek demektir.
“Şecere” toplama, “huld” da bir şeyi son sınırına kadar götürmek demektir.
Ağaç, yaprakları, dalları ve
meyveleri kendinde topladığı için Arap ona “şecere” demiş. Soy şeceresi (soy ağacı) da tüm geçmiş soyumuzu topladığı
için “soy ağacı” olmuş…
Bu durumda “AĞACA YAKLAŞMAYIN” toplamaya, biriktirmeye yaklaşmayın, Allah’a güvenin, O’ndan ümidinizi kesmeyin, O’ndan uzaklaşmayın yani İblis ve Şeytan olmayın demektir.
Bu durumda “AĞACA YAKLAŞMAYIN” toplamaya, biriktirmeye yaklaşmayın, Allah’a güvenin, O’ndan ümidinizi kesmeyin, O’ndan uzaklaşmayın yani İblis ve Şeytan olmayın demektir.
Demek ki yasak ağaç mülk / mülkiyet
olmaktadır.
“ŞEYTANIN SOLDAN, SAĞDAN, ARKADAN, ÖNDEN YAKLAŞMASI” bu durumda içimizdeki servet, siyaset, şöhret ve şehvet tutkularının bizi hırsa ve hasede sürüklemesi demektir.
“ŞEYTANIN SOLDAN, SAĞDAN, ARKADAN, ÖNDEN YAKLAŞMASI” bu durumda içimizdeki servet, siyaset, şöhret ve şehvet tutkularının bizi hırsa ve hasede sürüklemesi demektir.
Biz Âdemler
hep buralardan kaybederiz.
“CENNETTE AÇLIĞIN, ÇIPLAKLIĞIN, SUSUZLUĞUN VE GÜNEŞİN SICAĞINDA YANMANIN OLMAMASI”, açlığın, yoksulluğun, evsizliğin, çaresizliğin, temel yaşam araçları kıtlığının ve güvensizliğin olmaması, bütün bunların sorun olmaktan çıkarılması, barış, kardeşlik, adalet, esenlik, sevgi, merhamet ve paylaşım yurdunun kurulması demektir.
“CENNETTE AÇLIĞIN, ÇIPLAKLIĞIN, SUSUZLUĞUN VE GÜNEŞİN SICAĞINDA YANMANIN OLMAMASI”, açlığın, yoksulluğun, evsizliğin, çaresizliğin, temel yaşam araçları kıtlığının ve güvensizliğin olmaması, bütün bunların sorun olmaktan çıkarılması, barış, kardeşlik, adalet, esenlik, sevgi, merhamet ve paylaşım yurdunun kurulması demektir.
Öyle
ki orada sadece “selam” (esenlik,
barış, kardeşlik) vardır.
Bunlar olmayınca biz Âdemler “şecere-i huld” ve “mülk-i la yebla” peşine düşeriz.
Bunlar olmayınca biz Âdemler “şecere-i huld” ve “mülk-i la yebla” peşine düşeriz.
Böylece “yasak ağaçlara” dokunur, bunun için olmadık (servet, siyaset, şehvet, şöhret) suçları
işler ve içinde bulunduğumuz doğal dünyayı (cenneti) cehenneme çeviririz…
“ÂDEM’İN TOPRAKTAN YARATILMASI”: İnsanın yaratılışı anlatılırken kullanılır.
Topraktan yaratılma, topraktan gelen
gıdalardan yaratılma demektir.
Bu yaratılış halen sürmektedir. Bütün gıdalar
topraktan gelir. Erkekte sperm (nutfe), kadında yumurtaların oluşmasına sağlar
ve bu ikisinin biri araya gelmesiyle yeni Âdemler (insanlar) yaratılır.
“CİNİN (ŞEYTANIN) ATEŞTEN YARATILMASI”: İnsanın içinde dolanan hırs, ihtiras, şehvet gibi dürtüleri ifade için kullanılır.
Çünkü ateş dini
sembolizmde içteki kötülük dürtülerini anlatır. Kırmızı renk bu nedenle öfkenin
ve şehvetin sembolüdür.
“Dumansız ateş”(Hicr; 27)
denmesinden anlaşılacağı gibi bu bildiğimiz ateş değildir. Hem tabiattaki, hem
de insandaki ‘enerjiyi’ ifade eder.
“CENNETTEN KOVULMA”: Kur’an insan eli değmemiş, kan dökülüp fesat çıkarılmamış, henüz mülk edinme savaşlarının çıkmadığı, sınırların çizilmediği, çitlerin çevirilmediği doğal dünyaya cennet der.
İnsanoğlu (Âdem) yıkılmayacak mülk (mülk-i la yebla) ve son sınırına
kadar toplama (şecer-i huld) peşine düşünce yani yasak ağaçlardan yemeye
başlayınca doğal dünya bozulur.
Tekâsür (çoğaltma, yığma, biriktirme) yarışı
insanı kaosun, çatışmanın, yıkıcı rekabetin, her şeyin alınıp satıldığı bir
ateş çemberinin (cahim) içine düşürür.
Böylece Âdem cennetten kovulmuş
olur. Kovulmamak için bu yasak ağaçlara dokunulmaması, doğal dünya ile uyum
içinde olunması gerektir. (bkz. “Kıssaların anası 1-2” başlıkla makale).
***
Âdem kıssasında mesele böyle olunca, Kur’an’ın diğer yerlerinde geçen sosyal içerikli tabir ve deyimlerin genellikle bununla ilgili olduğunu göreceksiniz. Arkası çorap söküğü gibi gelecektir… Devam ediyoruz…
***
Âdem kıssasında mesele böyle olunca, Kur’an’ın diğer yerlerinde geçen sosyal içerikli tabir ve deyimlerin genellikle bununla ilgili olduğunu göreceksiniz. Arkası çorap söküğü gibi gelecektir… Devam ediyoruz…
“BİN YILDAN ELLİ YIL EKSİK YAŞAMAK”: Hz. Nuh anlatılırken kullanılır. Nuh’un 950 yıl yaşadığını değil; çok uzun süre aralarında kalıp “Etrafındaki ayak takımını (erâzil) kov” diyen kavmin kodamanlarına (ekâbir) karşı uzun soluklu bir mücadele içine girdiğini ifade eder.
Çokluktan kinaye bir deyimdir. Sürenin
çok uzun olduğunu anlatmak için kullanılır. Türkçede kullanılan “Sittîn (60)
sene oldu”, “Kırk yıl dağda gezdim”, “Yediği herze 40’ı geçti”… Deyimleri
gibidir.
“DEVEYİ BOĞAZLAMAK”: Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer. Nagatallah (Allahın’ın devesi) Âdem kıssası bağlamında “ağaç”, Mekke ortamı bağlamında “Beyt”, insanlığa mesaj bağlamında “kamu”yu ifade eder.
Deve boğazlanmamalıdır yani yasak ağaca
dokunulmamalıdır,
Beytullah’a ait olan nimetelere (en’am)
açlık, susuzluk, güvenlik korkuları ile el konulmamalı, kendinde
toplanmamalıdır,
Kamuya (herkese) ait olan bu nimetler talan
edilmemelidir.
Allah zaten Kureyş’i (=insanlığı) doğal rızık ve rızık
kaynakları ile açlıktan korumakta ve doyurmaktadır, biriktirmeye gerek yoktur. (bkz.
“Deveye dokunmayın” başlıklı makale)
“ATEŞE ‘SERİN OL’ DEMEK”: Hz. İbrahim anlatılırken kullanılır.
“Ey Ateş! Serin ol dedik, selam olsun İbrahim’e!”
(Enbiya; 69) şeklinde geçer.
Hz. İbrahim’in ateşte atılıp tam
yanacakken orada bir gül bahçesi bitmesini değil; İbrahim’in hicret etmek
suretiyle ateşte yakılma (idam) cezasından kurtulmasını, yaktıkları ateşin de
sönüp gitmesini ifade eder.
Nitekim İbrahim’in ateşten nasıl kurtulduğu satır
aralarında şöyle açıklanır:
“İbrahim’in sözlerine kavminin
cevabı sadece ‘öldürün yahut yakın” demek oldu.”
Yani bunu
‘demekten’ başka bir şey yapamadılar çünkü İbrahim tıpkı yerine Ali’yi bırakıp
Hz. Peygamber’in şehri terk etmesi suretiyle ölümden kurtulması gibi ateş
yakıldığı sırada şehri terk etmişti:
“Onu ve Lut’u alemler için kutlu
kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık” (Enbiya; 71).
“İbrahim dedi ki:
“Ben de Rabbime hicret edeceğim” (Ankebut; 27).
“PARÇALANMIŞ KUŞLARI AYRI AYRI TEPELERDEN ÇAĞIRMAK”: Hz. İbrahim’in “Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” sorusuna cevap verilirken geçer.
Ona şöyle
denir:
“Kuşlardan dört (lü) al. Onları alıştır kendine. Sonra her
dağa/tepeye onlardan bir parça yap / koy. Sonra onları çağır. Koşarak sana
geleceklerdir.” (Bakara; 260).
Yani kuşlardan dörtlü gruplar yapması,
onları kendine (yuvalarına) alıştırması, sonra her grubu / parçayı bir dağın
tepesine koyması ve sonra onları yuvalarına çağırması isteniyor. Kuşların
koşarak / uçarak geleceği söyleniyor.
Burada kuşlar dünyada parçalanmış,
ayrı ayrı tepelere (ülkelere) bölünmüş, esarete düşmüş ezilenleri (mustazaf)
temsil ediyor. Onların nasıl dirileceği, birleşip toplanacağı anlatılıyor.
Keza
kuşlar uhrevî anlamda da ayrı ayrı mezarlarda yatan tüm ölüleri temsil ediyor.
Onların nasıl dirilip toplanacağı anlatılıyor: Her şey alışık olduğu / yaşadığı
/ aktığı asli mecraya geri döner. “İşler dönüp dolaşıp Allah’a / halka
varır.”
“YÜZ YIL SONRA DİRİLEN ÖLÜ ŞEHİR”: (bkz. “Ölü şehirlerin dirilişi” başlıklı makale)
“ONBİR YILDIZ, AY VE GÜNEŞİN SECDE ETMESİ:” Hz. Yusuf kıssası anlatılırken Yusuf’un rüyası olarak geçer.
Kişinin
kuyuya atılıp yok edilmek, gömülmek istendiği baskıcı ve boğucu çevresini aşıp
başka bir dünya vizyonu görebilmesini, önce bunun rüyasını / görümünü / vizyonunu
yaratabilmesini ifade için kullanılır.
Öyle ki her zaman birileri bir rüya
görür, sonra dünya o rüyanın içinde yeniden kurulur. Gerçek ‘devrimci’ bu
rüyayı görebilendir. (Yusuf; 4).
“İNEĞİ KESMEK”: Hz. Musa’nın İsrailoğulları’nı Firavun zulmünden kurtarmak için Mısır’ı terk etmesi anlatılırken kullanılır.
Bildiğimiz ineği et
yemek için kesmek değildir.
İnek (bakara)
Firavun İmparoturluğu’nun simgesi ve arması idi. Ondan kurtulmak, ona dair
korkularını atmak, onunla bağlarını koparmak, kesmek kastedilir. (Bakara; 67)
“ALTINDAN BUZAĞIYI PUT EDİNMEK”: (bkz. “Tek çeşit yemek ve Samiri’nin buzağısı” başlıklı makale)
“SUDAN (NEHİRDEN) İÇMEK”: (bkz. “Talut ve Calut kıssası ne anlatıyor” başlıklı makale).
“AŞAĞILIK MAYMUN OLMAK”: (bkz. “Aşağılık maymunlar olun” başlıklı makale).
“SUYU SIRAYLA EŞİTÇE TAKSİM ETMEK”: Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer.
Aralarında
eşitçe taksim etmek (kısmetun beynehum) Kabe’yi
gelen nimetlere el konulmamasını, insanlar arasında eşitçe bölüştürülmesini
ifade eder.
Buradan Allah’ın yeryüzündeki nimetlerinin kulları arasında eşitçe
bölüştürülmesi mesajı verilir. “Sudan herkes
eşitçe içmelidir!”.(Kamer; 28).
“99 KOYUNA 1 KOYUN”: Hz. Davud anlatılırken kullanılır. Nüzul sırasında deveyi boğazlama kıssasının hemen arkasından anlatılır.
Tema ve vurgu yine aynıdır.
Mekke’de 99/1 oranında derin eşitsizlik ve uçurum vardı. 1 ikili sayıların en
dibini, 99 en tavanını ifade eder.
Aradaki eşitsizlik bu oranlamayla
ifade ediliyor.
Bugün Wallstreet
işgalcilerinin kullandığı “Biz %
99, siz % 1’siniz”sloganının yılın sözü seçilmesinden de anlaşılacağı
gibi Kur’an’ın 99/1 kıyaslamasıyla verdiği çağlar üstü mesaj yaşıyor. (bkz. “99
koyuna 1 koyun kıssası ne anlatıyor” başlıklı makale).
“CİNLERİ, ŞEYTANLARI, DALGIÇLARI, KUŞLARI EMRİNE VERMEK”: Hz. Süleyman anlatılırken kullanılır.
Cinler
Babil’den gelen yabancı yapı ustaları, şeytanlar kötü fikirli kimseler,
dalgıçlar ve rüzgarlı gemiler Fenikeli denizciler, kuşlar Hitit askerlerini
ifade etmekteydi. Süleyman’ın ordusunda bütün bunlar yer almaktaydı.
Süleyman’ın amacı bölgeyi bir esenlik ve barış yurduna (Darusselam) çevirmekti.
Açlığın, susuzluğun, çaresizliğin, evsizliğin, güvensizliğin kalmadığı adalete
dayalı bir dünya düzeni kurma yolunda hayli ilerlemişti. Tasvirler onu
anlatmaktadır.
Bugün hala onun yaşadığı
şehir aynı isimle anılır (Jeruselam / Kudüs).
“KARINCALARLA KONUŞMAK”: Karınca (Nemle) adlı yerleşim biriminden geçerken onlarla konuşmak demektir.
Nemle (Karınca)
kasabası veya şehrinin adıydı. Ve bu Belkıs’in ülkesinde bulunuyordu. Belkıs
Sebe kraliçesi idi.
Dolayısıyla karıncalarla
konuşmak Sebeliler ile konuşmak demektir. Nitekim Sebe ülkesinin arması karınca
idi. (Bugünkü örneğin arı, bozkurt, sarı
kanarya, kara kartal, şahin, doğan, arslan, kaplan, panter gibi!)
“HÜDHÜD İLE KONUŞMAK”: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Süleyman Kuşlardan Hudhüd’ü arar, ‘o nerede onu göremiyorum’ der. Derken Hüdhüd Sebe ülkesine gider ve oradan haberlerle getirir.
Burada Kuşlar Hititler, Hüdhüd de Hitit’den gelip
Süleyman’ın ordusuna katılan subayın lakabıdır.
(Neml; 20,22,27).
“CİNLERDEN BİR İFRİT”: Hz. Süleyman kıssasında geçer.
Cinler, Babil’den gelen yapı ustaları, cinlerden bir
ifrid de onlardan birisinin lakabıdır. İfrid olarak bilinen Babil’den gelen
maharetli yapı ustalarından birisi demektir.
(Neml; 39).
“CİNLERDEN BİR HEYET”: Nusaybin’den gelen ve cinlere, perilere inanan bir gurubun insanın Hz. Peygamber ile konuşup Kur’an dinlemesi ve bu batıl inançlarından nasıl vazgeçtikleri anlatılırken geçer.
Daha önce Mekke’de görülmeyen, yabancı (ecnebi) bir heyet
anlamındadır. (Cin; 1)
“CİNLERİ VE İNSANLARI İBADET İÇİN YARATMAK:” “İns-u cinn” tabiri aşağı-yukarı, ileri-geri, sabah-akşam, gündüz-gece gibi görünen (ins) ve görünmeyen (cinn) anlamında bir deyimdir.
Evrende
gördüğümüz ve görmediğimiz her şey kastedilir. İbadet
de yapmak, ortaya çıkarmak, iş ve değer üretmek demektir.
“Gördüğünüz ve görmediğiniz her şeyi Allah’a (onun emri
ve yasaları doğrultusunda) yapsınlar, ortaya çıkarsınlar, iş ve değer
üretsinler, kendilerini ifade etsinler diye yarattık” denmek istenir. (Zariyat: 56)
“YE’CÜC VE ME’CÜC”: Türkçe’deki herc-ü merc tabiri gibi altüst oluşu, fesat ve kargaşa çıkaran toplulukları anlatır.
Yeryüzündemülk-i la yebla ve şecere-i
huld için yani yıkılmaz bir mülk ve her şeyi kendine ait kılıp,
toplama ve mülkiyetine geçirme için kan döküp fesat çıkaran toplulukları ve
ülkeleri ifade eder. Yağmaya, talana, çapula, işgale girişen her topluluğun
genel adıdır. (Kehf; 18/94)
“DABBETU’L-ARZ”: Yeryüzünün kımıldanışı / hareketlenişi manasına gelir.
Yeryüzünün içindekileri (üzerinde olanları) haber vermesi
manasında, dile gelip konuşması (kelam etmesi) ve yağmaları, işgalleri, kan
döküp fesat çıkarmaları haber vermesini ifade eder. (Neml; 27/82-84).
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme
tanı” mesajı verir.
(Ayrıca bkz. “Dabbetü’l-arz nedir, Ye’cüc ve Me’cüc kimdir”
başlıklı makale)
“GÖKTEN KULAK HIRSIZLIĞI YAPMAK”: Kâhinleri ve mecnunları eleştirirken geçer.
Onlar yol
başlarına oturarak, yıldızlardan fal bakıp geleceği okumakta ve gaibten haber
vermekteydiler. “Böylesi ‘göğü dinleyip kulak hırsızlığı yapanların’ üzerine
ateş yağacak ve yaptıklarını ağır bir bedelle ödeyecekler, cehennemi
boylayacaklar” denmek istenirken kullanılır.
(Hicr; 18).
“YERİNDEN KALKMADAN TAHTI GETİRMEK”: Hz. Süleyman kıssasında geçer. “Çok kısa sürede”, “En kısa zamanda”, “Göz açıp kapayıncaya kadar” manasında bir deyimdir.
Cinlerden bir ifrid’in ışık
hızı ile Belkis’ın tahtını getirmesini değil; Babil’den gelen İfrid lakaplı
yapı ustasının, çok kısa zamanda tahtın bir benzerini yapmasını ifa eder. (Neml; 39).
“ELİNE BİR DEMET SAP ALMAK”: Hz. Eyyub anlatılırken kullanılır. Hz. Eyyub’un karısına eline bir demet sap olarak vurmasını değil; birleşmek, yekvücut olmak, demet gibi yan yana durmak anlamında bir deyimdir.
Hz. Peygamber’e ambargo yıllarında Eyyub sabrı ve
direnişi örnek gösterilir ve dağılmamaları, yılmamaları, sapların bir demet
halinde bir arada durması gibi, kendisine inananlarla birlikte öyle olmalarını
ifade eder. Sözünüzden (davanızdan) dönmeyin, demetlenmiş gibi durun, yekvücut
olun denmek istenir. (Sa’d, 44).
“AYAĞINI YERE VURUNCA SU GELMEK”: Hz. Eyyub anlatılırken kullanılır.
Hz. Eyyub’e
baskılar karşısında ayağını yere sağlam basmasını, güçlü ve kararlı durmasını,
davasından dönmemesini, eğer böyle yaparsa güçlükleri aşıp zafere (suya)
ulaşacağını ifade için kullanılır.
Amborgo
yıllarında inen Sa’d suresinde geçer. Hz.
Peygamber’in de o yıllarda öyle olması gerektiğini, onlar üzerinden de bu
durumda olan herkesin öyle olması gerektiğini ifade için kullanılır. (Sa’d; 42).
“BEŞİKTEYKEN VE YETİŞKİNKEN İNSANLARLA KONUŞMAK”: Hz. İsa anlatılırken kullanılır.
“Beşikten mezara ilim öğreniniz”
rivayetinden de anlaşılacağı gibi, “tüm ömrü boyunca” manasında bir deyimdir.
“İsa tüm ömrünü yeryüzünde Allah’ın sesi (kelime)
olmaya adayacak, bütün ömrünü bu görevi yerine getirmek için harcayacak” denmek
istenir.
(Ayrıca İsa’nın ölüleri diriltmesi,
körü ve alacalıyı iyi etmesi, evlerde biriktirilenleri haber vermesi, çamurdan
bir kuş yapması deyimleri için bkz. “Ölü şehirlerin dirilişi” başlıklı makale).
Görüldüğü gibi daha bunun gibi birçok tabir ve deyim sıralanabilir. 25 kadarını aktardım. Bunda anlaşılmayacak garip bir şey yok. Konuştuğumuz dillerde de böylesi kullanımlar çoktur.
Bunların o günkü anlamı kaybolmuş, artık kullanılmıyor olabilir. Ancak
Kur’an’da geçtiğine göre, bir tabir ve deyim kazısı çalışması yapıp güncellemek
gerekmektedir.
Kur’an’a bir de bu gözle bakın, çok yakınınıza geldiğini görecek ve büyük zevk alacaksınız.
Kur’an’a bir de bu gözle bakın, çok yakınınıza geldiğini görecek ve büyük zevk alacaksınız.
Dip
Not:
Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili manalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri, Allah'ın Zikri / Kur'an'ı karşısında yumuşar. Bu, Allah'ın kılavuzudur ki, onunla dilediğini / dileyeni hidayete erdirir. Allah'ın saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek yoktur. (39/ ZÜMER/23.)
İşte sana o
Kitap! Kuşku, çelişme, tutarsızlık yok onda. Bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar için. (2/BAKARA/2.) Allah,
rızasına uyanları o Kitap’la esenlik ve barış yollarına iletir ve onları kendi
izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp şaşmayan ve sapmayan dosdoğru yola
kılavuzlar. (5/MAİDE/16.)
Allah’ın
Selam, Rahmet ve Bereketi ile Mağfiret ve Hidayeti, Dileyenin üzerine olsun.
"Kim güzel bir işe aracı olursa ondan ona
bir pay vardır. Kim kötü bir şeye aracı olursa ondan da ona bir pay vardır.
Allah her şeye, herkese gıda ulaştırır, Mukît'tir." 4. sure
(NİSA) 85. Ayet
M. Kemal Adal
12 Mayıs 2016 / İZMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder