İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

28 Ekim 2016 Cuma

BENZEŞEREK BİRLEŞMEK, BİLİNÇLE BÜTÜNLEŞMEK



Sadık K.   T U R A L
20 Ağustos 2016


 İnsan, kendisinin dışındaki -ilişki kurduğu ve / veya kurabilme imkânı bulunan- her varlığa şefkat, merhamet, sevgi, güven ve samimiyet gösteren ve gösterilmesini bekleyen bir canlıdır. İnsandaki bu beş temel özelliğe bağışlama ve akıl adlı özellikleri de eklenmelidir.   

Şefkat, merhamet, sevgi, güvenç, bağışlama ve samimiyet denilen kavramlar, öncelikle birer duygu adıdır. Duygu ise, olumlu veya olumsuz sonuçlara yol açabilen biyo-psikolojik yönelişler ve sarsılışlardır. Şefkat merhamet, sevgi, güven, bağışlama ve samimiyet, insandaki binlerce duygunun önde gelenleridir. Bu duyguların yokluğu veya azlığı da, aşırılığı da, hem bunların sahibi, hem de yöneltilen varlıklar için, olumsuzluklar zincirine yol açacaktır. İlahî yaratmanın sırlarından biri, bu noktada ortaya çıkıyor: İnsanı her türden sapma ve sapıtmalardan, aşırılık ve yoksunluklardan koruyan, denge / itidal ölçüsüne çağıran a k ı l sahipliği… Akıl, duyguların ve davranışların ölçüsünü ve yönünü; farklı durumların ayrıntılarını ve yeni durumlar karşısında uyumlanmayı belirleyen, yol gösteren bir işlevdir. 

İnsan, öncelikle kendi içses / benlik yönelişlerinden doğan duygu ayarsızlıklarının sıkıntılarını yaşar. Diğer yandan,  onu doğru yola eriştireceğini iddia eden, birlikte hareket etmeyi tek yol olarak sunan kişi ve grupların etkileriyle karşı karşıya kalır. Bu kişi ve grupların etkisi, güç birliği ve örgütlenmek de olabilir. Bu etkilerden en yaygını ve akıl çalıştırmazlık isteyeni, inançlara ilişkin olanlardır. İnsanın, bir kişi veya gruptan aşırı etkilenmesi, kendi aklını işletebilmesini, yetenek ve farklılıklarını gösterebilmesini engelleyecektir.

İnsanoğlu, ailesi dışında kalan sosyal gruplar tarafından kabullenilmek, değerinin bilindiğini düşünmek, grup enerjisinin parçası olmak isteği ile farklı birlikteliklerin ve örgütlenmelerin üyesi oluyor. Duygularına bağlı tercih ve eylemleri yüzünden, insanların bir insana, bir gruba (yol, parti, dernek, tarikat, cemaat, cemiyet, ideoloji vb.) bağlanması, reddedilecek bir durum değildir. Özellikle, toplum içinde kendisi için yer ve yar arayan insanlar, arkasız, çaresiz kimsesiz oldukları duygusunu gidermek üzere, bir kişiye veya gruba iradesini teslim edebilmektedir. Karşılığında bazı küçük mutluluklar edinmek için -bazen kendi gücüyle hazırlanmak yerine, gireceği sınavın sorularını alarak kazanmak türünden ahlaksızlık ve adaletsizlikler için- bir süre veya devamlı olarak, bir grubun üyeliğine teslim olmayı benimseyerek aklını yeterince işletmekten vazgeçenler çoktur. En iğrenci de, bu türden ahlaksızlıkları mübah sayan ‘grup mantığı’dır. Militanlaşmış tezleri / iddiaları ile ortaya çıkan—genellikle inanç adına- bir sosyal grup, örtülü bir öfke ile taşıdığından, karşıt / düşman saydığı gruplarla arasındaki mutlak ayrışmalar ve düşmanlaşmalar kaçınılmaz olur.  

Akıl, özgürlüklerin de, benzeşerek bütünleşmelerin de, adalet içinde bir aradalıkların da, düzenleyicisidir. Akıl, şefkat, merhamet, sevgi, güven, bağışlama, samimiyet ve inanma türünden duygulara ölçü ve ayar verebilen bir biçimlendiricidir. İnsan, şüphe ile vesveselerini, vehimlerini, korkularını ve aldanmalarını, aklının gücüyle etkisizleştirebilir.

***

İnsanlık tarihi, ALLAH ve vatan kavramları dışında mutlak birleştirici, bütünleştirici bir d e ğ e r bulunmadığını gösteriyor.

ALLAH, resuller aracılığıyla ilettiği vahiy / mesajlarında kendisinin gücünü ve konumunu belirtiyor, kendisine iman edilip kulluk edilmesini emrediyor. Allah, kendisine niçin ve nasıl inanılacağı konusu başta olmak üzere, birçok konuda, insanın aklını işletmesi için sert vurgular ve sert uyarılar yapıyor. ALLAH, olumsuz ve / veya aşırı duyguların dengesini bozarak yaratılış sebebine ve programına aykırı duruma düşebilenleri uyarıyor. Allah kendi adını kullanarak insanları aldatanların ayrışmacı öfkelerine de, işaret ediyor, aklını kullanmayanları da, inanç baronlarını da, onlara kulluk edenleri de azarlıyor.

Bizi aşan hükümlere girmeden şu cümleleri paylaşalım: Hemen herkes bilir ve Hz. Peygamber’in hadisiyle sabittir ki, İslam’da ruhban sınıf da, ruhbanlık da yoktur.

Ruhbâniyet, k o r k m a k ve titreyip ürpermek anlamındaki rehb, ruhb ve rehbet köklerinden gelir. Aynı kökten gelen râhib (çoğ.: ruhbân ve ruhbaniyyûn) Allah’tan korkan kişi demektir. Râhiplik yolunu seçmeye terehhüp denmektedir. Rahiplik kurumunda omurgayı k o r k u oluşturmaktadır. Korkmak veya korkutmak, ama, mutlaka korku. Tarih, bütün ruhban çetelerinin, daha genel bir ifadeyle, bütün din sınıfı erkânının, insanlığın önüne koydukları ne varsa, hepsinde korkunun esas olduğunu göstermektedir(..)

Ruhbanlık konusunun en tehlikeli yanı, ruhban sınıfın ilahlaştırılmasıdır. Tevbe suresinin 31. âyeti bu noktaya dikkat çekerken ruhban sınıfın, tıpkı haham sınıfı gibi, bir tür yedek ilâha dönüştürüldüğünü ve bu durumun ehl-i kitap toplulukları perişan ettiğini söylüyor.”[1]

Merhum Yaşar Nuri Öztürk’ün işaret ettiği o, T ö v b e suresindeki âyetin meâli şöyle: “Onlar, Allâh ‘ı bırakıp, kuldan başka bir konumları olmayan bilginlerini, râhiblerini ve Meryem oğlu Mesih’i, helâller ve haramları belirleyen, itaat olunması zarurî otoriteler kabul ederek i l a h haline getirdiler. Oysaki onlara, candan Müslüman olarak bağlanacakları yalnız, benzersiz ve tek olan ALLAH’a kulluk ve ibadet etmeleri emrolunmuştu. HAK olan ilah yalnızca O’dur. Allah, ilahlığında otoritesinde, mülkünde ve tasarruflarında,  m ü ş r i k lerin kendisine ortak koştuklarından münezzehtir.”[2]

Ahmet Tekin Hoca’dan yararlanalım: Hz. Peygamber sahâbesinden bazılarıyla bir arada bulunduğu sırada, bu âyeti okumuş… Bu okumanın ardından, mutaassıp bir Hıristiyan iken Müslüman olan Adiy bin Hâtim adlı sahâbi “Ya Resulallah! Biz o ruhbanlara kulluk etmiyorduk ki!” deyince Hz. Peygamber, “Onlar, size istediklerini helâl, istemediklerini haram kılıyorlardı. Siz de onlara uyuyor idiniz, öyle değil mi?” diye sorunca, sahabe “evet” cevabını vermişti. Hz. Peygamber, hem geçmişteki hem de gelecekteki inanç sömürüsü ve terörüne yol açan örgütlenmeler için ağır bir uyarı olan âyetin anlamını unutmayalım diye, “İşte âyette sözü edilen durum budur. Allah’ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını haram kılarak insanları aldatıcı hükümler kurup uyulmasını emretmek şirktir… ” buyurmuştu.[3]

Günümüzde özellikle Türkiye’deki sonra da Müslüman toplumlardaki siyaset, idare ve hukuk alanında etki ve yetki sahipleri ile bilginler, İslam tarihinin ilk yüzyılındaki kanlı hesaplaşmalar ile  ateşli militanlıkların doğurduğu dinî-siyasî cinayetleri  öğrenmelidir.

Son yüzyılda oryantalizmin yönlendiriciliğindeki sömürgeciliğin yöntem ve araçlarından en önde geleni, inanca bağlı örgütlenmelere bilgi, para ve silah yardımı yapılmasıdır. Aldatmaların ve ayrışmaların güçlenmesi emperyalizmin ara hedeflerindendir.

İnanca bağlı sistemli aldatmalardan biri olan dinler arası diyalog boyutunu da, bu aldatmanın ateşli militanlarının TBMM dâhil çeşitli ortamlardaki konuşma ve kitaplarının tahlil ve eleştirisini de, Diyanet İşleri Başkanlığına ve sayıları kadar çığlığı olmasını beklediğimiz İlahiyat Fakültelerinin gerçek bilginlerinin sorumluluğuna bırakalım.[4]

***

İstanbul Türklük düşmanı emperyalist devletlerin işgali altında… Silah bırakışması adlı Mondros metni (30 Ekim 1918) Sevr Anlaşması’nın önsözü gibi… Ordu dağıtılmış, Padişah ve ömürsüz, yüreksiz hükümetler emperyalist devletlerin kuklası… Henüz otuz sekiz yaşındaki Mustafa Kemal Paşa 1919’un ilk günlerinden itibaren ‘esarete hayır’ demek üzere her kapıyı çaldıktan sonra, göstermelik bir unvan ve görevle Samsun’a, oradan da Aralık ayının son günlerinde Ankara’ya ulaşıyor.[5]

Bu yoksul, perişan ve çaresiz halkın, ayrışmış ve ümidini yitirmiş topluluğun, üç kavrama dayanılarak yeniden bütünleştirilmesi gerekiyordu: Vatanseverlik, bağımsızlık, millî vicdan… Üzerlerindeki giysilerden ve başlarındaki örtülerden, konuştuğu lehçe ve ağızlara; din, mezhep tarikat ve cemaat türünden ayrışmalardan, meslek ve maddî gelir farklılıklarına kadar onlarca benzemezlik göstergesinin yok edilmesi, bütünleştirilmesi çok zordu. Ümidini ve yaşama sevincini, milli özgüven duygusunu yitirmiş bu toplumun, vatanseverlik, bağımsızlık ve milli vicdan kavramlarını esas alarak b ü t ü n l e ş t i r i l m e s i için ilk adım atılmalıydı. O ilk adım milli ruhun uyarılıp millî orduya dönüştürülmesi idi; Millî Mücadele’nin zaferle tamamlanması kazanılması kolay olmadı.

1919 yılının Haziranı’nın 21’i 22’ye bağlayan gece, ALLAH’ın bahtını açtığı, Mustafa Kemal Paşa, Amasya şehrinde bir metin hazırladı ve bu metni, telgraflarla, her şehrimizdeki askerî ve mülkî yetkililere gönderdi. 22 Haziran günü bütün telgrafhanelerde yankılanan Amasya Ta’mimi olarak bilinen, millî derleniş çağrısı olan o metinde:

Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Sivas’ta millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için bütün vilayetlerin her livasından m i l l e t i n itimadını kazanmış üç temsilcinin mümkün olan sür’atle yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir.” ifadeleri yer alıyordu.

Bir gün sonra Kemal Paşa’dan, Kâzım Karabekir Paşa’ya telgraf: “… İstanbul’da millî istiklâlin zevkinden mahrum bazılarının İngiliz esaretine girmekte bir mahzur görmedikleri anlaşılıyor. Bu sebeple Anadolu’dan çıkacak sesin etrafında olan bizler için, bu millî vazifenin pek mukaddes olduğu kanaati bir kere daha doğrulanıyor. Merkezî hükümet millî teşebbüslerimize karşı, her ne şekilde tecavüz elini uzatırsa, uygun biçimde derhal karşı harekete geçilerek millî gayenin gerçekleştirilmesi icabetmektedir.”[6]

Emperyalizm, aramızdaki din ve azınlık baronları ile kirli zenginleri harekete geçirerek Millî Mücadeleyi kırmaya çalıştı ise de, Nutuk’ta görüldüğü üzere, Gazi Mustafa Kemal Paşa, millî bütünlüğün oluşup zaferin kazanılması konusunda, çok sabır gösterdi.

Benzeşirliğe istekli, cumhurlaşma ve ortak hedeflere yönelerek çağdaş bir toplum olma yönündeki değişim ve dönüşümler, vizyonu olan bilinçli bir liderin ısrarlı çalışmalarıyla mümkün olur. Vizyonlu bir lider olan Gazi Paşa’ya, Atatürk’e savaş açanlar kimlerdi? İnanç, toprak, siyaset sömürgenlerinin yabancı devletlerin istihbaratı ile nasıl işbirliği yaptığı, hangi isyan ve direnişleri gösterdiği, inanç sömürgenlerinin ve toprak ağalarının her etkili yere, nasıl sızdıkları, bu yazıyı aşan konulardır.[7]

Kendisini bir ümmetten sayan bir toplumun cumhurlaştırılması, gerçekten büyük bir başarıdır. Bu gün açıkça görülüyor ki, etrafındakilerin neredeyse tamamının bu millî oluşum ve gelişimi yeterince anlayamamış olmasına rağmen, ısrarlı gayretlerin sahipliğini ve önderliğini yapan Atatürk’ün çektikleri, gerçekten bir trajedidir. Bugün Müslüman toplumlar içinde Türkiye’nin her açıdan özel bir yerinin bulunması, Atatürk’ün milletleştirici ve ortak paydayı güçlendirici milli eğitime dayalı cumhurlaştırıcı milli birlik ve bütünleşme ülküsüyle doğrudan bağlıdır. Laik hukuk, hem benzeşmeyi ve bütünleşmeyi, hem aydınlanma ve çağdaşlığı esas alan örgün ve yaygın eğitim kurumları ile kentleşmeyi ve sanayileşmeyi, yerli üretimi özendirici kuruluşlar yanında, caydırıcı ve gerektiğinde kahredici millî ordu, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bölünmez vatanın, ayrışmaz milletin yapı taşlarıdır.[8]

Atatürk’ün çektiği bu yapılandırma çilesini yeterince öğrenmeden yola çıkan siyasetçi de, idareci de, adalet görevlisi de, komutan da yanılır, yanılacaktır. Ülkesinin yer üstü servetleri ile yer altı zenginliklerini bilmeyen, bunlar kimin iştahını kabartıyor sorularına cevap aramamış siyasetçi, idareci, eğitimci, komutan ve hukukçu yanılır, yanılacaktır. Bugünkü Irak ve Suriye’de 130 yıldır emperyalist oyun kurucuların hangi raporları hazırlatıp inanç sömürgenleri ve toprak ağalarıyla nasıl işbirliği yaptığını bilmeyenler yanıltılacaklardır.

             ***

Vatan, bağımsızlık ve emek kutsaldır. Bu üç kutsala sevgisi, saygısı, duyarlılığı olmayanlar, bunların aşağılanmasına, sömürülmesine veya yok olmasına razı olanlar, insan görünümlü yaratıklardır. İnsan görünümlü bu yaratıkların düşmanla işbirliği yapması için yüzbir sebebi, ruhundaki aymazlık, bedenindeki doymazlık için, bin bir gerekçesi vardır. Dindarlığı veya milliyetçiliği, solculuğu veya sosyalistliği, özgürlükçülüğü veya liberalistliği nefsine hizmet etmek ve edilmesini sağlamak için savunanlar dışlanmalıdır. Hangi fikrin sahibi olursa olsun, vatanın, bağımsızlığın ve emeğin kutsallığı konusunda yoldaş olanlar güç birliği yapmalıdırlar. Bu gönül, dil ve güç birliği hareketini bilinçli aydınlar hazırlar, yönlendirir, vazgeçilmez kılar.

Aydın, tarihî köklerini gözeterek, ülkesinin parçalanmasını, mensubu olduğu toplumun ayrışıp bölünmesini, devletinin bağımsızlığını kaybetmesini önleme adına, düşüncesini paylaşan, sorumluluk alabilen, bilgi ve bilinç sahibi insandır. Aydın, tarihin, toprağın ve ataların ruhlarından gelen uyarılara gönlü ve bilinci açık olan, bütünleşmeci akıllı insandır.

Aydın, zaman, mekân, şartlar üçlüsüne bağlı imkânların kullanılmasında Türk toplumundaki zihniyet değişmelerinin önündeki engelleri, bilinçli, bilgili ve ısrarlı olarak kaldırmaya kararlı olan ahlâklı insan…

Aydın (münevver, ziyâlı) kendi toplumunun insanına, derin bir sevgi, engin bir müsamaha duyan; ayrılmazlık ve ayrışmazlık bilinciyle devletinin, milletinin ve vatanının yaşanan ve gelecekteki sıkıntılarını çözmek üzere, araştıran, fikir üreten, uygulamaya koyan, görev üstlenebilen insandır.

    İman, bilgi ve kanaat dengesine ulaşarak Türk kimliği denilen kavramın temsilciliğini hak eden Türk aydını’nın oluşumunu hedef edinmek…  Başka bir devlete, millete yahut ülkeye bağlılık duyan, onlarla ağız birliği yapan insanlar, örtülü düşmanlardır. Akıllarının ve duygularının derinliklerindeki hastalık odağı yüzünden, bütünün parçası, benzeşmenin gönüllüsü olmayı başaramayanları aydın sayar mısınız? Eskilerin mutabasbıs dediği, unvanlı, hırslı insanların -–yetkilileri ve--toplumu aldatması önlenmelidir.

İmanı, aklı, vatan bütünlüğüne, bağımsızlık ile emeğe saygılı,  millî bilinci bütünleşmekten, benzeşmekten, adaletten onurlu zenginleşmekten yana olan aydınların sayısı, fazladır. Megolomanlar veya güce taparak konforlu konumunu koruyanlar yahut vatanseverliği gülünç, bağımsızlığı hayalperestlik, adaleti güçlü olanların kullandığı araç olarak kabullenenler--  meslekleri ve şöhretleri ne olursa olsun -- aydın sayılmamalıdır.

Aydınların dindar veya dinsiz, Marksist veya milliyetçi olmaları, sağcı, solcu, zengin veya yoksul olmaları, akıllarını işletmelerine engel olmadığı sürece, her açıdan onların haklarıdır. Bu haklarını ise, toplumu ayrıştırma yönünde kullanmamaları; yeni bir Amasya Tamimi ve yeni bir Millî Mücadele’ye yol açmamaları, başka bir devletin ve toplumun hayranlığıyla ruhlarını kirletmemeleri şartıyla kullanabilirler.

Ayrışmanın, bölünmenin en çok hangi devlet, millet ve odakları sevindirip bu durumdan kimlerin yararlanacağı sorusunu sık sık sorup cevaplar aramamış siyaset, idare, eğitim, askerlik ve hukuk alanlarında etkili ve yetkili olanlar yanılırlar, yanılacaklardır.

Her devletin, vatanın ve milletin tarihten veya coğrafyadan yahut maddî servetlerinden doğan örtülü ve açık düşmanları vardır. Kendi devletinin açık ve örtülü düşmanlarını, onların yöntemlerini ve planlarını öğrenmek konusunda ihmalkâr davranan siyasetçi, idareci, eğitimci, komutan ve hukuk insanları yanılır, yanıltılır,  pişmanlıklarla karşı karşıya kalırlar.[9]

Vatanın sınırlarının hangi sıcak ve soğuk savaşlar ile çizildiğini yeterince bilmeyen her seviyedeki yasama, yürütme, adalet, emniyet ve asayiş görevlileri ile emir vermeye yetkili komutanlar, yanlış kararlar verebilir, yanlış uygulamalarda bulunulmasına yol açabilir, pişman olacakları konuşmalar yapabilirler…

TV kanallarının hepsi, reklam pastasından alınan pay, reyting gibi geçici çıkarlar yerine, ayrışmaya, bozgunculuğa, öfke köpürtmesine ve cehalete ait çirkinliklerin, yanlışların ve hainliklerin karşısında yer almalı, saf tutmalıdır.

Milletini yanında bulmak isteyenler, onun tarih içinden gelen ruhunu dinlemelidir; onu umursamayan tutumlardan vazgeçmelidir. Cazip görünümlü siyasi söylemler, geçmişteki olaylara ait bilginin süzgecinden geçirilmeden uygulanmamalıdır.[10]

Etkili veya yetkili kişiler, devletin bağımsızlığı, milletin ve vatanın parçalanmazlığına ilişkin konularda, ayrışmalara kutuplaşmalara imkân veren konuşmalarda ve davranışlarda bulunmamalı, emperyalist tuzaklara düşmemelidir.

   Her vatandaş vatansever ve bağımsız devlet sahibi olmayı imanının yedinci şartı saymalıdır. Millî ruhu ve millî bilinci güçlendirme konusunda herkes güç birliğinin parçası olmalıdır…

H e d e f: Aklın önderliğinde benzeşerek bütünleşmek, birleşerek yıkılmaz olmak, tarih içinde varlığını sürdürmek…   

20 Ağustos 2016




[1]Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’ân’ın Temel Kavramları, 2.cilt, 25. Baskı, İst., 2012, s. 210-212.

[2]Ahmet TEKİN, Lügatli Tefsirî Meal: Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, 8. Baskı, İst., 2010, s.,192

[3]Bu bilgileri, tefsir ve hadis bilgini  Prof. .Dr. Ahmet Tekin Hoca’dan aldım, alenen teşekkür ederim.

[4]Şuna da işaret etmeliyim: İllerde ve ilçelerdeki müftü unvanlı görevli kişilerin, halkımızı aldatan kindar  gruplaşmaları,  inanç sömürgenlerini , hem ilgili savcılıklara, hem Diyanet İşleri Başkanlığına bildirmeleri, hem de halkın aldatılmaması için bu tür toplaşmalara bizzat gidip Allah’ın kitabını ve sahih hadisleri anlatmaları gerekir.İnanç baronlarının etkisinden , sömürüsünden doğan  ayrışmalar böyle önlenir…

[5] Utkan KOCATÜRK, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, ATAM Y., 2. bs, Ank., 2007.

[6] U.  KOCATÜRK, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, ATAM y., 2.bs.

[7] Sadık K. TURAL, Yüzyıla Damgasını Vuran Önder: ATATÜRK, Ank., 2015.

[8]Suna KİLİ, Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli, 10. baskı, İst., 2006.

[9] Siyaset alanında görünen , yer tutmuş bulunan insanlar,  250 –özellikle 110-yıllık tarihi sık sık okumalıdır.    Etkili ve yetkililer,bir iç veya dış hadisenin yorumu söz konusu olduğunda, , hem danışmanlarına  dikkat etmeli, hem de uzmanlık gerektiren konularda, gerginliğe ve zihin kirliliğine yol açan beyanlarda bulunmamalıdır.

[10]. Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye’nin Siyasi İntiharı: Yeni-Osmanlı Tuzağı, 26. baskı, İst., 2014.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder