Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU 24 Ekim 2016 |
|
“Allah’ım;
Senin, dinin, kitab’ın ve elçin hakkında ruhbanlar bize yalan söylediler?”
Hıristiyanlıktan bize de geçmiş olan ruhbanlık,
tıpkı büyücülük benzeri kandırmacadan ibaret bir meslek..! Ruhbanlar da, Tanrı
katında “iyi bir yerde (!)” olduklarını ve Tanrı ile olan ilişkilerde “aracılık
(!)” edebileceklerini iddia edip, bu konumu ile geçinenler..!
Diğer adıyla, hayatın
zorluklarına katlanmak istemeden kolayca yaşamak isteyenlerin halkın dini
zayıflıklarından faydalanarak para ve saltanat kazananlar..!
(Kur’an’a göre bu terim “Rahbaniyye);
“çoğunlukla ‘bu
dünya hayatında hiçbir değerin bulunmadığını (!)’ iddia etmeye kadar
varan “ruhbanca bir hayat anlayışı” ile abartılı bir zühd (dünyadan el-etek çekerek yaşamak)-
“Hristiyanlığın ilk döneminin belirgin
özelliği olan ama İslam’ın asla tasvip etmediği bu ant-sosyal tavıra
birleştirir. Hâlbuki İslam hem bu dünyayı unutmayın hem de öbür dünyayı” derken
dengeli ve ölçülü bir toplum halinde olmanızı ister.
Muhteva
(içerik), anlam ve ruhtan yoksun, ama öne çıkmış bir dış kabuk..! Tarihen
sabittir ki; ezici bir çoğunlukla, neredeyse Peygamber’in hemen akabinde, din
mensupları gösterişe kayarak; altın yaldızlı, oymalı, renkli, şatafatlı
mabetler inşa etmişlerdir. Ruhban sınıfı boş durur mu? Onlar da göz alıcı
kaftanlar giyip, başlarına kavuklar takmışlardır!
Bir
kurnazlık mesleğidir ruhbanlık..! Birer fırsat avcılarıdır onlar..! İnsanın iç
dünyasında nerede bir boşluk var; oraları oldukça severler onlar.!
Değilmi ki; yemek yapıp-yiyemeyenler
kendilerine bir lokanta arar, tıpkı bunun gibi ‘okumayanlar, araştırmayanlar,
düşünmeyenler ve sorgulama mantığını kaybetmiş passif karakterli ve zihinsel
sorunları çözüp buna göre bir hayat ve iç dünya kuramayanlar da, kendilerini
kurtaracak (!) bir ruhban arayışına çıkarlar..!
“Ölümle
başlayan süreç konusunda tatmin edici bir düşünceye sahip olamamış olan
insanlar, bu konuda içinde bulundukları manevi boşluğu, kandırmaca yöntemlerle
kapatmaya çalışınca, tam bir ruhbanlık ortamı gelişir. Ölüm ile yok olup
gitmeyi hiçbir zaman kabul edemeyen insan, ölüm sonrası için kendini
kandıracak? Gerçek dinle ilgisi olmayan – fantezi hurafelerle açık hale
dönüşür. İşte ruhban, tam da bu ortamda ortaya çıkar.
Hıristiyanlık inanınca, ruhbanlar,
Allah baba’nın (haşa) ve oğlu rab İsa’nın yeryüzündeki ‘dini bürokratlarıdır.
Onların izni ve vizesi olmadan hiçbir Hıristiyan Allah’a ulaşamaz, yalvaramaz
ve tanıyamaz. Bizde bu durum görülür; Allah’ın bilinmezi ve tanınması için kendilerinin gerekli
olduğunu’ iddia ederek ‘aymazları’, oltalarına çekip kandırırlar..
Aslında onların amaca sağlam bir din
bilgisi ve sağlıklı bir Allah inancı ortaya koymak değil, bir ‘meslek’ erbabı
olarak halkın sırtından yaşamaktır! Alim geçinen bu ruhbanlar, idarecilerin
istediği şekilde halkı uyutur – Allahla aldatır – ve buna karşılık avantadan
geçinir.! Ruhbanın olduğu yerde halk, itaad eden, sorgulamayan
passifleştirilmiş tıpkı bir sürüden ibarettir; sorgulayamaz ve itiraz edemez.
Ruhbanı sorgulamaya kalksa ve fikirlerini karşı – haklı olsa – itiraz etse
“zındık” diye aforoz edilir!
Ey rabbim; işte bu ruhbanlar bizlere, “Sizler,
Tanrı’yı O’nun dinini, kitabını ve elçisini bizler olmadan anlayamazsınız!
Dediler.
Bu ruhbanlar; ‘doğru budur!’ deyip, içine binlerce
‘nasrani ve İsrailiyet’ hurafeleri soktular! ‘Okursan anlamadığım dilde okumalısın,
Arapça cennet dilidir’ diyerek sahte hadislere sığınarak, kendi dilim ile
okumayı günah saydılar; Türkçe ile anlamı bozulur dediler. Halbuki
Kur’an-ı Kerim Arapça olduğu için Kur’an değil, Allah’ın kelamı olduğu için Kur’andır
(İmamı Azam’ın görüşü).
Kendileri ise üstün körü okudular,
gözleriyle okuyup akılla okumadılar onun içinde Yüce Rabbim ne diyor
anlamadılar, hiç bilmediler! “Ey Muhammed, bu Kur’an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler,
aklı olanlar ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz, mübarek bir kitaptır” (Sad
– 29) gibi Allah yeminler edip kitabın anlaşılmasını kolaylaştırdığını.
-
Andolsun ki biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp
öğüt alan?” (Kamer/17, 22, 32, 40).
Gördüğünüz
gibi Allah yeminler edip Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırdığını, düşünmeye
teşfik ettiğini ayet ayet haykırırken, din namına eksiksiz derken, kendini
açıklar derken, bundan sorulacaksınız derken, ayetlerden yüz çevirenler yanlış
yoldadır derken hiç dönüp bakmadılar! “..hiç düşünen ve öğüt alan var mı ki?”
diyen Allah’ın çağrısını anlamadılar! Kur’an’ı sadece
ezbere okuyup daha sonra duvara astılar. İsim koymak ve fal bakmak için
kullandılar!
“Allah ‘elçiyi
destekleyin!’ derken onlar, günde yüz defa salavat çekeceksin!’ dediler. Ne
destekleyenlerle peygamberin davasını desteklediler, ne peygambere uyup
Allah’tan gelene sarıldılar, ne arzuhalini Allah’a sunanlarla kıyam ettiler, ne
sadece Allah’a rüku edenlerle rüku ettiler, ne sadece O’na secde edip boyun
eğenlerle secde ettiler. Peygamberi ve davasını değil, kendilerini düşünüp,
salavatla kendi seslerini Allah’a değil peygambere ulaştırmayı umdular,
sandılar, zannettiler! Kendileri Peygamberi ve dinini gerçek anlamda hiç
desteklemediler! Konuşmak bile istemediler!”
Ruhban taifesi; “hoca
efendilerinden, cemaatlerinden şefaat!” dediler! Yetmedi, ‘yatırlardan, mezarlardan’ beklediler:
hatta tağut zalimlerden şefaat!’ dediler.
Duhan-41: “..O gün, dostun dosta hiçbir faydası
olmaz, kendilerine yardım da edilmez.”
Meryem-87: “..O gün Rahman
(olan Allah)ın nezdinde söz alan ve izin alandan başkalarının şefaata güçleri
yetmeyecektir.” Şefaatin tümünün sahibinin Allah olduğunu hiç görmediler, şefaati
hiç ondan beklemediler!!
Ruhbanlar
bize yalan söylediler!
“Mehdi
gelecek, İsa inecek! Dediler. Kendi sapkın âlimlerini İsa, kendi hoca efendilerini, kendi şeyhlerini
mehdi ilan ettiler! Yetmedi peygamberi Allah’a eşit saydılar! Yetmedi, ‘kendi
imamları için Allah onda vücud buldu!” dediler.
O ruhbanları; “Kendi mallarını kaybetmemek için, ‘en
büyük günah kul hakkıdır!’ derken, ne yetimi doyurdular, ne yemedikleri kul
hakkı bıraktılar! Affedilmeyecek tek günahın ‘tövbe edilmemiş şirk’ olduğunu
hiç bilmediler!
O
ruhbanlar bize yalan söylediler Tanrım!
“Vergi memurlarıymış gibi, ‘kırkta
birdir!’ dediler, “mallarını
mülklerini ayırıp, hülle üstüne hülleler kurup, bunlar dahil değil! dediler.
İhtiyaçlarının
fazlasını vereceklerine, sandıklarına yığıp biriktirdiler! Kuzu kapamalar
midelerinde hazımsızlık yaparken, iki torba bulgurla fakiri sözde sevindirip,
üstüne birde böbürlendiler!”.
“O
kadar çok yalan söylediler, o kadar çok yalan söylediler ki; Kur’an’a ‘ortak
olacak şekilde kitaplar, külliyatlar yazdılar! O’nun âyetlerinin her birinin
karşısında onlarca yalan rivayet ettiler! Ne bize hakkıyla bir âyet gösterdiler, ne de
kendileri kendi yalanlarına doğru dürüst uydular!”.
Allah’ın
iradesine ortak olmuş bu ruhbanların bu yalanlarına, hezeyan ve fantezilerine
karşı çıktığımız için bize “yalancı sapkınlar!” diyorlar. Biz Allah için,
doğruları haykırdıkça takıntılarıyla saldırıp, tanımadıkları, yüzlerini bile
göremedikleri, ‘yalancı rivayetçiler’e’ ve “takkeli müşrikler’e bizden çok
güveniyorlar!”
Biz onların değil “Allah’ın emrini ve rızasını gözetiyoruz.
Bize Allah yeter!”
O ruhbanlar; “Bu işler akıl
ile çözülemez, akıl bizi delalete götürür” diyerek bize yalan söylediler!
Gerçekten
akıl bizi delalete mi götürüyor?
Bakalım Allah bizim aklımızı kullanmamızı istiyor mu istemiyor mu? Hidayet
kitabı Kur’an bu hususta ne diyor,
Bakara-269: “..İşte Allah, size âyetlerini böyle açıklar ki
akıl erdiresiniz!”
Bakara-269: “..Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt
alıp-düşünmez!”
En’âm-32: “..Yine de akıl
erdirmeyecek misiniz?”
Yunus-100: “..Allah,
pisliği, aklını kullanmayanların üzerine bırakır!”
Hadid-17: “..Şüphesiz, Biz, umulur ki aklınızı
kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık!”
“Felsefe
kullanma kafir olursunuz”, “düşünme sapıtırsınız”, “aklını, iradeni şeyhine
teslim et!” diyen bu ruhbanlar; “tek başına
dönemin hükümdarının sunduğu her türlü nimetlerini elinin tersiyle itip ölüme
mahkum olmayı yeğleyen akıl ustası Ebu Hanife’yi ve yine aklı ve eleştirel
düşünceyi merkeze alan imam Maturidiyi de bilmezler mi?
“Aklınız
ermez mi sizin? Size verdiğim aklı bunu (ayetleri) anlamada hiç
kullanmayacakmısınız? Aklınızı hala arabanın modelini değiştirmede, evin
şeklini değiştirmede, halının, kilimin modelini anlamada mı kullanacaksınz onu?
Hep para kazanmanın peşinde mi kullacaksınız? Bu ayetleri anlamada hiç
kullanmayacak mısınız?
“Veya düşünün; Adamın elinde kibrit vardır
da, sobayı yakmak için yakıt arıyordur, adam bir şeyler arıyordur da, ‘yahu be
kardeşim elindeki kibrit değil mi ne kıvranıyorsun?’ demek neyse, nasıl her
şeyi baştan kesen bir sözse, bu ondan daha kesin bir sözdür yani.
‘Aklınızı
kullanmayacak mısınız? Aklınız yok mu sizin? Yani iş bu kadar açıkken durum bu
kadar ayan beyanken, siz hala aklınızı bunu anlamaya kullanmayacak mısınız?’
diyor Rabbimiz.
“..Ama
‘Ruhbanlık (Rahbaniyetten)’ başka!.. Ruhbanca riyazete gelince, Onu kendilerine
emretmediğimiz halde onlar uydurdu, gerekçesi de Allah’ın rızasını kazanmaktı;
fakat onun gereklerine de hakkıyla riayet etmediler ya..! Neticede Biz onlardan
iman eden kimselere karşılıklarını verdik; fakat yine onlardan birçoğu yoldan
saptılar.
Bu ruhbanlar; “Ben yaşamayı
bilmiyorum, bana biri yaşamayı öğretsin, akıl versin!” diyen aciz insanların,
hem hayatlarını, hem de ceplerini sömüren UYANIKLAR TAYFASIDIR!!
“..Sosyal
çöküntüye uğramış kişilere, kitaplardan ezberledikleri öğretileri (!) sözde
aydınlatmak, huzura erdirmek için ve bunu da para karşılığında, işte o
aldıkları 10 günlük sertifikaları yeterlik belgesi göstererek, hayatı yalamış
yutmuş (!) olarak gösteren DİN VE UMUT TACİRLERİ!!
İslami
önce bunların elinden kurtarmak lazım.
Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU
24 Ekim 2016
Sayın yazara ve yazıyı paylaşan Sayın Orhan Koyuncu'ya teşekkürlerimle...
M. Kemal Adal
30 Ekim 2016 / İZMİR
M. Kemal Adal
30 Ekim 2016 / İZMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder