İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

30 Ekim 2016 Pazar

TANRIM! BU RUHBANLAR BİZE YALAN SÖYLÜYORLAR!



Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU
24 Ekim 2016
 



              “Allah’ım; Senin, dinin, kitab’ın ve elçin hakkında ruhbanlar bize yalan söylediler?”

              Hıristiyanlıktan bize de geçmiş olan ruhbanlık, tıpkı büyücülük benzeri kandırmacadan ibaret bir meslek..! Ruhbanlar da, Tanrı katında “iyi bir yerde (!)” olduklarını ve Tanrı ile olan ilişkilerde “aracılık (!)” edebileceklerini iddia edip, bu konumu ile geçinenler..!

              Diğer adıyla, hayatın zorluklarına katlanmak istemeden kolayca yaşamak isteyenlerin halkın dini zayıflıklarından faydalanarak para ve saltanat kazananlar..!

              (Kur’an’a göre bu terim “Rahbaniyye); “çoğunlukla ‘bu dünya hayatında hiçbir değerin bulunmadığını (!)’ iddia etmeye kadar varan “ruhbanca bir hayat anlayışı” ile abartılı bir zühd (dünyadan el-etek çekerek yaşamak)- “Hristiyanlığın ilk döneminin belirgin özelliği olan ama İslam’ın asla tasvip etmediği bu ant-sosyal tavıra birleştirir. Hâlbuki İslam hem bu dünyayı unutmayın hem de öbür dünyayı” derken dengeli ve ölçülü bir toplum halinde olmanızı ister.

              Muhteva (içerik), anlam ve ruhtan yoksun, ama öne çıkmış bir dış kabuk..! Tarihen sabittir ki; ezici bir çoğunlukla, neredeyse Peygamber’in hemen akabinde, din mensupları gösterişe kayarak; altın yaldızlı, oymalı, renkli, şatafatlı mabetler inşa etmişlerdir. Ruhban sınıfı boş durur mu? Onlar da göz alıcı kaftanlar giyip, başlarına kavuklar takmışlardır!

              Bir kurnazlık mesleğidir ruhbanlık..! Birer fırsat avcılarıdır onlar..! İnsanın iç dünyasında nerede bir boşluk var; oraları oldukça severler onlar.!

              Değilmi ki; yemek yapıp-yiyemeyenler kendilerine bir lokanta arar, tıpkı bunun gibi okumayanlar, araştırmayanlar, düşünmeyenler ve sorgulama mantığını kaybetmiş passif karakterli ve zihinsel sorunları çözüp buna göre bir hayat ve iç dünya kuramayanlar da, kendilerini kurtaracak (!) bir ruhban arayışına çıkarlar..!

              “Ölümle başlayan süreç konusunda tatmin edici bir düşünceye sahip olamamış olan insanlar, bu konuda içinde bulundukları manevi boşluğu, kandırmaca yöntemlerle kapatmaya çalışınca, tam bir ruhbanlık ortamı gelişir. Ölüm ile yok olup gitmeyi hiçbir zaman kabul edemeyen insan, ölüm sonrası için kendini kandıracak? Gerçek dinle ilgisi olmayan – fantezi hurafelerle açık hale dönüşür. İşte ruhban, tam da bu ortamda ortaya çıkar.

              Hıristiyanlık inanınca, ruhbanlar, Allah baba’nın (haşa) ve oğlu rab İsa’nın yeryüzündeki ‘dini bürokratlarıdır. Onların izni ve vizesi olmadan hiçbir Hıristiyan Allah’a ulaşamaz, yalvaramaz ve tanıyamaz. Bizde bu durum görülür; Allah’ın bilinmezi ve tanınması için kendilerinin gerekli olduğunu’ iddia ederek ‘aymazları’, oltalarına çekip kandırırlar..

              Aslında onların amaca sağlam bir din bilgisi ve sağlıklı bir Allah inancı ortaya koymak değil, bir ‘meslek’ erbabı olarak halkın sırtından yaşamaktır! Alim geçinen bu ruhbanlar, idarecilerin istediği şekilde halkı uyutur – Allahla aldatır – ve buna karşılık avantadan geçinir.! Ruhbanın olduğu yerde halk, itaad eden, sorgulamayan passifleştirilmiş tıpkı bir sürüden ibarettir; sorgulayamaz ve itiraz edemez. Ruhbanı sorgulamaya kalksa ve fikirlerini karşı – haklı olsa – itiraz etse “zındık” diye aforoz edilir!

              Ey rabbim; işte bu ruhbanlar bizlere, “Sizler, Tanrı’yı O’nun dinini, kitabını ve elçisini bizler olmadan anlayamazsınız! Dediler.

              Bu ruhbanlar; ‘doğru budur!’ deyip, içine binlerce ‘nasrani ve İsrailiyet’ hurafeleri soktular! ‘Okursan anlamadığım dilde okumalısın, Arapça cennet dilidir’ diyerek sahte hadislere sığınarak, kendi dilim ile okumayı günah saydılar; Türkçe ile anlamı bozulur dediler. Halbuki Kur’an-ı Kerim Arapça olduğu için Kur’an değil, Allah’ın kelamı olduğu için Kur’andır (İmamı Azam’ın görüşü).

              Kendileri ise üstün körü okudular, gözleriyle okuyup akılla okumadılar onun içinde Yüce Rabbim ne diyor anlamadılar, hiç bilmediler! “Ey Muhammed, bu Kur’an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, aklı olanlar ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz, mübarek bir kitaptır” (Sad – 29) gibi Allah yeminler edip kitabın anlaşılmasını kolaylaştırdığını.

              - Andolsun ki biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” (Kamer/17, 22, 32, 40).

              Gördüğünüz gibi Allah yeminler edip Kur’an’ın anlaşılmasını kolaylaştırdığını, düşünmeye teşfik ettiğini ayet ayet haykırırken, din namına eksiksiz derken, kendini açıklar derken, bundan sorulacaksınız derken, ayetlerden yüz çevirenler yanlış yoldadır derken hiç dönüp bakmadılar! “..hiç düşünen ve öğüt alan var mı ki?” diyen Allah’ın çağrısını anlamadılar! Kur’an’ı sadece ezbere okuyup daha sonra duvara astılar. İsim koymak ve fal bakmak için kullandılar!

              Allah ‘elçiyi destekleyin!’ derken onlar, günde yüz defa salavat çekeceksin!’ dediler. Ne destekleyenlerle peygamberin davasını desteklediler, ne peygambere uyup Allah’tan gelene sarıldılar, ne arzuhalini Allah’a sunanlarla kıyam ettiler, ne sadece Allah’a rüku edenlerle rüku ettiler, ne sadece O’na secde edip boyun eğenlerle secde ettiler. Peygamberi ve davasını değil, kendilerini düşünüp, salavatla kendi seslerini Allah’a değil peygambere ulaştırmayı umdular, sandılar, zannettiler! Kendileri Peygamberi ve dinini gerçek anlamda hiç desteklemediler! Konuşmak bile istemediler!”

              Ruhban taifesi; hoca efendilerinden, cemaatlerinden şefaat!” dediler! Yetmedi, yatırlardan, mezarlardan’ beklediler: hatta tağut zalimlerden şefaat!’ dediler.

              Duhan-41: “..O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.”

              Meryem-87: “..O gün Rahman (olan Allah)ın nezdinde söz alan ve izin alandan başkalarının şefaata güçleri yetmeyecektir.” Şefaatin tümünün sahibinin Allah olduğunu hiç görmediler, şefaati hiç ondan beklemediler!!

              Ruhbanlar bize yalan söylediler!

              “Mehdi gelecek, İsa inecek! Dediler. Kendi sapkın âlimlerini İsa, kendi hoca efendilerini, kendi şeyhlerini mehdi ilan ettiler! Yetmedi peygamberi Allah’a eşit saydılar! Yetmedi, ‘kendi imamları için Allah onda vücud buldu!” dediler.

              O ruhbanları; Kendi mallarını kaybetmemek için, ‘en büyük günah kul hakkıdır!’ derken, ne yetimi doyurdular, ne yemedikleri kul hakkı bıraktılar! Affedilmeyecek tek günahın ‘tövbe edilmemiş şirk’ olduğunu hiç bilmediler!

              O ruhbanlar bize yalan söylediler Tanrım!

              “Vergi memurlarıymış gibi, ‘kırkta birdir!’ dediler, “mallarını mülklerini ayırıp, hülle üstüne hülleler kurup, bunlar dahil değil! dediler. İhtiyaçlarının fazlasını vereceklerine, sandıklarına yığıp biriktirdiler! Kuzu kapamalar midelerinde hazımsızlık yaparken, iki torba bulgurla fakiri sözde sevindirip, üstüne birde böbürlendiler!”.

              “O kadar çok yalan söylediler, o kadar çok yalan söylediler ki; Kur’an’a ‘ortak olacak şekilde kitaplar, külliyatlar yazdılar! O’nun âyetlerinin her birinin karşısında onlarca yalan rivayet ettiler! Ne bize hakkıyla bir âyet gösterdiler, ne de kendileri kendi yalanlarına doğru dürüst uydular!”.

              Allah’ın iradesine ortak olmuş bu ruhbanların bu yalanlarına, hezeyan ve fantezilerine karşı çıktığımız için bize “yalancı sapkınlar!” diyorlar. Biz Allah için, doğruları haykırdıkça takıntılarıyla saldırıp, tanımadıkları, yüzlerini bile göremedikleri, ‘yalancı rivayetçiler’e’ ve “takkeli müşrikler’e bizden çok güveniyorlar!”

              Biz onların değil “Allah’ın emrini ve rızasını gözetiyoruz. Bize Allah yeter!”

              O ruhbanlar; Bu işler akıl ile çözülemez, akıl bizi delalete götürür” diyerek bize yalan söylediler! Gerçekten akıl bizi delalete mi götürüyor? Bakalım Allah bizim aklımızı kullanmamızı istiyor mu istemiyor mu? Hidayet kitabı Kur’an bu hususta ne diyor,

              Bakara-269: “..İşte Allah, size âyetlerini böyle açıklar ki akıl erdiresiniz!”

              Bakara-269: “..Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez!”

              En’âm-32: “..Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?”

              Yunus-100: “..Allah, pisliği, aklını kullanmayanların üzerine bırakır!”

              Hadid-17: “..Şüphesiz, Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık!”

              “Felsefe kullanma kafir olursunuz”, “düşünme sapıtırsınız”, “aklını, iradeni şeyhine teslim et!” diyen bu ruhbanlar; “tek başına dönemin hükümdarının sunduğu her türlü nimetlerini elinin tersiyle itip ölüme mahkum olmayı yeğleyen akıl ustası Ebu Hanife’yi ve yine aklı ve eleştirel düşünceyi merkeze alan imam Maturidiyi de bilmezler mi?

              “Aklınız ermez mi sizin? Size verdiğim aklı bunu (ayetleri) anlamada hiç kullanmayacakmısınız? Aklınızı hala arabanın modelini değiştirmede, evin şeklini değiştirmede, halının, kilimin modelini anlamada mı kullanacaksınz onu? Hep para kazanmanın peşinde mi kullacaksınız? Bu ayetleri anlamada hiç kullanmayacak mısınız?

              “Veya düşünün; Adamın elinde kibrit vardır da, sobayı yakmak için yakıt arıyordur, adam bir şeyler arıyordur da, ‘yahu be kardeşim elindeki kibrit değil mi ne kıvranıyorsun?’ demek neyse, nasıl her şeyi baştan kesen bir sözse, bu ondan daha kesin bir sözdür yani.

              ‘Aklınızı kullanmayacak mısınız? Aklınız yok mu sizin? Yani iş bu kadar açıkken durum bu kadar ayan beyanken, siz hala aklınızı bunu anlamaya kullanmayacak mısınız?’ diyor Rabbimiz.

              “..Ama ‘Ruhbanlık (Rahbaniyetten)’ başka!.. Ruhbanca riyazete gelince, Onu kendilerine emretmediğimiz halde onlar uydurdu, gerekçesi de Allah’ın rızasını kazanmaktı; fakat onun gereklerine de hakkıyla riayet etmediler ya..! Neticede Biz onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik; fakat yine onlardan birçoğu yoldan saptılar.

             Bu ruhbanlar; “Ben yaşamayı bilmiyorum, bana biri yaşamayı öğretsin, akıl versin!” diyen aciz insanların, hem hayatlarını, hem de ceplerini sömüren UYANIKLAR TAYFASIDIR!!

              “..Sosyal çöküntüye uğramış kişilere, kitaplardan ezberledikleri öğretileri (!) sözde aydınlatmak, huzura erdirmek için ve bunu da para karşılığında, işte o aldıkları 10 günlük sertifikaları yeterlik belgesi göstererek, hayatı yalamış yutmuş (!) olarak gösteren DİN VE UMUT TACİRLERİ!!

              İslami önce bunların elinden kurtarmak lazım.

Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU
24 Ekim 2016

Sayın yazara ve yazıyı paylaşan Sayın Orhan Koyuncu'ya teşekkürlerimle...

M. Kemal Adal
30 Ekim 2016 / İZMİR



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder