IX. TARİH VE
KISSALAR
B. PEYGAMBER
KISSALARI-25
12. HZ. DAVUT VE SÜLEYMAN-1
a) Kavram olarak, Tarih ve Kıssalar, Peygamber Kıssaları, Hz. Davut ve Süleyman
Onların dediklerine sabret! O kuvvet sahibi kulumuz Davûd'u an! O, tespih nağmeleri döktüren bir kul idi. Dağları onunla birlikte buyruk altına almıştık: Akşam sabah birlikte tespih ederlerdi. Kuşlar da toplu halde onunla beraberdi. Hepsi, onun tespih nağmelerine katılırdı. Mülk ve yönetimini güçlendirmiştik. Kendisine hikmet ve hakla bâtılı ayıran söz etme yeteneği vermiştik. Geldi mi sana, o çekişme hikâyesinin haberi? Hani, o hasımlar, duvarı aşarak mihraba ulaşmışlardı. Davûd'un yanına girmişlerdi de onlardan korkmuştu. "Korkma!" dediler, "biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkını çiğnedi. Şimdi sen, aramızda hak ile hükmet, adaletsizlik etme. Bizi yolun denge noktasına ilet.!" "Şu benim kardeşimdir. Kendisinin doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen, onu da bana ver dedi ve tartışmada bana galip geldi." Davûd dedi ki: "Vallahi, senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten ortaklardan birçoğu birbiri aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır." Davûd, kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi; rükû ederek yerlere eğildi ve Allah'a yöneldi. Biz de ondan o günahı affettik. Katımızdan onun için bir yakınlık ve güzel bir gelecek var. Ey Davûd, seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hakla hükmet; geçici hevese uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlar için, hesap gününü unutmuş olmaları yüzünden şiddetli bir azap vardır. Biz şu göğü ve yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık. Böyle düşünmek, küfre sapanların sanısıdır. Vay hallerine o inkârcıların, ateş yüzünden! Yoksa biz, iman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanları, yeryüzünde fesat çıkaranlarla aynı mı tutacağız? Yoksa takva sahiplerini, arsız sapıklar gibi mi yapacağız? Kutsal/bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler. Davûd'a Süleyman'ı armağan ettik. Ne güzel kul! Hep Allah'a sığınır, yakarırdı. Akşam üstü kendisine, üç ayak üzerine basıp bir ayağını tırnak üstüne diken safkan koşu atları sunulmuştu. Dedi: "Servet sevgisini, Rabbimi anmak için benimsedim." Nihayet Güneş perde ardına çekildi. "Geri getirin bana onları!" dedi. Bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı. Yemin olsun ki biz, Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık da o, tövbe ile Allah'a yöneldi. Yemin olsun ki biz, Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık da o, tövbe ile Allah'a yöneldi. Şöyle yakardı: "Rabbim, affet beni! Benden sonra kimseye yaraşmayacak bir mülk/saltanat ver bana! Kuşkusuz sensin, evet sensin Vahhâb!" Bunun üzerine, rüzgârı onun emrine verdik; onun emriyle onun istediği yere uysal uysal/tatlı tatlı akıp giderdi. Şeytanları da onun emrine verdik. Hepsi bina ustası ve dalgıçtı. Ve demirlerle birbirine bağlı diğerlerini... Bu, bizim lütfumuzdur; ister ver, ister elinde tut. Hesap yok... Ve gerçekten, katımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardı. 38. sure (SÂD) 17-40. ayet (Resmi: 38/İniş:38/Alfabetik:88)
Yemin olsun, biz, Davûd'a da Süleyman'a da
bir ilim verdik. Onlar şöyle dediler: "Bizi, mümin kullarının bir çoğundan
üstün kılan Allah'a hamd olsun." Süleyman, Davûd'a mirasçı oldu ve şöyle
dedi: "Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden biraz
verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta kendisidir." Cinlerden, insanlardan
ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar,
düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı. Karınca vadisine geldiklerinde bir
karınca şöyle seslendi: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve
orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler." Bunun üzerine Süleyman,
karıncanın sözüne güldü ve dedi: "Rabbim, bana ve ebeveynime lütfettiğin
nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkân
ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok."
Kuşları teftiş etti de dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa
kayıplara mı karıştı?" "Ona acımasızca azap edeceğim, belki de onu
boğazlayacağım; yahut da bana mutlaka açık bir kanıt getirecek." Az sonra
Hüdhüd gelip şöyle dedi: "Senin fark edemeyeceğin bir şeyi fark ettim ve
sana Sabâ'dan parlak bir haber getirdim." "Sabâlılara hükmeden bir
kadın buldum. Kendisine her şeyden bir pay verilmiş, kocaman bir tahtı
var." "Onu ve toplumunu, Allah'ı bırakıp güneş'e secde eder buldum.
Şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü gösterip onları yoldan saptırmış. Artık
doğruyu bulamazlar." "Göklerde ve yerdeki sırrı açığa çıkaran,
onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilen Allah'a secde etmemek
gayretindeler." "O Allah ki, tanrı yok kendinden başka, o büyük arşın
rabbidir O." Süleyman dedi: "Doğru mu söyledin yoksa yalancılardan
mısın, göreceğiz!" "Şu yazımı götürüp onlara at. Sonra onlardan
uzaklaş da bak bakalım, nasıl davranacaklar." Melike dedi ki: "Ey
ileri gelenler, bana önemli bir mektup bırakıldı." "Süleyman'dan bir
mektup. Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla başlıyor." "Söylediği şu:
Bana büyüklük taslamaya kalkmayın. Teslim olarak huzuruma gelin." Melike
dedi: "Ey danışmanlarım, bu meselem konusunda bana fikir verin. Siz
onaylamadıkça, hiçbir işe kesin karar vermem." Dediler ki: "Biz çok
güçlüyüz, çok yaman savaşırız. Buyruk senin. Ne karar vereceğini sen bilirsin."
Melike dedi: "Şu bir gerçek ki krallar bir kente/bir memlekete girdiler
mi, orada bozgun çıkarırlar; oranın onurlu insanlarını zelil, sefil ederler.
İşte böyle yaparlar." "Şimdi ben onlara bir hediye göndereceğim ve
bakacağım elçiler neyle geri dönecekler." Elçi, Süleyman'a geldiğinde, o
dedi ki: "Siz bana bir mal ile mi destek veriyorsunuz? Allah'ın bana
verdiği, size verdiğinden daha kıymetlidir. Sizin hediyenizle, benden çok siz
ferahlarsınız." "Seni gönderenlere dön. Vallahi, karşı
koyamayacakları ordularla üstlerine gelirim ve onları oradan, başları eğik,
aşağılanmış bir halde sürer çıkarırım." Süleyman kurmaylarına dedi ki:
"Onlar teslim olup huzuruma gelmeden önce, o kadının tahtını hanginiz bana
getirebilir?" Cinlerden bir ifrit şöyle dedi: "Sen daha makamından
kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten
güvenilir biriyim." Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi:
"Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm." Derken
Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: "Rabbimin
lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor.
Esasında, şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse
bilsin ki, Rabbim Ganî'dir, cömerttir." Emir verdi: "Onun tahtını
başkalaştırın, bakalım tanıyacak mı, tanıyamayanların arasına mı girecek?"
Melike gelince şöyle denildi:
"Senin tahtın da böyle mi?" Dedi: "Bu sanki o. Zaten daha önce
bize bilgi verilmişti ve biz müslüman olmuştuk." Daha önce Allah dışında
ibadet ettikleri, onu engellemişti. Çünkü o, küfre sapmış bir topluluktandı.
Ona denildi: "Köşke gir!" Melike onu görünce su sandı ve baldırlarını
açtı. Süleyman dedi ki: "O, cilalı sırçadan yapılmış bir parlak
avlu/zemindir." Melike dedi: "Rabbim, doğrusu ben öz benliğime
zulmetmişim. Artık Süleyman'la birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
oluyorum." 27. sure (NEML) 15-44. ayet
(Resmi: 27/İniş:48/Alfabetik:81)
Rabbin,
göklerdeki ve yerdeki kimseleri de daha iyi bilir. Yemin olsun biz,
peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kılmışızdır. Davûd'a da Zebur'u
verdik. 17. sure (İSRÂ) 55. ayet (Resmi:
17/İniş:50/ Alfabetik:46)
Yemin olsun, biz, Dâvud'a katımızdan bir
lütufta bulunduk. "Ey dağlar, onunla birlikte tespih edin ve ey kuşlar siz
de." dedik. Ve onun için demiri yumuşattık. Geniş ve uzun zırhlar yap!
Dokumasında titiz davran! Siz de hayra ve barışa yönelik iş yapın. Kuşkusuz,
ben, yaptıklarınızı görüyorum. Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam
dönüşü bir ay olan rüzgârı görevlendirdik. Onun için erimiş katran/bakır kaynağını
sel gibi akıttık. Cinlerden öylesi vardı ki, Rabbinin izniyle onun önünde iş
yapardı. Onlardan hangisi buyruğumuzdan yan çizse, alevli ateş azabını
kendisine tattırdık. Onlar Süleyman için, mihraplardan/kalelerden,
heykellerden, havuzlar gibi çanaklardan, yerinden kaldırılamaz kazanlardan ne
dilerse yaparlardı. Ey Davûd ailesi, şükür olarak iş yapın! Kullarım içinden
şükredenler o kadar az ki! Sonunda, Süleyman için ölüm hükmünü verdiğimizde,
onun ölümünü, değneğini yiyen dâbbetül arzdan/ağaç kurtçuğundan başkası onlara
göstermedi. Süleyman yere yığılınca, açıkça anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı
bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı. 34. sure (SEBE') 10-14. ayet (Resmi: 34/İniş:58/Alfabetik:91)
Ve Dâvud ile Süleyman... Hani, halkın
davarının yayıldığı ekinler hakkında hüküm veriyorlardı da biz hükümlerine
tanıklar olmuştuk. Onu Süleyman'a derhal kavrattık. Her birine hükümdarlık ve
bilgi verdik. Dâvud'a dağları boyun eğdirdik. Kuşlarla beraber tespih
ediyorlardı. Yapmak isteyince yapanlarız biz. Ona, sizi sizin şiddetinizden
koruyacak olan zırh yapma sanatını öğrettik. Peki siz şükrediyor musunuz? Ve
Süleyman'a kasırgayı boyun eğdirdik. İçini bereketlerle doldurduğumuz toprağa
doğru onun emriyle akıp giderdi. Her şeyi bilenleriz biz. Kendisi için
dalgıçlık eden, daha başka iş de yapan bazı şeytanları da onun emrine verdik.
Biz onları koruyup gözetiyorduk. 21. sure
(ENBİYÂ) 78-82. ayet (Resmi: 21/İniş:73/Alfabetik:21)
Nihayet
Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Ve Dâvud Câlût'u öldürdü. Ve Allah,
Dâvud'a mülk/saltanat ve hikmet verdi. Ve ona dilediği şeylerden öğretti. Eğer
Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, yeryüzü bozguna
uğrardı. Ama Allah âlemlere karşı çok lütufkardır. 2. sure (BAKARA) 251. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)
b) Davut
(1) Davut'a mülk/saltanat ve hikmet verildi
Nihayet Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Ve Dâvud Câlût'u öldürdü. Ve Allah, Dâvud'a mülk/saltanat ve hikmet verdi. Ve ona dilediği şeylerden öğretti. Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, yeryüzü bozguna uğrardı. Ama Allah âlemlere karşı çok lütufkardır. 2. sure (BAKARA) 251. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)
İsrailoğullarının
küfre sapanları, Meryem'in oğlu İsa'nın ve Dâvud'un diliyle lanetlendiler. Bu
böyledir; çünkü onlar sınır tanımazlık, haksızlık, düşmanlık ediyorlardı. 5. sure (MÂİDE) 78. ayet (Resmi: 5/İniş:110/ Alfabetik:60)
Süleyman,
Davûd'a mirasçı oldu ve şöyle dedi: "Ey insanlar, bize kuşların dili
öğretildi ve bize her şeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta
kendisidir." 27. sure (NEML) 16. ayet
(Resmi: 27/İniş:48/ Alfabetik:81)
Onlar
Süleyman için, mihraplardan/kalelerden, heykellerden, havuzlar gibi
çanaklardan, yerinden kaldırılamaz kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davûd
ailesi, şükür olarak iş yapın! Kullarım içinden şükredenler o kadar az ki! 34. sure (SEBE') 13. ayet (Resmi: 34/İniş:58/Alfabetik:91)
Davûd'a
Süleyman'ı armağan ettik. Ne güzel kul! Hep Allah'a sığınır, yakarırdı. 38. sure (SÂD) 30. ayet (Resmi: 38/İniş:38/Alfabetik:88)
(2) Davut'a Zebur verildi
Biz, tıpkı
Nûh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Biz
İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'e, Yûnus'a,
Hârun'a, Süleyman'a da vahyettik. Dâvud'a da Zebur'u verdik. 4. sure (NİSA) 163. ayet (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Rabbin,
göklerdeki ve yerdeki kimseleri de daha iyi bilir. Yemin olsun biz,
peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kılmışızdır. Davûd'a da Zebur'u
verdik. 17. sure (İSRÂ) 55. ayet (Resmi:
17/İniş:50/ Alfabetik:46)
(3) Davut
Biz ona
İshak'ı ve Yakub'u hediye ettik. Hepsini doğruya ve güzele kılavuzladık. Daha
önce Nûh'a ve onun soyundan olan Dâvud'a, Süleyman'a, Eyyûb'e, Yûsuf'a,
Mûsa'ya, Hârun'a da kılavuzluk etmiştik. Güzel düşünüp güzel davrananları böyle
ödüllendiririz biz. 6. sure (EN'ÂM) 84. ayet
(Resmi: 6/İniş:55/ Alfabetik:20)
Ve Dâvud ile Süleyman... Hani,
halkın davarının yayıldığı ekinler hakkında hüküm veriyorlardı da biz
hükümlerine tanıklar olmuştuk. Onu Süleyman'a derhal kavrattık. Her birine
hükümdarlık ve bilgi verdik. Dâvud'a dağları boyun eğdirdik. Kuşlarla beraber
tespih ediyorlardı. Yapmak isteyince yapanlarız biz. Ona, sizi sizin
şiddetinizden koruyacak olan zırh yapma sanatını öğrettik. Peki siz şükrediyor
musunuz? 21. sure (ENBİYÂ) 78-80. ayet
(Resmi: 21/İniş:73/Alfabetik:21)
Yemin olsun, biz, Davûd'a da
Süleyman'a da bir ilim verdik. Onlar şöyle dediler: "Bizi, mümin
kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun." 27. sure (NEML) 15. ayet (Resmi: 27/İniş:48/ Alfabetik:81)
Yemin olsun,
biz, Dâvud'a katımızdan bir lütufta bulunduk. "Ey dağlar, onunla birlikte
tespih edin ve ey kuşlar siz de." dedik. Ve onun için demiri yumuşattık.
Geniş ve uzun zırhlar yap! Dokumasında titiz davran! Siz de hayra ve barışa
yönelik iş yapın. Kuşkusuz, ben, yaptıklarınızı görüyorum. 34. sure (SEBE') 10-11. ayet (Resmi: 34/İniş:58/Alfabetik:91)
Onların
dediklerine sabret! O kuvvet sahibi kulumuz Davûd'u an! O, tespih nağmeleri
döktüren bir kul idi. Dağları onunla birlikte buyruk altına almıştık: Akşam
sabah birlikte tespih ederlerdi. Kuşlar da toplu halde onunla beraberdi. Hepsi,
onun tespih nağmelerine katılırdı. Mülk ve yönetimini güçlendirmiştik.
Kendisine hikmet ve hakla bâtılı ayıran söz etme yeteneği vermiştik. Geldi mi
sana, o çekişme hikâyesinin haberi? Hani, o hasımlar, duvarı aşarak mihraba
ulaşmışlardı. Davûd'un yanına girmişlerdi de onlardan korkmuştu.
"Korkma!" dediler, "biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkını
çiğnedi. Şimdi sen, aramızda hak ile hükmet, adaletsizlik etme. Bizi yolun
denge noktasına ilet.!" "Şu benim kardeşimdir. Kendisinin doksan
dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen, onu da bana ver
dedi ve tartışmada bana galip geldi." Davûd dedi ki: "Vallahi, senin
bir tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiş. Zaten
ortaklardan birçoğu birbiri aleyhine haksızlık ve zulme sapar. İman edip hakka
ve barışa yönelik işler yapanlar böyle değildir. Ama onlar da pek azdır."
Davûd, kendisini imtihan ettiğimizi düşündü; hemen Rabbinden af diledi; rükû
ederek yerlere eğildi ve Allah'a yöneldi. Biz de ondan o günahı affettik.
Katımızdan onun için bir yakınlık ve güzel bir gelecek var. Ey Davûd, seni
yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hakla hükmet; geçici
hevese uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlar için,
hesap gününü unutmuş olmaları yüzünden şiddetli bir azap vardır. 38. sure (SÂD) 17-26. ayet (Resmi: 38/İniş:38/ Alfabetik:88)
c) Süleyman
Süleyman'ın
mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular.
Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara
büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil'de Hârût ve Mârût adlı iki melek üzerine
indirileni öğretiyorlardı. Oysa ki o iki melek, "Biz bir imtihan aracıyız,
sakın küfre sapma!" demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı.
İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var
ki, onlar onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar
kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu
satın alanın âhırette hiç bir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz
benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi... 2. sure (BAKARA) 102. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)
Biz, tıpkı
Nûh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Biz
İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'e, Yûnus'a,
Hârun'a, Süleyman'a da vahyettik. Dâvud'a da Zebur'u verdik. 4. sure (NİSA) 163. ayet (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)
Biz ona
İshak'ı ve Yakub'u hediye ettik. Hepsini doğruya ve güzele kılavuzladık. Daha
önce Nûh'a ve onun soyundan olan Dâvud'a, Süleyman'a, Eyyûb'e, Yûsuf'a,
Mûsa'ya, Hârun'a da kılavuzluk etmiştik. Güzel düşünüp güzel davrananları böyle
ödüllendiririz biz. 6. sure (EN'ÂM) 84. ayet
(Resmi: 6/İniş:55/ Alfabetik:20)
Ve Dâvud ile Süleyman... Hani, halkın
davarının yayıldığı ekinler hakkında hüküm veriyorlardı da biz hükümlerine
tanıklar olmuştuk. Onu Süleyman'a derhal kavrattık. Her birine hükümdarlık ve
bilgi verdik. Dâvud'a dağları boyun eğdirdik. Kuşlarla beraber tespih
ediyorlardı. Yapmak isteyince yapanlarız biz. Ona, sizi sizin şiddetinizden
koruyacak olan zırh yapma sanatını öğrettik. Peki siz şükrediyor musunuz? Ve
Süleyman'a kasırgayı boyun eğdirdik. İçini bereketlerle doldurduğumuz toprağa
doğru onun emriyle akıp giderdi. Her şeyi bilenleriz biz. Kendisi için
dalgıçlık eden, daha başka iş de yapan bazı şeytanları da onun emrine verdik.
Biz onları koruyup gözetiyorduk. 21. sure
(ENBİYÂ) 78-82. ayet (Resmi: 21/İniş:73/Alfabetik:21)
Yemin olsun, biz, Davûd'a da
Süleyman'a da bir ilim verdik. Onlar şöyle dediler: "Bizi, mümin
kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun." Süleyman, Davûd'a
mirasçı oldu ve şöyle dedi: "Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve
bize her şeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta kendisidir."
Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya
getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı. Karınca vadisine
geldiklerinde bir karınca şöyle seslendi: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza
girin ki, Süleyman ve orduları farkında olmayarak sizi ezmesinler." Bunun
üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve dedi: "Rabbim, bana ve
ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl
bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının
arasına sok." Kuşları teftiş etti de dedi ki: "Hüdhüd'ü neden
göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?" "Ona acımasızca azap
edeceğim, belki de onu boğazlayacağım; yahut da bana mutlaka açık bir kanıt
getirecek." Az sonra Hüdhüd gelip şöyle dedi: "Senin fark
edemeyeceğin bir şeyi fark ettim ve sana Sabâ'dan parlak bir haber getirdim."
"Sabâlılara hükmeden bir kadın buldum. Kendisine her şeyden bir pay
verilmiş, kocaman bir tahtı var." "Onu ve toplumunu, Allah'ı bırakıp
güneş'e secde eder buldum. Şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü gösterip
onları yoldan saptırmış. Artık doğruyu bulamazlar." "Göklerde ve
yerdeki sırrı açığa çıkaran, onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilen
Allah'a secde etmemek gayretindeler." "O Allah ki, tanrı yok
kendinden başka, o büyük arşın rabbidir O." Süleyman dedi: "Doğru mu
söyledin yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz!" "Şu yazımı götürüp
onlara at. Sonra onlardan uzaklaş da bak bakalım, nasıl davranacaklar."
Melike dedi ki: "Ey ileri gelenler, bana önemli bir mektup
bırakıldı." "Süleyman'dan bir mektup. Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla
başlıyor." "Söylediği şu: Bana büyüklük taslamaya kalkmayın. Teslim
olarak huzuruma gelin." Melike dedi: "Ey danışmanlarım, bu meselem
konusunda bana fikir verin. Siz onaylamadıkça, hiçbir işe kesin karar
vermem." Dediler ki: "Biz çok güçlüyüz, çok yaman savaşırız. Buyruk
senin. Ne karar vereceğini sen bilirsin." Melike dedi: "Şu bir gerçek
ki krallar bir kente/bir memlekete girdiler mi, orada bozgun çıkarırlar; oranın
onurlu insanlarını zelil, sefil ederler. İşte böyle yaparlar." "Şimdi
ben onlara bir hediye göndereceğim ve bakacağım elçiler neyle geri
dönecekler." Elçi, Süleyman'a geldiğinde, o dedi ki: "Siz bana bir
mal ile mi destek veriyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha
kıymetlidir. Sizin hediyenizle, benden çok siz ferahlarsınız." "Seni
gönderenlere dön. Vallahi, karşı koyamayacakları ordularla üstlerine gelirim ve
onları oradan, başları eğik, aşağılanmış bir halde sürer çıkarırım."
Süleyman kurmaylarına dedi ki: "Onlar teslim olup huzuruma gelmeden önce,
o kadının tahtını hanginiz bana getirebilir?" Cinlerden bir ifrit şöyle
dedi: "Sen daha makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu
yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim." Kendinde Kitap'tan bir
ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar
getiririm." Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle
konuştu: "Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye
beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de
nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Ganî'dir, cömerttir." Emir verdi:
"Onun tahtını başkalaştırın, bakalım tanıyacak mı, tanıyamayanların
arasına mı girecek?" Melike gelince şöyle denildi: "Senin
tahtın da böyle mi?" Dedi: "Bu sanki o. Zaten daha önce bize bilgi
verilmişti ve biz müslüman olmuştuk." Daha önce Allah dışında ibadet
ettikleri, onu engellemişti. Çünkü o, küfre sapmış bir topluluktandı. Ona
denildi: "Köşke gir!" Melike onu görünce su sandı ve baldırlarını
açtı. Süleyman dedi ki: "O, cilalı sırçadan yapılmış bir parlak
avlu/zemindir." Melike dedi: "Rabbim, doğrusu ben öz benliğime
zulmetmişim. Artık Süleyman'la birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim
oluyorum." 27. sure (NEML) 15-44. ayet
(Resmi: 27/İniş:48/Alfabetik:81)
Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam
dönüşü bir ay olan rüzgârı görevlendirdik. Onun için erimiş katran/bakır
kaynağını sel gibi akıttık. Cinlerden öylesi vardı ki, Rabbinin izniyle onun
önünde iş yapardı. Onlardan hangisi buyruğumuzdan yan çizse, alevli ateş
azabını kendisine tattırdık. Onlar Süleyman için, mihraplardan/kalelerden,
heykellerden, havuzlar gibi çanaklardan, yerinden kaldırılamaz kazanlardan ne
dilerse yaparlardı. Ey Davûd ailesi, şükür olarak iş yapın! Kullarım içinden
şükredenler o kadar az ki! Sonunda, Süleyman için ölüm hükmünü verdiğimizde,
onun ölümünü, değneğini yiyen dâbbetül arzdan/ağaç kurtçuğundan başkası onlara
göstermedi. Süleyman yere yığılınca, açıkça anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı
bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde bekleyip durmazlardı. 34. sure (SEBE') 12-14. ayet (Resmi: 34/İniş:58/Alfabetik:91)
Davûd'a Süleyman'ı armağan ettik. Ne güzel
kul! Hep Allah'a sığınır, yakarırdı. Akşam üstü kendisine, üç ayak üzerine
basıp bir ayağını tırnak üstüne diken safkan koşu atları sunulmuştu. Dedi:
"Servet sevgisini, Rabbimi anmak için benimsedim." Nihayet Güneş
perde ardına çekildi. "Geri getirin bana onları!" dedi. Bacaklarını,
boyunlarını sıvazlamaya başladı. Yemin olsun ki biz, Süleyman'ı imtihan ettik,
tahtının üstüne bir ceset bıraktık da o, tövbe ile Allah'a yöneldi. Yemin olsun
ki biz, Süleyman'ı imtihan ettik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık da o,
tövbe ile Allah'a yöneldi. Şöyle yakardı: "Rabbim, affet beni! Benden
sonra kimseye yaraşmayacak bir mülk/saltanat ver bana! Kuşkusuz sensin, evet
sensin Vahhâb!" Bunun üzerine, rüzgârı onun emrine verdik; onun emriyle
onun istediği yere uysal uysal/tatlı tatlı akıp giderdi. Şeytanları da onun emrine
verdik. Hepsi bina ustası ve dalgıçtı. Ve demirlerle birbirine bağlı
diğerlerini... Bu, bizim lütfumuzdur; ister ver, ister elinde tut. Hesap yok...
Ve gerçekten, katımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir geleceği vardı. 38. sure (SÂD) 30-40. ayet (Resmi: 38/İniş:38/Alfabetik:88)
RESUL KUR'AN'IN KUR'AN MESAJLARI - M. Kemal Adal
Selam...
T.C. / M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder