İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

28 Mart 2017 Salı

ATATÜRK'TEN TARİHİ UYARI

KONUK YAZAR
Sinan MEYDAN
27 Mart 2017

Atatürk’ten tarihi uyarı:
Egemenliğinizi asla bir şahsa vermeyin!


Atatürk, 13 Ağustos 1923'teki Meclis konuşmasında şöyle demişti: “Yeni Türkiye devleti bir halk devletidir, halkın devletidir. Geçmiş dönemde ise bir kişinin devleti idi, kişilerin devleti idi. Bir milletin dünyadan tümüyle silinmesi, bir milletin insanlık topluluğundan tümüyle yok edilebilmesi için Nuh Tufanı kadar olağanüstü güç olayların gerçekleşmiş olması gerekir. Fakat kişiler kendiliğinden alçalmaya mahkûmdur…” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 16, s. 80)

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine yönelik “tek adam” eleştirilerine cevap verirken “İkide bir tek adam, tek adam. O zaman Gazi Mustafa Kemal'e hakaret ediyorsun” demişti.

Ancak Atatürk'ün hayatı, tek adam yönetimlerinin en baskıcısı saltanata karşı milli egemenlik mücadelesiyle geçmişti.

Gençliğinde istibdada karşı hürriyeti savunmuştu. 1905'te Şam'da kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin 1906'da Selanik şubesini açarken
 “Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir” demişti. Kendi ifadeleriyle “Kahredici istibdadı (…) köhnemiş çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, vatanı kurtarmak için” arkadaşlarını göreve çağırmıştı. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 1, s. 32)

ata1

HALKIN SALTANATINI KURMAK

Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nda sadece işgalcilerle değil, sarayla / sultanla da mücadele etti. 1920'de Büyük Millet Meclisi'ni açarak ve “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen 1921 Anayasası'nı kabul ederek “vicdanımda sakladığım milli sır” dediği cumhuriyetin temellerini attı. 1922'de saltanatı kaldırarak, 1923'te cumhuriyeti ilan ederek, 1924'te halifeliği  kaldırarak  egemenliği   saraydan / sultandan alıp millete verdi.

Böylece tek adam yönetimlerinin en baskıcısını; babadan oğula geçen saray saltanatını yıkarak halkın saltanatını kurdu. Cumhuriyet sayesinde sıradan halk çocukları kendi ülkelerini yönetmeye başladı.

ÇÜRÜMÜŞ GÖLGE ADAMLAR VE SARAYLARI

Saltanatta “kul”, cumhuriyette “birey” olmak esastır. Cumhuriyetin temeli “fazilete”, saltanatın temeli ise “korkuya”dayanır. Atatürk'ün ifadesiyle, “Sultanlık korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil ve rezil insanlar yetiştirir…”

1924'te Atatürk, saltanatın yıkılmasının düşmanın denize dökülmesinden “daha kurtarıcı bir hareket” olduğunu şöyle ifade etmişti:

“Sarayların içinde Türk'ten başka unsurlara dayanarak düşmanlarla ittifak ederek Anadolu'nun, Türklüğün aleyhine yürüyen ÇÜRÜMÜŞ GÖLGE ADAMLARIN Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.”

1924'te Amasya'da yaptığı konuşmada ise kendini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanları çok ağır biçimde eleştirmişti: “Milletin varlığını tanımayı küçüklük sayanlar, kendilerinin Allah'ın gölgesi olduğunu iddia gafletinde, cüretinde, sahtekârlığında bulunanlar, en sonunda bu kutsal varlığa (millete) ilk defa bu şehirde saygıya mecbur edilmiştir.”

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra 1927'de İstanbul'a ilk gelişinde Dolmabahçe Sarayı'nda İstanbul halkına şöyle seslenmişti:Artık bu saray Allah'ın gölgelerinin değil, gölge olmayan, gerçek olan milletin sarayıdır. Ve ben burada milletin bir ferdi, bir misafiri olarak bahtiyarım.”

Gerçekten de Dolmabahçe Sarayı' “milletin sarayı” yaptı. Orada adeta bir kültür saltanatı kurdu. Dolmabahçe Sarayı'nın Veliaht Dairesi'nde Resim ve Heykel Müzesi açtı. 1928'deki Harf Devrimi'nin hazırlıklarını, 1930-1937 arasındaki tarih, dil ve antropoloji çalışmalarını, 1932'deki dinde Türkçeleştirme çalışmalarını hep bu sarayda yaptı. Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'ndaki sofrası, onun kültür çalışmalarının karargâhıydı.

FAŞİZM ÇAĞINDA BİR DEMOKRAT

Atatürk, Türk Milleti'nin “yaradılış bakımından demokrat” olduğuna inanıyordu. Faşizmin yükseldiği, meclislerin kapandığı, diktatörlüklerin kurulduğu bir çağda her fırsatta demokrasinin öneminden söz ediyordu.

Örneğin 13 Temmuz 1923'te The Saturday Evening Post yazarı Isaac F. Marcosson'a verdiği mülakatta şunları söylemişti:

“Emperyalizm ölüme mahkûmdur. (…) Demokrasi insan ırkının ümididir. (…) Yeni Türkiye'nin temelindeki fikir aynen budur. Biz ne zor kullanmak ne de fetih istiyoruz. Yalnız bırakılmamızı ve kendi ekonomik ve siyasal kaderimizin belirlenmesine izin verilmesini istiyoruz. Yeni Türk demokrasisinin tüm binası bunun üzerine kurulmuştur. Şunu da ilave edeyim ki, bu demokrasi, Amerikan düşüncesini temsil eder; şu farkla ki, siz kırk sekiz devletsiniz, biz bir tek büyük devletiz.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 16, s. 37,38)

1923'te demokrasiyi “insan ırkının ümidi” olarak adlandıran Atatürk, 1930'da, faşizmin yükseldiği günlerde yazdığı ve okullarda ders kitabı olarak okuttuğu “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında da demokrasiyi “daima yükselen bir deniz” olarak adlandıracaktı.

BAŞKANLIK SİSTEMİNE KARŞIYDI

Amerika'nın federatif sistemine karşı olan Atatürk, başkanlık sistemine de karşıydı. Kendisinin,cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirip “başkan” olmasını isteyenlere, 2 Ekim 1930'da şu cevabı vermişti:

“Arkadaşlarımız içinde başbakanlık yapacak kişi çoktur. Fakat bütün bu arkadaşlarım dâhil olduğu halde, milletin genel eğilimi, benim şu veya bu zorunluluk karşısında başbakan olmamı gerektirirse bu görevi büyük bir tevazu ve minnetle yapmaya hazırım. Bu takdirde benim aynı zamanda cumhurbaşkanlığını üzerimde bulundurmamın elbette kanuni imkânı yoktur. (…)

Amerikan sistemini (başkanlık) memleketimizde uygulamayı hiç hatırıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz biçimde cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malumdur zannederim.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 24, s. 282, Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, C 2, İstanbul, 1973, s. 435,436).

TEK ADAMLIĞA DA KARŞIYDI

Atatürk, “tek adamlığa” ve “diktatörlüğe” yol açacak her girişimden uzak durdu. Örneğin kendisine ömür boyu cumhurbaşkanlığı teklif edilmesi üzerine şu açıklamayı yapmıştı:

“Bana öteden beri bu ve buna benzer tekliflerde bulunanlar olmuştur. Siz ve kamuoyu bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim amacım Türkiye'de, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde millet hâkimiyetini takviye etmek ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir anlamda düşünürüm.” (Soyak, age, s. 435).

ata2

Kendisine yapılan “halifelik” ve partisinin “sürekli reisliği” tekliflerini de aynı gerekçelerle reddetmişti.

Bu “tek adamlık” tekliflerini “gülünç” ve “budalaca” bulduğunu belirtmişti. Bir gün Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a şöyle demişti:

“Şaşarım o efendilerin perişan akıllarına! Hep biliyoruz ki memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca nedenlerinden biri de odur. Biz öteden beri böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim ayrı yoldan gitmekliğim, yeniden devlet hayatında, tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir.” (Soyak, age, s. 407)

ATATÜRK'ÜN MİLLİ EGEMENLİK UYARILARI

Atatürk, milli egemenliğe öylesine büyük önem veriyordu ki, 1923'te annesinin mezarı başında, gerekirse milli egemenlik uğruna canını vereceğini söylemişti: “Millet egemenliği ilelebet devam edecektir. (…) Annemin mezarı önünde ve Allah'ın huzurunda (…) yemin ediyorum: Bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milletin egemenliği uğrunda canımı vermek benim için vicdan ve namus borcu olsun.” (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C.2, Ankara, 1959, s. 76).

“Ufku görmek yetmez, ufkun ötesini de görmek gerekir” diyen Atatürk, 94 yıl önce cumhuriyeti kurarkencumhuriyetin gelecekte yaşayacağı tehlikeleri de önceden görüp milleti uyarmıştı.

ata3

İşte, Atatürk'ün adeta bugünleri görmüşçesine yaptığı o tarihi uyarılardan bazıları:

– “Kayıtsız şartsız tabiriyle belirtilen egemenliği millete vermek demek, bu egemenliğin bir zerresini SIFATI, İSMİ NE OLURSA OLSUN HİÇBİR MAKAMA VERMEMEK, VERDİRMEMEK demektir.”

– “Millet, egemenliğini değil, EGEMENLİĞİN BİR ZERRESİNİ DAHİ başkasına terk edip bırakmanın neden olabileceği felaketin, yok olmanın, zararın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir.”

– “Egemenlik hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve belirtide ortaklık kabul etmez.”

 “UNVANI İSTER HALİFE OLSUN, İSTER BAŞKA BİR ŞEY OLSUN, HİÇ KİMSE bu milletin yazgısına ortak çıkamaz. Millet hiç mi hiç buna göz yummaz. Bunu önerecek hiçbir milletvekili bulunamaz.”

– “TBMM, yalnız ve yalnız milletindir. Milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Bu Meclis yalnız ve yalnız milletin emrine boyun eğmek zorundadır. İSMİ VE MAKAMI NE OLURSA OLSUN MİLLET BU HAKKINI BİR ŞAHSA VE MAKAMA TESLİM EDEMEZ.”

– “Milletimizin refah ve mutluluğu için; hayatımız, namusumuz, şerefimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle milli egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz.”

– “Egemenliğini herhangi birisine bırakan insan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz”.

– “Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler, kendi kader ve alın yazısını BAŞKA BİRİSİNİN ELİNE TERK ETMESİNDEN kaynaklanmıştır.”

– “Kaderini, KENDİNİ ZİNCİRE VURAN ŞAHISLARA terk eden milletler, O ŞAHISLARIN keyif ve emellerine oyuncak olmaya karar vermiş, razı olmuş sayılırlar. Bu türlü milletler, talihlerini ellerine bıraktığı insanlar başarılı oldukça, o insanların daha kuvvetli baskısı altında kalırlar. Başarılı olamazlarsa felaket, yıkım, yalnız o insanların değil, onlara tabi olan toplumun başına gelir. O halde her iki ihtimalde de böyle bir millet felakete maruz ve mahkûmdur.”

– “Vatanınızda HERHANGİ BİR ŞAHSI, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, milli varlığınızı, bütün sevgilerinize rağmen HERHANGİ BİR ŞAHSA, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olmaz.”

– “Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile ayakta gören adamlar milletlerin mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşatmak ve ilerlemek imkânlarına eriştirirler. KENDİ GİDİNCE İLERLEME 
VE HAREKET DURUR ZANNETMEK GAFLETTİR.”

– “Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidar mevkiine geçtikten sonra onun gerçek ihtiyaçlarını düşünecek yerde memleketi kendi istediği yola götüren, laf anlamayan, yetkili kimselerin yol göstermesine kulak asmayan; MİLLETİN KUVVETLERİNİ ŞAHSINA BAĞLAMAYA ÇALIŞAN kahraman yüzlü insanlardan oldukça çok zarar çekildi.” (Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999).
Atatürk, 1930 yılının ağustos ayında Yalova'da Fethi Okyar'la görüşmesinde, özetle, eğer Türkiye'de gerçek bir demokrasi kurulamazsa gelecekte bir cumhurbaşkanının rejimi değiştirebileceğini öngörmüştü. O gece şöyle demişti: “Devlet reisliğine gelen kişi bilhassa güçlü, faal olur, devlet ve millete kendi şahsına muhabbet kazandıracak büyük hizmetler yaparsa, görünüşte cumhuriyet şekline gayet hürmetkâr, bağlı görünürse tehlike büyür. İstenmediği halde devletin gerçekte şekli değişebilir. Bu yeni şeklin yeni ismini takınması zaman meselesi olur. (…) Milletin şahıslara, kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar mağlup olması iyi sonuç vermez.”
 (Afet İnan, “Atatürk ve Cumhuriyet İdaresi”, Atatürkçülük Nedir? İstanbul, 1965, s.68, 69)

Görülen o ki Atatürk, milletin mutlaka egemenliğine sahip çıkmasını, egemenliğinin bir zerresini bile bir şahsa vermemesini istiyordu.

16 Nisan'da sandığa giderken siz siz olun Atatürk'ün bu tarihi uyarılarını unutmayın.

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/ataturkten-tarihi-uyari-egemenliginizi-asla-bir-sahsa-vermeyin-1757479/

RESUL KUR'AN'IN KUR'AN MESAJLARI - M. Kemal Adal

Selam...

​ T.C. / M. Kemal Adal 





16 Nisan'da sandığa giderken siz siz olun Atatürk'ün bu tarihi uyarılarını unutmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder