Yaşar Nuri Öztürk
02 Ekim
2012, 11:55
İslam'da, olmazsa olmazların esasını ve çerçevesini, Kur'an belirler.
Ana kaynak, zamanüstü kaynak odur. Kaynakların kaynağı odur.
Gazalî, el-Müstasfa’sında
bu noktaya değinirken, “Mülzim yani
bağlayıcı olan Kur’an’dır. Öteki kaynaklar sadece muzhir yani açıklayıcıdır” diyor.
‘Müslüman’ adını almanın biricik şartı Kur'an'a inanmak yani onun, ölümsüz ilkelerin kaynağı olduğunu kabullenmektir. Ancak Kur'an'a iman, küllî olacaktır. Kısmen benimseme yetmez. İkincisi, Kur'an'da yer alan ilke, kavram ve hükümlere yorum getirmek iman gerçeğini zedelemez. Bu yorumlama faaliyeti Kur'an'ın sadece izni değil, emridir.
O halde, bir konunun İslamîliğini vurgulayabilmek, ona Kur'an bünyesinde bir yer bulmayı gerekli kılar. Falan mezhebe, filan bilgine göre demek yetmez. Hadis de -uydurma olmamak şartıyla- Kur'an'ın Hz. Peygamber eliyle yorumu olarak değer kazanmaktadır.
Kur'an, muhtevası içinde iki alanı birbirinden ayırır: Muhkemât, müteşâbihât. Birinci kategoriye giren Kur'ansal ilkeler ‘kitabın anaları’ yani, temelleridir. Bunlar, Kur'an düşüncesinin aksiyomları, postulatlarıdır. Allah'ın birliği, ahiret, peygamberlik vs. gibi. Bunlar, bu çıplak ve kategorik halleriyle, tartışma dışıdır. Örneğin, Allah bir mi, iki mi, âhiret var mı yok mu? vs. soruları sorulamaz. Allah birdir; âhiret vardır.
Müteşâbih alan -ki Kur'an ayetlerinin çoğunluğu buraya girer- yorum ve tartışmaya açıktır. Bir başka deyimle, bu ayetler, değişen zaman ve mekân şartlarına, insanlığın ulaştığı yeni tekâmül ve bilgi aşamalarına göre yeni anlamlar ve hikmetler kazanırlar. Bunlar ayrıca, her bilim dalına ve düşünce çizgisine göre de değişik hikmetler taşırlar. Bu bakımdan, şunu, Kur'an adına söylemek borcundayız:
Kur'an'ı, tek başına bir kişinin veya sadece bir bilim ve düşünce disiplininin gereğince anlaması ve anlatması mümkün olmaz. Değişik disiplinlerden, değişik perspektifte kişilerin, çalışmalarını birleştirerek, içinde bulunulan zaman dilimine göre Kur'an'ı insanlığın istifadesine sunmaları, en doğru yoldur. Çünkü Kur'an'ın en büyük ve en güçlü yorumcusu zaman olmuştur ve olacaktır. Bu da bizi şu sonuca götürür: Zaman her şeyi eskitip ihtiyarlattığı halde Kur'an'ı yeni tazeliklere büründürmekte ve gençleştirmektedir.
Müteşâbih alanına giren sırların çözümü, yine Kur'an'ın ifadesine göre "Allah'ın ve ilimde derinleşmiş kişilerin işidir" (Âli İmran, 7) Şunu da unutmamak gerekir ki, muhkemât kategorisindeki tespitlerin de bir müteşâbih yanları vardır. Mesela, Allah'ın birliği ve yaratıcılığı muhkem, bu birlik ve yaratıcılığın zaman ve mekân kategorileri ile ilişkilerini açıklamak müteşâbihtir. Ölüm sonrasında dirilme, hesap verme muhkem, bunun nasıllığı müteşâbihtir. İsra olayı muhkem, nasıllığı müteşâbihtir.
Muhkemât kategorisine giren hükümlere harfi harfine, müteşâbihlere ise, yoruma açık olarak iman edip Kur'an'ı böylece benimseyen her insan mümin-Müslüman sıfatını alır ve İslam'ın getirdiği tüm imkân ve nimetlerden yararlanır. Böyle birinin ibadet etmemesi, günahkâr olması, mümin niteliğini tartışmaya sebep teşkil etmez. Kur'an'ın bu yaklaşımı, onun tebliğcisi Hz. Muhammed tarafından ısrarla savunulmuş ve Kur'an, onun diliyle, ‘Allah'ın göklerden yere uzanan ipi’ olarak gösterilmiştir. "Bu emanete sarılırsanız, asla sapmazsınız" buyuran da odur.
MEZHEP, DİN DEĞİL; DİNE YORUM GETİREN EKOLÜDÜR
O halde, Kur'an'ın "Bugün dininizi tamamladım" (Mâide, 3) diyen ayeti indiği gün, din adına inanılacak ve tartışma dışı tutulacak hususlar noktalanmıştır. Bundan sonra ortaya çıkan her fikir ve söz konusu edilen her kişinin durumu, tartışmaya açıktır. Hiç birinin teklik ve tartışılmazlık niteliği yoktur.
Ne var ki, tarih içinde birer yorum ve düşünce ekolü olan ve bir kısmı politik kamplaşmalardan kaynaklanan mezheplerin birçoğu kendisinin tek gerçek olduğunu iddia edebilmiş ve çerçevesinin dışında kalanları ‘İslam dışı’ (heterodoks) olmakla suçlayabilmiştir. Oysaki bu mezheplerin hepsi, Kur'an'ı kaynak almakta birleşirler. Ve Kur'an, bu birliğe girenlerin kardeş olduklarını açıkça belirtir. (bk. Hucurât, 10)
Kendi mezhebi dışında kalanı ‘sapıklık ve fitne çıkarmak’la suçlamak, Emevîlerle başlayan ve sonra Emevîliğe tepki olarak doğan anlayışlarla derinleşen bir illettir. Bu illet, İslam dünyasını tarih boyunca kemirmiş ve kemirmeye devam etmektedir.
Çıkarlarını
halkın parçalanmasına bağlayan saltanat
dinciliği, birer yorum ve yaklaşım
şekli olan mezhepleri, bağımsız birer din gibi empoze etmekte ve
Müslüman kitlelerin Kur’an tarafından kurulan kardeşliğini işlemez hale
getirmektedir.
http://www.yurtgazetesi.com.tr/ana-kaynakta-bir%C2%ADlesmek-makale,2154.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder