Yaşar Nuri Öztürk
25
Şubat 2016, 10:14
İlahlaştırılmış kişiler hegemonyasının en kahırlı zararı, kutsallaştırılan
din büyüklerinin dinde buyruk kaynağı olma noktasını da aşıp Allah’a bile din
öğretme cüretine ulaşmaları ihtimalidir.
Kur’an, bunun olabileceğini ve olduğunu bildirmektedir.
Kur’an, “Allah’a din mi öğretiyorsunuz?” şeklinde acı
bir serzeniş ifade eden hayatî soruyu işte bunun için sormaktadır.
“Onlara şöyle de: Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? O Allah ki göklerde ne
var, yerde ne varsa bilir. Allah her şeyi en iyi bilendir.” (Hucurât, 16)
Sorunun vurgu yapmak
istediği gerçek şudur: İnsanoğlu, Allah karşısındaki cüret ve pervasızlığını o
kerteye taşır ki, bir yer gelir, Allah’a din öğretmeye kalkar. Dehşet verici
bir yerdir burası.
İnsan; kendisine iyiyi ve güzeli öğreten peygamberlere
din dersi, takva dersi vermeye kalkmakla kalmamış, dinin sahibi olan kudrete de
din öğretmeye yeltenmiştir. İnsanın tüm erdirici kanallarını kirleten bu büyük
küstahlık, Kur’an’ın birçok ayetinde gündeme getirilmiştir.
Dinin faturası hep Allah’a çıkarılmış, ama kotarıcısı hep Allah adına hegemonya
kuranlar olmuştur! Kur’an bu hegemonyacılara şürekâ (Allah’a ortak
koşulanlar, Allah yerine iş görmeye kalkanlar) diyor.
Dinin sahibi, koyucusu ve koruyucusu olan kudret, dinde
şürekâ üretimine gerekçe yapılacak bahaneleri de en iyi bilendir. Nitekim
kitabında bu bahanelere sık sık değinerek şürekâ odaklarına verilecek cevapları
insanlığın önüne koymuştur.
DİN ADINA HÜKÜM VERMEK, TANRILIK
İDDİASIDIR
“Dillerinizin
yalan nitelendirmelerine dayanarak ‘Şu helaldir, şu haramdır’ demeyin; sonra
yalan sözlerle Allah’a iftira etmiş olursunuz. Yalanlar düzerek Allah’a iftira
edenlerin kurtuluşu yoktur. Böyleleri için, birazcık nimetin ardından korkunç
bir azap gelecektir.” (Nahl, 116-117)
Kur’an’ın yakındığı,
kendisine getirilen yorum değildir; onun tiksindiği kötülük, yorumu Allah’ın
buyruğu haline getirip dinin tartışmasız kaynağı yapmaktır.
Neden bu ikisini
birbirine katarak suyu bulandırıyoruz? Kaldı ki, “Kur’an muğlaktır, zordur”
bahanesinin bir yalan olduğunu bizzat Kur’an bize gösteriyor. Kur’an’da onun
muğlak, mücmel, anlaşılması zor olduğuna ilişkin ima bile yoktur. Bunun tam
tersine, Kur’an kendisini ‘mufassal kitap’ yani ayrıntılı, açık seçik bilgi
veren kitap diye tanıtmaktadır.
Ve
Hz. Peygamber’den şöyle söylemesi istenmektedir:
“Allah’ın dışında hüküm mercileri, hakem mi arayayım? O Allah ki, kitabını size
mufassal olarak indirmiştir.” (En’am, 114)
Benzeri ayetler 20’den
fazladır.
Kur’an’ın zor anlaşıldığı yolundaki
iddia açık bir iftiradır. Kim okumuş da anlamamış? Okudular da mı anlamadılar!
Kur’an yüzyıllardır tozlu raflarda, mezarlıklarda hapsedilmiş haldedir.
Ellerine aldılar mı? Okumak isteyenlerin okumasına izin verdiler mi? İnkârcılar
onu ‘çöl kitabı’ diye karaladı, şürekâcılar ise, okunuşunu aşılmaz merasimlere
bağladı.
“Yemin olsun ki biz bu Kur’an’ı düşünülüp öğüt alınması için gerçekten
kolaylaştırmışızdır. Yok mu okuyup öğüt alacak?” (Kamer, 17, 22, 32, 40)
Allah tek, din tek olduğu gibi
dinin ana kaynağı da tektir. Alt kaynaklar elbette ki çoktur. Önemli olan, son
sözü söyleyecek ana kaynaktır.
Tevhit, bu ana
kaynağı, bu ‘tek’i hiç zedelemeden kabul etmektir. Ya bu şekilde kabul eder
muvahhit olursunuz yahut da etmez müşrik olursunuz. Ortası yok. Muvazaa, idarei
maslahat yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder