A. İBADET VE ALLAH'A KULLUK
NEDİR, KİME HİZMET EDİYORUZ?
1. GENEL
“Ben, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri/benim için iş yapıp
değer üretmeleri dışında bir şey için yaratmadım.” (51/Zariyat/56)
“Yüzlerinizi
doğu ve batı yönüne çevirmeniz zafer ve mutluluğa ermek değildir. Zafer ve
mutluluğa ermek o kişinin hakkıdır ki, Allah'a, Ahiret gününe, meleklere,
kitaplara, peygamberlere inanır; akrabaya, yetimlere, çaresizlere, yolda
kalmışa, yoksullara, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve
verir, namazı kılar, zekatı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine
vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar, zorluk, sıkıntı ve şiddet
zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlardır özüyle sözü bir olanlar. Ve işte
bunlardır korunan takva sahipleri.” (2/Bakara/177)
İbadet,
bazılarının sandığının aksine, İslam’ın 5 şartı olarak bilinen; Kelimeyi
şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmekten
ibaret değildir.
Aslında
İslam’ın şartı (rüknü /o olmazsa, olmaz parçası) sadece yukarıda sayılan bu 5
şart ile sınırlandırılmış değildir. Bu ifade, Kuran’da yazılı bir ayetin veya
Kuran’ın bütününden çıkartılan bir sonucun ifadesi de değildir.
Hz.
Muhammed’in bir hadisine dayandırılan bir ifadedir ve doğrusu, Hz. Muhammed’in
söylediği şudur:
“ İslam
beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’ın Tevhid olunması, namazın kılınması, zekâtın
verilmesi, Ramazanın tutulması, hac üzerine.” (Müslim, iman, 5)
Bu hadisinden hareketle, “İslam’ın şartı beştir” diye
“formülleştirilen ifadeyi, “İslam’ın şartlarından beşi…” olarak algılatıp
anlamak ve İslam’ın şartlarının sadece bu 5 şarttan ibaret olmadığını kavramak,
bizi birçok yanlış değerlendirme yapmaktan ve bir dizi çelişki ile kuşkuya
düşmekten kurtarır. Gerçeği görmemizi ve doğruyu bulmamızı sağlar.
Dini
konularda kendi arzu ve heveslerine göre konuşmayan (53/Necm/3) Hz.
Peygamberin: "Müslüman, dilinden, elinden Müslümanların selâmette
kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah'ın nehy ettiğini (yasakladığını) terk
edendir". (Buhari, İman, 3) ifadesindeki “Müslüman / Allah’a teslim olan
ve muhacir / hicret eden “ tanımlamalarının anlamlarını doğru olarak algılayıp
anladığımız oranda, İbadet ve Allah’a kulluğun ne demek olduğunu da doğru
olarak algılayıp, anlarız.
2. DİYANETİN İBADET KAVRAMI
AÇIKLAMASI
Diyanet işleri sitesinde, din uleması (âlimi)
ibadet kavramını şöyle açıklamış:
İbadet: “Sözlükte "itaat etmek, boyun eğmek, kulluk etmek, tevazu göstermek, ilâh
edinmek; din ıstılahında, mükellef insanın nefsinin arzusu hilafına
Rabb’ine tazim için yaptığı fiil ve niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan
ve Allah'a yakınlık (kurbet) ifade eden şuurlu itaat" anlamına gelir.
a) İbadet; boyun eğmenin,
itaat etmenin, saygı göstermenin ve kulluğun en son noktasıdır.
Kuran’da Allah'a ve Allah'tan
başkalarına ibadet söz konusu edilmiştir.
6/Enam/82 ayette Allah'a ibadet kavramı
kullanılmıştır.
İnsan, Allah'a ibadet için yaratılmış (51/Zariyat /56),
Bütün Peygamberler, insanları Allah'a ibadet etmeye davet etmişler (2/Bakara/83),
Kendileri de Allah'a ibadete etmişlerdir (13/Rad/36).
Kuran’da hem "ey insanlar" (2/Bakara/21) hem de "ey müminler"
(22/Hac/77) hitabı ile Allah'a
ibadet edilmesi emredilmiş ve ibadetin ihlâsla (98/Beyyine/5) ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmadan
yalnız Allah'a yapılması istenmiştir (4/Nisâ/36).
b) Kuran’da ibadet
kavramının:
(1) Tevhid (4/Nisa/36),
(2) İtaat (2/Bakara/172),
(3) Dua (40/Mümin/60),
(4) Boyun eğmek (tevazu, tezellül, huşu ve istikan) (1/Fatiha/5),
5) İman ve Salih amel (4/Nisa/172-173),
(6) Allah'ı tespih ve secde (7/Araf/206),
(7) Allah'ı bilmek ve tanımak gibi (Zariyat, 51-56) geniş bir anlamı
vardır.
c) Dolayısıyla Kuran’da
ibadet kavramının kapsamı:
Allah'ın
varlığını ve birliğini ikrar etmek,
Kitap
ve Peygamberlerini doğrulamak,
Allah'ın
razı olduğu şeyleri yapmak,
Allah'ın
hükmüne razı olmak,
Nimetlerine
şükretmek,
Musibetlere
sabretmek,
İnsan
haklarına saygı göstermek, onlara şefkat ve merhamet etmek gibi;
İman,
ahlâk, namaz, hac, zekât, oruç, cihad, evlenme, boşanma, helâl-haram, miras,
ticaret, ahde vefa, yemin, kefaret vb…
İslâm'ın
bütün ahkâmını uygulamayı, emir ve yasaklarına riayeti ve Allah'ın sınırlarını
korumayı ifade eder.
d) Uygulama itibariyle
ibadetler, 4 kısma ayrılır:
1. İman, ihlâs, niyet, tefekkür, marifet, sabır,
takva, havf ve reca gibi kalbi-batini (gönülde – gözle görünmeyen) ibadetler.
2. Namaz, oruç dil ile zikir, tespih, tehlil,
tekbir, tahmid ve dua, ana-babaya iyilik, insanlara iyi muamele ve sıla-i rahim
gibi vücut azalarıyla yapılan ibadetler.
3. Zekât, sadaka, yakınlara ve fakirlere yardım,
Allah yolunda infak gibi mal ve servetle yapılan ibadetler.
4. Hacca gitmek, malı ve canı ile cihat etmek gibi hem mal ve hem de bedenle
yapılan ibadetler.
Bir
amelin ibadet olabilmesi için; kişide iman, niyet ve ihlâs olması ve ibadetin
İslâm'a uygun olması gerekir. (İ.K.)”
3. KURAN IŞIĞINDA İBADETTEN
ANLADIĞIM
Ben bir din bilgini değilim. Dini eğitim veren herhangi bir kurum ve
kuruluşta ve cemaatte yetiştirilmedim. Sadece tahkiki iman sahibi olmaya çaba
gösteren samimi bir mümin (Elhamdülillah) ve Allah’ım affetsin, hataları çok
olan bir müslimim.
Yukarıdaki İbadet açıklamasının her
satırını anlıyor ve aynen katılıyorum. Ancak, lütfedip Allah’ın bana Kuran’ da
bildirdikleriyle öğrettiklerine dayanarak, bu açıklamada üzerine özenle
dikkatinizi çekmek maksadıyla, birkaç hususa vurgulama yapmak istiyorum.
Yazımın bundan sonraki satırlarını
bu bağlamda okuyup öyle değerlendirin.
a) İbadet deyince çoğunlukla namaz, oruç, hac, zekat gibi düzenli ibadetler
anlaşılmasına rağmen yukarıdaki numaraları verilen ayetlerle çok güzel
delillendirildiği gibi, ibadet yalnız bunlardan ibaret değildir.
b) İbadet, sadece veya
ağırlıklı olarak, İnsanın Allah’a karşı olan sorumluluklarında, Allah’ın rızasını
kazanacak işler yapmak da değildir.
c) Aynı zamanda belki de
daha ağırlıklı olarak, insanın kendine ve topluma karşı olan sorumluluklarında
da işleri, Allah’ın rızasını kazanacak şekilde yapmak; Allah’ın istediği gibi
yaşamak; mümkün oldukça çok sayıda insana, hatta diğer canlılara ve doğaya
yararlı olmaktır.
d) Kuran’ın özü ve özetle
istediği, bir cümle ile: Tevhid ve Ahirete imanla, Salih Ameldir.
(2/Bakara/62)
TEVHİD, Allahın
varlığına ve birliğine / tekliğine imandır.
AHİRETE İMAN, ölümden sonra yeniden
diriltilmeye inanmaktır. Bu inanç, meleklere, kitaplara ve resullere
inanmayı da içerir.
SALİH AMEL: “Doğru
ve yararlı iştir. Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp, O’nun istediği
gibi yaşamak; mümkün oldukça çok sayıda insana, hatta diğer canlılara ve doğaya
yararlı olabilecek şeyler yapmak; meşru ölçüler çerçevesinde herkesle barış ve
uzlaşma çabası göstermek gibi yapıcı davranışları içine alan geniş kapsamlı
bir kavramdır.” (Diyanet işleri Başkanlığı, Kuran Yolu Tefsiri, Cilt: IV,
Sayfa:618)
e) Yapılan iş (amel), her
ne olursa olsun; o işi, ibadet (Salih amel / iyi, güzel iş) haline getiren
temel unsur ise “Takva”dır.
TAKVA: Allaha
karşı saygılı olmak ve O’nun emirlerine karşı gelmekten sakınmaktır; Yaratıcıyı
gerektiği şekilde kavrayarak dürüst yaşamaktır; Her zaman ve her işte, her
şeyde Allah’ın rızasını gözetmek ve O’nun hoşnutluğunu kazanmaya çalışmaktır.
TAKVA: dini literatürde, iman edip emir ve yasaklarına uyarak,
Allah'a karşı gelmekten sakınmak, dünya veya ahirette insana zarar verecek,
ilâhî azaba sebep olabilecek inanç söz, fiil ve davranışlardan ve her türlü
günahtan sakınmak anlamına gelir.
f) Yapılan bir iş,
Allah’ın rızasının olduğu bir iş ise ve bu iş Allah’ın hoşnutluğunu kazanacak
şekilde yapılmışsa, İşte bu Allah’a kulluk ve ibadettir ve ibadet sadece
kulların yararınadır:
“ Gerçek olan şu ki, Allah, âlemlere muhtaç olmaktan uzak, mutlak
bir Ganî'dir.” (29/Ankebut/6) ayetinden de açıkça anlaşılacağı gibi, Allah’ın bizim
ibadetlerimize ihtiyacı yoktur.
4. İBADETİN VE ALLAH’A KULLUĞUN YARARI VE HİKMETİ:
İbadetin ve Allah’a kulluğun yararı, insanın bizzat kendisine ve
içinde bulunduğu toplumdaki diğer insanlaradır, hatta diğer canlılara ve
doğayadır.
Bu bağlamda, insanın Allah’a karşı sorumluluğunu yerine
getiren işlerinde, Allah’ın rızasını kazandıran iman ve imana dayalı olarak
yapılan ibadetler, aslında, insanın olgunlaşarak, bizzat kendisine ve içinde bulunduğu
toplumdaki diğer insanlara karşı olan sorumluluklarındaki işlerinde de Allah’ın
rızasını kazanacak şekilde, seçme ve tercih ile tutum ve davranış değişikliğini
kazanmasına da vesile olurlar.
Bu tür, doğrudan Allah ile kul arasında olan ibadetler, Allah’ın
bunlara ihtiyacı nedeniyle değil; İnsanları iyiye, güzele, doğruya götürdüğü,
hidayete erdirdiği için (din müşterek şebekesinin / ağının başlangıç nirengi değerleri olduğu
için) öncelikli ve önemlidir.
Böyle
olmasaydı, Allah rızasını gözeterek Halka hizmet, Hakka / Allah’a hizmet
olmasaydı, noksan olan her şeyden münezzeh ve âlemlere muhtaç olmayan bir Gani
olan Yüce Allah, “Ben, cinleri ve insanları bana ibadet
etmeleri / benim için iş yapıp değer üretmeleri dışında bir şey için
yaratmadım.” (51/Zariyat/56) niye desin ve Kuran’da
duyurduğu emir ve yasakları ile (farzları ve haramları göstererek), cin ve
insanlardan, ”kendisi için ibadet etmelerini / kendisi için iş yapıp değer
üretmelerini” niye
istesin ki?...
Şüphesiz ki:
Allah rızasını gözeterek Halka hizmet, Hakka / Allah’a hizmettir.
Şayet bu ibadetler,
insanın kendine ve topluma karşı olan sorumluluklarında da kişinin, takva ile
iş görmesine, kötülüklerden korunmasına, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda
didinmesine sebep olmuyorsa; sonuçta kişi
salih amel üretmiyorsa; kişinin
özü, sözüne uymuyor ve iman onun kalbine girmemiş demektir:
“Bedeviler:
"İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak
'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir…” (49/Hucurat/14;
Bakınız: 49/Hucurat/13-15)
Bu sebep ve hikmetledir
ki, İslam’ın da şartlarından olan, namaz, oruç, hac ve zekât gibi düzenli ibadetler,
Allah’ a kulluğun ve ona tapınmanın / ibadetin de temeli olarak kabul
görmüştür. Onlardan yoksun
bir benliğin, kendine ve toplumuna karşı sorumluluklarını Allah’ın rızasını
gözeterek ve O’nun hoşnutluğunu kazanacak şekilde yapması, Kuran’ın öğrettiği
gerçeğe göre, muhal (İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Batıl, boş söz. Hurafe olan nazariye) dir.
5. ALLAH’IN RIZASINI KAZANMAK İÇİN YAPILAN HER İŞ, İBADET VE ALLAH’A KULLUKTUR.
İnsanın
Allaha karşı olan sorumluluklarında, şüphesiz ki İslami esaslarına uygun olarak
yapılanların her biri, bir ibadettir. Benim vurgulamaya çalıştığım, Kuran’da
bildirilenler doğrultusunda, Allah’ın rızası gözetilerek, Allah’ın hoşnutluğunu
kazanmak niyet ve maksadıyla (takva ile) yapılan her işin ama her işin de
ibadet ve Allah’ a kulluğun ameli bir ifadesi olduğudur.
“Sevap” olan işi yapmak kadar, “günah” olan işi yapmamak da
ibadettir. Üstelik, “günah”
(dinen yasak) olandan - ki onun
yapılması kesinlikle kötü, yanlış, zararlıdır- kaçınmak, sakınmak,
“sevap” olanı yapmaktan daha önceliklidir.
İnsanın yaşamı, hayatı, insanın yapması gerekli olan çalışmalar ve
işler ile doludur. Bu çalışma ve işlerin hangisinde “Takva” varsa orada,
Müslümanlık / Allah’a teslimiyet, iman ile Allah’a kulluk ve ibadet de vardır.
B. YAŞAM TARZI OLARAK
İBADET:
Takva, İmanlı insanlar
için, sıradan rutin bir işi, “Salih amel” olarak yaptırır ve o işi Allah’a
ibadetin, Allah’a kulluğun, O’na tapınmanın düzenli bir parçası haline getirir.
“Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur.” (53/Necm/39)
Takvalarını
yaşam tarzı yaparak o şekilde yaşayan ve “Takva”larına bağlı olarak, Allah’ın
rızasını her işinde gözeterek, O’nun hoşnutluğunu kazananların, hiçbir hal ve
şartta, hiçbir zaman, hiçbir işinde, bir başka rıza ve hoşnutluğa da, bir başka
yardıma da ihtiyaçları yoktur, olamaz. Çünkü Allah’ın hoşnut olduğu iş,
bilinçli inanan tüm insanların da hoşnut olacağı iştir. “Allah, kuluna
kâfidir.” Ayetinin de anlamı budur.
Kuran’daki kavramların anlamı bağlamında, Allah’a kulluk
ve ibadet, bir yaşam tarzı olarak, Allah’ın istediği bir yaşayışı seçmek ve
öyle yaşamaktır. Gerçek anlamında Allah’a kulluk eden, sadece ve ancak bir tek O’na
teslim olmuştur, bir tek O’nun hizmetindedir, bir tek O’nun azat kabul etmeyen
kuludur.
Allah’a, Hakk’a hizmet, halka hizmettir. İnsanın
kendisine, ailesine, akrabasına, milletine, insanlığa, doğaya ve tüm canlılara
hizmettir. Allah’a ibadet ve Allah’a kulluktan bunların her birinin yararı ve
ayrı payı vardır. Allah’a ibadet ederek O’na kulluk eden, Allah’tan başkasına
kulluk etmeyen insan, aslında bu kulluğu ile tüm varlıklara hizmet etmekte, tüm
varlıkların yararına çalışmaktadır.
Bu bağlamda “Takva” ile yapılan halka hizmetler de, şüphesiz aynı
zamanda Hakk’a hizmettir. İnsanlara zarar veren bir taşın yol üzerinden Allah
rızası için kenara çekilmesi bile bir ibadettir.
C. ECRİNİ / ÜCRETİNİ (YAPTIĞI
İŞİN KARŞILIĞINI) ALLAH’TAN BAŞKASINDAN BEKLEYENLERİN KULLUĞU:
Allah’ın iyi, güzel ve doğrularını,
hakkı / gerçeği reddederek, Allah’ın rızası ve hoşnutluğu olmayan işleri, Allah’tan
başkasının istek ve rızası öyle olduğu için öyle yapan ve öyle bir yaşam
tarzını seçenlere gelince; bu kişiler, kazanmak peşinde koştukları her kim ve her ne
için ise (makam, mevki, itibar, servet, saygı, sevgi.vs…) bunları ilah
edinmiştir, bunlara hizmet etmektedir, bunların her birinin ayrı ayrı kulu,
kölesidir.
Bu iki kulluk arasındaki en belirgin fark
şudur:
Allah’ı ilah edinerek ona kulluk edenin
amacı, Hakka ve halka
hizmettir ve bu amaç uğruna maddi manevi tüm unsurları araç olarak kullanır ve
karşılığında Allah’a dayanıp güvenir.
Allah’tan başkasını İlah edinen ise tüm bu araçları
Hakka ve halka hizmet etmek maksadıyla değil, sırf nefsi için sahip olmayı amaç
edinmiştir ve her şey için bunlara dayanır, güvenir. Güç, kudret ve iradeyi
onlardan kaynaklanıyor zanneder.
Oysa ki, kişilerin sahip oldukları maddi manevi tüm araçlar, imkanlar, nimetler, her ne olursa olsun (makam, mevki, itibar, servet, saygı, sevgi.vs…) tüm varlıkların, yaratılmışların yararına kullanılmadıkça, aslında kişinin bizzat kendisi için de hayırlı bir kazanımına katkı sağlamaz.
Oysa ki, kişilerin sahip oldukları maddi manevi tüm araçlar, imkanlar, nimetler, her ne olursa olsun (makam, mevki, itibar, servet, saygı, sevgi.vs…) tüm varlıkların, yaratılmışların yararına kullanılmadıkça, aslında kişinin bizzat kendisi için de hayırlı bir kazanımına katkı sağlamaz.
Sebep
bu olsa gerektir ki; Allah’ta başkasına kulluk etmek, Allah’a ortak koşma
(şirk) demektir ve şirk, Allah’ın (tövbe / pişman olup vazgeçme) olmadan
affetmediği tek ve en büyük günahtır.
Bu kişilerin kendileri ve hizmetinde
oldukları efendileri için, kazanabileceği, yaptığının bu dünyada kendisine süslü görünen
ve aslında yeryüzündeki aldatıcı, gelip - geçici bir tatmininden başkaca hiç bir yararı da olmayan karşılığından başka bir şeyi
yoktur.
D. İMANI OLMAYANIN AMELİNİN
BOŞA GİTMESİ NE DEMEKTİR?
Bu noktada, imanı olmayanın amelinin boşa
gitmesi ile ilgili hususta, dikkatle düşünülmesi gereken bir konu da şudur:
Allah, Mutlak anlamda Adildir. Asla, hiçbir zaman, inanan veya
inanmayan hiç kimseye, hiçbir şekilde haksızlık yapmaz.
Her kim, ne uğrunda
çalışıp çabalıyorsa, çalışıp çabalayan kişi inanmayanlardan da olsa, Allah
“Rahman” sıfatının gereği ve tezahürü olarak, ona o çabasının
karşılığını, çabaladığı ortamda (Dünya’da) hiç eksiksiz verir.
Kazanımın karşılığı neyse o kişiler onu
alırlar ama alacakları nimet olarak, güzellik olarak yalnızca bundan ibarettir.
Uğrunda çaba gösterdiği neyse (para ise para, şöhret ise şöhret) kazanımları da
sadece odur:
“…İnsanlardan
bazısı şöyle der: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada ver." Böylesi için
ahirette bir nasip yoktur.” (2/Bakara/200)
Böylesini seçip kazanan
insanlar, bekledikleri (şan, şöhret, para, mevki,
makam, itibar, zevk, keyif… ) her neyse onu almakla, çaba ve çalışmalarının
karşılığı olan ödüllerini yeryüzünde tam olarak, hiç eksiksiz almışlardır.
Bu böyledir. Çünkü Sünnetullah
(Allah’ın yol ve yasası) gereğince: “O, güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine
doğdurur. Yağmurunu da hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır” (İncil, Matta 5, 45)
İmanlı insanlar, inançları gereğince, hem
dünya ve hem de ahiret güzellikleri için çalışıp çabaladıklarından, çabaları
için alacakları karşılık; Allah’ın mutlak ve şaşmaz adaleti istikametinde, “Rahman” sıfatının gereği ve tezahürü olarak hem dünyada ve “Rahim” sıfatının
gereği ve tezahürü olarak hem de ahirette, kazandıklarından
bir nasip olacaktır:
“Onlardan kimi de
şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, ahirette de
güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru.” İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir
nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.” (2/Bakara/201-202)
Bu anlayış ve
bilinçle yapacağımız tüm işlerimizin hepsinin, aynı zamanda Allah için
yapılmış, başta kendimiz olmak üzere, ailemiz, akrabamız, milletimiz, tüm
insanlık, tüm canlılar ve doğa için yararlı ve hayırlı ibadetler olması bizim
elimizdedir. Bu, Allah’ın dilemesiyle yazılan “kader”imizdir,
yaşamımızdır ve bu yaşam bizim yeryüzündeki sınavımızdır.
Bu inançla, halk arasında “Peygamber ocağı” denen Asker
ocağında, Türk milletinin asil evlatlarının da benimseyerek ve isteyerek
(mutfakta patates soymaktan, tuttuğu nöbete; talimden, çarpışmaya varıncaya
kadar) yaptığı her iş, elbette
ibadettir.
Yine bu inançla, Vatan’ımızın bölünmezliği
ve mensubu olduğun Milletimizin selameti, vatandaşlarımızın huzur ve refahı,
adaletin sağlanması, haksızlıkların giderilmesi, sömürü ve yoksulluğun
önlenmesi, rüşvet, iltimas ve işsizliğe son verilmesi, akan şehit kanları ve
analarının dökülen gözyaşlarının dinmesi, “Emanet”lerin ehline verilmesi vb.
gibi hepimizi ilgilendiren ve etkileyen siyasi, sosyal, ekonomik, ahlaki tüm
konular için, içinde bulunduğumuz her konum ve durumda sarf edeceğimiz gayret ve çabaların tümü de elbette ki
ibadettir.
Zulme, Teröre
direnmek de bir ibadettir ve inananların bu ibadetleri sebebiyle Allah katında kazanılmış
dereceleri vardır.
“Ve cennet, takva sahiplerine
yaklaştırılmıştır; hiç uzak değildir, İşte size vaat edilen budur. Allah'a
sürekli yönelen, korunması gerekeni koruyan herkese... Görmediği halde
Rahman'dan ürperen ve Allah'a yönelik bir kalp getiren herkese...” (50/Kaf/31-33)
RESUL KUR'AN'IN KUR'AN MESAJLARI - M. Kemal Adal
Selam...
T.C. / M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder