(GEÇMİŞİN
MUHASEBESİ VE GELECEĞİN ŞEKİLLENDİRİLMESİ)
Kuran, Kuran’da gösterdiği istisnaları hariç olmak
üzere; Kuran veya İncil veyahut Tevrat takipçilerinden olup; “ İman
edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sabiilerden Allah’a ve Ahiret
gününe inanıp, barışa ve hayra yönelik iş (salih amel) yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri
olduğunu ve tasalanmayacaklarını” müjdeler. (2 / Bakara / 62)
Allah’a ve Ahiret
gününe imanın kapsamı ve iman esasları ile barışa ve hayra yönelik işler (salih
ameller), ayrıntılı olarak Kuran’da açıkça belirtilmiş ve “Şanı yücedir o kudretin ki, hakla bâtılı ayıran o
Furkan'ı, bütün âlemler için bir uyarıcı olsun diye kuluna indirmiştir”
(25 / Furkan /
1)
“Hakkında
bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan
sorumlu tutulacaktır.” (17 / İsra / 36) ayeti gereğince inananların, inanacakları
ve yapacakları şeyin ne ve iyi mi kötü mü olduğu hakkında, öncelikle doğru
bilgi sahibi olmaları gerekir.
Her konuda,
sorgulama yetersizliğine düşmeden, zanna uymadan, aklı arzuların güdümüne
sokmadan, bilgi kaynakları etkin kullanılarak, tahkik yapılmalı ve bir “Kitap” a dayalı (Vahiy, Kâinat ve İnsan kitaplarında
yazılı) doğru bilgilerin sahibi olunmalıdır.
İmanı olmadığını ikrar edenin inancı bellidir. O’nun
söyledikleri, inancı doğrultusunda değerlendirilir. Gerçeğin ifadesi olup
olmadığına bakılarak, dediklerine itibar edilir veya edilmez.
Her konuda, Bilgi kirliliği sebebi olarak asıl tehlikeli
olan ve sonuçta doğru yoldan saptıran, Kuran’ın betimlediği aşağıdaki tip
insanlardır.
Günümüzde bunlar, Konu din ise “Allah ile aldatanlar”
dır. Konu dini değilse “ O konunun baş bilgini / önderi ile aldatanlardır. Her
halükarda bireysel çıkarları için, o“dava” yı kullanan ve o an hizmet ettikleri
başka bir davayı da, her zaman çıkarları için“satmaya hazır” olan, ajan
provokatörlerdir.
“İnsanlar içinden bazıları vardır, "Allah'a ve âhıret
gününe inandık" derler ama onlar inanmış değillerdir. Allah'ı ve inanmış
olanları aldatma yoluna giderler. Gerçekte ise onlar öz benliklerinden
başkasını aldatmıyorlar. Ne var ki, bunun farkında olamıyorlar. Kalplerinde bir
hastalık vardır da Allah onları hastalık yönünden daha ileri götürmüştür. Ve
onlar için, yalancılık etmiş olmaları yüzünden acıklı bir azap öngörülmüştür.
Onlara, "Yeryüzünde bozgun çıkartmayın" dendiğinde, "Tam
tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz" demişlerdir. Dikkat edin,
gerçekte onlar, bozgun getirenlerin ta kendileridir de bunun bilincinde
olmuyorlar. Onlara, "İnsanların inandığı gibi siz de inanın"
dendiğinde, "Yani biz de kafası çalışmayan zavallılar gibi inanalım mı?"
derler. Haberiniz olsun ki, kafası çalışmayan düşük seviyeliler onların ta
kendileridir; fakat bilmiyorlar. Bunlar iman etmiş olanlarla yüz yüze
geldiklerinde, "îman ettik" derler. Kendi şeytanlarıyla baş başa
kaldıklarında ise söyledikleri şudur: "Hiç kuşkunuz olmasın biz
sizinleyiz. Gerçek olan şu ki, biz alay edip duran kişileriz." (2 / Bakara / 8-14)
Bakınız bu iki yüzlü / riyakar insan tiplerine karşı, Allah
nasıl uyarıyor:
Onları
gördüğünde gövdeleri hoşuna gider. Bir şey konuşsalar sözlerine kulak verirsin.
Onlar birbirine dayandırılmış keresteler / Hint kumaşı giydirilmiş kütük
parçaları gibidirler. Her bağırtıyı aleyhlerinde zannederler. Düşmandır onlar;
sakın onlardan! Allah onları kahretsin! Nasıl da aldatıp döndürülüyorlar! (63 / Münafikun / 4)
İnsanlardan
öylesi vardır ki, onun dünya hayatına ilişkin sözü senin hoşuna gider ve o,
kalbindekine Allah'ı tanık tutar. Oysaki o, düşmanların en yamanıdır. Yanından
ayrıldığında / işbaşına geçtiğinde yeryüzünde fesat çıkarmak, ekini ve nesli
yok etmek için işe koyulur. Oysaki Allah, fesadı sevmez. Ona, "Allah'tan
kork" dendiğinde, gurur kendisini günaha götürür. Böylesine, cehennem
yeter. Gerçekten ne kötü yataktır o. (2 / Bakara / 205 – 206)
Dikkatinizi çekmek isterim; Bu Kuran “ayet” lerinin
(delillerin) lafzında ifade edilen mananın, sadece dini konuda iman bahsiyle
sınırlı olarak algılanması, Allah’ın mesajının eksik algılaması demektir.
Bu ayetler, yaşamdaki birçok alanda, aklını çalıştıran
herkesin kolayca değerlendirebileceği psikolojik ve sosyolojik birçok gerçeği
ve olguyu, alınması gereken dersleri, iman konusu üzerinden ifade etmektedir.
İlgi alanınki kişi, kurum ve topluluklar, bu manada, doğru
bilgiler ışığında, gözlemlenip incelenip değerlendirildiğinde de görülecektir
ki:
Yoksa
o kalplerinde maraz olanlar, Allah kendilerinin şiddetli kinlerini hiçbir zaman
ortaya çıkarmayacak mı sandılar? Dileseydik onları sana mutlaka gösterirdik de
sen onları yüzlerinden kesinlikle tanırdın. Zaten sen onları, sözlerinin
tarzından da tanırsın. Allah tüm yaptıklarınızı biliyor. (47/ Muhammed / 29 -30)
Hangi alanda ve hangi konuda olursa olsun; ikiyüzlüler,
dürüst / samimi inanlardan aslında güçsüzdür ve korkmaktadır. Eninde sonunda
yenilir ve cezalandırılırlar:
Onların
gönüllerinde, korku bakımından siz, Allah'tan daha zorlusunuz. Bu böyledir,
çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Onlar sizinle toplu halde değil ancak
müstahkem kaleler içinde yahut duvarlar arasından savaşabilirler. Onların kendi
aralarındaki problemleri / çıkmazları çetindir / ciddidir. Sen onları birlik /
beraberlik halinde sanıyorsun, oysaki onların kalpleri darmadağınık / parça
parçadır. Böyledir; çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur.
Kendilerinden biraz önce günahlarının vebalini tadanlara benziyorlar. Acı bir
azap var onlara...
(59 / Haşr /13 -14)
Hangi alanda ve hangi konuda olursa olsun; ettikleri
yeminlerini kalkan edinen, yeminleri ile yaptıkları ahit ve akitlerinden dönen
ikiyüzlüler, iflah etmezler:
Yeminlerini
bir kalkan edinip Allah'ın yolundan alıkoydular. Onların yapmakta oldukları ne
kötüdür! Bu durumun sebebi şudur: Onlar iman ettiler, sonra küfre saptılar da
kalpleri üzerine mühür basıldı. Artık onlar incelikleri anlamazlar. (63 / Münafikun / 2-3 )
Nihayet
Allah, kendisine verdikleri söze ters düştüklerinden, yalana sapıp
durduklarından, huzuruna çıkacakları güne kadar onların kalplerine ikiyüzlülük
yerleştirdi. (
9 / Tevbe / 77)
Sonuç Olarak:
Kuran inananı olsun olmasın, Aklını ve gönlünü çalıştıran, kalbini
inanmamaya şartlamamış ve kazanımları sebebiyle Allah tarafından kalbi
mühürlenmemiş her kişini, Allah’ın “İndirdiği” (5 / Maide / 44-49) ve “Gösterdiği” (4 / Nisa /105) nde insanlar
arasında hak olarak hükmedebileceği bilgiler, öğütler, dersler bulacaktır:
Şu
bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve
insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size
bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok
iyi görür. (4
/ Nisa / 58)
Dip Not:
AÇIK DUYURU
“Geçmişi Muhasebe ve Geleceği
Şekillendirme” Kapsamında Değerlendirilmesi
Umuduyla
İlgililere ve Kamuoyuna Saygıyla
Duyurulur:
Millî ve milletler arası
belgelerdeki bütün bu kayıtlar şunları göstermektedir.
1. Türkiye bağımsız bir devlettir. Türkiye’nin bağımsızlığının kaldırılması ancak düşman devletler tarafından istenebilir. Türkiye de elbette düşmanlığa düşmanlıkla karşılık verir. Bu, Türkiye’nin millî ve uluslararası hukuktan doğan en tabii hakkıdır.
2. Türkiye, sınırları uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş, bütünlüğü olan bir devlettir. Özerklik veya federasyon gibi bütünlüğü ve sınırları bozucu talepler, ancak düşman güçler ve devletler tarafından dile getirilebilir. Elbette Türk halkı da bu taleplere gereken karşılığı verir. Ve bu karşılık halkımızın millî ve uluslararası hukuktan doğan en tabii hakkıdır.
3. Türkiye halkına Türk denir ve dolayısıyla Türkiye, Türk halkının devletidir. Devlete, Türk’ten başkasını ortak edecek veya devleti Türk halkının devleti olmaktan çıkaracak bir teşebbüs Türk halkı tarafından yok edilir. Türk halkının böyle bir teşebbüsü önlemeye ve yok etmeye hakkı vardır ve bu hak millî ve uluslararası hukuktan kaynaklanır.
Türk milleti vakurdur ve sessizdir. Bu vakar ve sessizliği hiç kimse teslimiyet olarak yorumlamaya kalkışmamalıdır.
“Özerklik, ortaklık,
federasyon” gibi kavramları ağızlarına sakız edenler, Türk milletinin hak ve
hukukunu korumak için, İstiklal Savaşında olduğu gibi yine kükreyeceğini
akıllarından çıkarmamalıdırlar.
Aynı şekilde “Türk”ü
birtakım etnik gruplarla aynı sıraya koyanlar da akıllarını başlarına
devşirmelidirler.
Akıllarından geçenin
ancak düşman ülke yönetimlerinin aklına gelebilecek bir “düşmanlık göstergesi”
olabileceğini idrak etmelidirler.
Bu tür ifade ve
kavramları Türk halkı da kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle, işçisiyle
memuruyla, çiftçisiyle esnafıyla, siviliyle askeriyle bu şekilde
değerlendirecektir.
Yeni anayasa söylemleriyle
Türkiye’yi dönüştürmeye yeltenenler şu cümleyi zihinlerine kazımalıdırlar:
“Türkiye Devleti bağımlılaştırılamaz, bölünemez ve
Türklükten uzaklaştırılamaz.”
(Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN - Yeni
Çağ - 28 Aralık 2011)
|
NE MUTLU TÜRKÜM
DİYENE" ve diyebilenlere...
M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder