ALLAH'I YARDIMA ÇAĞIRMAK (DUA)
RESUL KUR’AN’IN TEBLİĞİ KUR'AN MESAJI –VI.
AHLAK E KİTAP (MKA) B.1.f. İNSANIN ALLAH'A KARŞI AHLAKİ SORUMLULUKLARI
Kavram olarak, Ahlak, İnsanın Allah'a Karşı Ahlaki Sorumlulukları, İyi
ve Öğülen Tutum ve Davranışlar, Allah'ı Yardıma Çağırmak (Dua)
Allah'ı Yardıma Çağırmak (Dua): 2/186
İMAN EDEN / İNANAN (MÜMİN) VE SALİH AMELLİ / İYİ
(MÜSLİM) KULLAR.
ALLAH KARİB'DİR, KULLARINA ÇOK YAKINDIR, NAMAZI /SALÂTI-
DUAYI İŞİTİR VE CEVAP VERİR:
TÜRKÇE (ANA DİLDE) İBADET
TÜM
KAVİMLERİN DİLLERİNİN YARATICISI ALLAH'TIR
OSMANLI
DÖNEMİNDE KURAN'IN YERİ
SARHOŞVARİ
NAMAZ
SONUÇ
OLARAK...
(1) Kavram olarak, Ahlak, İnsanın Allah'a Karşı Ahlaki
Sorumlulukları, İyi ve Öğülen Tutum ve Davranışlar, Allah'ı Yardıma Çağırmak
(Dua)
Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla... Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'adır. Rahman'dır, Rahîm'dir O. Din gününün Mâlik'i, sultanıdır O... Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Dosdoğru giden yola ilet bizi... Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin, karanlık ve şaşkınlığa saplanmamışların yoluna... 1. sure (FÂTİHA) 1-7. ayet (Resmi: 1/İniş:5/Alfabetik:23)
De ki: "Yarılan karanlıktan çıkan sabahın Rabbine / yarılışlardan
fışkıran oluşun Rabbine sığınırım! Yarattıklarının şerrinden,
Çöktüğü zaman karanlığın / gelip çattığı zaman göz perdelenmesinin /
tutulduğu zaman Ay'ın / battığı zaman Güneş'in / taştığı zaman şehvetin
/ soktuğu zaman yılanın / ümit kırdığı zaman musibetin şerrinden! Düğümlere
üfleyip tüküren üfürükçülerin şerrinden! Kıskandığı zaman hasetçinin
şerrinden..." 113. sure (FELAK) 1-5. ayet (Resmi: 113/İniş:20 /Alfabetik:26)
De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım! İnsanların
yöneticisine, yönlendiricisine, İnsanların ilahına; Kıvrılıp
kıvrılıp saklanan, sinip sinip gizlenen vesvesenin / o sinsi, o aldatıcı
şeytanın şerrinden, İnsanların göğüslerine kuşkular, kuruntular sokar o;
Cinlerden de insanlardan da olur o!" 114. sure (NÂS) 1-6. ayet
(Resmi: 114/İniş:21/Alfabetik:76)
Musa, bizimle buluşma vakti için toplumundan yetmiş adam seçti.
Şiddetli sarsıntı onları yakalayınca Musa şöyle dedi: "Rabbim, dileseydin,
onları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları
yüzünden bizi helak mi edeceksin? Bu iş senin imtihanından başka bir şey
değildir. Onunla dilediğini şaşırtır, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim Veli'mizsin. O halde affet bizi, acı bize. Sen
affedenlerin en hayırlısısın." "Bize
hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik."
Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi
çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekâtı verenlere,
ayetlerimize inananlara yazacağım." 7. sure (A'RAF) 155-156. ayet
(Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9)
Rabbinize; boyun
bükerek, gizlice / ürpererek yakarın. O, haddi aşanları / azmışları
sevmez. Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun çıkarmayın. Ürpererek ve
ümit ederek dua edin O'na. Hiç kuşkusuz, Allah'ın rahmeti, Güzel
düşünüp güzel iş yapanlara çok yakındır. 7. sure (A'RAF) 55-56. ayet
(Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9)
Onlar şöyle
yakarırlar: "Rabbimiz, eşlerimizden ve çocuklarımızdan bize göz
aydınlığı bağışla. Bizi takvaya sarılanlara önder kıl." 25. sure (FURKÂN)
74. ayet (Resmi: 25/İniş:42/Alfabetik:29)
De ki: "Duanız / davetiniz yoksa, Rabbim sizi ne yapsın? Yalanladınız;
bu yüzden azap kaçınılmaz olacaktır." 25. sure (FURKÂN)
77. ayet (Resmi: 25/İniş:42/Alfabetik:29)
Onlara çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar
da size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin onları ortak koştuğunuzu inkâr
ederler. Hiç
kimse sana, Habîr olan Allah'ın verdiği gibi haber veremez. 35. sure (FATIR)
14. ayet (Resmi: 35/İniş:43/Alfabetik:24)
Şöyle yakar:
"Rabbim! Beni, gireceğim yere doğruluk dürüstlükle sok, çıkacağım yerden
doğruluk dürüstlükle çıkar. Katından bana yardımcı bir güç / kanıt ver." 17. sure (İSRÂ) 80.
ayet (Resmi: 17/İniş:50/Alfabetik:46)
İnsan, hayra davet eder gibi şerri çağırıyor /
insan, hayra duasıyla şerri davet ediyor. İnsan çok acelecidir. 17. sure (İSRÂ) 11.
ayet (Resmi: 17/İniş:50/Alfabetik:46)
Bu arada Nûh,
Rabbine yakardı da dedi ki: "Rabbim, oğlum benim ailemdendi! Senin
vaadin elbette haktır. Sen hâkimlerin, hükmü en güzel verenisin." Allah buyurdu:
"Ey Nûh! O, senin ailenden değildi. Yaptığı, iyi olmayan bir işti. Hakkında bilgin
olmayan şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman hususunda seni
uyarırım." Nûh dedi: "Rabbim! Hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten
sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana acımazsan hüsrana uğrayanlardan olurum."
11.
sure (HÛD) 45-47. ayet (Resmi: 11/İniş:52/Alfabetik:38)
Rabbiniz
buyurmuştur ki: Dua edin bana, cevap vereyim size! Kibre
saparak bana ibadetten uzaklaşanlar, aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.
40.
sure (MÜ'MİN) 60. ayet (Resmi: 40/İniş:60/ Alfabetik:69)
Bekçiler derler ki: "Resulleriniz size açık seçik mesajlar
getirmezler miydi?" Derler ki: "Elbette getirirlerdi!" Bekçiler:
"O halde yalvarın durun; inkârcıların yakarışları çıkmazda kalıp gitmiştir."
diye cevap verirler. 40. sure (MÜ'MİN) 50. ayet (Resmi:
40/İniş:60/Alfabetik:69)
Arşı yüklenip
taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih
ederler ve ona inanırlar. İman sahipleri için de şöyle af dilerler:
"Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve ilim halinde kuşattın. Tövbe edip senin
yoluna uymuş olanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru!"
"Ey Rabbimiz, onları kendilerine vaat etmiş olduğun Adn cennetlerine koy!
Atalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden barışa yönelenleri de. Azîz ve Hakîm
olan, hiç kuşkusuz sensin, sen!" "Koru onları kötülüklerden! O gün
kötülüklerden koruduğuna mutlaka rahmet etmişsindir sen. İşte budur o en büyük
kurtuluş ve eriş." 40. sure (MÜ'MİN) 7-9. ayet (Resmi:
40/İniş:60/Alfabetik:69)
İnsan, hayır
istemekten / hayır için dua etmekten bıkıp usanmaz.
Kendisine bir şey dokunmaya görsün; hemen ümidini keser, yıkılır. 41. sure (FUSSİLET)
49. ayet (Resmi: 41/İniş:61/Alfabetik:30)
İnsana nimet
verdiğimizde yüz çevirir, yan yatar. Kendisine şer dokununca, hemen duaya koyulur. 41. sure (FUSSİLET)
51. ayet (Resmi: 41/İniş:61/Alfabetik:30)
"İhtiyar yaşımda bana,
İsmail ve İshak'ı bağışlayan Allah'a Hamd olsun! Benim Rabbim, duayı gerçekten çok iyi
duyar." "Rabbim! Beni, namazı özenle yerine getiren bir insan yap. Soyumdan bir kısmını da. Rabbimiz, duamı kabul et!" "Rabbimiz, hesabın ortaya geleceği gün; beni, anne babamı ve inananları affet!" 14.
sure (İBRÂHİM) 39-41. ayet (Resmi: 14/İniş:72/Alfabetik:40)
Resul şöyle
yakardı: "Rabbim, hak ile hükmet! Bizim Rabbimiz Rahman'dır. Sizin
nitelendirmelerinize karşı yardımına başvurulandır, Müsteân'dır." 21. sure (ENBİYÂ)
112. ayet (Resmi: 21/İniş:73 /Alfabetik:21)
Şöyle yakar:
"Rabbim! Affet, merhamet et! Sen merhametlilerin en hayırlısısın!" 23. sure (MÜ'MİNÛN)
118. ayet (Resmi: 23/İniş:74/Alfabetik:70)
Gerçek dua yalnız
O'na / hak davet yalnız O'nun için yapılır. O'nun
dışında yalvarıp davet ettikleri ise onlara hiçbir şekilde cevap veremezler.
Onlar, ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru açan ama suya ulaşamayan
birinden başkasına benzemiyorlar. Küfre sapanların
dua ve davetleri, şaşkınlığa dalmaktan başka bir işe yaramaz. 13. sure (RA'D) 14.
ayet (Resmi: 13/İniş:87/Alfabetik:85)
Ey iman sahipleri! Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin.
Hiç kuşkunuz olmasın ki, Allah sabredenlerle beraberdir. 2. sure (BAKARA)
153. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)
Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im,
gerçekten çok yakınım. Dua edenin
çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar
da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler. 2. sure (BAKARA)
186. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)
Onlardan kimi de
şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, âhırette de
güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru." 2. sure (BAKARA)
201. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)
Sabra ve namaza
sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu,
kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir. O ürperti
duyanlar, Rablerine kavuşacaklarını düşünürler ve bilirler ki onlar, mutlaka
O'na döneceklerdir. 2. sure (BAKARA) 45-46. ayet (Resmi:
2/İniş:92/Alfabetik:11)
Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta,
otururken, yan yatarken hep Allah'ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı
hakkında derin derin düşünürler: "Ey Rabbimiz! Sen bunu
boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin. Ateş azabından koru bizi." 3. sure (ÂLİ IMRÂN)
191. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
"Ey Rabbimiz! Sen birini
ateşe soktun mu onu tam rezil etmişsindir. Zalimlerin, yardımcıları
olmayacaktır." "Ey Rabbimiz! Bir çağırıcının, 'Rabbinize inanın!'
diye imana çağırdığını işittik ve iman ettik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı
bağışla bizim. Kötülüklerimizin üstünü ört ve bize iyilerle birlikte ölmek
nasip et." "Ey Rabbimiz! Resullerin aracılığıyla bize vaat etmiş
olduğunu da bize ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen, vaadine asla ters
düşmezsin." Rableri onlara cevap verdi: "Ben
sizden, erkek-kadın hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hep
birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkenceye
uğratılanlar, çarpışıp da öldürülenler var ya, onların kötülüklerini yemin
olsun örteceğim. Ve yemin olsun ki onları, Allah katından bir karşılık olarak,
altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım." Allah katındandır
karşılıkların en güzeli. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 192-195. ayet (Resmi:
3/İniş:94/Alfabetik:7)
"Ey Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik, resule uyduk;
artık bizi gerçeğin tanıklarıyla beraber yaz!" 3. sure (ÂLİ IMRÂN)
53. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
Zekeriyya orada
Rabbine yakarmıştı: "Rabbim, demişti, katından bana
tertemiz bir soy bağışla. Sen yakarışı en iyi duyansın." 3. sure (ÂLİ IMRÂN)
38. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
Ey
Rabbimiz! Bizi doğruya ve güzele yönelttikten sonra kalplerimizi bozup
eğriltme ve bize katından bir rahmet bağışla. Sen, yalnız sen Vahhâb'sın, bol
bol bağışta bulunansın. Ey Rabbimiz! Sen Câmî'sin; insanları varlığında kuşku
bulunmayan bir günde mutlaka toplayacaksın. Allah, sözünü yerine getireceği yer
ve zamanı asla şaşırmaz. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 8-9. ayet (Resmi:
3/İniş:94/Alfabetik:7)
Onlardan sonra
gelenler de şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden
önce iman etmiş kardeşlerimizi affet; kalplerimizde, inananlara karşı bir
düşmanlık bırakma! Rabbimiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin!" 59. sure (HAŞR) 10.
ayet (Resmi: 59/İniş:95/Alfabetik:35)
İster af dile onlar için, ister dileme. Yetmiş kez af
dilesen de onlar için, Allah onları affetmeyecektir. Çünkü
onlar Allah'ı da resulünü de inkâr ettiler. Allah, yoldan çıkmış
böyle bir topluluğa kılavuzluk etmez. 9. sure (TEVBE) 80.
ayet (Resmi: 9/İniş:113/Alfabetik:104)
RESUL KUR’AN’IN TEBLİĞİ KUR'AN MESAJI –VI. AHLAK E KİTAP (MKA) B.1.f. İNSANIN ALLAH'A KARŞI AHLAKİ SORUMLULUKLARI KONUSUNDAN ALINTIDIR. M. Kemal Adal
Allah'ı Yardıma Çağırmak (Dua): 2/186
Y.N. Öztürk
Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler.
M. Esed
Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.
Y.N. Öztürk
Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler.
M. Esed
Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.
Dipnot: 2/186*: İbadet:
Allah'a Kulluk: Kullar: İman eden / inanan(mümin) ve salih amelli / iyi
(müslim) kullar (Allah kullarına çok yakındır. Onları işitir, görür, bilir ve
onlara cevap / karşılık verir). Bak: 3/15, 20; 9/104; 12/24;
15/40, 42; 17/65; 23/109; 24/32; 25/63; 34/9; 35/28; 37/40, 74, 128; 38/83;
66/10; 72/19; 76/6; 89/29.
2/186*: İMAN EDEN / İNANAN (MÜMİN) VE SALİH AMELLİ / İYİ (MÜSLİM) KULLAR. (ALLAH KULLARINA ÇOK YAKINDIR. ONLARI İŞİTİR, GÖRÜR, BİLİR VE ONLARA CEVAP/KARŞILIK VERİR):
Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler. 2/186.
De ki: 'Bu sayılanlardan daha iyisini size haber vereyim mi? Sakınıp korunanlar için, Rableri katında, altlarından nehirler akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan bir hoşnutluk olacaktır. Allah, kulları en iyi biçimde görmektedir.' 3/15.
Seninle kanıt yarıştırmaya girerlerse şöyle söyle: 'Ben yüzümü Allah'a teslim ettim. Bana uyanlar da.' Kitap verilenlerle ümmîlere de sor: 'Siz de teslim oldunuz mu?' Eğer teslim olurlarsa doğruya ve güzele kılavuzlanmışlardır. Yüz çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir. Allah, kullarını görmektedir. 3/20.
Bilmediler mi ki, Allah'tır kullarından o tövbeyi kabul eden, o sadakaları alan. Ve Allah'tır, O Tevvâb, O Rahîm... 9/104.
Yemin olsun, kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin gerçeğe dikkat çeken delilini görmeseydi, o da onu arzulamıştı. Biz böylece ondan, kötülüğü ve fuhşu uzak tutuyorduk. Çünkü o, bizim samimi / seçkin kullarımızdandı. 12/24.
'İçlerinden riyaya sapmamış, samimi kulların müstesna.' 15/40.
'Benim kullarım aleyhine senin elinde hiçbir güç / kanıt olmayacak. Azgınların seni izleyenleri müstesna.' 15/42.
'Kuşkusuz, benim kullarım üzerinde senin hiçbir sultan olmayacaktır.' Vekil olarak Rabbin yeter. 17/65.
Kullarımdan bir zümre 'Rabbimiz, inandık; affet bizi, acı bize, sen merhametlilerin en hayırlısısın' diyorken, 23/109.
İçinizden bekârları / dulları, bir de erkek hizmetçilerinizden ve halayıklarınızdan durumu uygun olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfundan zenginleştirir. Allah Vâsi'dir, Alîm'dir. 24/32.
Rahman'ın kulları, yeryüzünde böbürlenmeden/rahatsız etmeden yürüyen kişilerdir. Cahiller onlara hitap edince, 'selam' derler. 25/63.
Onlar, önlerinde ve arkalarında, gökten ve yerden neler var, görmediler mi? Dilesek onları yere batırırız ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Hiç kuşkusuz, bütün bunlarda Allah'a yönelen her kul için mutlak bir ibret vardır. 34/9.
Aynı şekilde, insanlardan, hayvanlardan, davarlardan da çeşitli renklerde olanlar var. Kulları içinde Allah'tan ancak bilginler ürperir. Allah Azîz'dir, Gafûr'dur. 35/28.
Allah'ın içtenliğe erdirilmiş temiz kulları başkadır. 37/40.
Ancak Allah'ın samimi, temiz kulları kurtuldu. 37/74.
Allah'ın samimi, seçkin kulları müstesna. 37/128.
'İçlerinden sadece samimi, seçkin kullar dışta kalacaktır.' 38/83.
Allah, küfre sapanlarla ilgili olarak Nûh'un karısı ile Lût'un karısını örnek verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki barışçı kulun nikâhı altında idiler, onlara hıyanet ettiler de eşleri, Allah'tan onlara gelecek olanı hiçbir şeyle geri çeviremediler. Şöyle dendi onlara: 'Girin ateşe diğer gireceklerle birlikte!' 66/10.
Allah'ın kulu kalkmış O'na yakarırken, onlar onun üzerine keçeleşir gibi üşüşüyorlardı. 72/19.
Bir kaynak ki, Allah'ın kulları ondan içerler ve onu fışkırtarak akıtırlar. 76/6.
Gir kullarımın arasına! 89/29.
MKA.
2/186**: İbadet: Düzenli
İbadetler: Namaz (Salât): Allah Karib'dir, kullarına çok yakındır, namazı
/salâtı- duayı işitir ve cevap verir. Bak: 14/39-40.
2/189**: ALLAH KARİB'DİR, KULLARINA ÇOK YAKINDIR, NAMAZI /SALÂTI- DUAYI İŞİTİR VE CEVAP VERİR:
Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler. 2/186.
'İhtiyar yaşımda bana, İsmail ve İshak'ı bağışlayan Allah'a Hamd olsun! Benim Rabbim, duayı gerçekten çok iyi duyar.' 'Rabbim! Beni, namazı özenle yerine getiren bir insan yap. Soyumdan bir kısmını da. Rabbimiz, duamı kabul et!' 14/39-40.
MKA.
TÜRKÇE (ANA DİLDE) İBADET
Kuran'ın
İslam'ının yaşanması için yapılması gereken en temel faaliyet Kuran'ın, dini
yaşayacak toplumun ana diline çevrilmesidir.
Kuran
Arapça inmiştir ve orijinali Arapça'dır.
Fakat Kuran'a göre Arapça, kutsal bir dil değildir.
Kuran, her kavme Peygamberler'in gönderildiğini ve bu
peygamberlerin kavimlerine kendi dillerinde mesajlar getirdiklerini söyler.
Tevrat
Hz. Musa'nın kavminin dilindedir, İncil de Hz. İsa'nın kavminin dilindedir. Hz.
Lut'un vahiyleri kendi kavminin dilindedir, Hz. Nuh'unkiler de öyledir...
Bu
mesajları kutsal yapan Allah'tan indirilmiş olmalarıdır ve bu mesajların
hiçbiri Arapça değildir.
Allah'ın
mesajı Arapça yazılabileceği gibi; Allah'a, dine karşıt sözler, putlara
iltifatlar da Arapça yazılabilir. Arapça'yı Allah'ın özel dili, Cennet'in
lisanı; Arapça harfleri Allah'ın özel harfleri, Cennet'in harfleri gibi
gösteren zihniyet dini Araplar'ın tekeline sokmak isteyen Arap ırkçısı,
mezhepçi zihniyettir.
Fussilet
Suresi 44. ayetten Kuran'ın Arapça olmasının sebebinin, Kuran'ın ilk olarak
Arap toplumuna hitap etmesi olduğunu anlıyoruz.
Kuran
Allah'ın din gönderdiği her kavme kendi dilinde hitap etme adetinden dolayı
Arapça'dır.
Araplar'a
dinlerinin yabancı dilde bildirilmesi saçma olduğu gibi, Türkler'e de kendi
dilleri dışında bildirimde bulunmak saçmadır.
Türkler'e kendi dillerinde bildirim ancak Kuran'ın çevirisi ile
mümkündür.
Kuran'da
geçen kelimeler, kavramlar Kuran'da geçmeden önce de Araplar'ın kullandığı
kelimeler, kavramlardı. Kuran Allah dediğinde neyi kastettiği, domuz dediğinde
domuzun ne olduğu, miras deyince mirasın ne olduğu, vasiyet deyince vasiyetin
ne olduğu biliniyordu.
Kuran
evvelden var olan kelimelerle geldi. Kuran'ı okuyan bir kimse bu apaçık
gerçeği rahatça kavrar.
olan Arapça veya kelimeler değil; Allah'ın bu
kelimelerle, kavramlarla oluşturduğu Kuran'dır.
Arapça'yı
kutsallaştırıp, dinin anlaşılmadan yaşanmasına sebep olanların düştüğü komik
durumun bir örneği şöyledir:
"Arap
Bedevi kadınları ellerinde defler, yanık sesle türküler söylüyorlardı. Türkülerin
konusu da deve etinin lezzetiydi. Bu etin kebabının, haşlamasının, kızartmasının
ne kadar lezzetli olduğu yanık yanık, makam içinde anlatılıyordu.
Töreni
tertipleyen Osmanlı Teşkilatı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı Bey bir de
gördü ki, hazır ol vaziyetinde olan Anadolu'nun aslan yapılı Osmancık
Taburu'nun erlerinden bazılarının Arapça deve eti
kasidesini dinlerken göz yaşları şıpır şıpır damlıyordu. İyi Arapça bilen Eşref
Bey şaşırdı, bir ere:
-
"Oğlum ne
ağlıyorsun?" diye sordu. Hazır ol vaziyetindeki Mehmetçik durumu
değiştirmeden cevap verdi:
-
"Kumandanım
bakınız ne güzel Kuran okuyor..."
Bu
saf, pırıl pırıl yürekli Anadolu çocuğunun duyguları önünde gözleri dolan Eşref
Bey dayanamıyor:
-"Oğlum
o bedevi kadınları kendilerine dağıtılacak olan deve etinin lezzetini anlatan
kasideyi makamla okuyorlar, sil göz yaşlarını..."(Cemal Kutay, Türkçe
İbadet, sayfa 61)
Gelin
ayrı dilleri, ayrı ırkları nasıl değerlendireceğimizi Kuran'ın aydınlatıcı
ayetlerine başvurup öğrenelim.
Göklerin
ve yerin yaratılması ile dilleriniz ve renklerinizin başka oluşu O'nun
delillerindendir. Şüphesiz bunda bilgi sahipleri için deliller vardır.
30-
Rum Suresi 22
Eğer
Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, ancak bu sizleri verdikleriyle
sınaması içindir. Tümünüzün dönüşü Allah'adır.
5-
Maide Suresi 48
Ey
insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle
tanışmanız için sizi halklar ve kabileler yaptık. Allah açısından en üstün
olanınız en çok sakınanınızdır.
49-
Hucurat Suresi 13
Bu ayetleri örnek gösteren Cengiz Özakıncı şunları söyler:
"Kuran'ı
benimsemiş bir kişi kendi bildiği dilden başka bir dille, kendi soyundan başka
bir soyla, kendi toplumundan başka bir toplumla, kendi yazısından başka bir
yazıyla karşılaştığında bunları Tanrı'nın bir ürünü olarak görecek, bir
üstünlük ya da aşağılık duygusuna kapılmayacak, bunları tanımaya, anlamaya,
öğrenmeye girişecektir.
Daha açığını söyleyelim: Kuran'a göre
bir Müslüman Arap, Türkler'in ulus olarak varlığını, dilini, yazısını ancak bir
inceleme, araştırma, öğrenme, yararlanma konusu edinebilir. Türkler'in ulus
olarak varlığını ortadan kaldırmaya, ya da eritmeye girişmesi durumunda Tanrı
katında suçlu olacaktır. Türkçe'yi at, Arapça'yı kullan, ya da kendi yazını
at, Arap yazısını kullan diyemez.
Öteki
ulusları Araplaştırmaya yeltenemez. Eğer yeltenirse, bu girişimi Tanrı'nın
buyruklarına aykırı olur.
Geçmişte
Tanrı'nın buyruklarını çiğneyen pek çok Müslüman Arap, Müslüman Türk çıkmış,
Türkler'in dilini, yazısını Araplaştırmaya girişmiş ve bunu belli oranda
başarmışlardır.
Bundan
900 yıl önce kimi Arap, kimi Türk kandırıcı kişiler Tanrı ile Türkler'in
arasına dilden bir engel koydular. Türkler'in Tanrı'ya Türkçe seslenmesinin
Tanrı'yı kızdıracağını söyleyerek, Türkler'i bu yalana inandırdılar. Türkler
Tanrı'nın yalnızca Arapça seslenişlere ilgi gösterdiğine kandırıldılar.
Tanrı'nın yalnızca Arapça dilekleri, yakarıları işleme koyduğunu söyleyen bu
tilkilere inanan Türkler ağızlarını Arapça sözcüklerle açtıklarında,
kullanımdan düşürdükleri Türkçe sözcükleri peynir gibi yitiren kargalar
konumuna düşmüş, dilleri bozulmuş, imgelemleri bulanmış, anlama, anlatma
yetileri devingenliğini, diriliğini, türetgenliğini tüketmiş
durumdadırlar." (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din,
sayfa 120 ve 156)
Alıntıladığımız ayetlerden anlayacağımız gibi Arapça da, Türkçe
de, İngilizce de, Fransızca da, tüm diller de Allah'ın isteğiyle oluşmuştur,
tümü Allah'ın delilleridir.
İnsanlar bu renkliliği yok etmeye değil, bu farklılıkların
içinde kaynaşmaya, tanışmaya çalışmalıdırlar.
Her dil bir güzelliktir. Hiçbir dilin kutsallığı yoktur. Allah'ın
beğendiği bu çeşitliliği uydurma kutsal etiketiyle yok edenler Allah'ın kitabı
Kuran ile çelişmektedirler.
Allah,
meleklere Hz. Adem'in üstünlüğünü açıklarken, Hz. Adem'e isimleri öğretmesine
ve Hz. Adem'in isimlerle tanımlamalar yapmasına dikkat çekmektedir.
İsimlendirerek tanımlama, kelimelerle düşünme gibi dilin temel fonksiyonları,
insanı üstün kılan özellikleridir.
Hiç
şüphesiz dilin bu tarz kullanımında, ne söylediğinin bilincinde olma unsuru
vardır. Aklı işletme faaliyeti kelimelerle isimlendirmenin sonucunda yapılan
bir faaliyettir. Kullanılan akıl ise insan olmanın ayırt edici özelliğidir.
Kuran'ın herkesin anladığı dilde, tercümesinden okunmasının önemini
Prof. Dr. Beyza Bilgin de şu sözleriyle vurgulamaktadır:
"Kuran'ın
anlaşılması esastır ve vahiyler yoluyla tebliğ ve yol gösterme daima
milletlerin konuştuğu dilde yapılmıştır.
Öyleyse,
milletin fertleri, Allah'ın Kitabı'nı anlamak, ondaki haber ve öğütlerden yararlanarak
terbiye olmak, davranış geliştirmek için, onu yabancı dilde değil, konuştukları
dilde ve anlayarak okuyacaklardır.
Böyle
bir okuyuş temin edilmedikçe, Kuran belli bir zümrenin, bir azınlığın elinde
kaldıkça, ondaki ilahi amaca yönelik yöntem etkinliğinin ve anlam zenginliğinin
meydana getirebileceği bütün gelişmelerden mahrum kalınacaktır.
Kuran'ın
vahyolunduğu dönemde, Arap edebiyatı çoğunluğun ilgilendiği, zevk alarak
izlediği bir alandı. Kuran, şiirle nesrin birleştiği bir üslûpla, yeni
konulardan söz ediyordu.
Kuran'ı
dinletmeyin. Kuran okunduğunda gürültü yapın, belki bu yolla ona galabe
edebilirsiniz.
(41
Fussilet 26)
Anlamışlardı
ki, Kuran dinlenir ve anlaşılırsa, onunla başa çıkamayacaklardır.
Oysa
geleneklerimizden gelen günümüzdeki okuyuşta, musiki ile okuyuştan
etkilenmekten söz edilebilir ama o şiirli üslûp kullanılarak verilmiş olan
haber ve öğütlerden etkilenmekten söz edilemez.
Kuran'ı
inanarak, güvenerek, sevgi ile okuyan insanlar, onu okurken, onda
anlatılanları, onu üslubu ile anlayarak okusalar, bilgilenseler ve
etkilenseler, duyguları o yönde aksa, o yönde içerik kazansa, neler olabilir,
kabiliyetli müminler onları nasıl kullanır, bir düşünülse!
Güzel
sanatların bütün dalları, şiir, roman, film, tiyatro, müzik, estetik, gazete,
dergi, radyo, televizyon gibi güçlü araçlar, onları kullanan inançlı
insanların belleklerinde yüksek fikirlerle seslense, sevgiyi, güzelliği,
temizliği, merhameti, adaleti, barışı ve yardımlaşmayı ifadeye dökseler,
ülkede ince bir ruh hali, bir yüksek terbiye, bir bilgi severlik, bir
aydınlanma meydana gelmez mi? Meydana gelen bu aydınlık dışa
vurmaz mı?! (1. Kuran Sempozyumu, sayfa 82)
Allah dinde akledilmesini, ince ince düşünülmesini, araştırılmasını,
emirlerinin uygulanmasını, kitabının rehber edinilmesini ister.
Kişiler
Allah'ın kitabının manasını bilmeden üzerinde nasıl inceden inceye
düşünebilirler?
Kuran'ın
kendi üzerinde ince ince düşünülmesiyle ilgili emirleri Kuran'ın manası
bilinmezse nasıl uygulanacaktır?
Sonuçta kişiler dini yaşamak için, dinle ilgili bilgileri anladıkları
dilden duymak veya okumak zorundadırlar.
Geleneksel,
mezhepçi İslamcılar kendi din adamlarının veya ilmihal kitaplarının Türkçe
anlatımlarında bir sakınca görmemişlerdir. Onlar da herkesin Arapça
öğrenmesinin farz olduğunu savunmamışlardır.
İlmihal
kitaplarının, kendi öğretileri doğrultusunda yetişen müftülerin, imamların,
şeyhlerin dini Türkçe olarak anlatmasını normal görenler, Kuran'ın Türkçe'ye
çevrilmesine karşı çıkmışlardır.
Amaç
kişi ile Allah arasına din adamlarının sokulması ve mezhep izahlarıyla yetişmiş
din adamlarının ve mezheplerin izahlarının din diye sorgulamasız
yutturulmasıdır.
Oysa dinin tek kaynağı olan Kuran'ın çevirisi elde olunca
kişilerin Allah'ın dini ile uydurulan dini ayırt etmeleri mümkün
olabilmektedir.
Kuran'ın
ancak Cumhuriyet döneminden sonra çevrilebilmesinin ve mezhepçi, gelenekçi
grupların buna direnişlerinin altındaki temel neden budur.
Bunlar,
dinin mezheplerin tekelinden çıkmasına ve uydurmaların sorgulanmasına tahammül
edememektedirler.
Kuran'ın
İslamının, Osmanlı tarihinde doğru dürüst ortaya çıkmamasının, çıksa da
kökleşip yerleşmemesinin altındaki temel sebebin mevcut sistemin despotluğu ile
beraber, bu çeviri yasağı olduğu kanaatindeyiz. Çevrilemeyen, Arapça'sının
bile matbaada basılmasına izin verilmeyen Kuran'ın ismi vardı ama kendisi
ortada yoktu.
"Çok şanlı" diye nitelenen atalarımız ne yazık ki
Kuran'ı çevirtmediler.
Yıllarca günah dedikleri matbaanın günah olmasından vazgeçtiklerinde
bile Kuran'ın matbaada basılmasının günahlığı devam etti.
Hattatların el yazısı ile çoğalttığı, ender olarak bazı evlerde
bulunan Kuran ise bulunduğu evlerde de bohçalar içinde saklandı.
Bohçalar açılıp okunduğunda ise manası için değil, melodisi için
okundu.
Halk hiçbir konunun çözümü için Kuran'a müracaat edemedi. Şeyhülislamlar,
şeyhler, imamlar halka dini öğretti.
Onlarsa dini Sünnilik mezhebiyle eşitleyen, Sünniliğin halifesi
olan padişaha itaatli kişilerdi.
Böylece Sünni mezhepçi görüş kendini ayakta tutup, kendi
devamını sağladı.
Kuran tercüme edilemez iddiası yanlıştır.
Kuran "Allah birdir" diyor, tercüme ediyoruz;
"Allah bağışlayıcıdır" diyor, tercüme ediyoruz; "Kuran her şeyi
açıklar" diyor, tercüme ediyoruz; "Hz. Musa'ya Tevrat verildi"
diyor, tercüme ediyoruz; "Kan içilmez, domuz yenmez" diyor, tercüme
ediyoruz. Bunların hangisi anlaşılmıyor?
Dillerde
somut veya soyut kavramlar seslere dönüştürülür, bu sesler duyulunca o somut
veya soyut kavram zihinde canlandırılıp, iletişim sağlanır.
Dil
bir iletişim aracıdır.
Domuz
kelimesini ele alalım. Domuzun Arapça'sı da, Türkçe'si de söylendiğinde
somut varlık olan domuzun karşılığıdır. Şimdi Arapça'daki domuz
kelimesini, Türkçe'ye çevirdiğimizde bunun nesi anlaşılmaz oluyor?
İstiyorsanız
domuz gibi somut değil, başka soyut bir kavramı ele alalım. Örneğin Arapça'da
"bağışlayıcı" manasına gelen "Gafur" kelimesini ele alalım.
Arapça'da "Gafur" kelimesi g, a, f, u, r harflerinden oluşan bir
titreşim oluşturur ve sesin bu titreşimleri soyut kavram olarak
"bağışlayıcılığı" ifade eder. Eğer Türkçe'ye bir çeviri yapılırsa b,
a, ğ, ı, ş, l, a, y, ı, c, ı harflerinin titreşimlerinden oluşan "bağışlayıcı"
kelimesi "Gafur"un yerini alacak ve bu da aynı soyut kavramı ifade
edecektir.
Çeviride
ortaya çıkan bazı zorluklar, Arapça'dan Türkçe'ye çevirinin zorluklarından
ziyade, kavramın Arapça'sının neyi ifade ettiğinin tartışmasından ortaya
çıkmaktadır. Bu da bir çeviri sorunu değil, anlaşılma sorunudur. Araplar da bu
sorunu Türkler kadar yaşarlar.
Kuran'da anlatılan Yahudiler'in dinlerindeki kelimelerin
yerlerini, manalarını kaydırma eğilimi dinimizde de yaşanmıştır. Kuran'ın
kullandığı manadan farklı bir şekilde kelimeyi kullanma eğilimi, çeviriyle
değil, anlaşılmayla ilgili bir çözüm konusudur.
Bunun da baş sorumlusu dini uydurma izahlarıyla bozmaya kalkan
zihniyetin, Kuran'ın kelimelerinin manasını kaydırarak Kuran'ı kendi arzularına
uydurma çabalarıdır.
Kuran'da aynı kelimenin farklı yerlerdeki kullanımı gibi
noktaların irdelenmesiyle çözülebilen bu sorun, istisnai bazı yerlerde ortaya
çıkar ve bahsettiğimiz şekilde titiz bir incelemeyle çözülebilir.
Türkler'in Arapça ibadeti birçok açıdan hatalıdır. Cengiz
Özakıncı bu sakıncalardan bir kısmını şöyle açıklamaktadır:
"...Eğer
Türkçe söylenirse Tanrı bu yakarıları işleme koymaz, kesin sonuç almak istiyorsanız,
bu duaları Arapça yazın, söyleyin denilerek öğretilmektedir.
Oysa
bir Türk bu yakarıları Arapça'yı gereği gibi seslendirerek yapamaz. Arap
dilinde öyle sesler vardır ki, bunlara boğaz sesleri denir, ancak Arap olanlar
söyleyebilirler. İçinde böylesi Türk gırtlağına yabancı sesler olan Arapça
sözcükleri bir Türk söylemeye kalkıştığında, o sesi çıkartamayacağı için, onu
andıran başka bir ses çıkarır.
Bu
durumda Arapça sözcüğün anlamı da değişir. Tıpkı "sevmek" ve
"sövmek" sözcüklerinde olduğu gibi, Arapça'da da küçük bir ses
değişimi anlamı tersine dönüştürebilmektedir, çünkü bütün dillerde olduğu gibi
Arapça'da da böylesi yakın sesli, ters anlamlı sözcükler vardır.
Bir
Arap Türkçe konuşurken nasıl "sev" diyeceği yerde "söv"
diyebilirse, bunun gibi bir Türk de Tanrı'ya Arapça sesleneyim derken
"fağfir lene (bizi yargıla, koru)" diyeceği yerde "fakfir lene (bizimle
ilişkini kes, bize boş ver)" diyebilir.
Çünkü
Arapça'da bulunan "ğ" sesi çok özel bir sestir. Türk dilinde bu ses
yoktur. Bir Türk özel bir eğitim almadıkça bu iki sözcüğün söylenişini
birbirine karıştıracaktır.
Görüleceği
üzere Türk'ün Tanrı'ya kendi diliyle değil de seslendirmeyi beceremeyeceği
Arapça sözcüklerle yakarması, her açıdan yanlıştır." (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa 118)
Kuran'da geçen; Kuran'ı rehber edinmemiz, Kuran'ın üzerine
düşünmemiz ancak anlayacağımız dilde Kuran'ı okumamızla mümkündür.
Namazda da gerçek manada Allah'a yönelmemiz ancak anladığımız
dilde ne söylediğimizi bilerek namaz kılmamızla mümkündür.
Namazı
anlamadıkları kelimelerin tekrarıyla kılanlar, namazı bitirdikten sonra bir an
dursunlar ve kendilerine Allah'a ne kadar yönelebildiklerini sorsunlar.
Anlaşılmayan
kelimelerle namazı kılmakta ve farkında olunmayan kelimeleri tekrardaki yarar
ne olabilir?
Allah'ın
istediği şekilde aklı işletmek, Allah'ın delilleri üzerinde düşünmek,
Allah'tan günahlara bağışlanma dilemek, ancak kişinin ne söylediğinin
bilincinde olmasıyla mümkündür.
Allah
savaşta ve korku zamanında bile namaz kılmamızı özel tedbirlere bağlayıp
emreder.
Kuran'a
göre kişilerin namaz kılmamaları gereken tek durum vardır; o da kişinin ne
söylediğinin farkında olmayacak şekilde sarhoş olduğu durumdur. Ne
söylediğinin farkına varacak şekle gelen içkili kişinin bile Kuran'a göre
namaz kılması gerekir.(Bakınız 4-Nisa Suresi43)
Şimdi ne söylediğinin farkında olmadan namaz kılan, anlamını
bilmedikleri sözlerle Allah'a dua edenler, bu ibadetlerinin Allah katında ne
kadar makbul olabileceğini, Allah'ın isteğine bu ibadetlerin ne kadar uyabileceğini
düşünmek zorundadırlar.
Ne
yazıktır ki ülkemizde dinci gazete diye bilinen gazeteler, Kuran'ın
anlaşılmasının gereksizliğinin baş savunucularıdır.
Örneğin
bir gazetenin "Bir Bilen" köşesinde şu izahlar yazılmıştır: "Hiç
kimseye Kuran tercümelerini tavsiye etmiyoruz... Kuran tercümesi okumak fayda
yerine zarar verir... Herkesin Kuran'ı anlamasını tavsiye etmek büyük
sapıklıktır... Kuran'ı hiç okumayıp sırf hayır ve bereket için evinde saklamak
caiz ve sevaptır... Anlamadan Kuran okunmaz diyenler büyük sapıktır."
Bu yüksek tirajlı gazetenin iddiaları hiç de şaşırtıcı
değildir. Zaten Kuran'ın yüzyıllarca Türkçe'ye çevrilmesini engelleyen hep bu
kafadır.
Kuran'ın
anlaşılması için çaba sarfedilmesi Allah'ın emridir. Öyle ki Kuran'ın sırf
anlamamız için kolaylaştırıldığı Kuran'da geçmektedir. Kuran'ı herkesin anlamasını
tavsiye edenlere sapık diyenler başta Allah'ın bunu söylediğinden nasıl
habersiz oluyorlar?
Mezheplerinin
hatırı için Allah'a bilerek veya bilmeyerek hakaret eden kafa kendisine
"Bir Bilen" adını takmış. Bileni buysa, bilmeyeni nasıldır acaba!
Böyle bilenler oldukça, Müslümanlar'ın kendi dışında düşmanlar aramasına hiç
gerek yok, kendisini "bilen Müslümanlar" ilan edenlerin zihniyeti
dine zaten en büyük zararı vermektedir.
Türkler'i
Arapça bilmeseler bile Arapça ibadet etmeye zorlamak, Allah'ın bizden manasını
anlamadığımız ibadetler istediğini iddia etmek; Arapça'yı kutsallaştırmanın,
dini mantıksızlaştırmanın bir ürünüdür.
Bildiğimiz
dilde Allah'a daha bilinçli, daha güzel bir şekilde yönelebiliriz. Allah her
dili bilmektedir.
Kitabın
tümü boyunca Kuran dışı kaynakların niye dinin kaynağı olamayacağını
gösterdik.
Anlattığımız,
savunduğumuz metot çok açıktır. Kuran'ı elimize alıp, din diye ortaya atılan
tüm geri kalanı kenara atmak.
Israrla vurguladık ve yine vurguluyoruz. Kuran dine eşittir. Dinin %100'ünü Kuran oluşturur.
Her kim olursa olsun hiç kimsenin dine yani Kuran'a artı bir ilave, eksi bir
eksiltme yapması kabul edilemez.
Maksadımız
dinin, yani Kuran'ın, onun sahibi olan Allah'ın tekeline girmesidir. Allah'ın
tekelinde olana ortaklık etmeye kalkmak, biraz da olsa kendi fikrini,
geleneğini, şahsi görüşünü dine sokuşturmak olacak şey değildir. Allah'ın hüküm
konusunda hiçbir ortağı yoktur. Kuran'a dönüş hareketi her şeyden önce Allah
dışında hüküm koyucu bırakmama hareketidir.
Dini
belirleme ve dini anlama gayretinde temel prensibimiz olan Kuran'ın dinin tek
kaynağı kabul edilmesinin, fikri ve pratiği ile tüm dinin bu yönteme göre
şekillenmesinin, dinimizi boğmuş olan yobazlıkların kapkara örtülerini
dinimizin üstünden ve insanların zihninden kaldırmada temel şart olduğu
kanaatindeyiz.
Ayrıca
Kuran'ın emri olan bu temel prensibi yerine getirmek, dinci yobazlar kadar
popülist zihniyetlerin ve şahsi görüşünü dinselleştirmek isteyen menfaatçi
zihniyetlerin de dini bozmasını önleyecektir.
Kuran'da
aldatıcıların insanları Allah'ı kullanarak aldattıkları söylenmektedir. (Bakınız
35-Fatır Suresi 5 ve 31-Lokman Suresi 33)
Kısacası
Allah adına, din adına yapılan konuşmalarda aldatılma ihtimalimizi hiç
unutmamalı ve aldatılmamak için din adına söylenen her şeyi, dinin tek kaynağı
olan Kuran'ın süzgecinden geçirmeliyiz.
Kuran
kendi tabirleriyle detayları veren kitabımızdır, her şeyi açıklayıcıdır,
rahmettir, müjdedir, ışıktır, anlamamız, uygulamamız için indirilmiş
rehberimizdir. Elimizde Allah'ın böyle nitelendirdiği mucize kitabımız varken,
niye başka dini kaynaklar arayalım? Kuran her yaramıza merhem, her derdimize
şifa, zihnimize aydınlık, yolumuza rehber olacaktır.
Yeter
ki biz Kuran'ı, yalnız ve yalnız Kuran'ı rehber edinelim. Unutmayalım ki ahirette,
Allah'ın vahyi olan Kuran'dan sorumlu tutulacağız.
43-
Sana vahyedilene
sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru yol üzerindesin.
44-
Ve şüphesiz O
(Kuran) sana ve toplumuna bir hatırlatmadır. O'ndan sorumlu tutulacaksınız.
Uydurulan Din, Kuran'daki Din E – Kitap
RESUL KUR'AN'IN KUR'AN TEFSİRİ E
KİTAP (MKA) 2: BAKARA SURESİ 186. AYET ve DİP
NOTUNDAN ALINTIDIR. M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder